1
Dizi Yazı

7 GÜN DERGİSİ 16.1.1977

7 GÜN DERGİSİ 16 Şubat 1977

İşçi Sınıfı ve Sınıf Gerçeği-1-

Ülkemizde bazı konularda, kavram kar­gaşalığının sürdürülmesinden yarar uman çevreler, sosyal bilinçlenme arttıkça, bu kargaşayı da yoğunlaştırma çabası içinde görünüyorlar. Bu arada, üzerinde en çok tartışma açılan ve hatta işçi konfederasyonlarının bölünmesine görünürde neden olarak gösterilen “sınıf ve “sınıf kavgası” kavramlarının bilimsel tartışmasına girmeksizin konuya aydınlık getireceği umudu ile kelimeler üzerinde sürdürülen kavram kargaşası ve korkunun nedenlerini açıklayabilmek için, yakın tarihimizden bir kaç örnek vermek gereksinimi duymaktayım

1- ABDÜLHAMT DÖNEMİ ve TARİKATÇILIK

ABDÜLHAMİT döneminde sansür uygulamaları sürdürülürken, özellikle bazı haberlerin basına yansıması ve kelimelerin kullanılması ya­saklanmıştı.

Örneğin: “İhtilal haberleri, suikast, hükümet devirme yazıları, hükümdarlara ve özellikle, kendisi­ne karşı saygı gösterilen Rus Çarı İkinci Nikola’yı incitecek haberler, Balkanlardaki karışıklık, RUMELİ’deki eşkıyalık ve asayişsizlik haberleriyle “Yıldız ve Hürriyet” v.b. kelimeleri sansür yasaklan arasında bulunuyordu.

“Hatta bir defa İSTANBUL’a konser vermek üzere gelen bir Fransız operet topluluğunun şarkıları için de bulunan: “La Liberte-Hürriyet” kelimesi sansür tarafından Gaite= Neşe’ye dönüştürülmüştü.” (Yakın tarihimiz, Cilt: 2, Sahife: a 123, Semih Mümtaz’ın yazısı) (*)

Abdülhamit bir tarikat mensubu idi. Bugün, M.C’nin bir kanadının oy deposu, aynı tarikat yanlılarından oluşmakta ve bürokrasinin bir kesimi de tarikatçılar tarafından “sessiz ve derinden” işgal edilmektedir.

2- 12 MART 1971 DÖNEMİ KAVRAM KARIŞIKLIĞI

12 MART’tan sonraki karanlık dönemde de, bazı kelimeler suçlu ilân edildiler. Örneğin:

Kurtuluş Savaşı-Devrim-Halk-Sınıf-Sınıf Savaşı vb.” Hem de, tıpkı ABDÜLHAMİT gibi, bazı kavramalara gizli sansür koyup, bunları Sıkıyönetim askeri savcılıkları iddianameleriyle suçlayanlar, ATATÜRKÇÜ olduklarım savlıyorlardı. Ne büyük çelişki değil mi?

a- ATATÜRK VE ULUSAL KURTULUŞ SAVAŞI:

Oysa Mustafa Kemal Paşa, mazlum uluslar içinde Dünyanın İlk Kurtuluş Savaşını gerçekleştiren önderdi. Gerçekten ATATÜRK’çü olanlar, Ulusal Kurtuluş Savaşına karşı çıkamazlardı. Çünkü: Mustafa Kemal Paşa “Bizi Mahf etmek İsteyen Emperyalizme ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı heyeti milliyetçe mücadeleyi caiz gören bir mesleği takip eden insanlarız.” (ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri Cilt 1 Sh. 191) diyen liderdi…(**)

Bugünkü dünyada sadece, Amerikan emperyalizmi, Ulusal Kurtuluş Savaşları ile bütün gücü ile savaş halindedir. O halde, Ulusal Kurtuluşçuluğa karşı çıkmak ATATÜRKÇÜLÜK değil, Amerikan emperyalizminin sözcülüğünü yapmaktır.

b- ATATÜRK VE DEVRİM, DEVRİMCİLİK

ATATÜRK, 9 MAYIS 1935 günü, CHP Dördüncü Büyük Kurultayı’nın açılış söylevinde, Devrim hakkındaki görüşlerini şöyle açıklı­yordu:

Uçurum kenarında yıkık bir ülke… Türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar… Yıllarca süren savaş.., ondan sonra, içerde ve dışarıda saygı ile tanınan yeni vatan, yeni sosyete, yeni devlet ve bunları başarmak için arasız devrimler…. işte Türk genel devriminin bir kısa deyimi…” “Türk ulusuna doğunsal rengini veren bu devrimlerden her biri, çok geniş tarihsel devirlerin öğünebileceği büyük işlerden sayılsa yeridir” (ATATÜK’ün Söylev ve Demeçleri Cilt 1 sh. 365–366)(*)

Örnekleri çoğaltmak olanak içi ama biz bu yola sapmaksızın, 12 Mart 1971 muhtıracıların, DEVRİM kelimesi yerine İKILAP kelimesi kullandık­larını vurgulayarak belirtmeği yeterli görüyoruz. Oysa Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlüğünün 221 ve 413’üncü sahifelerinde

DEVRİM = İNKILÂP

DEVRİMCİ = İNKILÂPÇI

DEVRİMCİLİK = İNKILÂPÇILIK, olarak ta­nımlanmaktadır. ATATÜRK’ün kurduğu bir kurum olan “Türk Dil Kurumunun” Türkçe sözlüğünde yer alan ve ATATÜRK’ün en çok kullandığı ve sevdiği “DEVRİM” kelimesini kullan­maktan özenle kaçınanlar, hangi hakla ATATÜRKÇÜLÜK tekelini ellerinde tutmak istiyorlardı? (Mahmut Esat Bozkurt’un “ATATÜRK İHTİLALİ” adlı yapıtına bakınız.)(**)

c- ATATÜRK, HALK VE HALKÇILIK

1-  DEMOKRASİ kelimesinin etimolojisi yapıl­dığında: (Lâtince, DEMOS = Halk, KRATOS = İkti­dar) kelimelerinden oluştuğunu ve DEMOKRASİNİN “HALK İKTİDARI” anlamını taşıdığını, bugün Ortaokul çocukları bile biliyorlar.

O halde Demokrasi’den söz edenler, Halk sözcüğünden neden ürküyorlar?

2-  ATATÜRK’ün en çok kullandığı “Halk ve Halkçılık” sözcüklerinden korkanlar nasıl ATA­TÜRKÇÜ olabilirler.’

ATATÜRK’ÜN bu konuya ilişkin görüşlerine sayısız örnekler verilebilir: “TÜRKİYE Devleti bir halk devletidir – Halkın Devletidir” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri Cilt 1, Sh. 309)(***)

Milletimizin bugünkü idaresi – hakiki mahiyeti ile bir halk idaresidir” ‘(ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçlerinden Cilt 2 sh. 28)(****)

d- ATATÜRK VE SINIF KAVRAMI

1-  Mustafa Kemal Paşa, Kurtuluş Savaşını Asker-Sivil Aydın-Bürokrat Eşraf-Ağa öncülüğünde, Türk Halkı ile başarı­ya ulaştırmıştı. Emperyalizm ve Kapitalizme Savaş vererek kazanılan Kurtuluş Savaşının tüm Türk Halkının katkısı ile başarılmış olması Milli Birlik ve Beraberlik Ruhunu doruğa erişmişti. Aslında o dönemde TÜRKİYE’de, sosyal sınıflar arasında çelişkiler henüz belirlenmemişti.

2-  Kaba hatlarıyla tanımlamaya çalıştığımız böyle bir sosyal ortamda, ATATÜRK, ülke yönetimi için Tek Partili Düzeni öngörmüş ve bu konudaki görüşlerini:

Bu milletin siyasî fırkalardan çok canı yanmıştır. Şunu arz edeyim ki, memaliki sairede fırkalar behamal İktisadi Maksatlar Üzerine Teessüs Etmiş ve Etmektedir

“…Halk fırkası dediğimiz zaman bunun içinde bir kısım değil, bütün millet dâhildir.”

“Mesalihi muhtelife erbabının menafii yekdiğe­rine memzuç olduğundan onları sınıflara ayırmak imkânı yoktur ve heyeti umumeyesi haktan ibarettir.”

(ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçlerinden Cilt II Sh. 97–98)(*****) Bu sözler 7 KASIM 1923’te söylenmiştir)

Kuşkusuz tek partili düzen için geçerli bu görüşler yanında, daha sonra ATATÜRK “İmtiyazsız Sınıfsız bir Kitleyiz” derken, bir ­yandan da ulusuna “Çağdaş Uygarlık Düzeyine Ulaşmak” ile “İlmi” hedef alarak göstermiştir.

“Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, muvaffakiyet için En Hakiki Mürşit İlimdir, Fendir, İlimdir. İlim ile fennin haricinde mürşit aramak gaflettir, cehalettir, dahalettir.” (ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçlerinden Cilt 2 Sh. 194)(******)

O halde, ATATÜRKÇÜ görüşte, donmuş kalıplara saplanmak ve durağanlık yoktur. İlim ve uygarlık ilerledikçe toplum ona ayak uyduracaktır. Onun, bir cümlesinin ardına sığınarak, tüm diğer görüşlerinden soyutlayıp ATATÜRK’ü yorumlama­ğa çalışanların, ya özel amaçları vardır. Ya da beyin damarları kireçlenmiştir.

3- Bilimsel terminolojide; sosyalizm, kapitaliz­min en son aşaması olarak kabul edildiğine göre, 1922’lerde ATATÜRK’ü Sosyalist bir düzene geçmemekle suçlayan, bir takım çevrelerin de yanılgı içinde olduğunu varsayabiliriz. Çünkü, o dönemdeki, Türk Ekonomisi’nin kapitalist öncesi bir düzeyde bile bulunmamasına karşın, yaklaşık olarak 10 milyonluk nüfusun, sadece 20 bin kişisi işçi idi. Böyle bir sosyal ortamın düzenini, ATATÜRK kendi ölçüleri içinde kurmağa çalışmış, ne yazık ki günün koşullarında, düzene tam anlamıyla ekonomik yön vermek olanağı bulamamıştır.

Kadrosu içinde, ekonominin önemini kuşkusuz en fazla kavrayan kişi, Mustafa Kemal Paşa idi. İZMİR’in KURTULUŞU üzerine, Asıl zaferin ekonomik alanda kazanılması gerektiği” hakkında görüşünü açıklaması, bu anlayışı yansıtıyordu. Onun, gösterdiği ekonomik hedeflere ulaşılması için, uygulanacak yöntemler, ilk kez İZMİR İKTİSAT KONGRESİ ile saptanılmağa çalışıldı. Oysa, bu kongreye o dönemin Egemen Güçleri hakim oldukları için, saptanılan ilkeler, Kurtuluş Savaşı sonrası dönemi için yeterli olmadı. Bu gerçek, 1930’da anlaşıldığında, Devletçilik ilkesinin benimsenmesiyle bazı olumlu ekonomik gelişmeler sağlandı ise de, İkinci Dünya Savaşı koşullarının ekonomiye olumsuz etkisini, çok partili dönemin izlemesi ve bu dönemde birlikte, Amerikan Emperyalizmine ve kapitalizmine verilen aşırı ödünler, her geçen gün ekonomiyi emperyalist çıkarlar doğrultusunda saptırarak yozlaştırdı. Özet­le, ATATÜRKÇÜLÜK kanımızca ekonomik bir boyut kazanmadı. Bu oluşumun tüm sorumlusu elbette ki ATATÜRK’ten sonraki iktidarlardır. Kaldı ki, 1917 Rus Devrimi ile uygulamaya başlayan sosyalist ekonomiyi rayına oturtmak için, 1929’lara kadar beklemek gerekmiştir.

4-   Mademki ATATÜRKÇÜ görüşte reh­ber, uygarlık ve ilimdir. Sosyoloji ilminde, Sosyal Sınıflar vardır ve bu sınıflar arası doğal olan çıkar çelişki ve uyumsuzluğu olduğu gibi, Emperyalizmle Sömürülen ülkeler arasında da uzlaşmaz çelişki ve çatışmaların varlığı yadsınamaz gerçekler­dir.

5-  “Sınıf Gerçeğini inkâr edenlere karşı verilecek en kesin kanıt: T.C.K. 141 ve 142’nci maddelerdir.

Çünkü bu maddeler, “Sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde tahakkümünü tesis etmeye…” cümlesi ile başlamıştır. Görüldüğü gibi, “Sınıf Gerçeği” yasa olarak da kabul edilmekte ve müeyyideleri getirilmektedir. O halde, sınıf kavramım inkâr veya sınıf kelimesinden korkanların amaçlan nedir?

4- 12 MART 1971’in HUKUK DUZENİ  – ASKERİ DARBELER, İŞÇİ SINIFI VE CIA

a- Ulusal Kurtuluş Savaşı, Devrim, Halk/Sınıf, Sınıf, vb. gibi kavramlardan ürkenler ve sınıf gerçeğini yasalara soktukları halde, kabul etmemekte direnenler, bilerek yada bilmeyerek Amerikan Emperyalizminin istekleri doğrultusunda bir düzeni 12 MART’tan sonra kurmuşlar ve “12 MART Hukuku’nu getirmişler­dir.”

D.G.M.’ler “12 MART Hukuku’nun son halkası idi. 3 senelik deneyden de yararlanılarak egemen sınıfların, çıkarlarını korumak üzere temelde işçi sınıfının sendikal haklarım ellerinden almak, tüm özgürlükleri ortadan kaldırmak için kurulmak isteniyordu. Kuşkusuz “Egemen sınıfların” ve emperyalizmin tertipleri bitmiş değildir.

b- Sıkıyönetim özlemlerinin ardında yatan nedenler, D.M.G. girişimlerini arzuladıkları sonucu ulaştıramayanlar için, tek seçenek kalmıştır, sıkıyönetim getirmek. Çünkü 1402 sayılı sıkıyönetim yasasının getirdiği olağanüstü hukuk düzeni, uygulama ile görülmüştür ki son çözümde, egemen sınıfların işine yaramaktadır. 15/16 HAZİRAN olaylarında ve 12 MART’tan sonra gelen Sıkıyönetimlerin Balyozu işçi sınıfı ve onun bilinçlenmesine öncülük eden öğretmen, öğrenci, sivil, asker, aydın ve bürokrat üzerinden geçmesini anlamı budur. sıkıyönetim dönemlerinde ücret­ler dondurulmakta, grevler ve tüm özgürlükler kısıtlanmakta, ekonomideki çıkmazlar­dan kurtulmak için, emekçi halk silah zoru ile özveriye zorlanmaktadır, özellikle M.C. iktidarının başının ve iktidar ortağı küçük partilerin, Sıkıyöne­tim özleminin devam edeceğini ve bu yöndeki girişimlerin sürdürüleceğini varsayabiliriz.

Çünkü az gelişmiş ülkelerde, “SOSYAL BİLİNÇLENME VE UYANMAYI” veya “ULU­SAL KURTULUŞ SAVAŞLARI’NI önlemek için Emperyalizm tarafından önerilen düzen, SIKIYÖ­NETİM veya SAĞCI BİR ASKERİ DİKTADIR. Böyle bir düzende, EGEMEN İÇ VE DIŞ güçlerin isteklerine göre, çok eski tarihlerde hazırlanan LİSTELER kolaylıkla yürürlüğe konulmakta ve gerektiğinde “TOPLU İMHALAR” bile yapılabil­mektedir. (ENDONEZYA-ŞİLİ-ARJANTİN-TAYLAND gibi…)

14 KASIM 1975 tarihinde, 2 nolu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi’nce yaptığım savunmada, bu konuda önerileri içeren ve Anayasamızın “Kuvvetler Ayrılığı” ilkesiyle çelişen ve bugünkü sağ örgütlen­me modelini öneren “FM 31–16 COUNTER GUERRILLA OPERATIONS”(KONTR GERİL­LA HAREKÂTI) adlı resmi Amerikan talimnamesi­nin ilgili bölümlerini eleştirerek bu konuya aydınlık getirmeye çalıştım. SIKIYÖNETİM VE ASKERİ

DARBELERİN AMERİKAN EMPERYALİZMİNİN işine yaramasının çeşitli nedenleri vardır, örneğin: Çok uzun süreden beri ve belli bir amacı gerçekleştirmek üzere, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin GÜVENLİK KUVVETLERİ, Anti-Komünist anti sosyalist ve hatta anti sosyal demokrat bir şartlanma içine itmek için, Amerika’da ve ülke içinde özel bir eğitimden geçirilmektedir. Bu şartlanma eğitiminin, Amerikan yanlısı iktidarlar ve onların yaşatıcısı iç ve dış egemen güçler tarafından her bakımdan desteklenmekte olduğu da bir gerçektir. Bunun yanında bazı güvenlik örgütlerinin, ekonomik alanda sermaye sınıfı ile ortak ilişkiler içine girmiş olması da, SIKIYÖNETİM’İN EMEK-SERMAYE arasındaki hakem rolünü olumsuz yönde etkilemekte ve son çözümde SIKIYÖNETİM EGEMEN SINIFLAR’A ve onların destekçilerine hizmet etmektedir.

C.PROFÎLO OLAYI VE SIKIYÖNETİM

İktidarın uyguladığı birçok yöntemler yanında, SIKIYÖNETİM getirmek için yararlanmak istediği PROFİLO FABRİKASI olayında bilinçli işçiler, oyuna gelmediler. Oysaki İŞÇİ-POLİS çatışması İŞÇİ-JANDARMA çatışmasına dönüştürülebilseydi, iktidar arzu ettiği hedefe ulaşabilirdi. Kuşkusuz olayda işçiler kadar, jandarma birliklerinin olumlu tutumları, İŞÇİ-JANDARMA ve hatta başka tür çatışmaları önlemiştir.

Fakat PROFİLO ve benzeri olaylarla SIKI­YÖNETİM getirme deneylerinin aydınlanmaya değer birçok noktaları hala karanlıktır. İlgililer, bazı gerçeklerin saptanılması için, soruna her yönü ile eğilmelidir, örneği: PROFİLO olayındaki İŞÇİ-POLİS çatışması, İŞÇİ-JANDARMA ilişkisi, jandarma-Polis ilişkisi, polis yetkilileriyle Toplum polis ilişkileri, POLİS-İŞVEREN ilişkisi, jandarma-İşveren ilişkisi ve İŞVEREN’İN Fabrikasının bazı kısımlarını ÇERKEZKÖY’E nakletmesi nedeni ile olaydan yararlanmak isteyip istememesi açılarından da olayın değerlendirilmesi yapılmalıdır. Amerikan Emperyalizminin, az gelişmiş ülkelerde sömürüsünü sürdürmek için her türlü yolu denediği bilinmekte­dir. Bunun yanında, NATO bağlaşıkları genellikle, Amerikan Eğitim Sistemini, özellikle aynı silah teknolojisi ve stratejiyi uygulama zorunluluğu nede­niyle tümüyle kabul etmişlerdir. “FM 31–16 COUNTER GUERRİLLA OPERATIONS” adlı Amerikan Resmi Talimnamesi’nde ACC (Bölge Kontrol Merkezi) görevi SIKIYÖNETİM KOMUTANLARI’NA verilmekte ve “TEMİZLİK HARE KATI” içinde, CIA VE AID ajanları yer almaktadır Çağlayangil’in CIA-MİT ilişkisini kabul ettiği bir dönemde, anılan Amerikan Talimnamesi daha da anlam kazanmaktadır. Bunun yanında, FM 30–31 A işaretli Amerikan Talimnamesi, Amerikan yanlısı iktidarların yaşatılması için STATÜKO ve İSTİK­RARI koruma yöntemlerini açıklamaktadır. Kuşku­suz teorideki bu bilgileri uygulamak için, örgüte ve finansmana da gereksinme – duyulacaktır. CIA dolarlarını bu tip örgütlenmeler için cömertçe harcanılmaktadır.

  1. ASKERLERİN KIŞKIRTILARAK DEV­RİMCİ SINIFLAR VE ÖĞRENCİLERLE KARŞI KARŞIYA GETİRME YÖNTEMLERİ:

CIA Ajanları, az gelişmiş ülkelerin askerlerini tahrik için, Amerika’da özel eğitimle yetiştirilmiş, yerli işbirlikçilerden yararlanmaktadır. PHILIP AGEE adlı CIA AJANI “CIA GÜNLÜĞÜ” adlı yapıtında, bu sayı doğrulayan bir örneği EKVATOR’DAN vermektedir:

ELEKTİRİKLİ HAVA

QUITO–1 Mart 1962

Askerler arasında sola karşı hoşnutsuzluk yaratmak amacıyla bugün Feue yürüyüşüne gizlice katılan sosyal Hıristiyanlar, askerler hakkında onur kırıcı sözlerle bağırdılar.”

“Sosyal Hıristiyanların plânları çok iyi işledi…. Özgürlük alanında konuşmalar başlamadan az önce ‘ORDUYA ÖLÜM’ daha fazla üniversite ‘DAHA AZ ORDU’ gibi haykırmalar duyuldu. Şimdi subaylar arasında ELEKTRİKLİ bir hava var ve bu kez bizim başlatamadığımız yeni söylentiler ASKERLERİ harekete geçirebilir.

Yukarıdaki açıklamalar kesinlikle göstermekte­dir ki, AMERİKAN EMPERYALİZMİ “MİLLİ BİRLİK VE BERABERLİK’TEN yana olmayıp tam aksine,)sömürdüğü tüm ülkelerin, tüm örgütlerine sızarak yerli işbirlikçiler aracılığı ile toplumun çeşitli j sınıflarını ve güçlerini birbirine düşürmektedir. Arzuladığı sonuca ulaşmak için de, SIKIYÖNE- I TİM, MUHTIRA, ASKERİ DARBE vb. gibi her yolu denemektedir.                                        <

  1. “KOMÜNİST DARBELER VE KARŞI TEDBİRLER” adlı yapıtı eleştirisi ve işçi ve işveren örgütlerine sızma yöntemleri:

Şimdi Savlarımızı daha da doğrulamak için, TÜRKİYE TİCARET SANAT İODALARI VE TİCARET BORSALARI tarafından 1965’de Anka­ra’da bastırılan ve özellikle başta T. Slh. Kuvvetleri olmak üzere, birçok örgütlere kadar parasız dağıtılan, “KOMİNİST DARBELER VE KARŞI TEDBİRLER” adlı ve Eski Gaziantep Milletvekili Cevdet San tarafından derlenen, yapıtın bazı bölümlerini aşağıya çıkarıyorum.

Sh. 38 ve 91 özetle:

Baş Savcı Robert Kenndy bir dünya seyahati yapmış, her gittiği yerde protestolarla karşılanmıştır ve bir raporla durumu Amerikan Hükümeti’ne bildirmiş ve kızıl tethişçilere karsı uygulanacak yöntemler için, “AID” yi HAREKETE getirmiş ve i WAŞİNGTON’DA bir “MİLLETLERARASI P0LİS AKADEMİSİ” açılmıştır. Bu akademi, bugün yabancı memleket polislerine, Kızıl tedhiş ve AYAKLANMALARLA YERİNDE NASIL BAŞEDİLEBİLECEĞİNİ ÖĞRETMEKTEDİR. Profilo olayında görevli, eski İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Şükrü Balâ’nın uzun süre AMERİKA’DA eğitim görmüş olduğu iddia edilmektedir. Aynı olayları İstanbul’un 12 MART dönemi Şube Müdürü ligiz AYKUTLU (eski A.P. Gençlik Kolları Başkam) görevden ayrılmasına rağmen izlemiştir.

Bazı çevreler, kitapta Güney Amerika’dan söz ediliyor. Bunun bizimle ilgisi ne diye bir kuşkuya kapılabilir. İncelemelerimizin ilerde ki bölümlerinde, TÜRK-İŞ’İN AID’DEN yardım aldığı ve CIA ile ilişkisi saptanan (AFl-CIA=AMERİCAN FEDE-RATION OF LABOR AND CONGRES OF INDISTRIAL ORGANİZATIONS)’a bağlı “ASYA-AMERİKA HÜR ÇALIŞMA ENSTİTÜSÜ” (AAFLI) ile ilişkilerini, T.G.S. ANKARA ŞUBE­Sİ’NİN 27 Haziran 1976 tarihli broşürüne dayana­rak, ayrıntılarıyla açıklayacağız.

Etiketler
BENZER YAZILAR
Talat Turhan
Türkiye

1924 Yılında Elazığ’da doğdu. O tarihte babası Elazığ Müdde-i Umumisi (Savcı) idi. Baba tarafı Rize ilinin Çayeli ilçesinin tanınmış ailelilerinden (Şerifoğulları)’na mensuptur. Anne tarafı Elazığ Harput’un tanınmış ailelerinden (Efendigiller) ‘dendir.....