1
Yurtiçi Basın

7 Gün Dergisi 13.4.1977

ADALET PARTİSİ DEMOKRAT PARTİNİN DEVAMI MI?

7 Gün dergisi 13 Nisan 1977

 

1- GİRİŞ

Adalet Partisinin, Demokrat partinin devamı olup olmadığını açıkça ifade edilebilmesi için, köprülerin altından bir hayli suyun akması gerekmiştir. Nitekim başlangıçta “Gözlerimin içine bakın ne demek istediğimi anlar­sınız” diyecek kadar cesaret gösterenler, gün gelecek “AP’nin, DP’nin devamı olduğunu açıklamakta sakınca görmeyeceklerdir.

Oysaki DP’nin politika ve iktidar felsefesi, T.Slh. Kuvvetleri tarafından 27 MAYIS 1960 da alaşağı edilmiş, DP gemisi YASSIADA kayalıklarına çarpıp parçalanmıştı DP sorumluları ise, Türk ulusu adına yargılama yapan “Yüksek Adalet Divanı” tarafından mahkûm edilmişlerdir. Daha da önemlisi T. Slh. Kuvvetlerinin bu eylemi, 1961 Anayasa Referandumu ile Türk halkının 68 onayı ile ke­sin bir hukukilik ve meşruiyet kazanmıştır. Bugün, DP enkazına sahip çıkanla­rın, kuşkusuz ilk amacı, bu duygu sömürüsünü, kendi politik amaçlarının aracı yapmaktır.

 

2- BİR ANI

1960’lardan sonra, Nuri BEŞER adında ki AP Milletvekilinin, Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları hakkında çirkin sözler sarf etmesi üzerine, ilgililer sorunu örtbas etmek çabasına düşmüşlerdi. Bu satırların yazarı, o tarihte Kur­may Yarbay rütbesiyle, Milli Savunma Bakanlığı Özel Kalem Müdürlüğü görevi yapmaktaydı, Türk Silahlı Kuvvetler! Mensuplarının şeref ve onuruna saldırıldığı böyle bir olayda, duyarsız kalması olanaksızdı. Bu inancımızın gereği ola­rak, o zaman Ankara Merkez Komutanı olan Kur. Albay Selçuk ATAKAN’la bütün gücü­müzle, sorunun üzerine yüklendik.

Girişimlerimiz sonucu, 48 saat içinde Nuri BEŞER’in dokunulmazlığı kal­dırıldı ve yetkililerce ANKARA Merkez Cezaevine konuldu.

Bu olay nedeniyle, yapılması gereken işlemleri görüşmek üzere, halen MC iktidarında Bakan olan iki AP yetkilisi zamanın K.K.K. olan Org. Muhittin ONUR’dan randevu istemişlerdi. Bu kişiler, K.K.K.ligi karargâhında bulunan subayların kendilerine yönelik fiili bir davranışından çekindikleri için, ran­devu özellikle mesai bitiminden iki buçuk saat sonraya alınmıştı.

BEŞER olayı tanıkları arasında, Ahmet TOPALOGLU, İhsan Sabri ÇAĞLAYANGİL ve Em. Hak. Tümgeneral Rafet TÜZÜN’ de bulunmaktadır.

Olayın ayrıntısı konumuz dışında bulunduğu için bu kadarı ile yetiniyoruz. 

3- DEMİREL ve ZAMANLAMA

a- A.P.yetkililerinin çoğu, o zaman 27 MAYIS 1960 bütün varlıkları ile sahip çıkan özellikle genç subayların şahıslarına karşı yönelme olasılığı bulunan davranışların ne olabileceğini saptamak gereğini duymuşlar ve bu konuda, ilgililerden teminat aldıktan sonra göreve başlayabilmek cesaretini göstermişlerdir. Nitekim 22 ŞUBAT 1962 olayları sırasında birçok AP yetkilisi ANKARA’yı terk etmek gereğini duymuştu.

Bugün, AP Milletvekili olan bir kişinin de aralarında bulunduğu bir takım saldırganlar, AP genel merkezine saldırdıklarında lider olarak, olaylara müda­hale etmek yükümlülüğü taşıması gereken bazı AP liderleri, binanın arka kapısından uzaklaşmayı yeğlemişlerdi.

b- DEMİREL, BALMUMCU Askeri Ceza ve Tutukevinde DP’lilerin her türlü arzu­larını yerine getiren cezaevi Müdürü O.Y’nin General olması için, büyük ça­ba göstermiş, fakat Başbakan olmasına rağmen ilgililere başlangıçta sözünü dinletememiştir. Ancak uzun bir uğraştan sonra, O.Y zamanında DP’lilere yaptığı hizmetin karşılığını alabilmiştir.

c- Ve nihayet bir gün gelmiş, rahatlıkla “AP’nin DP’nin devamı olduğu “ (*)ve

“istediğim kişiyi istediğim yere kumandan yaparım” denilebilmiş, yasalar ve bir T. Slh. Kuvvetlerinin tüm gelenekleri yok sayılarak, Orgeneraller dururken, Korgeneral’ler Kuvvet Komutanlığına atanabilmiştir

Bu tasarrufun yasa dışı olduğu, Mahkeme kararı ile saptanılmıştır ama sorumlular ne istifa etmiş, ne de kendilerinden hesap sorulabilmiştir.

d- Etki-Tepki kuralı, Devrim-Karşı devrim için de geçerlidir. 27 MAYIS 1960 Devrimi, daha ilk günlerden beri, karşı devrimci güçler tarafından hedef alınmış ve her geçen gün, yeni boyutlara ulaşılmış olduğu sanılmıştır. Sanılmıştır söz­cüğünü özellikle kullandığımı vurgulamak isterim. Sosyal olayların yasalarından habersiz olanların, yüzeyde sürdürdükleri tertipleri başarı saymaları, gerçekte son çözümde onların sonlarını hazırlar.

Nitekim Gn. Kur. Başkanları ERDELHUN’un teminatı, DP’yi YASSIADA’yı boylamaktan kurtaramadığı gibi, Gn. Kur, Başkanı TAĞMAÇ’ın teminatı da 12 MART muhtırasının verilmesini engelliyememiştir.

Bugün dış ve iç emperyalist, sömürgen ve işbirlikçi egemen güçlerin komisyonculuğunu ve sözcülüğünü yapanların karşısına, CHP, “Düzen Değişikliği” programı ile çıkmış bulunuyor. Kuşkusuz sosyal yasalara göre, karşı devrimin alternatifi devrimdir. MC iktidarının ve onu oluşturan partilerin telaşı bir anlam da politikalarının iflas ettiğini anlamalarından ileri gelmektedir. Çünkü Türk halkının bugün eriştiği sosyal bilinçlenme ve uyanma düzeyi karşısında, onu ne YASSIADA Edebiyatı, ne Din, İman, Mezhep, Irk Sömürüsü ve ne de 2000 Yılının Masalları ile aldatmanın olanak dışı olduğu, 1973 seçimleri bile göstermiştir. Baskı, terör ve zulmümün daima onu kullananlara karşı geri tepen bir silah olduğu tarihsel deneylerden yararlanma yeteneğine sahip olanlarca bilinmektedir.

Bu konudaki en yakın tarihsel örnek, “İndra Gandi’nin uygulamaları ve bunlara karşı ulusun tepkisini yansıtan “HİNDİSTAN Seçimleri”dir.

Türk halkı, bozuk düzeni sürdürmek amacıyla, karanlık ve CIA işbirlik­çisi güçler tarafından düzenlenen anarşinin ve suçluları saptanılmayan siyasi cinayetlerin, örtbas edilmeğe çalışılan yolsuzluk dosyalarının, Lockheed rüşvetçilerinin ve onların maşalığını yapan işkencecilerden hesap sunulabilme­sinin ilk koşulunun, iktidarı MC’nin elinden almak olduğunu kavramış bulunu­yor. Bu inancını 1977 seçimlerinde sandıklara yansıtmanın kararlığı ve heye­canı içinde görünüyor.                                                                                                                                                                       DP’nin “Tahkikat Encümeni Kanunu” çıkarma girişimleri döneminde,

İNÖNÜ; “Bu tedbirlerle tevessül eden baskı tertipçileri bilsinler ki, Türk Milleti KORE milletinden daha az haysiyetli değildir” diyordu.

(O tarihlerde KORE halkı ih­tilâl yaparak diktatör S. RHEE’yi alaşağı etmişti.)

Bugün, klasik küçük burjuva ihtilâlci güçlerini pasifize ettiklerini sa­nanlara, biz ilk önce, bu tip ihtilâllerin tarihe karıştığını anımsatmak iste­riz. Hele TÜRKİYE’de, 12 MART deneyinden sonra böyle bir girişim olasılığı an­cak delilik olarak nitelendirilebilir.(**) Bugün, gerçekten devrimci sınıflar, sınıf bilincinin gereği olarak, kişi hak ve özgürlüğüne sahip çıkmakta ve gerçek de­mokrasiyi kurmanın yoğun çabası içinde bulunmaktadır.

Bugün algıladığımız bu inançla diyoruz ki; “Türk ulusu İTALYA, HOLLANDA ve JAPON uluslarından” daha az haysiyetli değildir. Anılan ulusların Bakanlarından,                                                    Kuvvet Komutanlarından, prenslerinden ve Başbakanlarından hesap sorduğu bir dünya içinde, TÜRKİYE’de LOCKHEED Rüşvet olaylarını örtbas edenler, işbirlikçi hıyanetlerinin hesabını mutlaka vereceklerdir.

Kişisel soygunları ve çıkarları için, Türk ulusunun şeref ve onurunu hiçe sayarak, çok uluslu şirketlerin rüşvetlerinden beslenen işbirlikçi hainlere ve onların destekçilerine gereken yanıtı ilk önce seçim sandığında verileceğine kesinlikle inananlardan biriyim.

12 MART dönemini ve benzeri provokasyonlarla sıkıyönetim getirme, dar­be ortamı hazırlama ve en azından seçimleri etkilemek amacıyla yoğunlaştırı­lan anarşi ve eylemlerden yarar umanlar, sadece kendilerini aldattıklarını anladıklarında, alınlarına hainlik damgası çoktan vurulmuş olacağından da kimse­nin kuşkusu bulunmasın.

Şimdilik “AP’nin DP’nin” devam olduğunu söyleyenlere, TCK’nin 312’ci maddesinin “Kanunun cürüm saydığı bir fiili övmenin” suç sayıldığını ve 27 MAYIS 1960’a saldırmanın ise 38 sayılı yasaya aykırı olduğunu anımsatmakta yarar görür, savcıları göreve çağırırım.

12 MART 1971’den sonra sıkça kullanılan, TCK. 312’ci maddesinin tek taraflı işletilmesinin günün koşulları içinde hukuki sorumluluğu görmemezlikten gelin­se bile, birde tarihsel sorumluluk vardır. Çocuklarının, soyadını taşımasından bir gün utanmamaları için, sorumlu makamlarda oturan babalar, görevlerini taraf­sızlık içinde yapmak zorunluluğunda olduklarını unutmamalıdır.

Kuşkusuz, “AP’nin DP’nin devamı” olduğunu iddia edenlerin, bu sloganı soyuttan somuta almak yükümlülükleri de vardır.

Bu amaçlar da, DP sorumlularının neden mahkûm edildiklerini anımsamakta yarar görüyoruz. Çünkü MC iktidarı, DP kulağını fersah, fersah geçmiş bulunmakta, dört başlı dört kuyruklu, bir mitoloji canavarı gibi, evlâtlarımızın akan kanlarıyla vampir gibi beslenerek yaşamını sürdürmek çabası içinde, kendisine meşruiyet veren her değere itibar etmeme kararlılığı içinde, sorumsuzluk girdabında boca­lamakladır.

(*) Y.n.: Bu yazının yazıldığı günlerde Adalet Partililer (AP) Demokrat Partinin (DP) devamı olduklarını söylemeye bile cesaret edemiyorlardı.

(**) Y.n.: Ne yazık ki CIA güdümünde 12 EYLÜL 1980’nin “Our Boys” ları bu deliliğe baş vurmuşlar, bedelini halkımıza ödetmişlerdir…

  1. DEMOKRAT PARTİNİN ANAYASA DIŞI UYGULAMALARI (*)

a- Emekli Sandığı Kanununda yapılan değişikliklerle, DP iktidarı politika­sına alet olmayan Profesörleri, yargıçları ve memurları istediği anda emekliye sevk etmiş ve bu suretle diğer memurların her türlü direnişini önlemek olanağı elde ederek, yasa tanımaz politikasına araç olarak kullanmış ve dikta özlemleri­ni gerçekleştirmek için bu kanundan geniş ölçüde yararlanmıştır. (25 HAZİRAN 1951 gün ve 64–22 No.lu kanun)

b- Çıkarılan bazı kanunlarla Anayasanın vatandaşlara tanıdığı mal ve can emniyeti ile mülkiyet hakkı hiçe sayılmıştır. (8 AĞUSTOS 1951 gün ve 5830 No.lu Kanun, 14 ARALIK 1953 gün ve 6195 No.lu Kanun )

c- Muhalefet partilerine oy veren, il ve ilçeleri cezalandırma amacıyla vic­dan ve düşünce özgürlüğüne ters düşen yasalar çıkarılmıştır. (21 ARALIK 1953 gün ve 6203 No.lu Kanun, 30 HAZİRAN 1954 gün ve 6429 Nolu Kanun)

d- Toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanunun, D.P iktidarı tarafından muhale­fete karşı, tek taraflı kullanılmış ve idare Anayasa dışı bu uygulamaya alet edilmiştir. (TOPKAPI, KAYSERİ, İNCESU, İSTANBUL ve ANKARA Üniversite olayları gibi) (27.6.1956 gün ve 6761 No.lu Kanun.)

e- Seçim Kanununda, DP’yi iktidarda tutmak için değişikler yapılarak, ulusal iradenin, TBMM’ne yansıması önlenmiş ve “Ulusal Egemenlik” hiçe sayılmıştır. (Örneğin 1957 seçimlerinde!)

DP oyların % 47 sini aldığı halde, Milletvekillerin % 70 ini elde et­miş. Muhalefetin tümü ise, oyların % 53’ünü aldığı halde, Milletvekillerin %30’una sahip olabilmiştir.

(30.6.1954 gün ve 6428 Sayılı Kanun ve 11.9.1957 gün ve 7053 sayılı Kanun)

f- TBMM iç tüzüğünde yapılan değişiklikle muhalefetin, denetleme göre­vi yapması engellenmiştir. (28.12.1957)

g- T. Slh. K.lerine ve Adalete güvenmeyen DP iktidarı “Tahkikat Encümeni” kurarak, diktaya gidiş için hazırlığa girişmiş ve bu amaçla yasama organı kendisini yargı organı yerine koyarak hem davacı, hem savcı ve nemde yargıç­lık fonksiyonunu yüklenebilmiş ve yargı organının fonksiyonları gasp edil­miştir (27 NİSAN 1960 gün ve 7468 Nolu Kanun.)

DP’nin yasa dışı bu uygulamaları ve benzerleri, Yüksek Adalet Divanının 30 EKİM 1960 sayılı kararı ile TCK 146’ncı maddeye uygun bulunarak mahkûm edilmiştir.

Kararın “Sanıkların fiillerine uyan ceza” bölümünü aşağıya çıkarı­yorum.

” Anayasanın tağyir ve tebdiline müncer kanun çıkmasına rey ve tas­vipleri ile iştirakle iktifa etmeyerek Anayasaya uymayan kanunin aşırı bir gayret ve zorla tatbik etmek suretiyle bu encümeni teşkil eden sanıkların, sanık Celâl Bayar ve Adnan Menderes’le birlikte sorumlu oldukları kabul edil­miştir.”

DEMİREL, “DP’nin devamı olduğunu” ifade etmek soyut, duygusal ve politik bir deyimdir. Gerçekçi olmak için, DP’nin mahkum edilen tasarruf­larının hangisinden yana, veya hangisine karşı olduğunuzu ifade etmeniz gerekir.

Bunun yanında, Celal BAYAR’ın elini öpmekte yetmez, Merhum MENDERES’in ve iki arkadaşının kemiklerini hala, İMRALI’dan neden alamadığınızı DP’li ve AP’li vatandaşlara açıklamanız da gerekir.

(*) Y.n.: (Sn. Hasan Halis SUNGUR’un “Anayasayı ihlal suçları ve TCK.146’cı maddesi hükümleri” Sakıt iktidarın sorumluluğu adlı yapıtına bakınız.)

 

  1. DP ÖNDERLERİNİN ANLAYIŞLARINI YANSITAN ÖRNEKLER

(SIR DERGİSİ’NİN 27 EKİM 1960 ve 15 sayılı nüshasına bakınız.)

a- BAYAR’ın MENDERES’e gönderdiği 28 MAYIS 1960 tarihli mektubu; (Özet)

“Yeşilhisar vakası üzerinde durdum Hadise emsali gibi, doğrudan doğruya CHP’nin siyasi tahrikinden ibarettir! Şimdiye kadar GAZİANTEP meselesi rıhtım hadisesi ve buna benzer adliye intikal eden davaların hiçbirisi neticelenmemiştir. Bu da cüretin artmasına başlıca vesile teşkil etmektedir. Adliye işlemiyor. Size ilk tedbir olarak, ya YEŞİLHİSAR’da veya KAYSERİ vilâyetinde şimdilik idare-i örfiye ilanını teklif edeceğini.

Kanaatimce bugüne kadar, askeri mahkemelerde meseleleri layıkıyla idrak edip muvaffakiyet göstermediler”.

b- MENDERES’İN BAYAR’A 29.5.1960 tarihli yanıtı; (Özet)

“YEŞİLHİSAR hadisesi ve buna benzer diğer hadiseler ki, CHP’nin ihtilal teşebbüsünü, hiç değilse, hadise ve kargaşalık çıkarmak gayretini sarih olarak göstermektedir. Adliye vekili arkadaşım ve diğer bazı rüfekanın meseleyi büyültmek ve adli netice alamamak mülâhazasıyla böyle bir hareketi münasip görmedikleri neticesi ile karşılaştık…

Örfi idare ilan etmek “bir tedbir olarak, benim de ilk andan itibaren zihnimdedir. Ancak yine irşat buyrulan mülahazalar sebebiyle ben de tereddüt içinde kaldım. Her şeyden evvel bilhassa Adliye ve­kiline meselenin ehemmiyetini telkin etmek ve derhal tedbir alınması ve hare­kete geçilmesi hakkında ikna edilmeleri zaruri görülüyor,”.

c- MENDERES’in BAYAR’a 30 MART 1960 tarihli ikinci mektubu (özet)

“Örfi idare ilanı tedbirlerden birisidir. Vakit geçmiş olmasına rağmen yeni bazı

inkişafların bu tedbire müracaat etmek iltifaka şayan.

Örfi idarenin vaz’ı asayişi temin maksadına matuf olmayıp fikrimce daha ziyade manevi asayiş ve siyasi tedbirler bakımından mühimdir.

İşe el koyan adliye cihazı bir ayaklanma mahiyetinde bulunduğunu her nasılsa adli otorite her zaman olduğu gibi maalesef kavrayamamıştır.

Adli takibattan bir netice zuhur etmeyeceği kanaatiyle bizzat bizle­ri şimdiden endişelendirmek icap eder.”

d- “BAYAR’DAN MENDERES’E 30.3.1960 tarihli mektup (Özet)

“İşler sürat isterken Adliyenin içinde bulunduğu adaleti bertaraf etmek istediğimizi kendisine söylemiştim.”

BAYAR ve MENDERES’in anlayışından diğer bazı örnekler;

Ord. Prof. Ali Fuat BAŞGİL, İSTANBUL Üniversite olayları üzerine ANKARA’ya çağrılmış, ÇANKAYA’da Cumhurbaşkanı BAYAR kendisine ve kabine üyelerine yemek vermektedir. Bu yemekte görüşü sorulmuştur.

Celal BAYAR soruyor;

“Tahkikat komisyonu salâhiyetleri hakkındaki kanun çıkmış, bir emrivaki oluştur. Bugün tutulacak yol nedir?”

Şu cevabı verdim;

“Tutulacak yol, bu kanunun Anayasaya aykırı olan hükümlerini tatbik etmemek suretiyle sertliğini gidermek ve hükümetçe yumuşaklık siyasetine gitmektir”.

BAYAR;

“Ben asla bu fikirde değilim, bugün yapılacak iş tenkildir, tenkil”.(*)

“İyi anlayamadım, beyefendi, tenkidimi buyurdunuz, tenkil mi?”

BAYAR;

“Ne münasebetle efendim, Tenkil’in zamanı çoktan geçti. Bugün şiddet ve tenkil lazımdır, bu işler beş on tarihçinin eseridir. Bunlar şiddetle tenkil edilmelidir”.

(Ali Fuat Başgil-Cumhuriyet: 5- 6–1960 )

 

b- MENDERES

(1) Tahkikat encümeni Kanunu kabul edilmiş MENDERES DP’yi olağan üstü grup toplantısına çağırmış ve onlara hitap etmektedir:

” Muhalefetin Mecliste dâhili harp açtığını, tahriklere ve ihtilal teranelerine son verileceğini, Bu kanunun anayasaya aykırılığı ispat edilirse kendisini astırmaya hazır olduğunu mücerret Anayasa ile asayişin düzelmeyeceğini”.(**)

(2) MENDERES 1955 yılı Aralık ayında Demokrat Parti Meclis gurubunda yaptığı konuşmada ise;

“Sizler hilafeti bile geri getirebilirsiniz, bu kudrete dahi haizsiniz” diyebilmiş ve bu cümleyi kullanırken Anayasanın devlet şeklinin “Cumhuriyet olduğu” ve bu hükmün değişmezliğini görmemezlikten gelerek “Din Sömürücülüğünün” tipik bir örneğini veriyordu.

(*) Y.n.: Tenkil= İmha etmek, Yok etmek

(**) Y.n.: (bilindiği gibi kanunun Anayasaya aykırı olduğu Yüksek Adalet Divanınca hükme bağlan­dı ve MENDERES asıldı.)

 

6- BAZI KARŞILAŞTIRMALAR

Süleyman DEMİREL yukarıdaki açıklamaları, sizin tüm iktidarınız döneminde benim­sediğiniz ilkelerle karşılaştırdığımızda gerçekten “DP’nin devamı” olduğunuz kesinlikle görülüyor, şöyle ki;

a- CHP’ye düşmanlık

Demokrat Parti, “Siyasi partilerin, parlamenter demokrasinin vazgeçil­mez öğeleri” olduğu gerçeğini unutmuş CHP’yi hasım saymış ve onu kapat­mak tertipleri için, Anayasa dışı yasalar çıkartmış, CHP’yi ihtilal kış­kırtıcılığı ile suçlamıştır.

12 MART 1971’den bu yana bazı çevrelerce, aynı anlayış benimsenmiş, Sıkıyönetim Mahkemelerinde ve DGM’lerde ve hatta DGM’lerden sonra meydana gelen anarşik olaylardan sonra özellikle emniyet ifadelerinde; CHP, “Düzen Değişikliği”, “Ortanın Solu”, “Demokratik Sol” görüş ve Bülent ECEVİT, planlı, sistemli ve özel amaçlı bir çaba ile suçlanılmakta ve bu anla­yışa paralel olarak DEMİREL, CHP’yi anarşi koruyucusu olarak nitelemektedir.

b- Adalete güvensizlik

Demokrat Parti, sorumluları Adliyeye, Askeri Mahkemelere güvenmemekte ve yargıya itimatsızlıklarını, açığa vurmaktadırlar. Onların anlayışına göre, adliye ancak yürütmenin gayrı Kanunu tasarruflarına maşa­lık yapmakla itimat edilir hale gelecektir. Emekli Sandığı Kanununda yapı­dan değişikliklerden sonra, meslek onurunu her türlü politik baskının üs­tünde gören, birçok şerefli yargıç emekliye ayrıldığı halde, DP iktidarı Adliye’ye egemen olamadığı; yetkili kişilerin itiraflarından anla­şılmaktadır.

12 MART 1971 olağan üstü döneminde, seçilen bir takım partizan Sıkıyönetim Komutanları, askeri hayatlarında göz koydukları makam­lara ulaşmak veya kendilerine vaat edilen politik geleceğin cazi­besine kapılarak, ellerine verilen sınırsız yetkiye kullanmışlar ve Olağanüstü Mahkemelerle DP özlemlerini düşünceden eyleme dönüş­türmüşlerdir. Bu arada, yürütmenin emrinde yargı organı özlemleri, DGM’leri ile yürürlüğe konulmuş ama, bu kez de DGM’lere karşı direnen yargıçların katkısı ile yasa, ANAYASA Mahkemesince iptal edilmiştir.

Bunun yanında 3 senelik DGM uygulamaları genellikle, iktidarları tatmin etmemiştir.

Süleyman DEMİREL bugün hala DGM’leri yasası özlemi içinde bulunmanızın kökeninde, yürütmenin kontrolünde bulunan “Olağan Üstü Mahkemeleri” politik amaçlarla kullanmak anlayışı yatmaktadır.

AP ve iktidar ortakları, Yüksek Yargı Organlarının kararla­rını uygulamamakta ısrarlı bir direnç içinde bulunmakla da yargıya inançsızlığın sayısız örneklerini vermektedir, tıpkı DP iktidarında olduğu gibi…

c- Yürütme erkinin yetkilerini artırma özlemleri

DP önde gelenlerinin kursaklarında kalan niyeti, gerçekle yürütmenin yetkilerini sınırsız genişletmekti. AP ve iktidar ortakları, getirmek istediği bir takım yasalarla, 1961 Anayasasına  “Kuvvetler ayrılığı ilkesinin benimsemiş olmasına rağmen, aynı özlem içinde görülüyor. Oysa doktrinde diğer erklerin aleyhine yürütme erkini güçlendirmeğe çalışmak tek başına genellikle, “Anayasayı” İHLAL” sayılmaktadır.(*)

(*) Y.n.: (Doç. Dr. Çetin ÖZEK’in “Siyasi iktidar düzeni ve fonksiyonları aleyhinde cürümler” adlı kitabına bakınız.)

  1. Tenkil

DP yetkililerinin “Tenkil” özlemi, emperyalist odakların öne­rileri doğrultusunda, 12 MART 1971’den sonra gerçekleşti. Bu kadarını az görenler DGM’leri kendi zulümlerinin aracı olarak kullanmağı ta­sar lamı şiardı. Bu özlemleri gerçekleşmeyince Yargıdan önce infaz’a yönelmişlerdir. Bugün devam eden İşkencenin ve suçlusu bulunmayan siyasi cinayetlerin amacı, toplumu sindirmek, yargısız tenkili ger­çekleştirmek, halkı yıldırmak ve oluşturulan bu ortamdan yararlana­rak en azından seçimleri etkilemektir.

e- Anayasa düşmanlığı

DP Anayasayı çiğnemekte sakınca görmemişti 1961 Anayasayı, bir anlamda 1950–1960 döneminin özlemlerini içerirken, diğer yandan da, DP iktidarı anlayışında “bir iktidarın, bir daha Anayasayı ihlal etmesini önlemek için, önlemler” getirmektey­di. Yani bir tür, tepki Anayasası idi. Bunun için 1961 Anayasanın hazırlanması için görevli profesörlere GÜRSEL verdiği di­rektifte;

“Sizden istediğim yeni anayasa Türk Milletinin yaratılış ve karakteri ile ilerleyen zamanın icaplarına uygun olması ve bu Anayasayı bir daha hiçbir hükümetin istismar edip, milletin kaderini oyuncak edemeyecek bir şekilde olmasıdır”… diyor ve yapılacak yeni Anayasanın 100 sene için yeterli olması isteniliyordu. Kuşkusuz bu istekleri dile getiren GÜRSEL, T. Slh. K’lerininin özlemlerini de yansıtmış oluyordu.(*)

Özellikle, 1965 seçimlerinden sonra iktidara egemen olanlar, DP’nin devamı savında olduklarına göre, DP iktidar anla­yışına bir tepki olarak meydana gelen, 1961 Anayasa’sına karşı çıkmaları olağandı. Bu nedenle iktidar anlayışlarını “hatada direnme” üzerine bina etmekte bir sakınca görmediler.

Bu hatalı gidiş, 12 MART 1971’de noktalandı. 12 MART 1971’de suçla­nılan iktidarın en büyük becerisi, zamanla terörü araç olarak kullanıp, kendi suçluluklarını, 1961 Anayasa’sına yükleyebilmeleri ve bu Anayasa’nın yapılmasında etken olan güçleri, bu kez de tam ters bir doğrultuda bir anlayışı benimsetmeleri ve bu bazı yetkili kişileri maşa olarak kullanıp, “Parlamento dışı baskı gücü” haline getirebilmiş olmalarıdır. Gerçekte, “Anayasa Değişikliği” özlemi içinde bulunanlar, parlamento iradesi üzerinde oluşturdukları bu cebir ve ikrah iradesini Anayasa Değişikliklerinden yana olmayanlar üzerinde kullanarak emellerine ulaş­manın yollarını bulmuşlardır.

Kuşkusuz bu koşullar altında yapılan değişikliğin, meşruluğu iddia edilemez. Nitekim birçok bilim adamları bu görüşte birleşmektedir. Bizim de kanaatimiz bu yönde olup, ilaveten, Anayasa değişikliği ardında CIA önerileri olduğunu belgele­riyle saptamış bulunuyoruz.(**) Bugün düne nazaran daha büyük boyutlarla filizlendiri­len anarşi ve 12 MART benzeri provokasyonlardan elde edilmek istenen diğer bir amaçta, DGM’leri ve benzeri baskı yasalarını seçimlerden önce Meclislerden çıkarmaya çalışmak, “Hukuk Devleti” ve “Hukukun Üstünlüğü” ilkeleri verine “Polis Devletini” günün koşulları içinde, gerçekleştirmek ve seçimle­ri etkilemektir, tıpkı dün “Tahkikat Encümeni Yasası” çıka­ranların niyetleri gibi.

(*) Y.n.: (Gn. Sıtkı ULAY’ın “Harbiye Silah Başına” adlı kitabının 128, 134, 154’cü sh. bknz)

(**) Y.n.: (Bakınız Talat TURHAN’ın savunma­sı ve “12 MART Hukukunun ardındaki Amerika mı? T.TURHAN Politika 11–13 Ekim 1976”)

f- DP’nin mirasçıları

Demokrat partinin mirasına başlangıçta AP ve YTP (*) kondu Değişen politik koşullar içinde, daha sonra bu mirasa AP ve Demokratik parti sahip çıktılar. Eli öpülen ve kendinden di­rektif alınan kişi, uzun süre kesin yeğleme ve eğilimini giz­ledi ve mirasçıları idare etti. Ama 12 MART1971’den sonra kendi istekleri doğrultuşunda, 1961 Anayasasını değiştirme beceri­sini göstermede öncülük eden, eski su işleri Müdürü safında yerini aldı ve 1973 seçimlerinde bu doğrultuda ağırlığını koydu.

(*) Y.n.: YTP = Yeni Türkiye Partisi

g- Din sömürüsü

Bir zamanlar DP önde gelenleri, ATATÜRK düşmanı, 31 MART’çı Said-i NURSİ’nin elini öperek din sömürüsünü oya dönüştürme­de sakınca görmemişlerdi.

Onların devamı olduğunu söyleyenler, aynı yolda yürümekte sakınca görmediler. MNP, Said-i NURSİ’nin “Nur Risalelerini” övdüğü için laikliğe aykırı davranışları nedenimle, 12 MART 1971’den sonra Anayasa Mahkemesince kapatılmış olmasına rağmen, bugün MSP olarak hala Said-i NURSİ’nin Nur Risalelerini ve Abdülhamit’i övebilmekte ve MC iktidarının anahtar partisi bulunmaktadır.

AP ise, aynı doğrultuda girişimlerle, MSP’ye kaptırdığı oyları geri alabilmek için çeşitli politik tertiplerden ya­rarlanma sevdası içinde, zaman zaman MSP paraleline düşmek­te sakınca görmemektedir.

Nitekim DGM’lerinin çıkarılma girişimleri esnasında, AP ve MSP, TCK.163’üncü maddenin kapsam dışı bırakılması görüşünde anlaşmışlardır.

Bunun yanında ERBAKAN’ın, MNP’nin kapatılmasına neden olan Nur Risaleleri hakkındaki görüşlerini MSP olarak yinelemekte, DEMİREL’de aynı doğrultuda açıklama yapmakta bir sakınca görmemektedir.

Örneğin; DEMİREL o dönemde yaptığı bir konuşmada;

“TÜRKİYE’de Risale-i Nur okudun diye adamları hapishanede süründürmenin bir manası yok. Bana göre, din ve vicdan hürriyeti TÜRKİYE’de çok yanlış anlaşılmıştır. Biz bunun mücadelesini verdik veriyoruz. Din ve vicdan hürriyeti büyük baskılar altında tutulmuştur. Bu espri halen devam ediyor”.

Diyerek MNP’nin (Milli Nizam Partisi) kapanmasına neden olan görüşlerin yanında yer almıştır.

Politikasını din sömürüsü üzerine açıkça kurmuş oldu­ğu her fırsatta görülen kişilerin davranışları belki bir ölçüde mazur sayılabilir ama kuşkusuz üstadların bu konu­da samimi olabilmeleri, inançları ve bağlı oldukları örgü­tün kurallarıyla çelişir.(*)

Oysa gerek Yargıtay’ın ve gerekse Askeri Yargıtay’ın içtihatlarına göre “Risale-i Nur” suç sayılmaktadır.

(*) Y.n.: Bakınız “Terazinin Kefesi ve DGM’ler Talat TURHAN-Politika 28 EYLÜL 1976 / 4 EKİM 1976

 

h- Ekonomide kapitalist uydusu görüş

  1. Liberal ekonomik felsefesini uygulamaya koyabilmek için ABD’ye verdiği ödünler karşılığı aldığı dolarlarla uydu, montajcı, kapkaççı bir ekonomiyi benimsemiş ve bu anlayışla ATATÜRK’ün “Tam Bağımsızlık” ilkesine hıyanet etmekte bir sakınca görmemiştir. Bu politikanın iflası, 1962 Küba Krizinde “Jüpiter Füzeleri” üzerinde yapılan pa­zarlık ve 1964 JOHNSON’un mektubu ile kesinlikle belgelen meşine karşı AP aynı doğrultuda bir politika uygulamağa devam etmekte bir sakınca görmemiştir.

Süleyman DEMİREL kendisini ziyaret eden iş adamlarına “Sizden sadece yatırım istiyorum. Başarınız benim felsefemin ispatıdır” derken  Dışişleri Bakanı Sovyet RUSYA ile anlaşma imzalıyordu.(*)

Ertesi gün Radyo ve TV haber bültenlerindi Türk-Sovyet ortak tebliği okunurken, bir yarıdan Süleyman DEMİREL, diğer yan­dan bir iktidar ortağının, Anti Komünizm edebiyatı yapması gerçekten eşine az rastlanır ve bir politikanın iflasını simgeleyen eşi bulunmaz bir paradoks teşkil ediyordu.

AP iktidarı döneminde, 10 Milyar TL’lik Sovyet yardı­mıyla, TÜRKİYE’de 3 dev tesis kurulmuştur. Hem bu yardımı kabul edeceksiniz, hemde Antikomünizm’i politikanızda ide­oloji haline getireceksiniz, ondan sonra da “İç işlere ka­rışmama” ilkesini tebliğinize koyacaksınız. Politikanın bu anlamda lügat manasına uygunu bugüne kadar gerçekten görülmemiştir. Ama böyle bir politikanında süreli uygulanabile­ceğini sananlar sadece kendilerini aldatırlar.

(*) Y.n.: (Günaydın-Haber – 18 MART 1977)

7- KONUNUN GENEL DEĞERLENDİRİLMESİ:

a- AP gerçekten DP’nin devamıdır

Süleyman DEMİREL, bu yazıda sizden “AP’nin, DP’nin devamı olduğu”   hakkındaki savınızı soyuttan somuta almanızı istemiştim. Bunu yapamayacağınızı bildiğim için, bu görevi ben yüklendim.

Açıklamalarımla kesinlikle görüldüğü gibi gerçekten “AP, DP’nin bir devamıdır”.

Sizin yanıtlamanız gereken bir soru kalmaktadır. O da, neden ha­la merhum MENDERES ve arkadaşlarını asıl kabirlerine naklederken en önemli bir görevi bugüne kadar yerine getirmeyişinizdir. Seçimlerde size oy vereceklere bu durumu ayrıntılarıyla açıklamanız gerekecek

b- Muhtırayı neden kabul ettiniz ve size muhtıra verenlerden neden hesap soramadınız?

Süleyman DEMİREL gerçekte, “AP’nin DP’nin devamı olduğunu” ifade etmek şahsınız açısından bir tevazu teşkil etmesi gerekir. Çünkü siz­de tıpkı DP gibi bir “Parlamento dışı güçlerin zorlaması ile” iktidarı terlettiğiniz halde, sizi suçlayanları, hem kullanmak, hem de suçlamak becerisini göstermiş, Anayasa Değişikliklerini dış ve iç ege­men güçlerin istekleri doğrultusunda gerçekleştirmiş bulunuyorsunuz Oysa DP önde gelenleri davaları uğrunda başlarını vermişlerdi.

Sayın DEMİREL her şeye rağmen, “Parlamento dışı bir güce” boyun eğmekle, tarihi bir sorumluluğun yükü altında olduğunuzu anımsatmak isterim.

Doktrinde, darbenin başarısı ona meşruiyet sağlar ama hukukilikte kazandırmaz. Kaldı ki, “12 MART 1971 muhtırasını verenler böyle bir çaba içine girmeksizin, ağır dille suçladıkları urganları muhafaza etmişler ve darbelerine meşruiyet ve hukukilik kazandırmak için, hiçbir girişimde bulunmamışlardır”. Esasen, başından beri yapay olarak kurulmuş bir dörtlüden oluşan muhtıracılardan daha fazlası beklenemezdi.

Bu durumda Muhtıracılar, ilk önce TCK. 147’ci daha sonra, TCK’nin 146’cı maddenin tarih önünde suçlularıdırlar. TCK’nin 147’nci maddesini aşağıya çıkarıyorum.

“TÜRKİYE Cumhuriyeti icra vekilleri heyetini cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men edenlerle bunları teşvik eyleyenlere idam cezası hüküm olur”

12 MART 1971 Muhtırasını verenler, bu suçun tüm unsurlarını (maddi ve manevi)  işlemişler ve “Hükümetinizi cebren düşürmek suretiyle kast öğesini de gerçekleştirmişlerdir.”

Süleyman DEMİREL, bu kişileri yasa önüne çıkaracak kadar güçsüz bir iktidarın başı olarak, tarih önünde sorumlu olduğunuzu unutmamalısınız.

İkincisi, Muhtıraya fiilen karşı çıkmamakla Parlamento dışı bir gücü kabul etmek ve bu güçlerden gelen baskılara göre önerilen, olağanüstü hükümet modellerini parti olarak desteklemek suretiyle meşruiyetinize gölge değil leke düşürmüş bulunuyorsunuz. Hele bu koşullar altında yapılan Anayasa değişikliklerine sahip çıkmanın sizi daha büyük tarihi sorumluluk içine soktuğu da bir gerçektir.

Partinizden, Senatör yapmaya çalıştığınız bir kişinin sıkıyönetim Komutanlığı zamanında, Muhtıracılardan Orgeneral Faruk GÜRLER ve Orgeneral Muhsin BATUR “Bomba Olayları Davası”nda iddianame ve Esas Hakkında Mütalâa ile sanık ilan edilmişlerdir. Buna karşın, Baş imzacı bir bankanın yönetim kurulunda ödüllendirilmekte ve özel bir korumaya tabi tutulmaktadır. Herhalde onayınız olmadan TAĞMAÇ’a, bu olanakların sağlandığını iddia edemezsiniz.

Daha da önemlisi, size muhtıra vererek, Parlamentoya karşı olduğunu belgeleyen ve hükümeti cebren ıskat eden bir kişinin bugün, onayınızla elçi yapılmasındaki çelişkiyi açıklamakta, sizin açınızdan olanaksızdır.

Süleyman DEMİREL, bugün bu görüşleri öne sürmenin günün koşulları içinde ucuz kahramanlık olduğunu iddia edebilirsiniz.

Ancak şu kadarını söyleyeyim ki; 11 MART 1971 günü saat 14:00 sıralarında Sadi KOÇAŞ’la yaptığım görüşmede “12 MART’ın bir hıyanet olduğunu” açıkça ifade etmiş bulunuyorum. Yani bir anlamda, 12 MART 1971’in oluşundan bir gün önce, karşı çıkmış bir kişiyim. Bunun yanında, muhtıracıların TCK 147’ci maddesine göre yargılanması gerektiğini de, idam istemiyle yargılanırken, mahkemeye verdiğin savunma da iki sene önce öne sürmüş bir kişi olarak bugün aynı doğrultudaki fikirlerimi açıklamakta sakınca görmemekteyim

8- DP’NİN DİKTAYA YÖNELMESİNE KARŞI ÇIKAK BAZI GÜÇLER

a- DP karşısında, CHP’nin ve diğer muhalefet partilerinin sıcak muhalefeti vardı. Özellikle bu muhalefeti yürütmede İNÖNÜ, BÖLÜKBAŞI çok şerefli bir kavganın öncülüğünü yaparak, 27 MAYIS 1960 İhti­lalinin ortamını hazırlamışlardı.

b- ATATÜRK’ün nutku ile kendilerine “Türk Bağımsızlığını, Türk Cumhuriyetini, sonsuza değin Korumak ve savunmak”(*) görevi verilen Türk gençliği, tam bir bütünlük içinde, emanete sahip çıkmıştı.

c- T. SIh. K’leri “Cumhuriyeti Korumak ve kollamak” görevini yerine getirme kararı ve “bütünlüğü içinde, DP’nin dikta­ya gidişini önlemiş ve zamanında doruma müdâhale etmiş ve bu hareketini halk oyu ile hukukileştirmişti.

d- Onurlu ilim adamları ve basın, DP’nin Anayasa dışı tasar­ruflarını her türlü, baskı ve teröre rağmen eleştirmek­ten sakınmamışlar, demokrasi ve Cumhuriyete sahip çıkmışlardı.

(*) Y.n.: SÖYLEV-İkinci cilt 1966 basımı

9- DP’ye KARŞI ÇIKAK BAZI KİŞİLER

1- Prof Turhan FEYZİOGLU

a- Tahkikat Encümeni kurulması nedeniyle komisyonda ya­pıları konuşma;

“Şimdi, çok partili rejimin 14’cü yılında, memleketi 100 yıl geriye götürmek teşebbüsü ile karşı karşıyayız Bu gibi Anayasa ve hukuk dışı usuller ve cihazlar bir defa işlemeğe başladımı, bunun nerede duracağı bilinmez. Tarihi tersine akıtmak isteyenler hüsrana uğrayacaklardır”.

b- Tahkikat Encümeni Kanun tasarısının görüşülmesi sıra­sında (25 NİSAN 1960) yapılan konuşma; (Özet)

“Büyük Millet Meclisin sert bir dönüşle siyasi hayatımızı 15 yıl, 30 yıl, hatta bazı bakımlardan 100 yıl geriye götürmesi istenmektedir

En şiddetli tedbirlerle kurulmak istenecek bir baskı rejimi, geçici olmağa mahkûmdur,

Bu teklif, ihtiva ettiği hükümler bakımından yal­nız Anayasamızı iptal etmekle kalmıyor, yürürlükte bu­lunan birçok adli ve usulü kanunlarımıza taban taba­na zıt bir takım esaslar getiriyor.

Teklifte, birçok ceza hükümleri açıktan açığa bir tedhiş rejimi, bir terör rejimi, bir baskı rejimi ihdas etmeye matuftur.

Yapılmak istenen şey Anayasayı çiğnemektir.”

Sn. FEYZİOĞLU kurucu Meclisin kurulmasına ade­ta damgasını vurmuş ve 1961 Anayasasının yapılmasında önemli katkıları olmuştur.

Aynı kişinin, 12 MART 1971’den sonra, kendi katkısı ile de gerçekleştirilen, 1961 Anayasasının gerçekten 100 sene geri götürülmesi çabalarına öncülük etmesine kanımızca inandırıcı bir gerekçe bulması olanak­sızdır. (Anayasa Hukuku Profesörleri) ve diğer birçok Hukuk Profesörleri ile Hukuksal örgünler, 1961 Anayasasında yapılan değişiklerin hukuku gerçekten 100 sene geriye götürdüğünü açıklamışlardır. Biz de aynı, doğrultuda kanımızı çeşitli, vesilelerle belirtmiş bulunuyoruz.

Turhan FEYZİOĞLU 1960’larda DP’nin Anayasayı 100 sene geriye götürmesinden yakınmaktadır. Aynı kişi, 1961 Anayasasının yapıcıları arasındadır ve de gene Turhan FEYZİOĞLU 10 sene sonra yaptığı eserin, 100 sene geri götürülmesine öncülük etmektedir. İlginç değil mi?

c- Turhan FEYZİOĞLU dün DP’nin “Anayasa dışı tutum ve davranışına” karşı çıkmıştı, bugün “DP’nin devamı ol­duğunu iddia edenlerle” aynı koalisyon içinde iktidarda bulunuyor. Gene ilginç değil mi? Evet, Turhan FEYZİOĞLU, “Tarihi tersine akıtmak isteyenler hüsrana uğrayacaklardır”.

Gerçekten tahmininiz gerçekleşti ve DP hüsrana uğradı. Şimdi sıra DP’nin devamı olduğunu İddia edenlerle onlara payandalık yapanlarda… Gerçi bugün, 27 MAYIS 1960’ı yapanlar, iç ve dış egemen güçler tarafından darmadağın edilmiştir ama buna karşın Türk halkının sosyal uyanma ve bilinçlenme düzeyi, çağ dışı bir düzeni sürdürmek isteyenleri “Hüsrana Uğratacak” olgunluğa erişmiş, sermaye çıkarlarının bekçiliğini yüklenmiş politik örgütlere karşın, emek­ten yana partiler, devrimci güç ve sınıflar örgütlen­miştir. Bu sosyal oluşum, normal koşullar içinde, seçim sandığına yansıdığında, MC iktidarı sadece hüsrana uğramayacak, Ulusunun cari ve mal emniyetini koruyama­manın ve diğer suçlarının hesabını, vermek durumunda kalacağından kimsenin kuşkusu bulunmasın…

 

2- Bedii FAİK

a- 27 NİSAN 1960 günü, DÜNYA gazetesinde yayınlanan “Yeter” başlıklı yazı: (özet)

“Tahkikat Komisyonuna görülmedik yetkiler tanı­yan kanun tasarısı, Meclisten çıktığı gün, Türkiye’de kalabilmiş son hürriyet kırıntıları da eriyip bitmiş.

Tedbir… Tedbir…  hayır, hepsinin gerisinde ka­natları ufkun bir başından diğerine gerilmiş bir atmaca gibi yalnız şu var; Benden olmayana ölüm…

28 Milyon Türk’ün kendi ikballerinden başka bir en­dişe tanımayan bir avuç partizana yürekten: “Yeter” di­yeceği güne kadar bu, böylece sürüp gider…”

28 NİSAN 1960 günü, DÜNYA gazetesinde yayınlanan “KORE Destanı” başlıklı Yazı. (özet)

“Güney Kore diktatörü Shngman Rhee, nihayet baş eğdi ve cehennem olup gitti. Hürriyet uğrunda o topraklarda can verenler artık rahat uyuşunlar. Yürekleri gerçekten yürek olan bir avuç Üniversiteli ve kafalarının içindeki gerçek­ten beyin olan bir dizi Profesör, dal gibi gövdelerini durmadan zulüm kusan kızgın namluların karşısına dikilerek, imanın ve Hürriyet aşkının ne kadar yenilmez bir kudret olduğunu, göstermişlerdir.

Siz ey KORE’de yavruları şehit olmuş analar babalar… Haklarını helal ediniz. Bir millet böyle bir fe­dakârlığa ve alâkaya ne derece layık olduğunu ancak bu ka­dar imanla gösterebilir.”

(Bedii FAİK bu yazısı nedeniyle DP’lilerin kurduğu, “Tahkikat Encümeni” tarafından günlerce sorguya çekilmiş­tir.)

İşte “Memleketimden insan manzaraları”.

Bedii Faik, dün ulusunu, “Bir avuç partizan” dediği DP’lilere karşı, “Yeter” demeğe yani, KORE örneği, ihtilâle çağırıyordu. Bugün DP’nin devamı olduğunu iddia edenlerin yarı resmi yayın organında onların sözcülüğünü yapıyor.

 

10- SONUÇ

Süleyman DEMİREL, Dış İşleri Bakanınız “12 MART’ta CIA’nin geniş olduğu” hakkında ve MART 1976 da politika gazetesinde açıklanan sa­vın, 31 ARALIK 1976 günü, TBMM’de yaptığı konuşmada yineledi. O Bu satırların yazarı, iktidarınız döneminde de, CIA bulunduğunu ve em­rinizde bulunan “güvenlik örgütleri” ve diğer bazı örgütlerin yararlandığı yapıtların, CIA kaynaklı olduğunu Sıkıyönetim askeri Mahkemesine verdiği belge ve yapıtlarla kanıtlamış bulunuyor.

Bu çabaların 12 MART’la noktalanması karşısında,1965–1971 dönemi CIA girişimlerinden, tarih önünde sorumlu olmanız gerekecektir.

İhsan Sabri ÇAĞLAYANGİL açıklamalarında, CIA-MIT ilişkinin varlığını da kabul etmekte ve “CIA hissedilir…. CIA bir mobilyaya girer. Tahtayı kemirdiğini duyarsınız, sesi duyulur, fakat nerede olduğu bilinmez” şeklinde kanısını belirtmekle, 12 MART 1971’den sonra da, CIA varlığını kabul etmektedir. Süleyman DEMİREL, ÇAĞLAYANGİL’in mobilya tanımlamasının iktidar koltuğu olduğunu var sayalım. İktidarı dört güç ayakta tutar. Si­yasi partiler, Silahlı Kuvvetler, Polis ve diğer güvenlik örgütleri ve bürokrasi bu ayakların hangisine, ne zaman, kimlerin aracılığı ile CIA kurdu sokulmuştur?

İktidar koltuğunun ayaklarında bulunan kurtlar, sadece ik­tidar koltuğunun bir ayağını kemirerek çökerttiğinde, iktidar koltuğu devrilmeyeckmidir?

İktidar koltuğunda, CIA kurdunun olduğunun hissedilmesine rağmen, onların nerelerde ve ne ölçüde tahribat yaptığını sapta­mamak gaflet olduğu gibi bu tavır Millicilikle de çelişir.

Özellikle, CIA’nın Devlet Başkanlarına varıncaya kadar, az gelişmiş ülkelerde adam satın aldığı, açıklandığı bir dönemde, CIA kurduna aydınlığa çıkarmağa çalışmak, siyasi cinayetleri ör­ten esrar perdesini aralamağa yarayacağı gibi, seçimlerin emniye­tinin ön koşulunun, bu konudaki gerçeklerin aydınlanmasına bağlı olduğu inancı ile özellikle muhalefet partilerini göreve çağırıyoruz.

Etiketler
BENZER YAZILAR
Talat Turhan
Türkiye

1924 Yılında Elazığ’da doğdu. O tarihte babası Elazığ Müdde-i Umumisi (Savcı) idi. Baba tarafı Rize ilinin Çayeli ilçesinin tanınmış ailelilerinden (Şerifoğulları)’na mensuptur. Anne tarafı Elazığ Harput’un tanınmış ailelerinden (Efendigiller) ‘dendir.....