“22 Şubat” Osman Deniz-Talat Turhan
22 ŞUBAT*
(Em. Kur. Yb. OSMAN DENİZ, Em. Kur. Yb. TALAT TURHAN)
Politikacı mantığı ile “sergüzeştçilerin bir hareketi”(1) olarak nitelenen 22 Şubat olayı, kanımızca devrimci eylemin önemli bir aşamasıdır. Bu nedenle günün koşulları içinde yemden eleştirilmesinde yarar vardır.
Bugüne değin olayı tarafların çeşitli kalemleri kamuoyuna yansıtmış olmasına karşın, gerçekleri kabullenmek şiarından yoksun bir çevrenin hâlâ konuyu çıkarlarına kalkan yapmakta direnmesinin kuşkusuz bazı nedenleri olması gerekir.
Biz bu olayların içinde yaşamış ve devrimci inançlarımızda değişiklik yapmamış kişiler olarak, gerçekleri halkımıza, gerek adalet huzurunda ve gerekse basında çeşitli vesilelerle açıkladık. Bu açıklamaların tekzibe uğramaması ölçülerimizin objektifliğinin tek kanıtıdır. . Bu nedenle çıkarcıların tam karşısında durum takınıp aynı ölçülerle konuyu özetlemeye çalışacağız.
27 Mayıs gerçekte, Atatürk devrimlerinin değişmez savunucusu genç kitlelerin bir eylemidir. Bu eylem o günün koşulları içinde karşı devrimciler tarafından bile onaylanmıştı. Çünkü ihtilâlciler 27 Mayıs’ın hiç bir zümreye karşı olmadığını açıklıyorlardı. Oysa aynı gün İzmir’den uçakla Ankara’ya getirilerek ihtilâlin başına oturtulan Sayın Gürsel’in ilk işi İnönü’ye telefonla teslimiyet olmuştur. Gürsel diyor ki:
“Emirleriniz bizim için daima peygamber buyruğudur, Sayın Paşam.” (Metin Toker, İsmet Paşa ile 10 yıl, cilt III, s. 13).
İhtilal liderinin emretmek yerine emir aldığı ve emir almayı yeğlemesi 27 Mayıs İhtilali’nin ilk yıkıntısı olmuştur. Bu olay sonucu:
1- İnönü Komite üzerinde gücünü kullanmak cesaretini kazanmıştır.
2- İnönü’ye karşı olan çevreler, 27 Mayıs’a dolayısıyla Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı durum takınmaya başlamışlardır.
İnönü eline geçirdiği bu büyük fırsatı “Biran önce seçime gitmekte sayılamayacak kadar fayda vardır” sloganı ile değerlendirmiş ve devrimin amacını, hızını ve gücünü kesip olayları kendi statükocu yönüne çevirmek becerisini göstermiştir.
Kendisinden daha büyük bir hırsla iktidarın doğal sahibi olduğuna inananların “Milli Birlik Partisi” şekline dönüşüp devrimlere sahip çıkması olasılığı, olanakları aranmış ve bunun sonucu 13 Kasım olayı meydana gelmiştir.(2)
Daha 1908’lerde yüzbaşı rütbesinde ihtilâlci olması büyük bir meziyet gibi gösterilen İnönü’nün 1960’larda aynı kökten gelen ihtilâlci subayları rakip ve yetersiz görüp karşısına alması, gelenek ve kişiliği adına büyük bir talihsizlik olmuştur.
Köprülerin altından çok sular geçtikten sonra Gürsel, İnönü’ye teslimiyetinin cezasını çekmiştir. Çevresine İnönü’nün iktidar hırsını “ihtiyar tilki gerdeğe girmeye hazırlanan delikanlı kadar iktidara istekli” demek suretiyle duygularını açıklamış olduğu bir gerçektir. 13 Kasım, İnönü için iktidar amacına hizmet eden bir zafer olmasına karşılık, bundan çok daha vahim sonuçlar getirmiştir.
1 – Devrimcilerin umudu kırılmıştır; yakalanan tarihsel fırsat kaçırılmıştır.
2- Silahlı Kuvvetler ve kamuoyunda fikrî bölünmeler olmuştur.
3- Karşı devrimcilerin cüreti artmıştır.
İşte, bu ortamda Silahlı Kuvvetlerin bölünmesini önlemeye yönelik bir örgütün kurulduğuna tanık oluyoruz. Bu örgüt de devrimci ve genç subay kademesinde doğan bir fikrin ürünüydü. Örgüt ilk defa 6 Haziran 1961 olaylarında gücünü Devlet Başkanı dahil tüm yetkililere kabul ettirip sahneye çıkmıştır.(3)
Ne var ki, Çankaya’yı ütüleyen jetlerin baskısıyla Hv. K. K. Org. İrfan Tansel’in atama kararnamesini geri almak zorunda kalması ve bunun sonuçlarına katlanması, Gürsel için büyük bir talihsizlik olmuştur.
Bunun yanı sıra “Silahlı Kuvvetler Birliği”nin gücünden çekinen kumanda kademesi, örgütü yönetenlere ödün verip SKB katılmakta yarar görmüşlerdir. Bu yapay oluşum Hiyerarşik İhtilal düşüncesini beraberinde getirmiştir. Ama davasına inanmış genç kuşaklar darağaçlarından, hapishane köşelerine düşünceye dek böyle bir fikrin sakatlığını algılayamamışlardır.
Silahlı Kuvvetler Birliği’nin ortaya çıkışı, iktidara göz dikmiş oportünist politikacıyı iki yönlü bir çabaya itmiştir.
1- Gelecek iktidarlar önünde engel olarak görülen böyle bir örgütü parçalamak.
2- Kurucu Meclisi açmak suretiyle iktidara geçme hazırlığı. Bunlardan ilkinin uygulanması için akla hayale gelmeyecek şekilde entrikalar çevrilmiş olduğu bu gün onlarca da itiraf edilmektedir.
Kurucu Meclis(4) tümüyle CHP’nin yönlendirmesiyle yaşama geçirilmiş, Anayasa ve Seçim Kanunu ile Türkiye’nin yüzyıllık sorunlarının çözümleneceğinin hayali üzerine gelecek iktidarların kökleri kurulmuştur. Ama sonraki oluşumun tamamen ters yönde işlemesi karşısında aymazlığım algılayan politikacı, kurtuluşu karşı devrimcilere daha başlangıçta payanda kurmakta bulmuştur.
Bu oluşumun doğal bir sonucu olarak Anayasa oylamasında(5) %38 hayırla karşıdevrimci güç, gelecekteki ağırlığını göstermiş ve buna koşut çabalara girişmiştir.
Bu olumsuz ortam içinde seçimlerin sonucunda, İstanbul’da “21 Ekim 1961”de ve Ankara’da “Mürted Protokolü” ile Silahlı Kuvvetler tarafından seçim sonuçlarını kabul etmeme zorunluluğunu doğurmuş ve müdahale kararı alınmıştır.
Her iki protokolde, şarta bağlı bir kayıt olmamasına karşın politikacının oyununa gelen komuta kademesi, “Çankaya Protokolü”(6) ile çiçeği burnunda anayasayı paspaslamıştır. Bu tarihsel gerçeği gözardı eden politikacıların daha sonraki evrelerde anayasayı ihlalden söz etmeleri tarihçinin gözünden kaçmayacaktır.
Bundan sonraki dönemde politikacı, şekli demokrasi oyununun akla gelmez koalisyonlarını kurup iktidar hırsını tatmine çalışırken bir yandan da karşıdevrimci, Genelkurmay binasına karşı açıklaması güç el hareketlerine yeltenecek kadar cüret kazanmıştır.(7) Bir diğer politikacı çok şerefli Silahlı Kuvvetler mensupları ve ailelerine küfretmek cesaretini göstermiştir.(8)
21 Ekim Protokolü’nden sonra “Silahlı Kuvvetler Birliği”nin yemininden dönmeyenlerin etkin gücünü kabul etmek zorunda kalan Genelkurmay Başkan’ı Cevdet Sunay, 19 Ocak 1962 günü yeminden dönenlerin de katılmasıyla Gn. Kur.’da bir toplantı düzenledi. Bu toplantıda Talat Turhan da vardı. Toplantının ayrıntılarına inmeksizin önemli saydığımız üç hususu belirtmek istedik:
1- Bizce komutan, ihtilâl yapılıp yapılmaması hususunda astlarıyla fikir alışverişinde bulunmak yetkisine sahip değildir.
2- Silahlı Kuvvetler Birliği toplantılarında Danton’dan(9) daha ileri boyutta ihtilâlci komutanlar, o gece (19 Ocak 1962) nedense susmayı seçtiler…
3- Genelkurmay Başkanı’nın toplantıda son sözü: “Ben Türk Silahlı Kuvvetlerinin İnönü’yü desteklediğini söyleyeceğim” ‘vecizesi’ oldu. Bu deyimin zaman içindeki olumsuz etkilerini okuyucularımızın değerlendirmesine bırakıyoruz.
Alınan bu karara karşın bir zincirin halkaları gibi birbirine kenetli olan bu olaylar serisinin bir halkası da 9 Şubat 1962 günü imzalanan Balmumcu Protokolü’dür.
Anılan Protokolü SKB ilgilileri Ankara’da da onaylamıştır.
Bilindiği gibi bu protokolde de 21 Ekim 1961’deki gibi bir müdahale ön görülüyordu. Bir farkla ki, bu tarihte yasal olduğu savlanan bir iktidar vardır. Bu düzenin sürdürülmesini Genelkurmay Başkanı da istemektedir. Buna karşın O’nun emrindeki kişilerin müdahaleye imza koymaları askeri hiyerarşi yönünden izahı güç bir olaydır.
Aslında 6 Haziran 1961’den bu yana çirkin politikacının, Silahlı Kuvvetler üzerinde çıkarına uygun girişimlerini yoğunlaştırdıklarının tanığı oluyoruz. Bu çabaların bir sonucu olarak Silahlı Kuvvetler Birliği içinde havacılar ikircimli bir konuma düşerek, İnönü iktidarından başka seçeneği düşünmek gücünü yitirmişlerdi.
Bu olumsuz etki sonucu 22 Şubat 1962 gecesi Kara Kuvveti karşısına Hava Kuvveti çıkarmak gibi tarihimizde benzeri olmayan bir olumsuzluk yaşanmıştır.
Ertesi gün politikacı göğsüne Hava Kuvvetleri rozeti takacak yerde, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin iki kuvvetini karşı karşıya getirecek ölçüde öngörüden yoksun olmanın (tilki kurnazlığının) tarihi sorumluluğunu algılamalıydı. Ama o yetenekte olsaydılar aslında böylesine korkunç bir olay yaşanmazdı…
9 Şubat 1962 protokolüne imza koyanlar, imzalarının onurunu hiçe sayıp bir yandan da politikacıyla ilişkiyi sürdürmüş ve hatta ona akıl hocalığı yapmakta kişisel çıkar ummuştur. Bütün bu hayınlıkların sonucu girişilen tertiplerle Ankara Grubu bir yandan harekete itilirken diğer yandan yalnız bırakılmıştır.
Bu durum 9 Şubat 1962 protokolü dışında bir ihtilâle taraftar olmayan Talat Aydemir(10)ve arkadaşlarını istemeyerek de olsa 22 Şubat 1962 kalkışmasının liderliğine itmiştir.
22 Şubat 1962 olayında bir oldubitti sonucu liderliği üzerine alan Talat Aydemir, şartlan hazır bir ihtilâlin düğmesine basma iradesini gösterememiştir. Yoksa o gece sabaha kadar ihtilâl karargâhının hiyerarşisi içinde kalan 18.000 kişinin karşısına dikilecek hiçbir güç ve irade tasavvur edilemezdi.
Talat Aydemir’in kararsız ve ilkesiz tutumu, o zamanki iktidar ve kumanda çevrelerinde ucuz kahramanların doğmasına neden olmuştur.
Nitekim o tarihlerde Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İrfan Tansel’in kahramanlığını(!) dergisinde kapak konusu yapacak kadar gerçekleri gizlemekte yarar uman bir yazar, bugün Tansel’in 22 Şubat gecesi Eskişehir’de olayların dışında olduğunu kabul etmektedir.
22 Şubat 1962 olayının aksayan yönlerinden çok söz edilmiştir. O evrelere şimdilik girmeksizin olaya katılanları sadece Talat Aydemir’in peşinde göstermekte yarar uman politikacının anlayışını nefretle yadsımak isteriz. 22 Şubat 1962 olayına katılanlar, attıkları imzanın ve ettikleri yeminin şerefini sadık, gerçek devrime gönül vermiş, Türkiye’nin Atatürk ilkeleriyle yönetilebileceğine inanmış kişilerdi.
Ülkemizin bugün eşiğine geldiği vahim durum, 22 Şubat’çıların haklılığını gösterdiği gibi, bu günden görünen yarınları yaşadığımız zaman 22 Şubat muhasebesinin günümüzden çok değişik bir bakış açısıyla tarihçilerce değerlendirileceği görülecektir.”
22 Şubat’ın dramı 23 Şubat’ta açıkça ortaya çıkmıştır.
“İktidar tecezzi -bölünme- kabul etmez” ama 22 Şubat’ta politikacı ihtilâlciyle pazarlığa girişmek durumuna düşmüştür. O gece bütün Ankara’nın denetimi iktidarın elinden çıkmış, ama gene de gerçek sorumluları koltuklarından ayrılmayı düşünmemişlerdir. Bütün bu olayların açıklanması demokratik bir yönetimde oldukça güçtür ama Türkiye’de “Protokol” üzerine oturan bir yönetimde “demokrasiyi kurtarmak” gibi bir kavramın ardına sığınılıp her türlü oyunu oynamak olanaklıdır.
Bu oyunların en belirgin örneklerinden biri, 50 sayılı af yasası olsa gerektir.
Politikacı yasa önünde aynı suçu işlemiş kişileri bir çizgiyle ikiye ayırıyor;(12) kuvvetler ayırımının benimsendiği bir düzende TCK 146/1’e giren başkaldırıyı yargı süzgecinden geçirmeksizin affedebiliyor.(13) Çizginin altında hainler, çizginin üstünde kahramanlar kalıyor. O kahramanlar ki, gerçekte affedilenlerin kendileri olduğunun idraki içinde, İnönü’ye şükran borçlarını O’nun iktidarına destek vererek ödüyorlar. Fakat ne yazık ki, bütün bu entrikalara karşın “karşı devrimci”ler güçlendikçe güçleniyor.
Eğer İnönü hükümetinin iktidar gücü, 22 Şubat’a kadar kısaca açıklamaya çalıştığımız olaylar içinde, yasa önünde suçlu durumda bulunan herkesi yargı önüne çıkarabilecek güçte olsaydı, bir 21 Mayıs
olur muydu?(14)
Kaynakça ve Açıklamalar
(*) Y.n.: – Özüne bağlı kalınıp yeniden düzenlenmiş ve dili sadeleştirilmiştir.
— 24 Şubat 1969 günlü Akşam gazetesinde yayınlanmıştır.
1. Zamanın Başbakanı İsmet İnönü’nün nitelemesi.
2. 13 Kasım 1960 günü 38 kişiden oluşan Milli Birlik Komitesi 27 Mayıs’ın geçici anayasası ihlal edilerek parçalanmış ve 14 MBK üyesi yurtdışına sürülmüştür. Bu karar İsmet İnönü’nün zorlamasıyla Cemal Gürsel tarafından alınmış ve o tarihte Ankara Komutanı olan Korgeneral Cemal Madanoğlu tarafından uygulanmıştır.
3. 13 Kasım 1960 operasyonundan sonra ve tıpkı 27 Mayıs 1960 hareketi gibi alttan yukarı bir oluşumla kurulan “Silahlı Kuvvetler Birliği” kısa sürede gelişmiş ve o tarihte Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İrfan Tansel’i de örgüte almıştı. Kuşkusuz bu gelişim karşıt güçleri harekete geçirdi. İrfan Tansel’i görevinden alıp Washington’a atadılar. Bu olay üzerine SKB ilk kez açığa çıkıp atamanın geri alınması için Devlet Başkanı Cemal Gürsel’e ültimatom verdi. Bu kadarı ile yetinmeksizin bir gün süreyle jet uçakları protesto amaçlı olarak Çankaya üzerinden alçak uçuş yaptılar. Köşk baskıya boyun eğdi. İrfan Tansel’in ataması durduruldu ve de Hv. K.K. görevine geri döndü. Bu olay gerçekte MBK iktidarının sonu, SKB gölge iktidarının başlangıcı sayılmalıdır. Olayı bir başka açıdan değerlendirmek gerekirse 6 Haziran 1961 olayı karşı devrimcileri uyarmış ve harekete geçirmiştir.
4. Kurucu Meclis 6 Ocak 1961 günü açılmış, o gün açılış konuşması Fahri Özdilek tarafından yapılmıştır.
5. 1961 Anayasa oylaması 15 Eylül 1961 günü gerçekleşmişti.
6. Seçimlerden sonra TSK müdahale karan alınca 26 Eylül 1961 günü siyasi parti liderleriyle komutanların pazarlığı sonucu “Çankaya Protokolü” imzalanmıştır. Daha sonraki evrede politikacıların imzalarının arkasında durma dürüstlüğünü göstermemeleri TSK’daki dalgalanmalara neden olmuş, Kara Kuvvetlerinden genç harbiyeli ve subay kadroları saf dışı bırakılmıştır.
7. Celal Bayar’ın Kayseri Cezaevinden tahliye edilişinden sonra Ankara’da karşı devrimcilerce düzenlenen eylemde Genelkurmay binasına karşı elle, kolla çirkin tavırlar sergilendi.
8. Nuri Beşer adlı Adalet Partisi milletvekili, o dönemde TSK’nın duyarlığı sonucu çok kısa bir süre içinde dokunulmazlığı kaldırılıp cezaevine konulmuştur. Bu oluşumda Kur. Alb. Selçuk Atakan’la benim etkin katkılarımız olmuştur.
9. Danton, 1789 Fransız Devrimi’nin ünlü ihtilalcilerinden biri.
10. Talat Aydemir, 22 Şubat 1962 gecesi gerçekleşen başkaldırının liderliğini üstlendiğinde Kurmay Albay rütbesinde Kara Harp Okulu Komutanlığı görevinde bulunuyordu.
11. Bazı çevreler aradan 35 yıl geçmiş olmasına karşın 22 Şubat olayı ile 28 Şubat 1997 süreci arasında koşutluk kurup, 28 Şubat sürecini karalamak istiyorlar. Oysa 22 Şubat 1962 olayı başarısız bir başkaldırı olmasına karşın 28 Şubat süreci döneminin iktidarının onayıyla gerçekleşmiş, benimsenen deyimiyle post modern bir darbedir. Ancak 22 Şubat’ta başkaldıranlar da Atatürk ilkelerinden ödün verilmesinden, özellikle 27 Mayıs’tan hemen sonra başlatılan reaksiyoner karşıdevrimci süreçte TSK’nın hedef alınmasından ve özellikle azgınlaşan irticadan tedirgin idiler…
12. Görüldüğü gibi gelmiş geçmiş tüm iktidarlar hiçbir zaman doğru dürüst bir af yasası çıkaramıyor. Kanımca “Bozuk Düzen” zaman zaman affı zorunlu kılıyor. Ancak iktidarlar ‘demokratik hukuk devleti’ ve ‘hukukun üstünlüğü’ kavramlarını özümseyemediklerinden af tartışması hiç gündemden düşmüyor.
13. 22 Şubat 1962 gecesi Başbakan İsmet İnönü aracılar sayesinde başkaldıranların liderleriyle pazarlığa girişmiş, ‘idare-î maslahatçı’ kimliği ile silah bırakma koşuluyla af sözü verip olayı örtbas etmek yolunu yeğlemiştir. Çünkü 22 Şubat’çılar yargılansaydı. TSK’daki dalgalanma karşısında iktidarın dayanma gücü yoktu. Sorunun hukuksal boyutuna göre ise; mevcut yasalara göre suç işlendiği için ilk önce yargılama yapılmalı sonra af yasası çıkarılmalıydı.
22 Şubat sonrası benzeri ancak totaliter rejimlerde görülen bir uygulamayla yargı devre dışı bırakılıp 22 Şubat’çılar af edilmiştir. Denge sorunu!..
14. 22 Şubat olayından bir yıl sonra 21 Mayıs 1963 günü Emekli Kurmay Albay Talat Aydemir liderliğinde gerçekleşen darbe girişimi. Yargılama sonucu olaya katılanlar cezalandırılmış, Talat Aydemir ve Fethi Gürcan (Em. Sv. Bnb.) idam edilmiş, 1459 Harp Okulu öğrencisinin okulla ilişiği kesilmiştir.