7 GÜN 23.1.1977
7 GÜN 23 Şubat 1977
İŞÇİ SINIFI VE GERÇEĞİ -2-
(1) “Komünist Darbeler ve Karşı Tedbirler” adlı yapıta yeniden dönelim. Kitabın 42.80’nci sahifelerinde Brezilya darbesine “Komünizmin Darbesinden Kendini Kurtaran Memleket” başlığı ile yer veriliyor. Gerçekte, Amerika’nın Brezilya Başkam Goulart’ın sola kayması nedeniyle ülke içindeki çıkarlarını korumak için darbe düzenlediği, bugün herkes tarafından bilinmektedir. Konunun bizim için ilginç olan yanı, Brezilya Darbesinden sonra, orada yapılanlar ile 12 Mart darbesi’nden sonra Türkiye’ deki uygulamalar arasında, kesin bir paralellik olduğunu saptamış olmamızdır. Gerçekte, bu oluşumu, ilginçlikle; nitelemek de gereksiz. Tüm az gelişmiş ülkelerde, darbeler Amerikan Emperyalizminin maşası olan CIA tarafından düzenlendiğine, göre, elbette bu darbeler ve darbe zamanı girişimleri” arasında paralellik bulunacaktır.
(2) “Komünist Darbeler /e Karşı Darbeler” adlı yapıt, Sh.44:
”Sonra birden kızılların plânlarını alt üst eden bir şeyler oldu. Tam zamanında yapılan mukabil bir darbe onları yere serdi. İhtilâlin görünen kısmı askeri hareke itle başarılmış ise de, bu hareket perde arkasındaki siviller tarafından idare edilmiştir.”
Kim bu siviller? Elbette CIA ajanları ve yerli işbirlikçiler…
Sayın Çağlayangil’in, 12 Mart’taki CIA parmağı ve CIA-MİT ilişkilerine ait çok önemli açıklamalarının boyutları, bugüne kadar saptanılmış değildir.
(3) Sh. 54:
Brezilya’da “Gizli araştırma yapan ajanla yalnız olup bitenleri, açığa vurmakla kalmamı fakat aynı zamanda hazırlanan tertipleri de meydana çıkarmıştır. Bunu yapabilmek için evvela kızıllar usul ve taktiklerim öğrenen işçiler komünistliği görünerek yüksek idare kademelerine sızmışlar orada konuşulan şeyleri alman kararlan rap etmeye başlamışlardır.”
Özel amaçlarla, işçi örgütlerine ve diğer örgütlere sızan kişilere, ajan pravakatör-kışkırtı ajan diyoruz. Bunlar genellikle CIA’de ve CIA’I yetişmiş kişilerce eğitilmekte ve bir yandan kışkırtıcılık, diğer yandan da ihbarcılık yapmakta tertipler düzenleterek ortamın gerginleşmesin görev almakta ve zamanı gelince, kıvılcım görevi üstlenerek bir olayın patlamasına neden olmaktadırlar.’
Ticaret ve Sanayi Odalarınca, anti komün propaganda yapmak amacıyla yayınlanmış, 1 propaganda kitabında bile, kışkırtıcı ajandan 9 edilirken, MC iktidarının sözcüleri hâlâ gerçeği kabullenmekte direnmekle kendilerini ele vermektedirler. Çünkü: “kışkırtıcı ajan”lar, kendi hizmet ve kontrolleri altında, onların düzenini yaşatmak için iş başında olup, eylemlerini siyasal cinayetlere kadar götürmüşlerdir. Tüm az gelişmiş ülkelerin ticaret ve sanayi burjuvazisi, çok uluslu şirketler kanalıyla emperyalizme göbek bağlarıyla bağlanmış ve emperyalizmin ülke içindeki gönüllü bekçiliğini yüklenerek, palazlanmış ve ekonomiye egemen olmuştur. Egemen güçler, ülke politikasını da ellerinde tuttuklarından, düzeni çıkarları doğrultusunda kullanmakta, emperyalistlerin çıkarlarına ters düşen her girişimi ve girişimciyi komünistlikle suçlamaktadır.
27 Mayıs’ta İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nü teslim alan arkadaşlarımız, Siyasi Şube ile Narkotik Şubenin, Amerikalı görevlilerle birlikte çalıştıklarını hayretle saptamışlardır.
Siyasi şubeyle işbirliği yapan Amerikalılar, özellikle komünistlerin saptanılmasında, polise yardımcı oluyorlardı. O dönemde bu ilişkiler kesildi. Ama bir gerçek ortaya çıkmıştı. Türkiye’deki komünistlerin saptanılmasında da Amerikan parmağı vardı. 1960’larda bile… Kimdi bu komünistler? Doğal olarak Amerikan çıkarlarına karşı olanlar…
Bu ölçüte göre, bugün Amerikan üslerini kapattıklarını savlayanlarla, ambargoya karşı çıkan MC iktidarı sözcülerini rahatlıkla-komünistlikle suçlayabilirsiniz.
(4) CIA Ajanı Philip Agee “CIA günlüğü” adlı yapıtında diyor ki;
-“Bir hükümet Amerikan yanlısı ise yerli örgüt daima CIA’ye hizmet eder”
-“CIA, yabancı ülkelerin güvenlik kuvvetleriyle birlikte çalışır.”
-“CIA Amerikan İşçi Federasyonu aracılığıyla diğer ülkelerdeki işçi örgütlerini de denetler.”
-“Solu bastırmak düzeni korumak için hükümetlere yardım ediliyor.”
Ve de Sn. Çağlayangil diyor ki: (Politika: 12. Mart. 1976) (12 Ocak 1977) (31 Aralık 1976, TBMM tutanak dergisi)
“12 Mart’ta büyük ölçüde CIA vardır.”
“Türkiye kendi istihbarat gücünü kuvvetlendirmek için, İsrail istihbaratı ile Amerikan İstihbaratı ile daimi ve organik münasebetler içindedir.”
“Şimdi istihbaratçılar Amerikalılarla organik münasebetler içinde olduğuna göre, Amerikalı “şu adam benim adamımı, şunu yerleştirelim solcuların arasına” diye rahatça işbirliği yapabilir.”
“Benim istihbarat şefinin kendisi farkında bile olmadan CIA benim altımı oyar”
- BREZİLYA İŞ ADAMLARININ ANTİKOMÜNİZM GİRİŞİMLERİ:
Yeniden Brezilya darbesi’ne dönelim: Amerikalılarca veya onların yöntemlerince şartlandırılmış veya satın alınmış, yerli işbirlikçilerce saptanılan komünistlerin(!) temizlenmesi için, en uygun ortam askeri darbe ile sağlanmaktadır.
Bu nedenle, gerek darbe öncesi ve sonrası emperyalist çıkarlarla bütünlenmiş egemen güçlere kutsal(!) görevler düşmektedir.
“Komünist darbeler ve karşı tedbirler” adlı yapıt, Sh.46:
1961’de Rio de Janerio ve Sao Paola’da iş adamları ülkedeki kargaşalıktan endişeye düşerek toplanmışlar ve bazı kararlar almışlardır:
“Biz iş adamları memleketin idaresini, yalnız idaresini yalnız başına politikacılarla bırakmayız.”
“Felaketi önlemenin şimdi tam zamanıdır. Kızılların hükümete tamamen hakim oldukları vakit iş işten geçmiş olur.”
“Bu toplantılar sonunda (Rio de Janerio ve Sao Paula) kurulan Ekonomik ve Sosyal Araştırma Enstitüsü (ESSA) olup bitenleri anlamak için çalışmaya koyuldu… (ESSA) kendi gizli teşkilâtını kurdu. Bazıları bizzat hükümetin içinde bulunan bu gizli ajanlar, Brezilya’daki komünist sızmasının genişliği ve derinliği hakkında edindikleri bilgileri bir araya toplayıp tasnif ettiler.”
Bu oluşumlar ye örgütlenmeler sonucu darbe düzenlenmiş ve güvenlik örgütleri ide, daha önce malûm çevrelerce, hazırlanan listelere göre, tutuklamalar yapılmış, “Temizlik harekâtı”na girişilmiş ve anayasa ve yasa değişiklikleri sağlanmıştır. Tıpkı 12 Mart sonrası Türkiye’dekiler gibi…
Ve Brezilya’lı iş adamı tıbbi ecza imalatçısı Paulo A. Filho Özel Teşebbüs adına konuşuyor. (Sh. 79–80)
“Biz şimdi anlıyoruz ki, iş adamları, sadece İtendi kârlarını değil, fakat aynı zamanda memlekete sosyal meselelerini de düşünmek zorundadır.” özel polis örgütlerinin kurulmak istendiği ülkemizde, MC iktidarının amacı bu açıklamalarla sanırım belirgin hale gelmektedir.
- TÜRK İŞVERENLERİ VE ANTİ KOMÜNİZM:
Özellikle 1960’lardan sonra, Amerika’da organize edilen çok geniş kapsamlı antikomünist çabalara paralel olarak, Türk iş adamları çeşitli örgütler kurarak örgütlenmişler ve aynı doğrultuda girişimlerde bulunmuşlardır. Bilindiği gibi, bu girişimlerin sonuncusu “Hür Teşebbüs Konseyi”nin kurulmasıdır. Yukarıda isminden bahsedilen “Komünist Darbeler ve Karşı Tedbirler” ve benzeri kitaplardan, özel teşebbüs örgütleri ve psikolojik propaganda amacıyla kurulmuş legal devlet örgütlerince on binlerce bastırılmış ve bedava olarak dağıtılmış olduğunu belirtmek isteriz. Biz, gene de kendilerine müteşekkiriz. Çünkü yayınlanan yapıtlar propaganda amacım da gütse, soruna geniş açı ile bakıldığında, savlarımızı doğrulamak olanaklarını bizlere vermişlerdir…
(5) Bir kaç aydan beri, Türkiye’de yeni cadı kazanları kaynatılmakta-egemen güçlerce yeni oyunlar düzenleme girişimleri yoğunlaştırılarak, 1977 seçimlerine ülkenin demokratik koşullarla girmesinin engellenmesine çalışılmaktadır. Bunun için, üç yönlü bir çabanın sürdürüldüğünün tanığı oluyoruz. Bunlardan birincisi anarşinin özel bir amaçla filizlendirilmesi, ikincisi işçi işveren ilişkilerini sertleştirici öneri ve girişimlerin yoğunlaştırma çabaları üçüncüsü ise MC iktidarının sıkıyönetim getirme girişimleridir.
a-ANARŞİ ORTAMININ HAZIRLANMASI:
Bu amaçla, çoğu iktidar güçlerinin kontrolünde bulunan legal ve illegal örgütler ve kışkırtıcı ajanlarca yurdun her yerinde, değişik tipte anarşik eylemler düzenlenmekte ve başlangıçta DGM yasası çıkarmak, olmazsa sıkıyönetim getirmek olmazsa faşist darbe hazırladığı için, ortamın oluşturulmasına çalışılmaktadır.
Genellikle bu anarşik olayların, belli bir dönemde yoğunlaşması ve çoğunlukla suçluların yakalanmaması, savlarımızı doğrulamaya yeterli kanıtlardır. Bunun yanında, anarşik olayları önlemekle görevli güvenlik örgütlerinin yetkilileri, suçluları yakalamakta başarısız kalmalarına rağmen, makamlarını korumasının demokratik hukuk devleti kavramı içinde açıklama olanağı bulunmayacağına göre, onların belli girişimlerinden haberdar olduklarını varsayabiliriz. FM 31–15 Amerikan Talimnamesi, “gayri nizami kuvvetlerle” savaş yöntemlerini önermekte, bu amaçla sabotaj, tedhiş, ihbarcılık yapmak üzere, yeraltı örgütleri ve alay düzeyinde komando birliklerinin kurulmasını önermekte ve alaydan bölüğe kadar “siyasi komiserlik ” kadrosu ihdas etmektedir.
Demokratik hukuk devletlerinde, Silahlı Kuvvetlerin politikaya karışması yasaklandığına göre, “siya komiserlik” kadrolarının varlığı, parlamenter düzenle nasıl bağdaştırılacaktır? Ve bu siyasi komiserli ne gibi görevleri yapacaklardır?
Aynı talimnamede, “Gayri nizami kuvvetle karşı savaşta, görev yapan örgütlerin “kanuni statüye” bağlı bulunmadığı da” açıklanmaktadır İşte, hür dünyanın önderi olduğunu iddia ede Amerika’nın önerileri… Bu önerilerin, Amerika eğitim sistemini benimsemiş tüm ülkelerde, aynen kabullendiğini ve uygulamaya konulmuş olduğun vurgulayarak belirtmek isterim.. Eğer gerçekte; siyasi partilerimiz Anayasanın kendilerine yükledi demokratik hayatın vazgeçilmez unsurları olma yükümlülüğünü taşıyorlarsa, ortaya koyduğumu resmi belgeler üzerine eğilmek durumundadırlar.
Tedhiş, sabotaj ve haber alma amaçları içi kurulmuş bir yeraltı örgütü gerçekten varsa ve di 12 Mart’tan bu yana cinayetler işleniyor faille: bulunmuyorsa, işkenceler sürdürülüyor, işkenceciler cezalandırmak şöyle dursun ödüllendiriliyorsa, ülkede özgürlükçü parlamenter düzenin varlığında söz etmek güçleşecektir?
İŞKENCECİLER NEDEN ÖDÜLLENDİRİLİYOR?
8 Haziran 1973 günü Orgeneral Faik Türün İstanbul Sıkı Yönetim Komutanı ve Tüm General Memduh Ünlütürk onun mahiyetinde iken 1 satırların yazarı, 2no’lu Sıkıyönetim Mahkemesini bomba davası baş sanığı olarak, idam istemiyle yargılanırken, sorgumda tutanağa geçen beyanla mı aynen aşağı çıkarıyorum:
Bugün İstanbul’da işkence şebekesi vardı Şebeke Faik Türün tarafından yürütülmektedir Orada General Ünlütürk’de vardır. İşkencelerle tespit olunmuş ifadelerle burada icrai adalet yapılamaz ve bunlar savcıya niyabetten yapılmaktadır. (Bomba davası tutanağı Sh. 16)
Ve de bugün Türkiye’de işkence vardır. Kendilerine o tarihte işkenceci ilan ettiğim Bay Türün sıkıyönetim döneminde egemen sınıflara yaptığı hizmetlerin karşılığını, umumî mağazalardan almaktadır. Bay Memduh Ünlütürk’ü de MC iktidar1 unutmamış olmalı ki, geçen sene. “Ereğli Demir Çelik Fabrikaları Yönetim Kurulu Üyeliği ile ödüllendirdi. Kendisine niyabetten işkence yapıldığını öne sürdüğüm, Askeri Savcı Nevzat ÇİZMECİ ise çoktan ödüllendirildi. Gelibolu’ya atandığı halde, yeni bir kararname ile İstanbul DGM yargıcı yapıldı.
İstanbul’da fiilen tüm işkence ve sorgulamayı yöneten işkenceci başı EYÜP 12 Mart’tan sonra MİT’ten atıldığı halde, MC iktidarı döneminde Sivil Savunma Gn. Müdürlüğüne atanan kontrgerillacı Gn. Cihat AKYOL tarafından Yeşilköy Hava Meydanı Sivil Savunma Örgütünde görevlendirildi.
MİT’ten KONTRGERİLLA’YA aktarılan diğer işkencecilerle, işkenceci polisler 12 Mart’tan beri hizmetlerini sürdürmektedirler.
Montesquie diyor ki; “Bir kişiye yapılan adaletsizlik, topluma yöneltilen tehdittir.” Oysa aradan asırlar geçmiştir. Türkiye’de 12 Mart’tan bu yana binlerce kişi, olağanüstü mahkemelerde yargılanmış, işkence görmüş ve görmektedir. Hâlâ emniyette hayali cinayet suçluları üretilmekte ve bu doğrultuda ikrarlar alınabilmekte. “Masumiyet karinesi” hiçe sayılarak suçlulukları hükme bağlanmamış, belki de masum kişiler, kendilerini savunma olanağı bulunmayan gözaltı döneminde, basın ve yayın yoluyla suçlanabilmektedir.
O halde, Türk Halkı’nın MC iktidarına ters düşen her kesimi işkence tehdidi altında bulunmaktadır.
Böyle olduğu içinde, pek yakın bir tarihte “işkence için senato araştırması önergesi” AP’lilerin oylarıyla reddedilmiştir. (Vatan 10, 11, 13 Kasım 1976)
Türkiye’de “işkence yapıldığı ve işkencenin günlük olay haline geldiği” Uluslararası Af Örgütü’nce de saptanmış ve bu konuda Demirel uyarılmıştır. (14 Kasım 1976 tarihli gazeteler)
c- İŞÇİ SINIFI VE İŞVEREN İLİŞKİLERİ:
MC İktidarının, DGM yasası çıkarmak için, TBMM’ni olağanüstü toplantı’ya çağırmasına paralel olarak, 26 Temmuz 1976 günü Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) ve 15 Ağustos 1976 günü de Madeni Eşya Sanayicileri Sendikası (MESS) toplanıp bazı kararlar aldılar.
Kuşkusuz alman kararlar, işçi sınıfını yakından ilgilendiriyor ve onlara 1961 Anayasasından bu yana tanınan sosyal hakları sınırlandırma, amacına yönelik bulunuyordu. Bunlar arasında, işçi ücretlerinin düzenlenmesi, işkolu seviyesinde “Tek tip sözleşme” sendikal hakların sınırlandırılması ve devrimci sendikaların ortadan kaldırılması gibi, önerinin yasa değişiklikleri ile düzenlenmesi istemleri de vardı.
İşverenler, işçi sınıfını güçsüz ve etkisiz hale getirmek için, bir yandan işçi aleyhinde girişimlerde bulunurken, diğer yandan yeni mali örgütlenmeler içinde, egemen güçlerin çıkarlarım korumayı hedef alıyordu. Aslında 15–16 Haziran olaylarının başlaması işçi haklarıyla ilgili bir yasa değişikliği nedeniyle çıktığını çok iyi bilen çevrelerin, sosyal barış ve huzurdan söz ederken, tam ters bir tutum içine girmelerinin elbette amacı vardı.
DGM’leri çıkarmak için, anarşiyi araç olarak kullanmayı planlayanlar, bu yolla işçi ve işveren ilişkileri’ni çatışmaya dönüştürüp, özellikle DİSK’i eyleme, iterek, yeni bir DGM’leri yasasının çıkarılmasını düşünüyorlardı. Bu suretle işçi hareketine darbe vurulabilir ve MÇ açısından, daha da önemlisi’ CHP’yi DİSK desteğinden yoksun bırakmak ve hatta CHP-DİSK arasındaki diyalog bahane edilerek CHP’nin yıpratılması yolları denenebilirdi. Oysa ne DİSK ne de CHP bu oyuna gelmeyerek MC’nin girişimlerini boşa çıkarmışlardır. DGM yasasından umut kesen MC iktidarı, yeniden anarşik eylemlerden yararlanarak, sıkıyönetim getirmeyi denemiş ve olayların hemen ardından M.G. K. toplanmıştır. Sanırız ki, MGK’nın asker kanadı ile MSP gene sıkıyönetim önerisine iltifat etmemiştir. T. Slh. K.leri, 12 Mart sonrası dönemi sıkıyönetiminin muhasebesini yapmış ve sıkıyönetimin olumsuz etkilerini saptamış olmalı ki, sıkıyönetim önerilerini her seferinde geri çevirmektedir.