1
Üniversite konferansları

Bochum Ünv. Konferansı 8.10.1993

TALAT TURHAN BOCHUM ÜNİVERSİTESİ KONFERANSI (08 EKİM 1993)

            Değerli dostlar, katılımcılar, yöneticiler hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum. 17 ila 19 Eylül tarihleri arasında Bonn’da yöneticilerin konuğu olarak buraya geldim. Bana iki saatlik bir konuşma hakkı tanındı, orada bana verilen konu kontrgerilla cumhuriyeti idi. Forumda Türkiye’deki demokratik gelişmeler tartışıldı, bu gelişmeler içinde bana verilen konu tabi biraz demokrasi ile uyuşmayan bir tablo gösteriyordu ama benim bu yıl çıkan son yapıtımın adı Kontrgerilla Cumhuriyeti. Bu yapıtımda diyorum ki; ülke düzenleri ne olursa olsun, ister cumhuriyet, ister demokrasi ABD emperyalizminin o ülkenin yeraltına girmiş kendine özgü bir düzen kurmuştur ve böyle bir düzen var olduğu sürece demokrasiden söz etmek olanaksızdır. Demek ki Almanlar bana bu olayın boyutuyla bir konu verdiler ve bende bunu değerlendirmeye çalışacağım. Bu üç günlük tartışma esnasında ülkemizdeki demokratik gelişmeler enine tartışıldı, katılımcılar genellikle Almanya’nın muhtelif eyaletlerinden gelmiş, Türkiye ile ilgili kişilerdi.

Ben özelikle Almanlara siz burada ABD emperyalizmine yataklık yapıyorsunuz, çok yerlerde ABD kontrolündeki kontrgerilla okulları var deyince ilgi çok büyük oldu ve bu ilgi bundan sonra sanıyorum Almanya’nın gündemine oturacaktır. Sonra ayın 20’sinden bu yana, 20 Eylülden bu yana, bu tartışmayı Almanya’da, Fransa’da sürdürdüm, şimdi buradayım. Bana verilen nota gereği Kontrgerilla Cumhuriyeti dışında istihbarat birimleri hakkında size açıklama yapacağım.

1959 yılında Kurmay Yarbaydım ve İskenderun Dörtyol’da görevliydim. Alay komutanım uzun süre istihbaratta çalışmış bir Albay, onunla çok yakın dostluk kurduk. Askeri dışında dünyanın ve Türkiye’nin sorunlarını tartışıyoruz ve anlaştık. Derken 1960’da 27 Mayıs olduktan sonra gerek o, gerek ben Ankara’ya atandık. Benim Albayımın atandığı görev Milli Emniyet Başkanlığıydı, ben de Milli Savunma Bakanı Özel Kalem Müdürlüğüne atandım, ilişkilerimiz devam etti. Dolayısıyla Milli İstihbarat Teşkilatı ile benim ilişkim böyle başladı, ama tabi beni sevdiği için, beni sürekli orada çalıştırmak için sürekli peşimde dolaştı. Ben her seferinde uzaklaştım, fakat bir emri vaki ile benim oraya atanmam için Bakanlığa yazı yazmış onu da kabul etmedim. Çünkü o arada Milli İstihbarat Teşkilatının çalışma yöntemlerini öğrenmek gibi bir tavır içine girdim, bana uyan bir iş olmadığını anladığım için reddettim ve aramız bozuldu. Şimdi eğer sen o 61 yılında bana teklif edilen görevi kabul etseydim ilk görevim İstanbul Bölge Milli Emniyet Başkanlığı idi. İstanbul Bölgesi Milli Emniyet Başkanlığı 9 valiyi kumanda ediyordu ve sınırsız imkanları vardı. Daha sonra o dönem Türkiye diyelim ki 27 Mayıs ilerici bir darbe idi, bu darbenin başlangıcı ile beraber karşı geliyorsun, süreç başladı, Türkiye dalgalanıyor. 22 Şubatta bir darbe, 60’da bir darbe, ben de olayların içinde bulunuyorum. Görev itibari ile bir taraftan yana olacaksınız tabi o dönem için Türkiye’nin koşulları içinde karşı gelmeyip darbenin yanında olsaydım şimdi bende şimdi bende Orgeneral, Kurmay Başkanı falan olacaktım. Orda da olmadığım için seçtiğim tarafta rolümü onamaya devam ettim. 30 yıllık süre içinde işte bugün karşınızda bulunmak gibi bir onuru da taşıyorum.

Şimdi2 Şubat 1962 olayı patlak verdiği vakit ki bir darbe teşebbüsü idi, benim o darbeye katıldığımı varsayarsak, oysa ki darbe olmadı ve bende katılmadım, çünkü Milli Savunma Bakanlığı Özel Kalem müdürlüğünde oturuyordum, o gece sabaha kadar. Yalnız o zaman benim isminden söz ettiğim Milli Emniyet Başkanı o zaman General olmuştu, Naci Aşkın, bana telefon etti. Türkiye batıya, Türkiye’yi kurtar. Oysa üç gün evvel kendisi ile 3-4 saat konuştum, ben yapılması gerekenleri ona önermiştim, demek ki onu yapamadım ki o çok bunalımlı dönemde benden yardım istiyordu. Ben de çok iyi anımsıyorum, dedim ki ‘’Bakın siz Tümgeneralsiniz bende Yarbayım, siz örgüt başındasınız, ben buradayım, nasıl Türkiye’yi kurtaracağım?’’ yok yok benimle böyle konuşma falan neyde dedim ki o zaman ben gideyim Genelkurmay Başkanıyla konuşayım, Genelkurmay ve Kara Kuvvetleri karargahında o zaman çok korkunç bir panik var. İşte daha sonra tekrar telefon etti, ben dedi konuştum git filan adamı al Genelkurmaya gir, gittim Genelkurmay’dan bir Tümgeneral, Genelkurmay ikinci başkanlığı yapıyor, adı Memduh Sağmaç biliyorsunuz 12 Mart darbesinin lideri olan zat, Genelkurmay Başkanı kaçmış nerede olduğu belli değil, Cevdet Sunay biliyorsunuz o da sonradan Cumhurbaşkanı oldu. Böyle bir hava içinde işte bana kendi önerimi intikal ettiğim vakit bana dedi ki; ‘’Sen ne biçim Kurmay Subaysın, etrafında da 8 tane Kurmay Subay var’’ ben dedim senin bildiğin Kurmay Subaylara benzemem, yurtdışı görev beklemiyorum, karargah beklemiyorum, filan kitapların filan sayfasında Kurmay Subay fikir ve taraflara açık kişidir der ve ben o tavrı sergiliyorum, senin bana konuşmaya hakkın yok, fikrimi kabul edersiniz ya da etmezsiniz, döndüm geldim. Adam o saniyeden itibaren benim kendisini öldüreceğimi kabul etti ve ölünceye kadar da bunu taşıdı. Üzerime yönetimin gelmesinden başlıca etkenlerden biri oldu. Sonra beni sürgün ettiler, hatta emekliye ayırdılar da. Bir Savunma Bakanı demiş ki ‘’Bütün Silahlı Kuvvetler imza atarım, kendi özel kalem müdürüme ayıp olur atamam’’ neyse Afyon’a gittim, peşimden de 8 tane adam göndermişler, orda da bir sürü insan var ve gözlem altındayım. Nihayetinde 7 yıl sonra bildiri, o zaman koşullarında bir bildiri yayınlanmışlar, o bildiriyi bana mal ettiler ve beni tutukladılar. 8 ay içeride gözetim altında kaldım, 63 yılının Nisan ayında. Sonra bir suç yoktur kararı alındı, ben bir ayın sonunda tahliye edilmemi beklerken o gece 21 Mayıs 63 darbesi oldu. Cemal Turhal denilen bir yönetim kurulu üyesi geldi dedi ki ‘’Bu adamla bunlarla beraberdir, bunu da alın atın’’. Yeni bir süreç başladı, 5 ay benim 21 Mayıs yapanlarla ilişkim olup olmadığı saptanmaya çalışıldı, böyle bir ilişki olmayınca 5 ay sonra beni tahliye ettiler, onlara idam kararı verildi. Hatta bana onlara Allahaısmarladık deme şansını da verdiler. Sonra bir dava daha açtılar, ‘’Genç Kemalistler’’ davası diye, 3.5 yıl ben yargılandım ve burada da bana Türkiye’de hiç uygulanmamış bir yöntem uygulandı. Afyon Askerlik Şubesinde misafir 1 yılda oturduğum yerden para aldım, dışarı çıkamıyorum, aslında böyle bir yasak yok Türkiye’de. Nihayet dilekçe verdim ‘’Beni emekli ederseniz, yahut açığa alırsınız, yahut bir yere tayin edersiniz. Bütün yasal kanalları zorladım, tekrar tutuklandığım yere oturdum. Sonra beni emekliye sevk ettiler ve bu emekliliğinde hiçbir yasal dayanağı yok. Yargıtay’a, Danıştay’a her yere dava ettim, tabi hepsi yüzüme kapandı, onlar çok önemli değil.

Derken Afyon’dan ayrılıp İstanbul’a geldim, peşimde 7 polis 3 yıl devamlı kaldı, bu süreyi de atlattık. Silahlı Kuvvetler bir daha kaynamaya başladı, işte 12 Mart darbesinin öncesinde bir kaynama ve bende görev aldım. Umuyorduk ki Silahlı Kuvvetlerin soluna bir darbe yaptırırsak Türkiye’ye daha iyiye götürürüz. Bunu yanılgı olduğunu sonradan anladım ve bunu da özeleştiri yapıp yayınladım. Şimdi gerçekte 12 Mart darbesinde yasal açıdan benim hiçbir günahım ve rolüm yok. Yasalar da diyor ki ‘’Bir adam, bir ittifaka katılır oradan ayrılırsa suç sayılmaz’’. Ama 12 Mart darbesi geldi bir yıl dışarıda kaldım, bir yıl sonra 2-4 Temmuz 1972 günü 35 kişi çok küçük bir evi bastılar, gece saat bir de, iğrenç bir tabloyla araba ile beni aldılar götürdüler Ziverbey köşküne. Bu köşkü Türkiye’de binlerce aydına, yazara, gence işkence yapılan bir yer. Ben girmeden evvel böyle bir köşkün var olduğunu bilmekle beraber o zamanki yönetim kumandanı Org. Faik Türün’ün emriyle çalıştığı ve de köşkü fiilen bir Memduh Ünlütürk isimli Tümgeneralin yönettiğini biliyorum. Şimdi gecenin saat 1’inde 2’sinde oraya gittiğimiz vakit bodrumda bir odaya aldılar. Korkunç küf kokuyor, bir kanlı, yırtık pijama verdiler, fotoğrafçı geldi, resimlerimiz çekildi, sonra saçlarımız kesildi ve zincirlendik, bir ay böyle. Zaman içerisinde birçok yara oluştu, kımıldamak yok, dünya ile irtibat yok, bir küçük broşür Atatürk’ten seçmeler o kadar, onu okumak zorundasınız, artık biz onu ezberledik ve ben onu dosyama koydum. Çıkmak istediğinizde bağıracaksınız ve 3-4 saat beklemek zorundasınız. Tabi tuvaletteyken bile elimiz ayağımız zincirli ve de asker açık kapıda başımızda bekliyor. Bundan daha büyük, onursuz bir tavır olamaz. Tabi işimizi yaptıktan sonra külotumuzu falan çekemiyoruz çünkü ellerimiz bağlı, bu işi de askerler yapıyor. Neyse bir ara temiz çamaşır ve birde jilet geldi ve intihar mı edeyim yoksa adamlarla kavga mı edeyim diye 3 gün düşündüm ve intihar etmenin bir çözüm olmayacağı kararına vardım. Bu adamlarla kavga etmek lazım, kararımı verdim ve de ilk işim Ziverbey köşkünün planını saptamak. Nasıl saptarım bunu düşündüm, şimdi gözlerimiz kapalı olarak götürülüyorsunuz, yürütülürken de 15 cm atabiliyorsunuz. Demek ki 30 kere adım attığımda 4.5 metre gittim diye hesaplar yapmaya başladım. Nihayet 3-4 ay sonra Ziverbey köşkünden geçmiş insanlarla karşı karşıya geldiği vakit onlara dedim ki kalmış olduğunuz odanın planını bana verir misiniz ve fikirlere dayanarak hayali bir plan çizdim ve bu köşkten ettiğim ilk belge bu. Şimdi son olarak bir insanı aldıkları vakit 9 saat aç bırakıyorlar, bunun amacı beyindeki protein mekanizmasını sarsmak, iradeyi çökertmek ve de arzu ettikleri ihtirasları kolay atmak. Onunla da kalmayıp su da vermiyorlar ve verdikleri çok az su da ilaçlı ve sizi mahvediyor. Çok değişik bir atmosfer. Sonradan ben 1977 yılında poliste yayınlanan bütün yapıtları topladım, araştırdım ve bu ilaçların isimlerini buldum. Skoplomin, Sodyum, Alitat, Sodyum pentodan bu ilaçlar gerçekte ABD’nin bazı eyaletlerinde infaz için kullanılıyor. Çok verirseniz insanlar ölüyor, az verirseniz etki altında kalıyor. Fakat ne yazık ki 77 den bu yana kime çıkıp bu ilaçları araştırmadı ve bunların inan vücuduna etkisinin yanında sorgulama esnasında hiçbir avukat benim kanımda bu ilaçların etkisi var mı yok mu saptamasını yapmak içinde başvurmadı.

Şimdi merakta ettim, acaba bu polis, bizim polis kitabı, kitabın adı ‘’Modern Sorgu Tekniği’’ yazan Emniyet müdürü Ertuğrul Korhan, nerede almış diye merak ettim, Amerikan 19’a 20 Askeri sorgulama Kitabı. Demek ki ilaçlar da ABD’den geliyor. Sonra bu 3 günlük açlık süresi geçtikten sonra sorguya alındık. Sorgulayıcılar kontrgerilla örgütü ve ben asker olmama karşın bu terimi ilk kez orada duydum. Burada anayasa-babayasa geçmez, bizim esirimizsin, ne dersek onu yapacaksınız. Benden evvel Mayıs-Haziran iki ay 15 kişi almışlar. Benden de o kişilerin bana yönelik suçlamalar almışlar. Benden de o kişilerin bana yönelik suçlamalarını kabul etmemi istediler ve de gerçekte 12 Mart cuntası çatlamış yukarıda bir idare var ve beni tramplen olarak kullanmak istedikleri için üzerimdeki baskı çoktu. 12 Mart cuntasının 4 idarecisi var. Org.Memduh Tağmaç, Org.Faruk Gürler, Org.Muhin Batur, Oramiral Celal Birincioğlu, şimdi bunlardan Birincioğlu tesadüfen katılmış bir adam, sonradan öldü gitti. Öbürleri de aynı şeyi yaptı. Şimdi Memduh Tağmaç o zamanki Cumhurbaşkanı ile bir olarak Faik Türün ve emirlerini alarak diğer iki generali ortadan kaldırmak istedi ki yerlerine kendileri otursunlar. Bomba davası denilen dava böyle kuruldu ve dava benim üstüme kaldı.

Şimdi sorgulama esnasında bu bahsettiğim kişilerin bir cunta ile iktidara geleceklerini, benimde İstanbul’da 69’dan 71’e kadar devam eden tüm baskın, soygun, bombalama olaylarının başkanı olarak İstanbul’daki bütün terör olaylarını yönlendirdiğim iddia ediliyor. Sonra bir hücreye aldılar orada 16.8.1972 günü Faruk Gürler zorla Genelkurmay başkanı oldu. Bir yıl sonra Faruk Güler’i Cumhurbaşkanı yapacağız diye kandırdılar, oradan aşağı Cumhurbaşkanı seçmediler ve bu kez baktım yeni bir iddianame. Faruk Güler, Muhsin Batur, Kemal Kayacan ve ben de bekliyorum gelsinler bu tarihi hesaplaşmayı yapalım diye. Ne yazık ki onları da getirmediler gene dava benim üzerime kaldı, çok sonra öğreniyorum ki dava dosyasında bir belge var, o belgeyi muhakkak bir dostum koydu, çünkü öyle bir belgenin olması mümkün değil. İstanbul MİT Bölge Başkanlığından, bir kere MİT yasal olarak tutuklama emri veremez, orada tutuklama emri veriyor, diyor ki aşağıda ismi yazılı kişiler Türkiye’deki anarşinin planlayıcısıdır, nitekim cunta harekatı içinde bulunmaktadırlar alın buraya getirin. İkinci olarak benim MİT’e sorguladığım ortaya çıkıyor yani yasal olarak adı kontrgerilla diyorlar ama orası MİT binası. Bir yol boşu boşuna yattıktan sonra mahkemeye çıkarıldık, 8.6.1973 günü mahkemeye çıkarıldığım ilk gün bir dilekçe verdim içeriye dedim ki, ‘’Savcı yalan söylüyor, çünkü ben savcının dediği gibi polise sorgulanmadım, bir bilirkişi kurarak bu iddiamı saptanmasını, örneğin polis her tutuklandığı kişinin parmak izini alır, hani benim parmak izim’’ ve kısaca bunları sıkı sıkıya bağlayan taleplerde bulundum. Tabi o zaman Türkiye’de bu taleplerin yapılması mümkün değil, amacım düzenin şişkinliğini ortaya sermek. Tabi buna yanıt verilmeyince bu kez 12.6.1973 günü mahkeme aracıığı ile bir başka dilekçe verdim. Dilekçe Başbakanlığa, Genelkurmay Başkanlığına ve Karakuvvetlerine, diyorum ki; şu adreste, şu yerde kendilerine kontrgerilla adını veren faşist bir örgüt Türkiye’nin düzenini sağa çekmek çabasındadır. Bunun için bir Parlamento komisyonu kurularak bu iddiamı takip ettim. Yıl 1973bugün 1993 aradan 20 yıl geçti, parlamentoya 30 kere müracaat edildi, fakat kontrgerilla nedir, ne değildir hala daha bilinmiyor. Tabi biliyorsunuz da Ziverbey köşkindeki işkenceciler kontrgerilla mı, değil mi bilmiyorsunuz. Ben o işkencecileri daha sonra saptadım. Hiç aklımın ucundan geçmiyordur ve belki pişman olmuşlardır beni içeri aldıkları için, işkencecilerin başında Binbaşılıktan ayrılmış bir adam bulunuyordu Eyüp Burçak Özal diye, mahkemede zapta geçirirken de çok zorlanmadım, çünkü demek ki hakimlerde korkuyorlar ismini yazdıramadım. Kel takma ismi ile zapta geçirdim. Şimdi işkencecilerde ilk geldiği böyle açtım sonra zapta başka bir şey daha geçirdim, bu basına da yansıdı manşet oldu, İstanbul’da Faik Türün tarafından falan daha sonra bu işkencelerin hepsini saptadım ve bildirdim, hala daha bu işkenceciler yetki kurumlarını devam ettiriyorlar. Türkiye’nin işekece cenneti olmasının bundan daha açık bir kanıtı olamaz. Hiç kimse bunlara dokunamıyor, onun için işkence Türkiye’de yaygınlaştı. İşkenceye bireysel bir olgu olarak bakabilirsiniz. Oysa işkence bir süreci kapsarsa o topluma yönelik bit tehdit ve baskıdır. Şimdi o koşullar altında ben işkencecilerle mücadele kararı aldım, o nedenle hapishanede 2 yıl koşullarımın çok ağır olmasına rağmen o konuda çalışmaya başladım. 2 yıl sonra tahliye ettiler beni, tabi tahliye de çok komik bir tahliye, hiçbir neden yok tahliye olmam için. Siyasal koşullar değişti, ben bunun farkına vardım, bir dilekçe verdim dedim ki; ‘’Bir af kanunun çıkmak üzere olduğunu algılıyorum, bu çıkacak af kanunun lehimde olan hiçbir maddesini kabul etmiyorum’’. Hemen çıkan af kanununa bir madde koydular, ‘’Sanığın affı kabul etme hakkı yoktur’’ oysa ki af kanunlarının son maddesi mutlaka bu maddelerden oluşuyor. Şimdi bu kez dediler ki ‘’Sen 146 dan yargılanıyorsun, senin davan 171’e girer, onun da cezası 4-12 sen o af kanununa girdi dava düştü’’ ben savunmamda dedim ki; ‘’Hayır bütün şartlar 146’ya girer, beni yargılayın. Ya idam verirsiniz ya da müebbette çevirisiniz bende yatarı. Yalnız tarihsel hesaplaşmadır bu’’ bu uzun girişten sonra 17 yıl sözünü ettiğim dalgalanmalar oldu, derken 1999 yılında İtalya’da Gladio olayı patlak verdi. Şimdi Gladionun NATO’ya ve CIA’ya bağlı olduğu, onun finansmanı ve örgütlenmesi ile kurulduğu ortaya çıkınca bu kez Gladionun NATO ülkelerindeki karşıtı nedir diye bir soru gündem geldi. Bu soru gündeme geldiği vakitte Türkiye’deki bunun benzeri kontrgerilla olduğu ortaya çıktı, işte bizde kontrgerilla hakkında zaman zaman yayın yaptığımız için iç ve dış basında çok yoğun talepler almaya başladım. Böylece kontrgerilla uzmanı oldum çıktım. Yalnız Türkiye’de bu bir harekettir fakat ben bunu bu anlamda almıyorum, ben bunun iç yüzünü ortaya çıkarmaya çalışıyorum. 2. Dünya savaşından sonra biliyorsunuz soğuk savaş başladı, sözde 1990 yılına kadar sürdü ve bitti. Oysa ki benim kanım odur ki yeni dünya düzeninde ABD emperyalizmi liderlik iddiasında olduğu için bu 45 yıllık dönemden daha vahşi bir anlayışta dünyayı yönetmek isteyecektir. 2. Dünya savaşından sonra dünyada kurtuluş savaşları dönemi başladı ve Sovyetler buna açıkça destek veriyordu. Bu olgu ABD emperyalizmini çok tedirgin etti, karşı yöntemler geliştirmek zorunda kaldılar ve böylece kontrgerilla yöntemlerini geliştirmek zorunda kaldılar. Bakım Başkan Kennedy gerçekte kontrgerilla diyoruz ama kontrgerilla özel savaşçının bir bölümüdür. 62 yılında ne diyor; ‘’Bu özel savaş gerillanın, yıkıcı unsurların, ayaklanmaların yapıldığı bir savaştır. Çarpışma yerine pusu kurma, tecavüz yerine sızma, yüzyüze dövüşmek yerine onu takatten düşürme ve zafere ulaşmadır.’’ Bu savaşlar ekonomik huzursuzluktan ve ırk mücadelesinden istifade eder. Yepyeni bir strateji, tamamen farklı bir kuvvet, dolayısıyla yeni ve bambaşka bir eğitime ihtiyaç gösterir. Nitekim bugün ABD’de bir okul var, adı Kennedy Özel Savaş Okulu. Bu okul dünyanın bütün özel savaşçılarının lider kadrosunu yetiştiriyor. Bu amaçla Amerikan emperyalistleri dünyayı üçe bölmüşler, Amerika-Avrupa-Asya/Afrika. Bu okullarda gerekli bütün özel savaşçıları yetiştiriliyorlar. Hatta o bölgede yapılan bütün darbelerin liderleri okullarda yetiştiriyorlar. Demek ki özel savaş okullarındaki yöntemler içinde bir ülkede darbe yaptırmak vat ve nitekim yayınlara baktığımız vakit Kloşe’nin örneği yahut Fidella’nın bu okulda yetiştirdiğini öğreniyoruz. Şimdi şöyle olaya bakalım, deniz aşırı kuvvetler komutanlığından bir ok alıyoruz, Bakalus’a getiriyoruz, bu Amerikan emperyalizm ağının bir bölümü buradan 16 tane ok çıkarıyoruz, NATO ülkelerine bağlıyoruz. Bu komuta ağı buradan bir ok alıp Almanya’ya getiriyoruz, buradan da 16 ok NATO ülkelerine ok çıkartıyoruz, bu da emperyalizmin eğitim ağı, özel savaşçı eğitim ağı. Bu da istihbarat savaşçılığı özel eğitim ağı. Emperyalistler çok alçakça çalışıyorlar, özel savaş anlayışında sosyal demokrasi ile komünizm arasında bir fark yok. Birde bunlar ittifaka geçtiği vakit çok tehlikeli oluyor. Şimdi bu örgütlenme biçimi içerisinde o dönemde basına baktığımız vakit aşağı yukarı bütün Amerikan partiler kontrgerillanın varlığını yaptılar ve hala daha yaşayanlar var. Eğer bir adam bu yadsıyorsa o adam Amerikan işbirlikçidir. Evet iki yıl içeride yattım, bir yıl dışarıda üç sekreterle çalıştım. 9500 sayfalık bir sayfalık bir savunma hazırladım. Savunmada 900 belge taradım birkaç kitaptan oluştu ve 10 klasör halinde mahkemenin önüne gittim. O arada tesadüf mahkeme başkanı benim sınıftan avukat, bende sanık, şimdi bana yönelik iddiaların bir tanesi 12 Marttaki devrim anayasasını ben hazırladım, oysa ki Doğan Avcıoğlu o zaman bir kitap çıkarttı. Devrim üzerine diye bir devrim anayasası hazırladı, Askerlerin sol kanadı da böyle bir şey hazırlamışlar, bunu benim yaptığım iddia ediliyor. Sonradan anayasayı yapan adamlar utanmadan geldiler mahkemede tanıklık yaptılar, Talat Turhan bu işi yapmamıştır diye. Ama 10 yıl geçti oradan anılar başladı ve adamların dilleri çözüldü o yaptı, bu yaptı diye ama biz anayasa yapmaktan yargılandık. Şimdi sana gelicem bu savunmamdan üç belge dikkatimi çekti. Bir tanesi ayaklanmaları bastırma harekatı diye bir kitap, Genelkurmay tarafından tertip edilmiş, 1965 yılında 1779 tane örgüte dağıtılmış. Daha başka bir şey daha dikkatimi çekti, şöyle bir kopya elime geçti ve Harward üniversitesinden bir grubun bunu yazdığını saptadım, grup içinde bir var ve 1964-66 yılında benim gösterdiğim Amerikan okulunda hocalık yapmış. Adam özel savaşçı gitmiş, Harward üniversitesindeki ayaklanmaları bastırma kitabını sonradan Dışişleri Bakanı olarak Amerikan emperyalizminin sözcülüğünü yapmış. Şimdi bu kitaba baktığımızda 12 Mart sonrası ne yapılmışta hepsi orada var. Anayasa babayasa yok derken adamlar bunu söylüyorlar, yani biz diyorlar periyodik harekat yapıyoruz. Suçlu yada suçsuz herkesi ortadan kaldıracağız diye bir anlayış içerisindeler. Kullandığım baka bir ikinci yapıt Amerikan FM 31-15 talimnamesinde aynen tertip edilip Türkçeye uyarlanan ST 31-15 Gayri Nizami kuvvetlere karşı harekat talimnamesi. Üçüncü yapıt; 7-8-9-10-13 Şubat 1975 günleri Hürriyet gazetesinde M.Adıyüreğin işkenceci failleri ile röportajı yayınlıyor. Orada soruyor paşam ‘’Bu kontrgerilla nedir, ne değildir diye’’, kontrgerilla diye bir şey yoktur diyor. Talat Turhan diye bir adam bunu uydurdu. Şimdi bunun üzerine ben bu yapıtı mahkemeye verdim dedim ki ‘’Faik Türün ya yalancıdır, ya cahildir.’’ 20 sayfalık bir dilekçe ekleyip olayı belgelemek için Hürriyet gazetesini mahkemeye verdim. Ama biliyorsunuz Faik Türün Adalet Partisinin Cumhurbaşkanı adayıdır. Bu somut olarak Adalet partisinin işkencilerle olan münasebetini daha açık ortaya koyamaz. Köşkte yapılan işkenceler doğrudan doğruya Süleyman Demirel’in namına tertip edilmiştir. Çünkü 12 Mart darbesinde muhtıraya imza koyanlardan ikisini ona çok karşıydı, işte Güler ile Batur, bunun rövanşı olarak bomba davasını ortadan kaldırmak istediler, yani Demirel onun kulisine girmiş ve bulunmuştu. Türün’e göstermiş olduğu ilgide buradan kaynaklanıyor. Şimdi bu açıklamadan sonra özel savaştan söz etmek istiyorum.

Şu özel savaş nizami harp, istika harekatı, psikolojik savaş, kontrgerilla harekatı diye bölümlere ayrılıyor. Şimdi askerler diyor ki bu bizim işimiz niye bu kadar müdahale ediyorsunuz. Gerçekte Türkiye’de özel harp dairesi adını taşıyan kuruluş 1952 yılının Eylül ayında kurulmuş. O zamanki ismi seferberlik tetkik dairesi. Daha sonra ismi özel harp dairesine dönüşmüş. Geçen yılda özel kuvvetler komutanlığı ismini almış.

Şimdi bu tabloya baktığımız vakit, örneğin harekat darbelerden önce sonra uygulanan yöntemleri içeren bir harekat. Bir ülkede darbe getirmek için ülkede toplumu canından bıktırıyorsunuz ve askerler kurtarıcı olarak geliyor ve halk onun şokunu yaşıyor derken, harekatta adamlar yapacaklarını yapıyorlar. Şimdi demek ki istikrar tekrar askerlerin darbelerini melanetleri devam ediyor, çünkü ben bunu yaşadım. Şimdi Türkiye’de bu böyle de başka ülkelerde nasıl oluyor? Başka ülkelerde de başka yöntemleri kullanıyorlar. Örneğin seçimlerde Amerikan yanlısı partileri desteklemek suret ile bunu yapıyorlar. Bunu William Kafi eski CIA başkanı açıkça itiraf ederek demeçlerinde diyor ki; ‘’Biz II. Dünya savaşından sonra komünizmin yayılmasını engellemek için bizden yana olan tüm partilere destek verdik.’’ Şu an, şu halde tüm Amerikan yanlısı partilerde CIA desteği ile palazlanmış olduklarını ifade edebiliri. Özellikle mukavemet harekatı dediğimiz harekat bu Gladio türü yeraltı örgütlerinin başvurduğu harekat.

Demek ki şu bölümün bizi direkt ilgilendiren bir kapsamı var, 27 Kasım 1990 günü bir basın toplantısı yaptım, İstanbul’da bu konuda açıklamalarda bulundum. Benim bu basın toplantımdan Genelkurmay rahatsız olmuş olacak ki 6 gün sonra gazetelere bir basın toplantısı yaptı. Bu toplantıda özel savaş dairesi hakkında açıklamalarda bulundu.

Etiketler
BENZER YAZILAR
Talat Turhan
Türkiye

1924 Yılında Elazığ’da doğdu. O tarihte babası Elazığ Müdde-i Umumisi (Savcı) idi. Baba tarafı Rize ilinin Çayeli ilçesinin tanınmış ailelilerinden (Şerifoğulları)’na mensuptur. Anne tarafı Elazığ Harput’un tanınmış ailelerinden (Efendigiller) ‘dendir.....

anlaşmalı boşanma

anlaşmalı boşanma