Mektup

Orgeneral Recep ERGUN’a Mektup

Ordu ve İSTANBUL Sıkıyönetim Komutanı

Orgeneral Recep ERGUN’a Gönderilmiştir

27 EKİM 1985

Sayın Sınıf Arkadaşım;

Bir olayı bilgilerinize sunmak için bu özel mektubu yazmak zorunluluğunu duydum. Gerecekte olay şahsıma yönelik gibi görünmesine karşın yıllardan beri kendilerini ANAYASA ve yasalar üstünde gören ve bulundukları hiyerarşi sınırlarını aşmayı alışkanlık haline getiren çevrelerin; “özel kast ve niyetlerinin geleceğe yönelik yeni tertiplerine öncülük edici istidatda görünmektedir”.

Bu gece, saat 04:00’de kapımın zili çalındı (Evim teras hariç üç kattan oluşmakta ve dış kapıda üç zil butonu bulunmaktadır. Terasta kızım yatmakta, 3’cü kat bana ait bulunmaktadır. İkinci katta 85 yaşındaki annem; birinci katta ise, kitaplığım bulunmaktadır. Geceleri geç yatmak ve okumak alışkanlığım olduğu içinde çoğunlukla birinci katta yatmaktayım). Gecenin bu saatinde aldığı görevi yapmak için gelen bu kişi doğru zili çalmakta, bir yandan her olasılığa karşı yattığım katı saptarken, öte yandan “biz ayaktayız” demek isteyenlere maşalık yapıyordu. Kalktım, kat kapısını açtım, merdiven otomatiğine bastım. Camlı sokak kapısının gerisinde 20–25 yaşlarında esmer bir kişi duruyordu… Ne istediğini sordum;

“Bursa emanetçi Hüseyin’in evi mi?” diye konuşmaya başladı.

“Affedersiniz” diyerek uzaklaştı

Gerçekte basit gibi görülen bu olay, beni geçmişteki yaşadığım gece ev aramalarını anımsatarak fazlasıyla rahatsız etti. Aynı olumsuz izlenimleri aile bireylerim yaşmaması için, adamdan bu beklenmeyen ziyaretin hesabını soramadım. Bunun yanında, karakterim gereği maşalarla hiç uğraşmadım. Ama bu maşayı tutan eller olmalıydı… Ancak onlar; kalleş, alçak, hain ve aşağılık köstebekler oldukları için gün yüzüne çıkmazlardı…

Uyumam olanaksızdı… saat 04:10’da bekçiler düdüklerini çalıyor, biraz sonrada sabah ezanı okunuyordu… Bütünüyle asabım bozulmuştu… Bu mektubu yazmaya karar verdim.

Olayın ilginç yönü kapımın çalındığı saatlerde, Nokta Dergisi’nin dağılımı yapılıyordu. Derginin kapağında yer alan konu: “Bomba Davasında” “Cuntalar Savaşı” idi ve dergide, benim ismime de yer veriliyordu. (Nokta Yıl:3 Sayı:43)

13 yıldan bu yanan ört bas edilmeye çalışılan, 1975 yılında avukatlarım tarafından temyiz edilmesine karşın, Askeri Yargıtay tarafından sonuçlandırılmayan bu davada, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin en üst düzeydeki Komutanları hedef alınıyor ve Hiyerarşik Müdahale girişimleriyle Cunta’cılığı eş anlamlı sayan bazı politikacılarla düşün ve eylem paralelinde yüksek rütbeli bir kısım Generaller devletin tüm güçlerini ve yargıyı bir tertibe alet ederek, başlangıçta beni boy hedefi seçerek “Bomba Davası” baş sanığı yapmışlardı. İlk tramplen ben Talat TURHAN, ikincisi Tüm General Celil GÜRKAN ve sonuçta Orgeneral GÜRLER, Orgeneral BATUR, Oramiral KAYACAN… Onların bir yerlere çekilmesi ve planlarının gerçekleşmesi bu üçlünün gitmesine bağlıydı. Bu amaçla işkenceciler K.K.K. olmaya göz dikmiş ağababalarının direktifleriyle ERENKÖY’deki “Ziverbey (Zihni Paşa) İşkence Köşkü”nde gece gündüz demeden büyük bir özveri içinde vatan hizmeti (!) yapıyorlardı… Köşkteki generale, Korgeneral olarak istediğini makama gelmesi, Emniyet Genel Müdürlüğü, işkenceci MİT elemanına, İstanbul Bölgesi MİT Başkanlığı vaat edilmişti. Daha niceleri…

Bizler “Bomba Davası”nın bir kısım sanıkları anarşiden de yararlanıp darbe için elverişli ortam hazırlayarak GÜRLER, BATUR, AKAYACAN’la Marksist Leninist bir ihtilal hazırlamakla suçlanıyorduk. Faik TÜRÜN ve ilişkili olduğu askerler ve politikacılar Prof. Ayhan ÖNDER, Dz. Hak. Alb. Turgut AKAN, Hak. Yb. Selahhatin FIRAT (savcı), Hak. Bnb. Nevzat Çizmeci (savcı), Hak. Bnb. Süleyman TAKKECİ (savcı) daha niceleriyle ÜNLÜTÜRK, Şükrü Balcı, Eyüp ÖZALKUŞ’dan oluşan işkencecilerin senaryosu bu idi…

Bu iğrenç tertibi düzenleyenlerin gerçek niteliklerini ortaya çıkarmak ve provokasyonun aydınlatılmasını, ört bas çabalarına karşın, ısrarla istiyorum. İçinden çıktığım ocağa karşı taşıdığım sonsuz saygının gereği bu…

Ancak tertip düzenleyenlerin gücü, ikinci tramplenden öteye geçmeye yetmedi. Nitekim Tümgeneral Celil GÜRKAN’ı altı gün, bugün Cumhuriyet gazetesinde açıklanan koşullar için de sorgulayanlar bir güce boyun eğdiler ve onu serbest bırakmak zorunda kaldılar…

Zor oyunu bozmuştu ama bizler içerde yatıyorduk. Hakimler önlerine konulanları hukuki kılıfına uydurmak sıkıntısını çekiyorlardı. Dünyanın hangi ülkesinde böyle bir dava açılmıştır? Çok ağır suçlarla suçlanan sanıkların:

— Küçük bölümü “Bomba Davası”nda yargılanmışlardır.

— Lider kadro denilerek As. Sav. Süleyman TAKKESİ’nin hazırladığı Esas Hakkındaki Mütalaa ile suçlanan “GÜRLER-BATUR-KAYACAN” davaya sanık olarak getirilmemiştir

— Aynı Esas Hakkındaki Mütalaa’da, Ankara ve İSTANBUL Grupları’nın Asker kesiminden söz edilmekte, bazı kişiler suçlanılmaktadır. (Tümgeneral Celil GÜRKAN bunlardan biridir). Birçok sayıda subaydan oluşan bu kesimden:

— Altı kişi, altı gün “Ziverbey (Zihni Paşa) İşkence Köşkü”nde sorguya alınmış, daha sonra bazıları tanık olarak mahkemeye çağırılmışlardır (örneğin E. Hv. Kur. Alb. İlyas ALBAYRAK, Hv. K.K.lığında hazırladıkları Anayasa Taslağını Hv. K.K. Muhsin BATUR’a verdiklerini tanık olarak söylerken, bizler Anayasa Taslağı hazırlamakla suçlanıyorduk).

— Esas Hakkında Mütalaada suçlanılan, ANKARA ve İSTANBUL Gruplarına mensup bazı subaylar ne sanık ne de tanık yapıldılar….

— Esas Hakkında Mütalaada suçlanan Kubilay tanık olarak karşımıza getirildi. Suçlanan diğer kişiler (ATAKLI GR.), (ACUNER GR.) bu dava içinde yargılanmadılar.

—Benden bir üst örgüt üyesi olduğu iddia edilen Numan ESİN, benden aşağı yukarı 6 ay sonra gözaltına alındı, altı ay önce salıverildi

—Cengiz KARCILIOĞLU (merhum) Şuayıp DİLMEN vb… gibi bir kısım sanıklar için gözaltı kararı çıktığı halde ve anılan kişiler kaçmadığı halde, gözaltına alınıp mahkemeye getirilmedi.

Doğal olarak bu durumu sürekli olarak eleştirdik. Her seferinde soruşturma açmanın Sıkıyönetim Komutanlığı yetkisinde bulunduğum gerekçesinin ardına sığındılar. “Yasa Önünde Eşitlik” ilkesi göz ardı ediliyordu. Yasama organı hukuka aykırı bu durumu düzeltemez miydi? Hiçbir mahkemenin gücü bu konuda Anayasa Mahkemesine götürmeye yetmedi. Hiçbir parti veya politikacı bu konuda bir yasa önerisi verme cesaretini gösteremedi… Her kurumdan önce, Sıkıyönetim Komutanları hukukun temel ilkeleri en önemlilerinden birisine ters düşen böyle bir yasa maddesine karşı çıkarak değiştirilmesi istemeleri gerekeceği hakkındaki kanımı, sürekli saklı tutacağım. Yetkinin kötüye kullanıldığının en somut örneği “Bomba Davası” olarak yaşanmıştır.

Adaletin terazisi tektir. Bu teraziye yasalara dayanarak suç işleyen suçu tartılır. Ama Bomba Davası örneğinde olduğu gibi sekiz tür standart, aynı suç iddiası için uygulamaya konulmuşsa, bu tartı yapılamaz. Onun için mahkeme Af Yasasına sığınarak işi üzerinden atmaya çalışmış ve 1975’te yapılan temyize karşın, 10 yıllarca Askeri Yargıtay sesiz kalmıştır. Çünkü o terazinin de tartacağı türden değildir, bu dava… Onun için, “Bomba Davası”nın Türk Askeri Adalet Tarihinde bir örneği bulunmamaktadır. Konu, T. Slh. K.lerini yakinen ilgilendirmekte, devletin tüm organlarıyla ilişkili yetkilerin kötüye kullanılması açısında ders ve ibret alıcı niteliktedir. Şahsen ben, tarafsız bir jüri önünde bu davayı aylarca tartışacak kadar doluyum. Şimdi soruyorum.

— Hak, Hukuk, Adalet bu mudur?

— İnsanlık, insan hakları, çağdaşlık ve uygarlık nerede?

— Bu mudur vicdan, ahlak, erdem?

— T. Slh. K.’leri töreleri Generallerin, Kurmay Subayların, Subayların ellerine ayaklarına pranga ve zincir takılmasına, onlara işkence yapılmasına olanak tanır mı?

— Meslek dayanışması nerede kaldı?

— T.C. Anayasa ve yasalarında bu tip uygulamaya uygun mudur?

— Uluslar arası yükümlülüklerimiz, insan onuruna, kişilik haklarına, kişisel hak ve özgürlüklere, yargı yöntemlerinin bu ölçüde ağır ihlaline olanak sağlar mı?

  1. Slh. K.’lerinin yüksek şeref ve onurunu hedef alan böyle bir senaryo içersinde duyarsız kalmam olanaksızdı. Adeta bir misyon yüklenmeye zorlanmıştım. Benimle aynı davada, aynı suçlamalarla suçlanan kişilerden bir kısmı rahat koltuklarında aymazlık içinde uyurken, diğer kısmı da “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” felsefesini benimsediklerinde, ben ta 1964’lü yıllardan bu yana ocağımın onurunu savunma görevini üstlenmiştim.

Bir ay her gün olağandışı ve üstü işkence görmem, işkenceden sonra hiçbir yasada yeri olmamasına karşın akrep dahil her türlü haşaratın kol gezdiği

“yakaladığım akrep canlı olarak ilgililere göndermiş ve bu husus belgelenmiştir”

İğrenç bir hücre cezası uygulanması, aylarca süren politik ortamı bekleme nedeniyle bir yıl mahkeme önüne çıkarılmama, Ceza ve Tutuk Evinde gerek görevlilerin yasa ve tüzük tanımayan anlayışları ve gerekse içerden sağlanan veya dışarıdan sızdırılan ajanların oyunları içinde, iki yıl ayağım hemen hemen hiç toprağa değmeden ve güneş görmeden damda kalmam irademi daha da biledi…

  1. Slh. K.’leri üzerinde oynanmak istenilen oyunu sergilerken insanlığımın ve insanlığın onurunu da savunuyordum. Çünkü işkencenin bir insanlık suçu olduğunu bugün tüm uygar ülkeler kabul ediyorlar. Bu konuda oluşmuş genel kanıya göre: “yasalarda da yaptırım bulunmaktadır”

İşkence yapan, işkenceciye yardımcı olan, işkence yapılması için emir veren, işkence yapılmasına göz yuman, işkence olayına tanık olduğu halde susan, işkenceyi örtbas etmek için belge düzenleyenler işkencenin varlığını bildikleri halde bunu yadsıyan ve bu doğrultuda yayın yapanlar, bu suçun maddi ve manevi sanıkları olarak tarihin sanık sandalyesine oturmuşlardır, gelecekte de oturacaklardır. İşkence gören kişilerin tek tesellisi bu umut…

Yüklendiğim misyonu ne ölçüde yerine getirdiğimi saptamak için, “Bomba Davası”na bakılmalıdır. 10 Klasörden oluşan 5000 sahifeye yakın bir savunma yaptım. Aradan geçen 10 yıl içinde bu belgenin tek satırı yadsınmamasına karşın, bugüne kadar ki tüm yayınlar beni doğrular nitelikte… Yargı yasaları hiçe sayarak davayı ört bas etmeye çalışsa bile, Genel Kurmay olmasına karşın bir Gn. Kur. Bşk.’nı Cunta başı diye suçlayanların niyetlerini saptamak ve gereken önlemleri alabilmek için, bir özel komisyon kurarak bu olayı incelemelidir.

Savunmamın 7’ci klasör’ü “Dilekçelerin Eleştiri” ismini taşıyor ve bütünüyle iddiaların doğrultusunda ilgili makamlara verilmiş dilekçeleri içeriyor ve yukarıda açıkladığım gerekçeler zamanında açıklanılıyor ve yasa dışı uygulamalara son verilmesi isteminde bulunuyordu. Bu dilekçelerin hemen hemen hiçbirinde, Anayasa ve İç Hizmet Yasası’na göre verilmesi zorunlu olan yanıtların verilmemesi nasıl açıklanabilir?

Devlet vatandaşı hak ve hukukunu da korumakla yükümlü değil midir?

Tüm bu olumsuz tutumlara karşın biz, yıllardır sabırla susuyor ve bekliyoruz. Ama

Talat TURHAN’dan söz edince, gece saat 04:00’da kapım çalınıyor rahatsız ve huzursuz ediliyorum. Komuta ve hiyerarşi dışına çıkan köstebekler akıllarınca gözdağı vermek istiyorlar… O şerefsiz ve namussuz insanları açığa çıkarınız yasa önünde hesaplaşalım, tarih önünde hesaplaşalım…

Bana işkence yapılması için emir veren ve bunu bir gazeteye yaptığı açıklama ile dolaylı da olsa itiraf eden E. Orgeneral Faik TÜRÜN’ü, 5 EKİM 1975 tarihinde, Cumhuriyet Gazetesi’nde “TÜRÜN’den cevap bekliyorum” başlığı taşıyan yazımı “Basın önünde açık tartışmaya çağırdım”, tabii yazım yanıtsız kaldı. Suçluluğunun daha da ortaya çıkmasını istemiyordu….  Kaçıyordu tartışmadan….

ERENKÖY’deki “Ziverbey (Zihni Paşa) İşkence Köşkü”nün TÜRÜN emriyle yönetildiğini üstlenen, E. Tümgeneral Memduh ÜNLÜTÜRK’ü ise, 10–15 MAYIS 1978 tarihleri arasında, politika gazetesinde “Sadi KOÇAŞ ve Memduh ÜNLÜTÜRK’e cevap Kontrgerilla Gerçeği” başlığını taşıyan yazımın son satırlarını aşağıya çıkarıyorum:

 

“5 Ekim 1975 günü Faik TÜRÜN’ü Cumhuriyet Gazetesi aracılığıyla tartışmaya çağırmıştım. O davetimi kabul etmemekle iddialarımı tarih önünde kabullendi. Umarım ki siz aynı duruma düşmezsiniz. Tartışmak umuduyla sözlerime son verirken, hiçbir kişisel kompleks içinde olmadığımı vurgulamak isterim. Aslında 5 sene önce boynumda ip gölgesi varken başlattığım bir tartışmaya, bu gün girmeyi ödün sayarım.

          Ancak kamuoyuna saygımdan bazı gerçeklerin aydınlanmasında yarar gördüğüm için sizi bekliyorum”.

Bu çağrımda yanıtsız kaldı…

Başka sayısız kanıtlar bir yana, bu iki kişinin tarihe işkenceci sıfatıyla geçmeleri için, çağrımı kabul etme cesaretini gösterememeleri yeterde artar bile.

Bugün yayınlanan ama 3 Kasım 1985 tarihini taşıyan, 43 sayılı Nokta Dergisi’ne yaptığı açıklama ile E. Orgeneral Turgut SUNALP itiraflarıyla İşkence Olayı içine katıldı.

xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx7 sayfa eksik xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

Alayının başında değildi. Kıbrıs …………………….. (1 satır eksik çıkmamış)

KIBRIS Alayına Komutan Muavini olan yetenekli bir subayı P. Yb. Remzi TIRPAN komuta ediyordu. 21 MAYIS 1960 dolaylarında Kurmay Albay Turgut SUNALP çıka geldi. TÜRKİYE’deki o günkü politik ortamdan habersiz, apolitik konuşmalar yapıyor ve özellikle genç subayların tepkilerini farkında olmadan üzerine çekiyordu. 27 MAYIS sabahı radyo anonslarını tepki ile karşıladığı hatta;

“Olmaz! Komünistler TÜRKİYE’yi karıştırmak için aynı frekanstan yayın yapıyorlar” dediği dalga dalga yayılıyordu.

Böyle bir ortam içinde kendisiyle çok ağır tartışmalarımız olduğu gibi, bir kısım kendi alayından olmak üzere, genç subaylar bu kişiyi bertaraf etme çaresini bile düşünür hale gelmişlerdi. Günün koşulları için Gn. Kur. Bşk.’lığı As. Yar. Yzb. Turgut AKAN’ı gönderdi İSKENDERUN’a Sanırım bu soruşturma, 15 gün kadar sürdü. Sonuçta, Turgut AKAN beni kutlayıp, sayısız iltifatlar yağdırmasına karşın, Turgut SUNALP için pekte iç açıcı olmayan 1000 sahifeye yakın bir dosyayla ANKARA’ya döndü. Turgut SUNALP uçurumun kenarında idi…. Fakat bir dost eli onu emeklilikten kurtardı…. (Milli Birlik Komitesi üyesi Kur. Alb. Sezai OKAN)

Turgut SUNALP’ın 27 MAYIS’a karşı çıkması doğaldı. Parti kurarken dahi malum kişinin elini öperek işe başlamasını takdirle karşıladım. Hiç olmazsa bu konusundaki çizgisinde zikzaklar bulunmuyordu. SUNALP’in eski eşi nedeniyle DP dönemi Bakanlarından Mükerrem SAROL’un bacanağı olduğu söyleniyordu. Bu kanatla, DP önde gelenleriyle dostluk ilişkileri kurmuş 10 yıllık DP iktidarın 7 yıllını yurt dışı görevlerinde bulunmayı başarmıştı. Vefasını ödemek istiyordu…

Daha sonra, Silahlı Kuvvetler Birliği’nin iktidara egemen olduğu dönemde, bu kişiyi yeni bir emeklilik listesine dahil etmişlerdi. Bu listeye benim kendisini dahil ettiğime inanıyordu. Bu nedenle de aleyhimdeki tüm girişimlerde perde gerisinde büyük bir zevkle yer alıyordu. Aslında, bu emeklilik listesiyle benim uzaktan yakından hiçbir ilgim bulunmadığını her an kanıtlanabilir… Fakat SUNALP, beni hayatına ve mesleğine kast etmiş kişi olarak görmek evhamından kendisini kurtaramadı. Bu kez onu emekli olmaktan kurtaran Cevdet SUNAY’dı.

Turgut SUNALP kinini o ölçüde insani değerlerin dışına taşırmış olmalı ki, bana işkence yapılırken sorguda bulunabiliyor ve iğrenç ve vahşi bir zevki tadabiliyordu…

Turgut SUNALP bir asker kişiye tokat atıldığını ikrar ediyordu. Sorguda tokat atılması hakkını hangi yasa sorgulayıcılara veriyor? Hangi sıfatta orada bulunuyor?

Gerçi Orgeneral Turgut SUNALP’in TÜRÜN’ün görevi başında bulunmadığı dönemlerde ona vekalet ettiği bir gerçektir. Ama incelenirse, tüm sıkıyönetim süresi içinde bu vekâlet, birkaç günü geçmez.

Bana gelince, 4 TEMMUZ 1972 – 1 AĞUSTOS 1972 tarihleri arasında, ERENKÖY “Ziverbey (Zihni Paşa) İşkence Köşkü”nde işkence seansında idim. Orgeneral Turgut SUNALP’in bu dönemde vekâleti olacağını sanmıyorum. Ama eğer vekâleti varsa ve o sıfatıyla işkence tertiplerine katılmışsa başka, eğer vekâleti yokken “Ziverbey (Zihni Paşa) İşkence Köşkü”ne gitmişse değerlendirme başka olur. Günün birinde bu işlerin hesabı sorulacağı bir zaman gelirse, bu saptamanın yapılması yaşamsal önemdedir.

İnsanlık İşkencecileri unutmuyor. Aradan yıllar geçmesine karşın, tüm dünya kamuoyu Doktor Joseph MENGELE kemiklerinin incelenmesiyle ilgileniyor.

Gerçi tarih, iktidar mücadelesini sayısız kanlı ilginç öyküleriyle dolu… Fakat sanmıyorum ki ülkemizde bu kavga, hiç bir dönemde böylesine ilkel ve vahşi boyutlara indirgenmemiştir.

12’ci Tümen’de hem Gn. Celil GÜRKAN hem siz, komutanlık yaptınız.

Bizler tam 45 yıldır birbirimizi tanıyoruz. Sınıf arkadaşıyız.

Gn. Gürkan ve Talat TURHAN’la daha sayısız kişiyi gözaltına alıp “Teknik Sorgulama” yöntemleriyle fiziki, psikolojik ve farmakolojik işkence yapıyorlar, iktidar kavgasında kullanmayı deniyorlar, sonuca ulaşamıyorlar ve fakat Bomba Davası iyot gibi açıkta kalıyor…

İşkenceciler tüm bu düzenlemeleri yaparken Köşkleri’nin ve isimlerinin gizli kalacağını sanmanın rahatlığı içinde ve hizmet ettiği kişilerin mutlak başarıya ulaşacaklarını umuyorlardı. Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı. Yıllarca iz sürmek, insanlık onur ve şerefini hiçe sayan bu canavarların lider kadrosunu bütünüyle saptayıp ilgili makamlara resmi ve gayri resmi duyurdum. Peki, ne oldu?

O günden bu güne sosyal demokrat olduğunu iddia eden iktidarlar, sağcı iktidarlar, değişik türde koalisyonlar ve Askeri yönetim geldi geçti…

Toplumda her şey değişti… Değişmeyen bir olgu var… İşkencecilerin lider kadrosunun işgal eden (12 MART 1971 döneminin) bazı kişiler, hala görev ve etkinliklerini sürdürüyorlar.

Acaba bunlar mı iktidarlardan daha güçlü, yoksa iktidarlarla bunları birlikte kontrol eden bir üstün güç mü herkese egemen?

Ve bilginizin dışında olduğuna kesinlikle inandığım dünün tertipçilerinin bu günkü uzantıları 2 EKİM 1985 tarihinde, gece saat dörtte kapımı çalıyorlar “Emanetçi Hüseyin” in evini soruyorlar. Şu anda, 28 EKİM 1985 saat 04:35… Dışarıda bekçiler düdük çalıyor, ezan okunmak üzere…. 24 saattir uyumadım. Düşündüm ve yazıyorum, tamamlamam daha iki saat alır… 26 saat dile kolay… Kara Harp Akademisinde okurken de böyle uykusuz geceler geçirdiğimi anımsarken, sizin Harp Akademileri Komutanı olduğunuzu da düşündüm. Birçok arkadaşımız sizi kutladılar. Ben bu görevimi ihmal ettim. Neden bilir misiniz?

Bana işkence yapanlar ve yaptıranlar da aynı Akademi mezunlarıydılar… Oraya gelmek içimden gelmiyordu…

1975’li yıllarda, Harp Akademileri Komutanı Turgut SUNALP’ti. O yıl EMİRGAN’da bir köşkün sahibinden aldığı özel talimat nedeniyle Harp Akademileri Gününü MAYIS ayına almış ve o gün, E. Orgeneral Rüştü ERDELHUN’u onurlandırmıştı. Oysa pekiyi bildiğiniz gibi geleneksel Harp Akademileri Günü kutlanmaya başladığından bu yana, yaz aylarında yapılıyordu. Tüm bu gerçekleri bilmem, böylesine çok değerli bir günü bile özel amaçla sömürüldüğünü bildiğim için, bugüne kadar, Harp Akademileri Günü’ne katılmadım. Günün birinde, bizlere yapılan işkencenin ayıbını, mensubu olmakla gurur duyduğum topluluk farkına varır ve bunu ihsas ettirirse böyle bir güne ancak katılabilirim. Nereden nereye… Ama görüyorsunuz bunları aktarmak ihtiyacındayım. Makes bulmasını diliyorum, tüm isteklerimin…

4–5 gün öncede 34 U 666 (son numarasını saptayamadım) bir Mercedes gene saatlerce evime girip çıkanı kontrol için bekledi.

Bu ve benzeri garip olayları, daha önce yaşadığımda arkasından bir tertip için kurban seçildim. Bunu deneyimle biliyorum.

Şimdi de bunlardan bir örneği bilgilerinize sunmak istiyorum;

Emekli olduktan sonra, şimdi oturduğum KUZGUNCUK’taki baba evime sığındım. Ancak, biri komiser olmak üzere, tam yedi Emniyet memurunu peşime takmışlardı… Bu kişileri bir gün iz üzerinde iken yakaladım. Durumu, 14 EYLÜL 1966 tarihli bir mektupla dönemin İç İşleri Bakanı Faruk SÜKAN’a duyurdum:

“Günün ve gecenin gayri muayyen zamanlarında” bazı şahıslar kapımı çalarak “burası falanın evimi?” diye sorarlar, benim evde olup olmadığımı yoklarlar. Anayasa teminatı altında bir yuvanın huzurunu kaçırmaya matuf bu gibi tertipleri sabır ve nefretle karşılamaktayım. (EK- 1)

Yıl 1966, yıl 1985 değişen bir şey yok. “Bir arpa boyu ileri gitmek” şöyle dursun, eğer bu anlayış sahiplerine fırsat ve cüret verirsek, ışık hızıyla geriye gideriz. “Yıldızlar Savaşı”ından söz edildiği bir dünyada yaşarken, ülkemde böylesine ilkel davranışların hedefi olmanın yarattığı duyarlılığımı değerlendireceğinize inanıyorum.

İnsanlığın vardığı aşamada kişi hak ve özgürlükleri, konut dokunulmazlığı, onurlu yaşama, yazma, konuşma hakkına saygılı olmayan bir yönetim;

“İDİ AMİN’in UGANDA’sına yaraşıyordu ama 1000 yıllık devlet gelenek ve göreneğine sahip ülkemizde bu tertiplerle bir yere varılamayacağını tüm yetkililerin bilme zamanı gelmiş ve hatta geçmiş bulunuyor”.

Faruk SÜKAN’a mektubumu ilgililer DİYARBAKIR’a gitmek üzere uçağa binerken vermişler. Daha sonraki bir tarihte kendisiyle görüştüğümde: “uçakta mektubumu birkaç kez okuduğunu, etkilendiğini ve DİYARBAKIR’a gider gitmez, olayı İSTANBUL Emniyet Müdürlüğü’ne telefon ederek soruşturduğunu, oradan aldığı cevabın (Orgeneral Cemal TURAL’ın MİT’ten ricasının İSTANBUL Emniyet Müdürlüğü’ne intikal sonucu takibe alındığımı) şeklinde olduğunu öğrenince telefonla emir vererek izlenilmem durduruluyordu.

Faruk SÜKAN’ın 19 yıl önce gösterdiği duyarlılığı sınıf arkadaşımdan hak etmek, hakkım olsa gerekir?

— Ben ülkemin aleyhinde hiçbir tertip içinde bulunmadım, bulunmam.

— Kendisini Yurtsever sanan bazı yetkili kişilerden bin kat daha vatansever olduğumu sanıyorum.

— Hiçbir kişisel çıkar içinde beni göremezsiniz, bulamazsınız.

— Bugüne kadar “20 yıldır” her sektörden gelen iş, para, mevkii önerilerini elimin tersiyle ittim

— Bazıları ihtilalciliği satarak “Muray Doktrini” uyarınca milyarlık servetler edindiler. Beni hiçbir güç, bu tertibin içine alamadı. Alamaz. (EK–2)

— Bazıları ihtilalciliği satarak, yönetim kurullarında arpalandılar. Hiçbir öneri beni yemlemede başarıya ulaşmadı ulaşamaz.

— Bugüne kadar politikanın içine girmedim. Partilere girmedim. Parlamentoya girmeyi düşünmedim.

— Atatürk devrim ve İlkelerine Gönülden bağlıyım. Özellikle “Tam Bağımsızlık” ilkesine tutku derecesinde düşkünüm. 1947’de başlayan, 1950–1960 yılları arası da geliştirilen ve ondan sonraki dönemde de palazlanan “Yeni Amerikan Mandacıları” kanıma göre, gerçek vatan haini ve ATATÜRK Düşmanlarıdırlar. Böylelerinin bizi suçlamasından onur duyarım.

— Ancak yaşadığım sürece okuyarak, düşünerek, fikir sahibi bir kişi olarak düşüncelerimi yasa sınırları içinde açıklayacak ve yazacağım. İnsanlık onuruma saldıranlara, ATATÜRK düşmanlarına karşı çıkmak hakkımdır.

Bu hakkımı kullanırken, köstebeklerin gecenin saat 04:00’da kapıma dayanmalarını önlemenizi ve tertip istidadı içinde olanların cüretlerini kesmenizi sizden bekliyorum.

Haklı isteklerim üzerine eğileceğiniz olan kesin inancımla sevgi ve saygılar sunarım.

EKLER

 

EK–1 Faruk SÜKAN’a yazılan mektup fotokopisi (Etkinlikler 1’ci kitap sh. 238-240’dan aynen alınacak

EK–2 Prof. Murray’ın önerisi (gazete kupürü fotokopisi)

 

 

 

 

 

Etiketler
BENZER YAZILAR
Talat Turhan
Türkiye

1924 Yılında Elazığ’da doğdu. O tarihte babası Elazığ Müdde-i Umumisi (Savcı) idi. Baba tarafı Rize ilinin Çayeli ilçesinin tanınmış ailelilerinden (Şerifoğulları)’na mensuptur. Anne tarafı Elazığ Harput’un tanınmış ailelerinden (Efendigiller) ‘dendir.....