1
Yurtiçi Basın

Cumhuriyet 20.11.1985

Cumhuriyet 20 KASIM 1985

Türk Silahlı Kuvvetleri gizli örgütü ve Muhsin Batur

Sayın Batur;

Türk Silahlı Kuvvetleri gizli örgütü ile sizin ilişkilerini­zin tüm boyutları ile açıklanmasını kamuoyuna duyduğum saygıdan zorunlu görmekteyim. Bu nedenle yazacakları­mın sizi rencide etme olasılığım düşünmeksizin gerçekleri belgeleri ile gözler önüne sereceğim. Bu tarihsel görevi ya­parken, özellikle anılan örgüt ile olan ilişkilerinizi açıkla­yıp, bazı gerçekleri göz ardı edişimizi ve bu tavrınızla göz­ettiğimiz amaçlan açıklayarak bir yandan o dönemdeki ni­teliğinizi vurgulayıp, tarihin bir dönemine bir ölçüde ışık tutmak istiyorum.

TÜRKİYE’de ilk kez, 24 yıl sonra bu yazımla birlikte ya­yımlamak zorunda kaldığım 22 EKİM 1961 tarihli MÜRTED Protokolü’nün, sizin de imzanız bulunan sayfasında be­nim ve ihtilal hastası olarak suçladığınız, Silah ve Silahlı Kuvvetler Birliği gizli örgütünden arkadaşınız olan Talat AYDEMİR kadrosundan bazı kişilerin imzaları görülmekte­dir, örneğin; 230’uncu Piyade Alay Komutanı P. Albay merhum Cahit AKSOY ve emekli Kurmay Albay Selçuk ATAKAN gibi. Oysaki bu tarihten beş ay sonra, 22 ŞUBAT 1962 olayı ve 15 ay sonra da 21 MAYIS 1963 olayları mey­dana gelmiştir. Açıkladığım hususlarda kesin olarak gö­rüldüğü gibi, 22 ŞUBAT’tan 5 ay önce bu kadro ile eylem ve fikir paralelinde olduğunuz için, ortak bir protokole imza koyuyordunuz. Bugün, eleştirisini tarihin yapacağı bir olay­da, eylemini en kutsal varlığı olan yaşamı ile ödemiş bir örgüt arkadaşınızı “ihtilal hastası” olarak suçlamanızı değil size, hiçbir kimseye yakıştıramam. MÜRTED Protokolü’nde sizin, Talat AYDEMİR’in, benim ve o dönemde ANKARA’da bulunan bütün Generallerin (General Nihat TOLUNAY ve Faik TÜRÜN hariç) imzaları bulunmaktadır. MÜRTED Pro­tokolü denilen bu belgeye imza koyan kişilerin büyük ço­ğunluğu yaşamlarını sürdürmekte olup, olayın tanıkları­dırlar. Bu olguların varlığına karşın MÜRTED Protokolü’nü göz ardı etmeniz, sanırım hayatınızın en büyük talihsizliği olmuştur. (1)

Şimdi savlarımıza daha da açıklık getirmek için, Silahlı Kuvvetler Gizli Örgütü ile ilişkilerinize Anılar ve Görüşler adlı yapıtınıza dayanarak yeniden bir göz atalım. (Anılar ve Görüşler S: 93–98):

Özetle,

“1961 yılının nisan ayında Mucip ATAKLI aracılığı ile Silahlı Kuvvetler Birliği’ne imza atarak girdiğinizi ve bunun aynı zamanda bir ant olacağı­nı ifade ediyorsunuz”.

Devamla,

 “İSTANBUL ve ANKARA’daki toplantıların çoğuna katıldığınızı ve bu toplantıların ateşli simalarının İstanbul’da Faruk GÜVENTÜRK, ANKA­RA’da Talat AYDEMİR, Emin ARAT, Necati ÜNSALAN ve Ge­neral Abdurrahman DORUK” olduğunu beyan ediyorsunuz ve

“6 HAZİRAN 1961 olaylarına katıldığınızı ve o günkü legalite içinde Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na tayin edilen General TULGAN’a karşı ‘Sizi komutan olarak artık tanımayacağız” ve Silahlı Kuvvetler Birliği’nin İSTANBUL ve ANKARA’daki ve Milli Birlik Komitesi’nin havacı üyeleri ile temas ve işbirliği halinde eylem ve baskıya (ANKARA üze­rinde gösteri uçuşları dahil) geçtiğinizi ve General İrfan TANSEL’in tekrar Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na getirilmesi­ni… General TULGAN, General AZAKLI ve bir kısım kur­may albayların emekliye sevk edildiğini ifade ediyorsu­nuz. Alıntı yapmak durumunda kaldığımız bu beyanları­nız sahife 88’de yer alan “Tipik bir cuntacı ve ihtilalci değildim” şeklindeki kendinizi savunmanız ile tam bir te­zat teşkil etmektedir. Öylesine ki, yasal bir atama olayını ters yüz edebilmek için eylemli bir kalkışmaya en aktif bir biçimde katılarak ihtilalci bir tavır içinde bulunuyordu­nuz… (Anılar ve Görüşler S: 104-105)’te ise özetle,

“EKİM ayı­nın sonlarına doğru İSTANBUL’dan davet aldığınızı fakat git­mediğinizi, sonradan öğrendiğimize göre bazı general ve subayların katılması ile 21 EKİM Protokolü diye bir yazılı metin imzaladıklarını ve 25 EKİM 1961’den sonraya kal­mamak şartı ile yönetime el koymaya karar verdiklerini, sizin işi ciddiye almadığıma…….., başta Cevdet SUNAY olmak üzere komutanların katılmayınca, bu teşebbüsün aka­mete uğradığım…..”

daha sonra

“Meclisin açıldığım, Cumhurbaşkanı’nın seçildiğini, İNÖNÜ’nün Başbakanlığa geti­rildiğini, ilk koalisyon hükümetinin kurulduğunu, 1961 yı­lına girerken huzurlu olarak çok sevdiğiniz mesleğiniz ile uğraşmaktan memnun olduğunuzu”

ifade ediyorsunuz.

Evet, Sayın BATUR

21 EKİM Protokolü’ne imza atan kişilerin büyük çoğun­luğunu ciddiye almamakta çok haklıydınız. Çünkü onlar birkaç gün sonra imzalarının tam tersi bir karar olan ÇAN­KAYA Protokolü karşısında sessiz kalarak tükürdüklerini yaladılar. İmzalarının onuruna sahip çıkmayan bu kişiler yükseldikçe yükseldiler. Hatta bazıları bir değil, birkaç yö­netim kurulunda bulunarak “asalak maaş” almaya devam ediyorlar. (2) Ancak bu açıkladığımız hususlar sizin de çok iyi bildiğiniz gibi İSTANBUL grubuna aittir. Oysa Silahlı Kuv­vetler Gizli Örgütü’nün bir de ANKARA grubu vardır. Nitekim İSTANBUL grubu 21 EKİM 1961 günü almış olduğu mü­dahale kararını ANKARA grubundan bazı kişilere vermiş ve özel kurye uçağı ile aynı gün ANKARA’ya göndermiştir. 22 EKİM 1961 günü ANKARA grubu MÜRTED’te toplanarak İS­TANBUL grubu kararına oy birliğiyle katılmıştır. Yayımla­dığım belgede sizin de imzanız bulunmaktadır. O tarihte Tuğgeneral rütbesinde bulunuyor ve ESKİŞEHİR’de kadro­su Korgeneral olan 1 ‘inci Taktik Hava Kuvveti Komutan­lığı’nı deruhte ediyordunuz. O dönemde alçakgönüllülü­ğünüzü kaybetmemiş olacaksınız ki, Kurmay Yarbay Ta­lat TURHAN’ın hizasına imza atmakta bir sakınca görme­mişsiniz. Hatta Talat AYDEMİR’in grubuna mensup bazı al­bayların da sizin üzerinizde bir yere imza koymalarına ses çıkartmayacak ölçüde ihtilalci bir görüş içinde bulunmuşsunuz. Gayet doğal, bir gizli örgütte hiyerarşi sökmez. Ora­ya üye olan herkes, tek oy hakkına sahiptir. Yayımladığı­mız belge de, bunu açıkça kanıtlamaktadır.

22 EKİM 1962 günü MÜRTED Protokolü’ne imza koyan bütün Generaller, albaylar içinde en genç rütbeli bir-iki Yar­baydan biri de bendim. Örgütün tüm faaliyetlerine aktif olarak katıldım. Bugün de katıldığım eyleme, tarihi sü­reç içindeki doğruluk ve yanlışlığına bakmaksızın özeleş­tirimi yaparak sahip çıkıyorum. Oysa MÜRTED Protokolü’ne imza koyanlar, tıpkı 21 EKİM İSTANBUL Protokolü’ne imza koyan sayın kişiler gibi imzalarının onuruna sahip çıkmak cesaretini kendilerinde bulamadılar. Ancak imzalarının onuruna sahip çıkan birkaç kişi, bu davranışlarının hesa­bını kimi darağacında, kimi işkence evlerinde, bir kısmı ise hapishanelerde çürüyerek verdiler.

Örneğin; Silahlı Kuvvetler Birliği’nin tipik bir küçük bur­juva kaypaklığı olduğunun en somut kanıtı, bu örgütün üyesi olan Korgeneral Fikret KÖKNAR’ın Garnizon Komu­tanı olduğu bir dönemde, onun bilgi ve görgüsü altında, benim Silahlı Kuvvetler Birliği örgütü eski bir üyesi ola­rak, “Ziverbey (Zihni Paşa) İşkence Köşkü”nde işkenceye gönderilmeme seyir­ci kalışıdır. Onun yanında, benim işkence altında olduğum dönemde, Silahlı Kuvvetler Birliği eski üyesi olan Orgene­ral GÜRLER, Kara Kuvvetleri Komutanı, siz, Hava Kuvvet­leri Komutanı, Oramiral KAYACAN ise Donanma Komuta­nı ve İSTANBUL ili Sıkıyönetim Komutan Yardımcısı idiniz. Şimdi vurgulayarak bir gerçeği açıklamak istiyorum. Bu ve benzeri cuntasal örgütlenmelerin dün olduğu gibi bu­gün de ulusa hiçbir yararı olmamıştır, olmayacaktır. Emek­çilere ve vatansever tüm kişiler ile siyasal parti ve demok­ratik örgütlere ülkemizin gerçek demokrasiye dönüştürül­mesinde yasal olarak kavga vermelerini tek seçenek ola­rak öneriyorum. Böylece günah da çıkartmış oluyorum. Bu kanımı aynı doğrultuda 10 yıl önce yargı önünde de açıklamıştım. Yineliyorum.

Tekrar başa dönelim. 21 EKİM 1961’de İSTANBUL’da, 22 Ekim 1961’de ANKARA-MÜRTED’te, 15 EKİM 1961 günü ya­pılan seçimlere müdahale kararı alınıyor ve parlamento­nun açılmaması öneriliyordu. Gerekçesi ise, seçimle gelen kişilerin nitelikleri ile 27 MAYIS 1960’da devrilen kişilerin nitelikleri ve dünya görüşleri arasında paralellik bulunması, çoğunluğu bu kişilerden oluşan bir parlamentonun 1961 Anayasası gibi sosyal içerikli, emekten ve özgürlüklerden yana bir yasayı uygulayamayacağı, ülkenin yeniden geç­mişte olduğu gibi bir kısır döngü içinde zaman kaybede­ceği endişesiydi. İhtilalci nitelikteki bu kararda yer alma­ma karşın, bugün demokrasiyi savunuyorsam da, gerçek değerlendirmeyi tarihe bırakıyorum. Ancak bir kanımı da açıklamamın sırası gelmiştir. Şöyle ki;

“gerçekten 1961’den sonra gelen siyasi iktidarlar, bir yandan ÇANKAYA Proto­kolü ile Silahlı Kuvvetler, vermiş olduğu sözleri tutmama­sı nedeni ile ordu içindeki devinimlerin tarihsel suçluların durumuna düşerken, diğer yandan 1961 Anayasası’nı uy­gulamak şöyle dursun, onu değiştirmek için yoğun bir çaba harcayarak ülke içindeki siyasal kargaşanın teşvikçisi ve tahrikçisi durumuna düşüp iki kez Türk Silahlı Kuvvetleri’ni politikanın içine çekmişlerdir”.

Buna karşın, her iki olayda da parlamento içinden ne yazık ki bir Mirabeau çıkmamıştır. Bu durumda eğer alman müdahale kararları uy­gulanmaya konulsa idi, belki bugün ülkenin daha iyi bir siyasal ortamda bulunacağı bir varsayım olarak düşünebilinirdi. Ancak Silahlı Kuvvetler Birliği üyelerinin ço­ğunun ipliği pazara düştüğü günümüzde, bu konuda da iyimser olamıyoruz.

Gerçekte İSTANBUL ve ANKARA grubunun müdahale ka­rarları SUNAY’ın önüne götürüldüğünde, örgüt tüzüğü ge­reğince SUNAY için tek seçenek vardı onu tasdik etmek. Çünkü bu örgütün Başkanı olarak veto hakkı bulunmadı­ğı gibi, sadece tek oyu vardı. SUNAY, bu yola başvurmak­sızın, her zaman yaptığı gibi ilk önce “Genişletilmiş Ko­muta Konseyi”ni toplamak sureti ile kararlan sulandırdı, daha sonra da parti liderleri ile komutanları bir araya ge­tirip ÇANKAYA’da pazarlığa oturarak İNÖNÜ’nün de katkı­sı ile parlamentonun açılması sağlandı.

21 EKİM 1961 ve MÜRTED Protokolleri’ne imza koyup da, ÇANKAYA Protokolü’nü içine sindirenler, gerçekte demok­rasiden yana tavır almayı kişisel çıkarlarına uygun görmüş­lerdir. Fakat hiçbir gerekçe göstermeksizin üç-dört gün önce attıkları imzalarını görmemezlikten gelmelerini gerek kendi kişiliklerine yüklediği sorumlulukları ve gerekse tarihsel suç­luluklarım sürekli olarak göz ardı etmişlerdir.

Sayın BATUR;

Siz, bu kişilerden önde gelenlerden birisi olduğunuz için, 22 EKİM 1961 günü MÜRTED’te seçimler sonucu teşekkül ede­cek parlamentoya müdahale kararı alıyorsunuz. Birkaç gün sonra da ÇANKAYA Protokolü’ne imza atarak hayatınızın en büyük çelişkisini yaşıyorsunuz. Bu durumda doğal ola­rak MÜRTED Protokolü’nü şahsınız açısından es geçmekte yarar görüyorsunuz. Çünkü bu tutumu benimsemezseniz, ÇANKAYA Protokolü’ne sahip çıkamazsınız. Nitekim geçen yıl İNÖNÜ’nün ölüm yıldönümü ile Cumhuriyet gazetesin­de yayımlanan bir yazınızda ÇANKAYA’da, İNÖNÜ’den “ilk demokrasi dersi aldığınızı” beyan ettiniz. MÜRTED Protokolü’ne imza atarken ihtilalci olan siz, birkaç gün sonra İNÖNÜ’den nasıl demokrasi dersi aldığınızı söyleyebilirsi­niz? Sizin statünüzde bir kişinin birkaç gün içerisinde iki uç (ekstrem) arasında tahterevalli oynamasının inandırıcı açıklaması olanaksızdır. Gerçekleri gizlemenin, size bir şey kazandırmayacağını geç de olsa algılayacağınızı umarım. Kuşkusuz o dönemde başta bulunan kişilerin böylesine keskin dönüşler yapacak yapıda olmasına karşın, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin genç subayları 27 MAYIS düşüncesinin sa­hip ve izleyicisi idiler. Bunlar, başlarındaki kişiler gibi dön­mesini bilmedikleri için, Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde bulunan ve imzalarının onuruna sahip çıkan albayların hi­yerarşisi içine girmeyi yeğlediler. Olaylara böylesine bir per­spektif içinde bakılmaksızın, 22 ŞUBAT 1962 ve 21 MAYIS 1963 olaylarını değerlendirmek olası olmadığı gibi, ucuz kahramanlık edebiyatı yapılmasına bizler gülüp geçeriz.

8 EYLÜL 1964 günü Genelkurmay Askeri Mahkemesi’nde, Askeri Ceza Kanunu’nun 148’inci maddesi (3) gereğince yargılanırken, yapmış olduğum savunmamın ikinci bölü­münde, 27 MAYIS 1960 – 22 ŞUBAT 1962 olaylarını değerlendirdim (Sayfa 10–16). Bu bölümden MÜRTED Protokolü ile ilgili kısmı aşağıya çıkartıyorum;

 “Silahlı Kuvvetler içerisindeki bu huzursuzluk alt kade­meye intikal ederek, bölücü tohumların ekilmesi, şahsi dav­ranış ve gayretlerin meydana çıkması sonucunu doğurdu. Bu espri içerisinde 15 EKİM 1961’de genel seçimler yapıl­dı. Seçim sonucunda meydana çıkan durumu görüşmek üzere MÜRTED’te toplanıldı. Yapılan görüşmelerden sonra, bu yapıda bir meclisin ülke meselelerini halledecek güçte olmayacağını ve olumlu bir gayret sarf edilemeyeceği ka­naatine varıldı. Toplantıda bulunan tüm personel tarafın­dan benimsenen bu kanaat, bir tutanak ile tespit edildi ve imzalandı. Bu tarihte ANKARA’da bulunan ve bugün Silah­lı Kuvvetlerin üst kademelerini işgal eden generallerimiz, attıkları imzalara ve verdikleri sözlere sadık kalmamışlar­dır. İçeriği bugüne kadar açıklanmamıştır. Bu belgeye gö­re, MÜRTED toplantısına kanlan kişiler, birbiri aleyhinde ça­lışmayacaklarına dair bir de şeref sözü vermişler ve imza koymuşlardır. Hâlbuki netice tamamen aksi şekilde ortaya çıkmış, gruplaşmalar meydana gelmiş, memleket çeşitli badirelere sürüklenmiş, sokaklarda bırakılan ‘genç Harbiyeli’, bu davranışın kurbanı olmuştur”.

Sayın BATUR;

MÜRTED’te imzalanan bu ikinci protokolü, bu kadar bel­gesel açıklamamdan sonra anımsamış olmalısınız. Lütfen bir özeleştiri yaparak birbirlerine kalleşlik yapmayacakla­rına namus sözü vermiş bu kişilerin ne ölçüde antlarına sa­dık kaldıklarını ve bu arada kendi durumunuzu da kendi­niz saptayınız. (4)

Sayın BATUR;

1960’lı yıllarda sizinle Silahlı Kuvvetler Gizli Örgütü’nün aynı ilkelerini paylaşmış olacağız ki, bu örgütte bir­likte bulunduk. Oysa o dönemden bugüne kadar geçen sü­reç içerisinde özellikle 1970’li yıllardan sonraki dönemler­de tam bir karşıtlık içerisinde olmamıza karşın (Anılar ve Görüşler) adlı yapıtınızın 372’inci sayfasında değindiğiniz. Fakat ismini özenle gizlediğiniz “Bomba Davası”nda Faik TÜ­RÜN ve ardındaki güçler, Orgeneral Faruk GÜRLER’i cunta başı, sizi ve Oramiral Kemal KAYACAN’ı cunta üyeleri ola­rak suçlayıp benim yanımda sanık sandalyesine oturtmak istediler. (5)

Bu zorunlu beraberliği asla kabul edemeyeceğim için “Bomba Davası”nda “affı kabul etmeme” dilekçesi verme bir yana, kararı da temyiz etmiş bulunuyorum. 10 yıldan bu yana sonuçlanmayan bu davanın akıbetini de merakla beklemekteyim. Ancak anılarımız ve yankılarının davaya yeni bir boyut getirmiş olmasını gözlemlemenin de huzu­ru içinde bulunarak sizlere teşekkür etmek isterim. Çün­kü açık yüreklilikle yazılan anılarınızın bir bölümünde za­manında bize atılan ön anayasa taslağı ve devrimci kadro listesi gibi suçların sizler ya da altınızda olduğunu beyan ettiğiniz cunta tarafından işlenildiği, zamanında öne sür­düğünüz iddialar paralelinde açıkça ortaya çıkmış bulun­maktadır.

Sayın BATUR;

Siz ile ben, neden aynı potaya konulamayız? Çünkü siz, yapıtınızın 272’inci sayfasında belirttiğiniz gibi, “ılımlı reformist”siniz, ben ise devrimciyim. “Ilımlı reformist” olma savınıza karşın, gerçekte o da değilsiniz. Nitekim o dönem­de Yankı dergisine muhtıracı komutanlar olarak siz “İda­reyi maslahatçılar reform yapamazlar” derken. GÜRLER ise “Anayasanın öngördüğü reformlar, ATATÜRKçü görüşle mutlaka yapılacaktır” şeklinde beyanat vermesine karşın ve “Anılar ve Görüşler” adlı yapıtınızın 39 ayrı sayfasın­da “reform” sözcüğü geçmesine karşın, sorumluluğunu taşıdığınız ve devamlı savunduğunuz o dönemde hiçbir re­form yapılmadığına göre ben, sizi “ılımlı reformist” ola­rak bile nitelendiremiyorum.

Sayın BATUR;

1985 yılı HAZİRAN ayında 1’inci baskısı yayımlanan yapı­tınızda “ılımlı reformist”siniz, 13 KASIM 1985 günü yayım­lanan General Celil GÜRKAN’ın anılarına yanıt yazınızda “sosyal demokrat düşünceli sade vatandaş” olduğunuzu ifade ediyorsunuz. Eğer gerçekten bu noktaya gelmişseniz, sizi gönülden kutlarım. Ancak demokrat veya sosyal de­mokrat olmak savında olan bir kişinin insana ve insanlar arasındaki eşitliğe ve özgürlüklere saygı duyması gerekir. Bir yandan generalleri dahi küçük görürken, bir yandan da sade vatandaş olduğunuzu iddia ediyorsunuz. Sosyal de­mokrat olabilmek için, bu çelişkiden kendinizi arındırma­nız gerekir.

Sayın BATUR;

27 MAYIS’a ve onun en büyük eseri olan 1961 Anayasa­sına başlangıçta sahip çıkmanıza karşın, anılan anayasa­nın sorumluluk taşıdığınız 12 MART döneminde daha önce karşı çıktığınız güçlerin istekleri doğrultusunda değiştiril­mesine göz yummak zorunda kaldınız. Yapıtınızın 60 de­ğişik sayfasında bu konudan söz edişiniz, savımızın açık bir kanıtıdır.

Sayın BATUR;

Ben halen, 1961 Anayasası’na olan bağlılığımı korudu­ğum gibi, bu anayasanın getirdiği sosyal hak ve özgürlük­ler ile hukuk düzeninin daha ilerisinde bir anayasa sistemi düşlemekteyim. Görüyorsunuz ki, bu konuda da sizinle be­raber olmamız söz konusu edilemez.

Sayın BATUR;

Yapıtınızın 194, 272, 300, 314, 329, 499, 557, 569, 573, 570, 577’nci sayfalarında reform, inkılâp, ihtilal, devrim gibi sözcüklerin, tıpkı günümüzde olduğu gibi bir kavram kargaşasına dönüştürüldüğünü üzülerek gördüm. Bu nok­tada sözü uzatmaksızın bir hususa değinmek istiyorum. Ya­pıtınızın 329’uncu sayfasında ATATÜRK’ü “en büyük Türk reformisti” olarak nitelerken, sayfa 569’da ise, “ATATÜRK’­ün en büyük devrimci olduğunu” ifade ediyorsunuz. Sonra da kendinizi ATATÜRK’çü sayıyorsunuz. Bu çelişkiden de ken­dinizi kurtarmalısınız. Neden mi? Açıklayayım; Size göre ATATÜRK, en büyük Türk reformisti, siz ise ılımlı reformist­siniz. Kaldı ki ATATÜRK’ü en büyük devrimci olarak nitele­yen de gene sizsiniz. “Ilımlı reformist”lik ile devrimcilik arasında en küçük bir bağıntı bile olamayacağına göre, bu yönden de ATATÜRKçü sayılmamanız gerekir.

Sayın BATUR;

Tüm bu eleştirilere karşın yapıtınızın kutlanacak yönle­rinin de bulunduğunu ifade etmek isterim.

  1. Yapıtınızda gizli olması gereken Milli Güvenlik Ku­rulu toplantı tutanaklarını yayımlıyorsunuz. Bu hizmeti­niz, bir yandan demokrasideki açıklık kavramına uygun düşerken, diğer yandan da o kurulu teşkil eden kişilerin dünya görüşlerinin, hukuk anlayışlarının, ekonomik bilinç­lerini ve kültürel kapasitelerini ortaya koyuyorsunuz. Ger­çekten bu kişiler içinde seçkin bir yeriniz olduğunu belirt­meliyim. Nitekim 24 MART 1973 günü Genelkurmay Baş­kanlığında yapılan Orgeneraller toplantısında (“Anılar ve Görüşler” S: 432-436) söylediğiniz sözlerde gerçek payı var­sa… Sizden sonra cuntacılık ve darbeciliğe heveslenen­lerin sonlarının hüsran olacağım varsayarak, demokrasi adı­na iyimserliğe kapılabiliriz. Orgenerallere karşı diyorsunuz ki;

“Bana göre anarşinin durdurulması hariç, 12 MART’ın hemen hemen hiçbir isteği yerine getirilmemiştir. Diğer ta­raftan muhtırayı tesadüfen ben kaleme aldım. Fakat hiç­bir zaman üçüncü maddesinin işletilmesini istemedim. Se­bebi de af edersiniz… Biz memleket idaresine ait hiçbir şey bilmiyoruz. Bu orgeneral ve korgeneral kadrosu ile idare­ye el koyarsak memleketi batırırız”.

Evet, Sayın “ılımlı reformist” Batur; bu konuda size tüm içtenlikle katılıyorum. Bu nedenle de TÜRÜN’ün, “Ziverbey (Zihni Paşa) İşkence Köşkü”nde 50 yaşından sonra faşizmin ne olduğunu fala­ka altında tanıdıktan sonra darbecilik ve cuntacılık bata­ğının ne demek olduğunu algıladım ve demokrasiye daha bir içtenlikle gönül verdim.

  1. Sayın BATUR, yapıtınızda ülkemizde sürekli demokra­sinin üzerinde “Demokles’in kılıcı” gibi duran güçlerin var­lığını ortaya koyarak demokrasi adına faydalı bir işlevi ye­rine getiriyorsunuz.
  2. Sorumluluğunu hâlâ paylaştığımız ve tek savunucu­su kaldığınız 12 MART döneminde işkencenin varlığını ka­bul etmenizdeki gerçekçi tutumunuzu saygı ile karşılıyo­rum. (Sayfa 371–375).

Sayın BATUR;

Yapıtınızda iyi bir zamanlama yaparak “tipik cuntacı ve ihtilalci” olmak imajınızı silip demokrat görünmek is­temiştiniz, ama 1–15 AĞUSTOS 1985 tarihli ve 27 sayılı “Yeni Gündem” dergisine yaptığınız açıklamada, “Demokrasi ütopyası için devlet mi çoksun?” diyerek, demokrasiye olan inançsızlığınızı farkında olmaksızın ifade ediyorsunuz. Bu çelişki de sizin adınıza büyük bir talihsizlik olmuştur. Sa­yın Batur,

“Demokrasi bir ütopya değil, kökü Milat’tan Önce’ye ATİNA Şile’sine kadar dayanan iki bin yıllık bir ger­çektir”.

Sayın BATUR;

Tüm hayatım boyunca insanları değerlendirirken, ken­dime göre bazı ölçütlere bağlı kaldım. Bu anlayışla değer­lendirmemi yaparken;

“dürüst, ahlaklı, erdemli olanlar ile kültür ve beyin kapasiteleri üstün olanlara özel bir yakın­lık duydum. Makam ve rütbe taşıyan kişilere de bu ölçüt­ler içinde saygı duyarım”.

Hâlâ Generallere tepeden bakan bir tavır içinde olduğu­nuz için, ben, Sayın MUMCU gibi nezaket gösterip sizi evi­me ne acı kahve, ne de tatlı kahve içmek için çağırmıyo­rum. Bu nedenle de on binlerce sahifelik “Bomba Davası”nda sizi yargılamak isteyen güçlerin niyetlerinin tümünü öğrenmekten yoksun kalacaksınız.

Ancak “(…) davası” olarak geçiştirdiğimiz, kanıma göre Türk demokrasisi ve ülkemin tüm legal örgütlerine olan saygımdan, anılan davadaki hesaplaşmanın sonuçlandırılması gerekliliğine inandığımdan, pek yakında “Bom­ba Davası gerçeği” başlığını taşıyan bir özet yazı ile Talat TURHAN yanında Muhsin BATUR’u sanık yapmak isteyenle­rin tertiplerini açıklayacağım.

Saygılarımla.

 

Kaynakça ve Açıklamalar                     

(1). MÜRTED Protokolü’nde imzası olan kişileri açıklama­ya davet ediyorum.

(2). Hürriyet, 3 KASIM 1985 PAZAR sohbeti – Emin ÇÖLAŞAN, “Haftanın Konuğu Turgut SUNALP”.

(3) Askeri Ceza Kanunu Madde 148: Siyasi bir partiye üye olmak, siyasi amaçlı toplantı yapmak, nutuk söylemek, yazı yazmak, siyasi toplantılara katılmak, siyasi mahiyette be­yanname hazırlamak veya hazırlanmış beyannameyi im­zalamak, yayın organlarına ulaştırmak veya dağıtmak gi­bi. Özet olarak, askeri şahısların siyasi faaliyetlerini men eden ve cezalandıran bir yasadır.

(4) Türk Silahlı Kuvvetler Birliği Gizli Örgütü ‘y/e ilgi/i ya­yınlar:

a- Genç Kemalistler Davasında Talat TURHAN’ın savunması 8 EYLÜL 1964.

b- Ve Talat AYDEMİR konuşuyor. 21 EKİM Protokolü – MÜR­TED Protokolü (Sayfa 108–109).

c- “Gölgedeki Adam” – Emekli Kurmay Albay Dündar SEYHAN

(Sayfa 130–135). Silahlı Kuvvetler Birliği Talat TURHAN’ın açıklamaları.

(Sayfa 155–160). Silahlı Kuvvetler Birliği ve CHP.

Genelkurmay Başkanlığı’ndaki toplantı (Sayfa 165). d.  “İhtilal Çıkmazı” Emekli Kurmay Albay Emin AYTEKİN.

Cemal TURAL ve Silahlı Kuvvetler Birliği (Sayfa 120–123).21 EKİM Protokolü.

SUNAY ve Silahlı Kuvvetler Birliği (Sayfa 166–170).

e- “İhtilalciler Arasında Bir Gazeteci” – Bedii FAİK. Silahlı Kuvvetler Birliği (Sayfa 101–103). SUNAY, Silahlı Kuvvetler Birliği’ne sahip çıkıyor. (Sayfa

103–104).

Silahlı Kuvvetler Birliği’nin kudreti. (Sayfa 104–105).

21 Ekim MÜRTED Protokolleri. (Sayfa 105–106–175–172–176).

f- “Geliyorum Diyen İhtilal” Silahlı Kuvvetler Birliği (Sayfa 15–17) MÜRTED (Sayfa 20) 21 EKİM Protokolü (Sayfa 18–26).

g-  “Üç İhtilal Hikâyesi”

21 EKİM Protokolü (Sayfa 147) ÇANKAYA Protokolü (Sayfa 150–160)

(5)

a- İSTANBUL 1 ‘inci Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı As­keri Savcısı Süleyman TAKKECİ’nin hazırladığı 21 OCAK 1975 gün ve Sayı: 1975/5 S. T. Esas: 1973/79 sayılı esas hakkında mütalaa.

  1. 3 KASIM 1985 gün 43 sayılı Nokta Dergisi 26–35 sayfa­ları arasında yer alan aydınlanmayan olaylar/Bomba Davası-Yıldızlar Savaşı adlı yazı.
Etiketler
BENZER YAZILAR
Talat Turhan
Türkiye

1924 Yılında Elazığ’da doğdu. O tarihte babası Elazığ Müdde-i Umumisi (Savcı) idi. Baba tarafı Rize ilinin Çayeli ilçesinin tanınmış ailelilerinden (Şerifoğulları)’na mensuptur. Anne tarafı Elazığ Harput’un tanınmış ailelerinden (Efendigiller) ‘dendir.....