Ben Düzene Şans Vermedim
BEN DÜZENE ŞANS VERMEDİM
EVRENSEL KİTAP – 10 ŞUBAT 2006
FATİH POLAT – CAN SOYLU İLE SÖYLEŞİ.
Asker kökenli yazarlar içinde ”Derin Devlet”e karşı tutumu ile öne çıkan ve Kontrgerilla talimnamesini krokisi ile birlikte yayınlamış olan Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan’la yazarlık serüvenini konuştuk. Okunan kitapların yazarı olmasına ve kitapları, yazdığı konular ile ilgili olarak en sık kaynak gösterilen yazarlardan birisine olmasına rağmen Talat Turhan, bırakın kitaptan para kazanmayı, babadan kalma mirası ve emekli maaşını da o kitapları yazmaya hasretmiş. O’nunla yıllardır yaşadığı, arşiv olarak kullandığı ve yazdığı baba yadigarı evinde görüştük.
Asker kökenli yazarlar içinde kitapları en çok kaynak gösterilenlerden birisiniz? Nasıl yazmaya başladınız? isterseniz TSK’dan ayrılma sürecinden başlayarak dinleyelim..
1964 yılının 14 Ağustos günü 47 sayılı kanunla emekliye ayrıldım. Yani 40 yaşındaydım. Devlet bana 28 yıl eğitim vermişti. Askerliği meslek olarak seçtiğim için, bir yetkinlik kazanmıştım. Çevremden, birlikte çalıştığım Kumandanlardan, tamamen o yetkinin varlığını algılıyordum. Buna karşılık 60 sonrasında çok doğal olarak Silahlı Kuvvetler’de dalgalanmalar oldu. Bu dalgalanmalarda ben de görevin itibariyle yer aldım. Çizgimi de korudum. Çizgimin karşısındaki karşı devrimci olanlarla çatıma içerisinde oldum. Silahlı Kuvvetler’le de çatışma içerisinde oldum. Çatıştığım insanlar hep yükseldiler. Kimisi Cumhurbaşkanı, kimisi Genel Kurmay Başkanı, kimisi Sıkı Yönetim Komutanı oldu. Dolayısıyla şahsi bir kin oluştu. Onlar ellerindeki yetkileri kullanarak beni emekli ettiler. Emekli olduğum vakit, kendi devrelerimden olan Kurmayların birincisiydim. Emekliye ayrılmak için sizin dilekçe vermeniz lazım, ben dilekçe de vermemiştim.
62 yılının 22 Şubatında başarısız bir darbe girişimi oldu. O darbe girişimi sırasında ben pasif bir görevdeydim. Aksi takdirde katılırdım. Yani darbe girişimini tasvip etmediğimden değildi. Benim bulunduğum konum Milli Savunma Bakanlığı Özel Kalem Müdürlüğü’ydü. Tavrımı ilk ortaya koyduğum anda birçok kişi rahatsız olduğu için 22 Şubatta beni emekliye ayırmak istediler. Bunu kitaplarımda da yazdım. Milli Savunma Bakanı da o zamanlar değerli bir kişi idi, İlhami Sancar. dedi ki; ”Bütün Silahlı Kuvvetlere imza atarım, ama Talat Turhan’a atmam.” O sebeple Afyon’a sürgüne gittim. Beni oraya sürgün edenler peşimi bırakmadılar. Orada da ajan koydular. Daha enteresanı da, o sıralar Ordu Dil Okulu’na gidiyordum. ”Okuldan da ayrılacaksın” dediler. ”Ankara’da bulunman sakıncalıdır.” dediler ve dil okulundan beni ayırdılar. Tayinimin durdurulması için başvurdum. Yasal mücadelemi sürdürdüm. Başvurular yanıtsız kaldı. Dil Okulu için de Danıştay’a dava açtım. ”Bir daha ki sene bıraktığın yerden devam edersin dediler” Ondan sonra ”Genç Kemalistler” adlı bir davadan beni içeriye aldılar. o davadan bir ay içeride kaldım ve soruşturmaya mahal olmadığına karar verildi. Yani kapanmış bir davaydı. Ertesi gün Talat Aydemir’in kalkışması 23 Mayıs 1963’de patlak veriyor. Sıkıyönetim Komutanı olarak Cemal Turhan geliyor. ”Bu adamı asın” diyor. Talat Turhan bu hareketin olmasını engellemek için çok çaba sarf etmiştir. Gerçekten de çok büyük çaba sarf ettim. Çünkü Orduda o günün koşulları içerisinde devrimci potansiyel vardı. 21 Mayıs’ta bu potansiyel bertaraf edilecekti. bunun olmamasını istedim. Nitekim de 1459 seçkin Harp Okulu öğrencisi, 150 kadar Subay ilk ağızda bu işin mağduru oldular. Ben Afyon’a gidince (O dönemde batıda sürgün yeri olarak geçiyor) her sürgün edilen kişi; oraya tayin ediliyor. Afyon’un ileri gelenleri de onlara sahip çıkıyorlar. Ben Afyon’da çok ciddi bir aydın, mütegallibe tabakasının içinde bulundum. Toplanıyorlar ve beni mutlaka içlerinde görmek istiyorlardı. Benim de hapis yatan arkadaşlarım var, orada yediğimiz yemeği hapishaneye gönderecekseniz gelirim diyordum. Hakikaten 21 Mayıscılar orada yatıyor ve yemekler de gidiyor. Yani Afyon aydını bana sahip çıktı.
Oradaki adamlardan birisi bana iş teklif etti. Benim yapabileceğim bir işti. Türkiye sathında çimentoculuk yapacaktım, tabi bu işin yönetimiydi. Ben de kabul ettim. Bana iş teklif eden adam ortadan kayboldu. 15 gün sonra bir Kurmay Albay beni aradı. Hakkında ihbar mektubu geldi dedi. Bir ihbar mektubunun gerçekçi olmadığını ilgili mercilere aktardık dedi. Araştırdım, ihbar mektubu Ankara’dan Valiye geliyor, Valilik Emniyete havale ediyor, Emniyet Müdürü saçma sapan işi başından atıp askerlere atıyor. Asker bunu inceliyor ve bana yaranmak içinde haber veriyor. Oyda ki bana iş teklif eden kişi gösterilmiş. Mektup da deniliyor ki; ”Talat Turhan, bölgede nüfuzlu bir şahsiyettir, halk ihtilali çıkarabilir, Afyon’dan uzaklaştırılması…” Daha ilk günden benim herhangi bir yapma imkanımın orada anladım. Buna rağmen sırf iş olsun diye Afyon’da bir yıl kaldım. Sonra da buraya geldim. O arada Genç Kemalistler dolayısıyla 4 ay 17 gün Mamak Hapishanesinde kaldım, 21 Mayıscılar ile birlikte. Onlara ceza verildiği gün beni tahliye ettiler. Bu sefer de o zamanki Sıkıyönetim Kumandanı Cemal Turan emir veriyor ve diyor ki savcılara; ”Bu adamı mahkum edin.” böylece Genç Kemalistler davası açıldı ve 3,5 yıl dava sürdü. Olmayan bir davadan dava çıkardılar. Bu arada hapisten çıktıktan sonra beni yine Afyon’a tayin ettiler. Tarih ilginçti ve Türkiye’de benzeri yoktu.
Böyle bir dava da hiçbir zaman olmadı, hala daha böyle bir uygulama olmadı. O derece karşı devrimci cephe kin taşıyordu. Afyon Askerlik Şubesi emrinde misafirlik. Böyle bir kadro yok, böyle bir uygulama yok, bu resmen tayindi. Ne yapacaktım ben? Evimde oturup Afyon’dan başka bir yere gitmeyecektim, aybaşında maaşımı alacaktım. Bu benim kabullenemeyeceğim bir şey olduğu için siz beni açığa alabilirsiniz dedim. Açığa alınınca maaşımın yarısı devam edecekti, bu kadroda bana maaş veremezsiniz dedim. 8 ay uğraştım, o zaman Danıştay’a süzgeçlik yapan bir kurum vardı. Milli Savunma Bakanlığı Müracaat Tetkik Komisyonu, o kurum tekrar eski yerime tayin etti.
Gittiğimde çok gurur duyduğum bir tabloyla karşılaştım. Vefa duygusu olan kişilerde vardı. Odamdaki isim duruyordu ve kimseyi sokmamışlardı. Böyle bir hava içinde başladım ama biliyordum ki defterim dürülmüştü. Günde 10-20 saat çalışıyordum ve çevremde bunu görüyordu. Birkaç ay sonra emekli ettiler beni. 14 Ağustos’ta, 30 Ağustos’u bekleseler Albay olmam gerekirdi. Dava açtım falan, 90 günde başvurmamış denildi. Sürekli bir kişiye kin kusmak için devletin tüm organlarını kullandılar. Ben de hakkımı aradım. Geldim buraya, tam 3 yıl, 6 polis benim arkamda kaldı. Bir komiser de akşamları gelip rapor alıyordu.
O tarihte bana, zamanın Sanayi Bakanı Mehmet Turgut, Demir Çelik Yönetim Kurulu Başkanlığı teklif etti, reddettim. Emekli maaşım 400 Lira, oranın maaşı 25 Bin di. Yani beni bir sene bol maaşa alıştırırsanız sonra da ”Partiye gel” dersiniz, ”Bende öyle bir adam değilim” dedim. 1980 yılına kadar özel ve Devlet sektöründen akıl almaz iş teklifleri aldım. Ama düzen içine girmemeyi bildiğim için de yapacağım bir iş kaldı; o da yazmak. 1964’de emekli oldum, 1965’de yazmaya başladım. İlk yazım polemik yazısıydı, Akşam gazetesinde Emekli Tuğgeneral Fahrettin Soydaner bir yazı yazdı, Talat Aydemir’in aleyhinde yazdı. Ben ne kimsenin adamı oldum, ne de kimseyi adamım yaptım. Ama ben o adamın paşa olmasına aydemir’in katkısını biliyorum. Aydemir o dönemde çok yetkili, albayken paşa olmak için ona başvurduğunu biliyorum. Adam çıkıyor ve öldükten sonra kendisini paşa yapan adamın aleyhinde yazı yazıyor. Bu beni çok rahatsız etti ve cevap verdim. O bana cevap, ben ona cevap derken, o sustu artık. Benim yazıya başlamam öyle oldu.
Rutin olarak da yazmıyordum, bir konu beni rahatsız ederse hangi gazete bastıysa oraya veriyorum. 1965’de başlayan yazı serüveni 41. yılını doldurdu. O arada, Cemal Turan Kara Kuvvetleri Kumandanıydı, ”Devrimci Bir Subayın Etkinlikleri”nde Faruk Sürkan’la mektuplaşmalarımı yazdım.
Ankara’ya gitmiştim, bir adam geldi, ”Ben Polis Müfettişi Hakkı Kütük” dedi. Dedim ki; ”Bu adam beni almaya geldi”, yalvararak dedi ki; ”’Ben de sizin hemşerinizim, Bakan bey sizinle görüşmek istiyor.” Ne zaman?” dedim, ”Şimdi” dedi. Saat 01.00 olmuştu. Bakanla konuştuk, ben de ağır konuştum tabi, Teyp de vardır mutlaka, çok da saygılıydı. En sonunda sadede geldi, Cemal Turhal’ı ordudan emekliye ayırmayı istiyorlarmış. Ordu nasıl tepki verir, benden öğrenmek istiyorlarmış. Yani cemal Turhal bütün gücüyle benimle uğraşıyor, şimdi de emekliliği için bana danışıyorlar. Hiçbir şey olmaz dedim, bir imzaya bakar. Cemal Turhal ihtilal yapmak istiyor, yüreği de ona yetmiyordu. Toprak Mahsulleri Ofisini teftiş ediyor, bilmem nereyi teftiş ediyor, herkes de korkuyor ondan. Ben bir arkadaşa dedim ki; ”Açık bir mektup yazalım” Akşam gazetesiyle pazarlık yaptık ‘Manşetten verirseniz, mektubu size veririz” diye. eski Ankara Merkez Kumandanı Selçuk Atakan’dı. Ben yazdım, o da imzayı koydu. Müsvettesi de var yazdığım yazının, müşterek imzayla manşetten yayımlandı. Herkesin tir tir titrediği bir dönemde adamın bütün ipliğini pazara döktük. Eksik yayımladılar tabi.
Sonra Ankara’da MİT’in burnunun dibinde bir otelde kaldık. O arada Hükümetle Genelkurmay arasında olaylar döndü. Böylece bizim yazı serüveni başladı. Ankara’da ”Yedigün” dergisi yayınlanıyordu, sahibi Kutluğ Altuğ’du. Ben orada yazı yazmaya başladım. Bir olay olmasaydı, yazmak için motive olamazdım. 5 Haziran 1977’de seçim vardı. O arada 1 Mayıs 1977’de katliam oldu. Peşinden Demirel Ecevit’e ”Konuşma, seni Sheraton otelinde vuracaklar” dedi, bir kargaşa çıktı. Çünkü o dönemdeki Kara Kuvvetleri Komutanı olan kişi Namık Kemal Ersun, bence darbe yapmak istiyordu. Her darbe öncesinde de kargaşa ortamına ihtiyaç var. 1 Mayıs 1977 olayını böyle algılıyorum ben. 34 kişi az geldi, 334 kişi olsaydı darbe olabilirdi . Yani şimdi darbe öncesinde bir destabilizasyon darbeyi işletirdi. Bu formül iyi işliyor. O dönemdeki kargaşanın sebebi de 5 Haziran seçimlerini engellemekti. Ben en azında, acaba engelleye bilirmiyim diye, 1 Mayıs’ta oturup 10 gün boyunca gece gündüz çalışıp bir dizi yazısı hazırladım. ”Terörün Siyasi Ayakları” konuluydu bu yazı dizisi. Bir ay yayımlandı bu yazı dizisi. Yani bütün derdim, darbe ihtimaline karşı kamuoyunu uyarabildiğim kadar uyarmaktı ve seçimler yapıldı, Sonra, istikrarsız dönemde hangi sayıda kimler öldürülür şeklinde gayri-resmi bir Amerikan kitabını alıp, içindekileri sıraya koydum. Birinci sırada polisler öldürülür, büyük adamları öldürmeye gerek yok, onlar zaten halk tarafından sevilmez. ”Siz en iyisi Belediye Başkanı, polisleri öldürün” diyor. Hakikatten de öyle insanlar öldürülüyor, o tabloya uyuyor. Ben bunu yazınca poliste dalgalanma oldu, Ankara Emniyeti benimle irtibat kurdu. Polislerle olan teması o tarihte İlhami Soysal’la, Nimet Arzık’a bıraktım, polisteki yankılarını izledim, tartışmayı bu ikisine bıraktım. Fakat zamnın İçişleri Bakanını rahatsız etti bu yazım. ”Devrimci Bir Subayın Etkinlikleri” yazımında bir işlevi var bana göre.
Ondan sonra MC iktidarı geldi ki, bana göre bir çeteydi, 400 kaynağı vardı yazımın bu konudaki. Bugünde yazdıklarım geçerli, ”İktidarın Çeteleşmesi ve Demokrasi” 6 ay sürdü o yazı dizisi. Oradaki temel espri, herhangi bir iktidarın, denetim altında olmayan bir yapının varlığını bilip de onu alt etmeden yaşıyorsa o bir çetedir. O yazı sürerken ”Yedigün” dergisi kendini fes etti.
Peki Dergi ve siz tehdit alıyor muydunuz?
Beni kimse tehdit etmeye cesaret edemedi, açık kart oynuyordum, tepkimi anında veriyordum. Dergi faaliyetlerine son verdi. Dediler ki; ”Seni susturmak için dergi kapandı” sonradan Kurtul Altuğ, mücadele ettiği fikrin tam karşısında olan Tercüman gazetesinde, ”Bir umudun tükenişi” yazı dizisini yazdı, Ecevit’i bitirmek istiyordu.
Daha sonra hapishanede birlikte yattığımız Sırrı Öztürk, ”Sorun” adlı bir dergi çıkardı, 8-9 ay yazı verdim o dergiye.
72-74 arasında ”Bomba Davası”ndan Selimiye Askeri cezaevinde kaldım. Avukatlarıma ”Mücadeleye Başlıyoruz” dedim. 2 yıl boyunca günde 8 saat muntazaman çalıştım. Çıktıktan sonra yanımdaki sekreterle 4 Bin 283 sayfa Savunma hazırladım.
Biz not almışız 10 Klasör, 5 Bin sayfa.
Bunun yarısı eklerdi, yarısı da yazıdır. Bir dönem geldi ki yazının tamamını yayımlama ihtiyacı duydum. ”86 yılında Bomba Davası-1” diye savunmamın birinci cildini yayımladım. Üç ay içinde 9 Bin satış yaptı, ikincisi o kadar ilgi görmedi, 2-3 Bin sattı. Böylece 1986’da ilk kitabım çıkmış oldu.
Talat Turhan Nasıl Çalışır?
Bir kere alt yapımda bir askerlik ve kurmaylık var. Bu iki kurum da genelde aşırı kuralcı ve şekilcidir, ben o kuralcılığı ve şekilciliği kabul eden bir adam değilim. Ona başkaldırıyorum. Ama yararlı kısımlarını içimde tuttum. Beyinsel potansiyelimin sahneye çıktığı bir yerdi orası. Potansiyel ve kariyerin bana uyan kısımlarını aldığım için kendime has yanlarım var. Disiplinli bir çalışmaya sahip olmak, okuyucu ve gözlemci olmak gibi artılarım var. Ben düzene şans vermedim.
Ondan kendi yaşam tarzımı kurdum. Benim yazma serüvenim para için değildi, ben topluma karşı görevimi yaptığımı sanıyorum. Ben 40 yıldan beri aşağı katı arşiv olarak kullanıyorum. Aşağıyı görenler, ”Sizin burası bilgisayar önce bilgisayar” diyorlar. Temel bir konuya eğiliyorsam ne zaman hangi konu çıkacak tahmin edebiliyorum. Aşağı katı yaşatmak için para da ödüyorum.
40 yıllık birikim kitaplardan bana geri gelmiyor tabi, Bir kitabımdan dolayı Orhan Kilecioğlu tazminat davası açtı. 240 Bin lira tazminat ödedim. Büyük paraydı o zamanlar, Eymür içinde tazminat ödendi. Amacım çok üretmekti, ve o yayınevleriyle de aramı kestim.
Bu ev babanızdan kaldı değil mi?
Evet, bu binanın kalmış olması, benim iyi kötü ayakta kalmamı sağladı. Koşullarım içinde bana düşeni yapmaktayım. Bu evi 8 Bin 500 liraya aldım. Babam 40 yıllık bir yargıçtı ve 5 Bin lirası vardı, beni Kore’ye görevlendirdiler, orada da çift maaş veriyorlardı, oradan gelen parayla.
Kitaplarınızda Analiz Özelliği de Dikkat Çekiyor, Marksizm okudunuz mu?
Gücüm yettiğince okudum. Mesela bana, ”Bomba Davası”nda ithamlardan birisinde, Marksist-Leninist bir cuntanın İstanbul yönetimi olduğum söyleniyordu. Gerçi tutanaklara geçmedi ama bir adamın Marksist-Leninistim demesi için Kapital’i özümsemesi lazım. Askerlik yaşamımda böyle bir şansım yoktu, zaten Türkçesi yoktu. Kitap toparlayanların da kültürü Kapital’i okuyacak kadar yok. Eğer kapital’i okumadan Marksizmle suçluyorsanız eksik yapıyorsunuz.
Ordudan ayrılmadan önce, Bağımsızlıkçı Subaylarla Sol yayınlarını okuduğunuz oluyor muydu?
Sol edebiyat yoktu zaten, 60’dan sonra çeviriler okumuştur okuma merakı olan kişi. Askeri yaşamda 16 saat çalışıyordum. Yoğunluğumda vardı. Bundan 30-40 yıl evvel Patrck Sherok diye birisinin kitabı vardı. Dünyadaki bütün şoven partilerin nasıl yayıldığını yazıyor ve Türkiye’den de bahsediyor. Bir şeye de dikkat çekiyor. Dünyanı bütün memleketlerinde Şovenlerin ismi ”Hareket”. Bir antikominist tetikçiye ihtiyaç duyuluyor. Ağca olayında da böyle bir durum var. İşin Bulgar istihbarat örgütüne atıyor. Büyük bir safsata.
Sizinkine benzer konularda kitap yazanlar içinde, kendinizi yakın hissettiğiniz yazar var mı?
Şimdi açıkca söylüyorum, bu bir turnusol kağıdı. Kim intihalcidir, kim değildir araştırmayla çıkabilir.
On yıllık çıkan kitapları taradım, Turgut Sunalp, Faruk Güler’in ikinci adamıydı, 9 Mart’ın adamıydı. 9 Mart orduyu biraz sola çekmek istiyordu, okuma ve bilinçlilik vardı. Kitapları taradım ve iki kitap elime geçti, bu kitabı da mahkemeye verdim. Yani kamuoyuna da mal ettim, eğer kaynağa gönderme yapmıyorsa o adam intihalcidir. En son intihalci de Çetin Altan’dır, çünkü beni kaynak göstermiyor.
Ayaklanmaları bastırma kitabı da Genelkurmaylıktan çıkarılmış, 1779 tane de dağıtılmış. Nasıl hareket edeceklerini yazıyor, o kitabın Amerika’dan aslını getirdim, Harward’ da Kissenger yazmış, o da var.
Amerika’yla ilişkisi olan ülkelerin istihbarat örgütleri birbirlerine bağlı ve Amerika manipüle edip, darbe ortamı hazırlıyor. Yine Amerikan yanlısı bir sivil iktidara teslim ediliyor ülke. Böyle bir ülkede yaşıyoruz.
Asker kökenli yazarlar arasında sizin ve haydar Tunçkanat’ınki gibi ABD-NATO ve CIA’yı sorgulayan ”Derin Devleti” teşhir eden yazarlar da var, özellikle son dönemde kitap yazan Hasan Kundakçı, Kemal Yamak gibi Özel Harp Dairesi Başkanlığı yapmış olanlar da var. Aramızda sizce nasıl bir ayrım var?
Bunu ulusal orduya, savunanlarla, NATO ordusunu savunanlar arasındaki fark olarak tanımlayabiliriz.