12 Mart Hukukunun Ardındaki Amerika mı? 1- 3
12 MART Hukukunun Ardındaki
AMERİKA mı?
Politika: 11 EKİM 1976
Talat TURHAN
Türk tarihinde bilime bu derece saygısız bir dönem yaşandığını anımsamıyoruz. Bütün bu yasa dışı uygulamaları yapanlar, gerçekte emperyalizmin kuklalarıdırlar. Belki de birçoğu farkında olmadan, birer kukla gibi bilime, insanlığa, ahlaka ve vicdana saldırarak, emperyalizmin emrettiği bir düzen getirmek isteyenlere bilinçsiz olarak hizmet ediyorlar. Çünkü gerçekte az gelişmiş ülkelerin tümünde “temizlik listeleri” emperyalizmin önerileri doğrultusunda, hazırlanır ve uygulama için bunalım dönemi beklenir. Gerekirse bunalım da yaratılır ve bu listede bulunanların hesabı görülür.
Bizim kanımız odur ki, 12 MART da, 31 MART gibi Türk tarih sahnesinde tam bir geri dönüşü simgelemekte ve bütünü ile emperyalizmin önerileri doğrultusunda yeni bir hukuk düzeni getirmektedir. DGM’ler bu düzenin son hukuki halkasıdır.
12 MART 1971’in muhtıra doğrultusundan sapması, ancak CİA-MİT ilişkisinin varlığı sonucu meydana gelmiştir yargısına kesinlikle varabiliriz. MİT’in düzenlediği “devlet brifingleri” bu sapmanın aracı olarak kullanılmış ve parlamentonun sermaye yanlısı tutucu partilerince CIAnın önerdiği düzen getirilmiştir.
1- Konuya girmeden önce tarihsel bir anı ile söze başlamak isteriz. Yavuz Sultan SELİM, MISIR seferine çıkmıştır ve mahiyeti erkânı ile yol almaktadır. Erkâna dahil olanlardan hocasının atı ürker ve padişahın kaftanına çamurlar sıçrar. Manzaraya tanık olanlar dehşet içinde kalırlar. Çünkü padişahın bu davranışı ağır ölçüde cezalandıracağı kanısındadırlar. Oysa Yavuz Sultan SELİM gayet sakin;
“siz bana yeni bir kaftan getirin bu çamurlanan kaftanımı da saklayın ki, torunlarım ilme verdiğimiz değeri görsün” der.
Osmanlı İmparatorluğunun bilime önem verdiği dönemle, “Yükselme devri” arasında paralellik olduğu da bilinen bir tarihi gerçektir. Oysa AVRUPA’da Rönesans ve Dinde Reform ile yeni bir dönem başlarken, Osmanlı İmparatorluğu bilime kapılarını kapatmış, tam bir dinsel bağnazlık içine itilmiş ve bu oluşum onu, “duraklama”, “gerileme” ve nihayet “batmaya” götürmüştü.
Bir dönem geldi. O dönemin Başbakanı bilimin seçkin temsilcilerine “Kara cübbeliler” demek suretiyle bilime saygısızlığını ve dolayısıyla iktidar felsefesini açığa vurdu, Hatasını kellesi ile ödedi.
12 MART döneminde ise, hepsi birbirinden değerli bilim adamlarımıza insanlık dışı işlemleri layık gördüler. Özellikle seçilenler 1961 Anayasası’nın yapılmasına katkısı olanlardı…
Geceleri evleri basıldı, kitapları alındı, ellerine kelepçe takıldı, saçları kesildi, hapishanelerin çok gayri insani ve ilkel koşulları yetmiyormuş gibi yönetim anlayışı dışına da taşan ve buz kırdırmaya kadar varan iğrenç uygulamaların hedefi oldular.
Türk tarihinde bilime bu derece saygısız bir dönem yaşandığını anımsamıyoruz. Bütün bu yasa dışı uygulamaları yapanlar, gerçekte emperyalizmin kuklaları idiler. Belki de birçoğu farkında olmadan, birer kukla gibi bilime, insanlığa, ahlâka ve vicdana saldırarak emperyalizmin emrettiği bir düzen getirmek isteyenlere bilinçsiz olarak hizmet ediyorlardı Çünkü gerçekte az gelişmiş ülkelerin tümünde “Temizlik Listeleri” emperyalizmin önerileri doğrultusunda, hazırlanır ve uygulamak için bir bunalım dönemi beklenir. Gerekirse bunalım da yaratılır ve bu listede bulunanların hesabı görülür.
Kuşkusuz, “sosyal uyanma, ekonomik gelişmeyi aştı” gerekçesiyle emperyalizme hizmette yarışa kalkan çevrelerin ilk hedefi, devrimci sınıflar idi. Nitekim 15–16 HAZİRAN olayları bahane edilerek bu işçi sınıfı üzerinde bir operasyon denendi, fakat EGEMEN GÜÇLERİN arzuladığı sonuca ulaşılamadı.
12 MART 1971’de ise, işçi sınıfı yanında onların uyanmasını sağlayan öncü güçler ve kişiler (Profesörler yazarlar, aydınlar) “Balyoz Harekâtının” kurbanları olarak seçildiler. Bütün bu uygulamalar, parlamentonun gerici ve tutucu kanadının desteği ile yürürlüğe konuldu.
Şimdi bu kanat, MC iktidarını oluşturuyor ve dünkü “Kara cübbeliler” zihniyetinin uzantısı olmakla övünüyorlar. Yani bilime karşıdırlar ve karşı çıkmakta ısrarlıdırlar. DGM’ler yasasının yeniden çıkarılmasının gerisinde yatan etkenlerden biri de budur.
Oysa bilime karşı iktidarların yaşama şansı olmadığı tarihsel birgerçektir.
2- Birçok çevrelerce, bugüne kadar yapılan eleştirilerde 12 MART 1971’i, 31 MART 1909’a benzetenler oldu. Soruna yüzeysel bir yaklaşım bizi yanılgılara götürebilir. Ama bazı benzerliklerden de söz edilmesi olanak içindedir.
Bizim kanımız odur ki, 12 MART da, bir 31 MART gibi Türk tarih sahnesinde tam bir geri dönüşü simgelemekte ve bütünü ile emperyalizmin önerileri doğrultusunda yeni bir hukuk düzeni getirmektedir. DGM’ler bu düzenin son hukuki halkasıdır.
Onun için. DGM’lere doğru tanılar koyabilmek için 12 MART hukukunu getiren güçlerin ardındaki emperyalist oluşum ve girişimleri iyi bilmek ve eleştirmek durumundayız.
a- 12 MART muhtırası verilmiş ve başlarında Gn. Celil GÜRKAN’ın da bulunduğu Gn. ve Subaylar grubu emekliye sevk edilmiştir. 1’ci Ordu K. Faik TÜRÜN, ordudaki Binbaşı, Albay rütbesindeki subayları toplamış ve olaylar hakkındaki görüşlerini onlara açıklamaktadır. Faik TÜRÜN’ün değerlendirmesine göre, bu subaylar komünist oldukları için emekliye sevk edilmişlerdir.
Kalabalık bir subay topluluğu içinden, sadece bir muhabere binbaşısı çıkıp;
“Komutanım ben sizinle aynı kanaatte değilim. Emekli olan arkadaşlarımız da en az bizler kadar vatansever kişilerdi” demişti.
Tabii kanaatini açıkça söylemenin cezasını da görmüştür. Oysa eminim ki, toplantıda bulunan büyük çoğunluk muhabere binbaşısının kanısını paylaşmaktadır. Ama susmayı yeğlemiştir. Hiyerarşinin özellikle bunalım dönemlerinde keyfiliğe kolaylıkla dönüşebilen gücü karşısında, bu yolu yeğleyenleri de kınıyor değiliz.
Ama TÜRÜN, karşısında o gün bir direnç görse idi, keyfiliğe ve yasa tanımamazlığa ve insanlık dışı işkence uygulamalarına yeşil ışık yakma cesaretini kendinde göremezdi.
b- Eski bir Sıkı yönetim Mahkemesi Başkanı Tuğgeneral Ali ELVERDİ MART 1976 bir açıklama yaparak “12 MART’ın ordudaki solcu subayların tasfiyesi için yapıldığını” iddia etti. Gerçekte 12 MART hukukunun bir parçası olarak kurulan “Yüksek Askeri İdare Mahkemesi” 12 MART’tan sonra MİT ve diğer gizli örgütlerin raporlarına dayanarak binlere varan, özellikle genç Subay, Astsubay ve Askeri Öğrenciyi T. Slh. Kuvvetlerinden ayırdı. 12 MART hukuku öyle bir sistemi de beraberinde getirmiştir ki, insanların hayatları ve gelecekleriyle futbol topu gibi oynanırken haklarında MİT tarafından düzenlenen gizli belgeler kendilerinden ve müdafilerinden saklanılmış ve savunma olanakları da ellerinden alınmıştı.
c- Yine MART 1976’da İhsan Sabri ÇAĞLAYANGİL, POLİTİKA gazetesinde yayınlanan açıklamasında 12 MART’ı CIA’nın yaptırdığından ve CIA-MİT ilişkilerinin varlığından söz etti. Faik TÜRÜN, AP (Adalet Partisi) senatör adayı oldu. Ali ELVERDİ, AP milletvekili, ÇAĞLAYANGİL AP’nin Dışişleri Bakanı.
Şimdi bu üç açıklamayı karşılaştırdığımızda “Balyoz Harekâtı”nın hedefi olmuş tüm ilerici aydın yurtsever, ATATÜRK’çü bilim adamları ile emekliye sevk edilen General, Subay, Astsubay ve Askeri Öğrencilerin dolaylı olarak, CIA önerilerinin hedefi olduklarını iddia edebiliriz.
Bu noktada, bir yanılgıya düşmemek İçin İhsan Sabri ÇAĞLAYANGİL’in açıklamalarının doğru değerlendirilmesi gerektiği kanısındayız. Şöyle ki, İhsan Sabri ÇAĞLAYANGİL’e göre 12 MART’ı CIA yaptırmıştır. Kime karşı? AP’ye karşı. O halde CIA, AP’ye karşıdır. Kuşkusuz AP çevreleri böyle bir yorum tarzını benimseyebilirler. Ama devrimci eleştirinin tam tersine olması gerekir. Çünkü İhsan Sabri ÇAĞLAYANGİL, CIA-MİT ilişkisinin varlığını da kabul etmiştir. O halde 12 MART’ın muhtıra doğrultusundan sapması, ancak CIA-MİT ilişkisinin varlığı sonucu meydana gelmiştir, yargısına kesinlikle varabiliriz. MİT’in düzenlediği “Devlet Brifingleri” bu sapmanın aracı olarak kullanılmış ve parlamentonun sermaye yanlısı tutucu partilerince CIA’nin önerdiği düzen getirilmiştir. Bu dönemde 3 kez Anayasa değiştirilmiş ve 100’e yakın yasa çıkarılarak 12 MART hukuku gerçekleştirilmiştir.
ABD’nin en yetkili kişileri Amerikan yanlısı iktidarların yaşatılması amacı İçin CIA’in kullanıldığını ve gerektiğinde ABD çıkarlarına ters düşen İktidarların CIA tarafından devrildiği bilinmektedir.
3- Bu açıklama karşısında,12 MART 1971’in gelişi ve oluşunda CIA parmağı aramak doğaldır.
Fakat biz o kanıdayız ki 12 MART öncesi T. SIh. Kuvvetleri içindeki dalgalanmalarda kontrol herkesin ve bu arada bir ölçüde CIA’nin elinden kaçmış ve “Muhtıra Formülü” bu ortamda benimsenmiştir. Muhtıra imzacılarından Orgeneral Muhsin BATUR Muhtıranın T. Slh. Kuvvetlerinde kontrol dışı bir hareketi önlemek için verildiğini açıklamıştır. Muhtıra, başlangıçta T. Slh. Kuvvetlerindeki radikal kesimini pasifize edebilmek İçin düşünülen bir formüldü. Muhtıra aldatmacasından yararlanarak İlk önce Radikal Subaylar tasfiye edildiler. “Temizlik Operasyonu” gereğince
DİZİ YAZI
-2-
12 MART Hukukunun Ardındaki
AMERİKA mı?
Politika: 12 EKİM 1976
Talat TURHAN
— 12 MART 1971 sonrasının yasa dışı eylemlerinin uygulayıcıları ve işkencecileri üzülerek belirtelim ki, açıkladığım belgeleri kendilerine rehber seçmişler, harfiyen uygulamışlardır’ DÜNYA ve TÜRKİYE, bugün siyası cinayetler dönemini yaşıyor. Böyle bir dönemde açıkladığım belgeler, ayrı, bir anlam taşımaktadır. Tüm demokratik kuruluşlar, 12 MART Hukukuna ve DGM’lere karşı çıkarlarken, soruna getirmek istediğim bu yeni boyutu da gözden uzak tutmamalıdırlar.
— 12 MART hukukunun geliştirilmesinin uygulanışının ve desteklenişinin hıyanet olduğu kesinlikle ortaya çıkmaktadır. Bu hıyanete bilmeden katılanları uyarıyor ve 12 MART hukukuna karşı çıkmanın ve yeniden 1961 Anayasasına dönülmesinin kesin gerekçesini ortaya koyuyoruz.
— Hukuk bilimine göre, önce Anayasalar yapılır, sonra bu yasalar bu Anayasa’ya uygun hale getirilir. Oysa Süleyman DEMİREL iktidarının, bu anlamda da hukukla mukukla pek bir ilgisinin bulunmadığı sayısız örneklerle gözler önündedir.
— Özetle, 12 MART hukuku, CIA kaynaklıdır. Dolayısıyla bu hukukun, bir parçası olan DGM’ler, CIA önerileri doğrultusunda kurulmuştur. Bu gerekçe ile DGM’lere karşı çıkan örgütlerin ve tüm yurtseverlerin yasal eylem birliği içine girmeleri artık zorunludur.
Daha sonra reformcu nitelikte bir hükümet aldatmacasıyla da bir yandan radikal güçler kandırılır ve oyalanırken diğer yandan sıkıyönetim uygulamaları ile CIA-MIT ilişkisi ile durum iç ve dış egemen güçlerin kontrolüne alındı. 11’ler tasfiyesi Anayasa değişiklikleri ve ona uyarlı yasa değişiklikleriyle 12 MART hukuk düzeni oluşturuldu. “Sosyal gelişmenin” önlenmesi amacıyla sürekli sıkıyönetim düzeni (DGM) Devlet Güvenlik Mahkemeleriyle sürdürüldü.
Parlamenter faşizm görünümü altında kurulan bu yeni düzen ve hukuk, iç ve dış egemen güçlere hizmeti amaçlamakta, işçi ve emekçi sınıfların uyanmasını önlemek için düşünce özgürlüğünü sınırlamakta ve son çözümde de emperyalizme hizmet etmektedir… Böyle bir oluşumun ardında CIA’nin bulunduğunu da kanıtlamak olanağına sahibiz.
Bu satırların yazarı 3 -14 KASIM 1975 tarihleri arasında İSTANBUL 2 nolu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesinde yaptığı 4283 sahifelik savunmasını bu savın doğruluğunu resmi belgelerle kanıtlamış ve bu belgeleri mahkemeye vermiştir. Sırası gelmişken bu belgelerden birine gönderme yaparak, 12 MART 1971 sonrası uygulamalarının ve getirdiği hukuk düzeninin CIA önerileri doğrultusunda olduğunu kanıtlamaya çalışacağız.
1965 yılında Gn. Kur. Basımevi tarafından “Ayaklanmaları Bastırma Hareketleri” adı altında bir kitap basılarak birliklere 1779 adet dağıtılmıştır. Kitabın İngilizce aslı “Counter Insurgency Warfare Theory and Practice” ismini taşımaktadır ve “Frederick A PRAEGER İNC” yayınevi tarafından 1964’de ABD’de yayınlanmıştır. “PRAEGER” yayınevinin CIA yayınevi olduğunu da bilinmektedir. Aslında bu gerçek ABD yayın organlarınca da kabul edilmiş bulunmaktadır. Kitabın yazarı “David GALULA” (*) adlı bir kişi olup, aslında kitabın CIA’yla ilgisini kendisi de ortaya koymaktadır. Şimdi savlarımızı doğrulamak İçin anılan yapıtın konuyla İlgili birkaç bölümünü aşağıya çıkarıyorum.
Sh. 30: “Polis teşkilatları İsyanı bastırmakla görevli İlk teşkilat olduklarından, içine hulul edilmeli ve tarafsız hale getirilmelidir. Bir polis teşkilatının müessiriyeti”…
“Hükümetin diğer dairelerinde görmüş oldukları bilhassa adlî sistemden yardıma dayanır”.
“Adli sistemin bir ayaklanma hadisesinin fevkalade durumuna hemen tatbik edilmesi bir ihtiyaçtır”.
ClA’nın az gelişmiş ülkelerin polis örgütüne hangi yol ve yöntemlerle sızdığıda, Philip AGEE adlı CIA ajanının “CIA günlüğü” adlı yapıtında ayrıntılarıyla açıklanmıştır.
12 MART hukuku ve 12 MART 1971’den sonra adli sistemde yapılan değişikliğin kökeninde CIA’nin olduğunu böylece kesinlikle saptamış bulunuyoruz. Bu konudaki gerçeği saptadıktan sonra, 12 MART hukukunun geliştirilmesinin, uygulanışının ve desteklenişinin hıyanet olduğu kesinlikle ortaya çıkmaktadır. Bu hıyanete bilmeden katılanları uyarıyor ve 12 MART hukukuna karşı çıkmanın ve yeniden 1961 Anayasasına dönülmesinin kesin gerekçesini böylelikle ortaya koyuyoruz.
“Ayaklanmaları Bastırma Harekâtı” adlı yapıtın 58. sahifesinde de şöyle yazıyor;
“Diğer bir şıkta, isyanı bastırmakla görevli olan tarafın önceden lüzumlu salâhiyetlerle mücehhez olmamasıdır. (…) Bu zamanda da isyanı bastırmakla görevli olan taraf, normal usul ve kaideleri tadil mecburiyetinde kalacaktır. (…) Kanunî değişikliklerin yavaş yapılabilmesi nedeniyle, isyanı bastırmakla görevli taraf, kanunî hudutların ötesinde hareket etmeğe tevessül edebilir”.
CIA ajanı David GALULA’nın önerileri bir yandan 12 MART 1971 sonrası yasa değişikliklerinin gerekçesini açıklarken, öte yandan 12 MART sonrası yasa dışı uygulamaları yürüten sorumluların esinlendikleri ve yararlandıkları fikirlerin kaynağını göstermektedir.
Çok önemli bu konuya biraz daha aydınlık getirerek, demokratik hayatın vazgeçilmez unsurları olan tüm partileri uyarmak isterim.
Bu satırların yazarının savunmasına ek olarak bir başka kitap da mahkemeye verilmiştir. Bu kitap da, 1965 yılında ABD Ordusunun, FM 31–15 talimnamesinden aynen tercüme edilerek, ilkinden daha resmi bir hüviyetle ST 31–15 numaralı talimname olarak Türk Silahlı Kuvvetlerine dağıtılmıştır.
Bu talimnamenin içinde, gayri nizami kuvvetlere (çete, gerilla, İhtilâlci vb) karşı savaş yöntemleri açıklanmakta ve bu amaçla kurulacak 12 MART’tan sonra “Kontrgerilla” adıyla sahneye çıkan bir yeraltı örgütünün propaganda, istihbarat, gizli haber alma ve faaliyetlerini yürütmek amacı ile köylere kadar örgütleneceği şema ile gösteriliyor ve bunları yaparken de “Kaide olarak kanuni statüye sahip olmadıklarını (Sahife: 10) ve tarihin kanuni statülerinin gayri nizamı kuvvet üyelerini pek az İlgilendirdiği” (Sahife:2) ni açıklanmaktadır.
Bu resmi belge CIA ajanı David’i doğrulamaktadır. Savaşta böyle şeyler olur diye hiç bir örgüt ve kimse, gerçekten böyle şeylerin yapılabileceğini fikir olarak dahi öne süremez. Çünkü Türk Hükümeti olarak imzaladığımız “Cenevre Anlaşması” ve bu anlaşmayı yasalaştıran 6020 sayılı yasa tutsaklara dahi böyle işlenirin yapılması yasaklamıştır.
12 MART 1971 sonrasının yasa dışı eylemlerinin uygulayıcıları ve işkencecileri, üzülerek belirtelim ki, yukarıdaki belgeleri kendilerine rehber seçmişler ve harfiyen uygulamışlardır. DÜNYA ve TÜRKİYE, bugün siyasi cinayetler dönemini yaşıyor böyle bir dönemde açıkladığım belgeler, ayrı bir anlam taşımaktadır. Tüm demokratik kuruluşlar, 12 MART hukukuna ve DGM’lere karşı çıkarlarken, soruna getirmek istediğim bu yeni boyutu da gözden uzak tutmamalıdırlar.
Gene aynı kitap, “Ayaklanmaları Bastırma Harekâtı” adlı yapıtın 104. sahifesinde de şunlar yazılıdır;
“Asinin siyasi teşkilatına mensup kimselerin tevkif edildiğini düşünsek bile, bunların sorgulamalarının amatör kimseler tarafından yapılması gayet tehlikeli ve neticesi tesirsizdir. Bütün bu sebeplerden dolayıdır ki, bu gibi şahısların sorgulamaları profesyonel kimseler ve halkın yardımını kazanmağa çalışan personelden ayrı bir teşkilat tarafından gayet dikkatli bir şekilde yapılmalıdır. Mevcut polis teşkilatına itimat edilmiyorsa, sırf bu maksat için yeni bir polis teşkilatı yaratılmalıdır”.
Yukarıdaki açıklamalarda, 12 MART 1971’den sonra kurulan “İşkence Evleri”ne ve buralarda CIA ajanları tarafından özel eğitime tabi tutulmuş olduğunu ve “Özel Teknik Sorgulayıcılarca” neden gerek görüldüğü bütün çıplaklığıyla gösterilmektedir.
Özellikle az gelişmiş ülkelerin polis yetkilileri de, CIA kontrolündeki “WASHINGTON Uluslararası Polis Akademisi”nde eğitilmektedirler. Kuşkusuz, CIA ajanının “İtimat Edilme” ya da “Edilmeme” ölçütü, polisin ABD’de yetiştirilip yetiştirilmememiş olmasına bağlıdır.
Özellikle polis örgütü içinde huzursuzluğun arttığı, “İktidarın Polisi” veya “Halkın Polisi” olma seçeneklerinin tartışıldığı şu günlerde, CIA ajanı David’in önerileri güncel hale gelmiştir.
Örnekleri daha da uzatmağa gerek görmeksizin, kendimizi, 12 MART Hukukunun kökeninde de CIA’nın olduğunu yeterince kanıtlamış sayıyoruz. DGM’ler, işte bu hukukun bir halkasıdır.
DGM’lerin kuruluşunda Anayasa ve hukukun tüm ilkeleri çiğnenmiş ve özellikle sermayeden yana iktidarların emekçileri susturması, sömürü ve soygun düzenini daha kolay sürdürebilmesi amacı güdülmüştür. Anayasa mahkemesinin iptal kararına rağmen, işte bu nedenledir ki, sermayeden yana Milliyetçi Cephe (MC) iktidarı, DGM’ler yasasının yeniden çıkarılması çabası içine düşmüştür.
Şimdi bir an için düşünelim, iktidarın emrinde ‘itimat edilen polis’lerden oluşmuş’ bir sorgulama ekibinin topladığı delillerin DGM gibi bir olağan üstü mahkemede sonuçlanmasını… (MİT’in, istediği an yargı mercilerine olağanüstü müdahalesi, son sıkıyönetim mahkemelerinde belgelendiği gibi). Emekçileri ezmek, sindirmek, susturmak isteyen faşist anlayışlı bir İktidar için ne korkunç ve ne bulunmaz bir olanaktır yargının siyasallaşması…
Bilindiği gibi DGM yasası, Anayasa Mahkemesince iptal edilmiştir. Şimdi MC iktidarı, normal süresi içinde yasalaştırmağa olanak bulamadığı DGM yasasını tekrar tekrar olağanüstü Meclis toplantılarıyla yeniden çıkarabilmek telaşı içindedir. Bu arada Süleyman DEMİREL, DGM’ye karşı çıkanları; “kışkırtıcı, yalancı, devletin bütünlüğünü yok etmeğe çalışıcı, anayasaya karşı çıkıcı” gibi sıfatlarla suçlayarak da, bizce demokrasi anlayışım sergilemektedir.
Oysa MC iktidarı, her konuda olduğu gibi DGM konusunda da çelişkiler içindedir. Bu savın en somut kanıtı, DGM yasası tasarısının bir ‘hükümet teklifi’ şeklinde Meclise getirilmemesi bir yana, aynı parti içinde bile ayrı ayrı görüş ve tasarıların bulunmasıdır.
Ne var ki, Milliyetçi Cephe iktidarını oluşturan partiler, bütün bu çelişik durumlara rağmen “sermaye sınıfına hizmet” için adeta birbirleriyle yarış etmektedirler. Ve bu koalisyonu dağıtmadan da seçime gitmek çabası içindedirler. Çünkü ellerini kana bulamışlardır. Bu kan, onların İktidara sıkı sıkı yapışmalarının gerçek nedeni haline gelmiştir. Bu nedenle de bir araca ihtiyaçları vardır. Bu araç şimdilik, DGM’lerdir. Aslında dış güçlerin de önerisi bu doğrultudadır.
Süleyman DEMİREL, Anayasanın 136. maddesine atıf yaparak, DGM ye karşı çıkanları Anayasaya karşı çıkmakla suçlamak gibi, ince bir taktik içine girmiştir. Oysa 1965 seçim bildirgesinden bu yana Anayasaya karşı çıkmayı partisine temel İlke olarak benimsetmiştir. Gene kendi iktidarına yönelik 12 MART 1971 Muhtırası’nı hedefinden saptırmayı başaran Süleyman DEMİREL, Anayasanın, tüm esprisi ve özüyle iki kez budanmasıyla da yetinmeyip, hâlâ AP olarak iktidara kesin biçimde geldiklerinde Anayasayı değiştireceklerinden söz ederken, doğrusu böyle bir suçlamaya nasıl kalkışmaktadır, anlaşılamamaktadır.
Hukuk bilimine göre, önce Anayasalar yapılır sonra yasalar bu Anayasa’ya uygun hale getirilir. Oysa Süleyman DEMİREL iktidarının, bu anlamda da hukukla mukukla pek ilgisinin bulunmadığı sayısız örneklerle gözler önündedir. Biz bilinen gerçekleri bir kez daha tekrarlamaya gerek görmeden, sadece Anayasanın 136. maddesinin değiştirilmesi sırasındaki anlayışı, kendi açıklamalarıyla gözler önüne sereceğiz.
Süleyman DEMİREL, 28 AĞUSTOS 1976 günü NEVŞEHİR’de şöyle konuşmuştu:
“DGM’ler Kanunu yeniden çıkarılacak, komünizmin karşısında bütün Türk milliyetçilerinin yer aldığı bir daha görülecektir. Önümüzdeki günlerde komünizmi ülke için tehlike saymayanlarla kimlerin savaştığını göreceğiz”.
ve devam etmişti;
“Devleti kendi gücü ile meşru zeminlerde kalarak ve meşru yollardan giderek ayakta tutabilmek için çareler düşünüldü. Anayasanın 55 maddesi değiştirildi ve 100’e yakın kanun çıkarıldı.
Bu kanunlardan bir kısmım Anayasa Mahkemesi iptal etti. Devlet Güvenlik Mahkemeleri bu maksatla Anayasada bir müessese olarak yerini almıştır”.
Süleyman DEMİREL, aslında bu açıklamalarıyla kendi ele vermektedir.
Anayasa Mahkemesinin iptalini önlemek için, Anayasaya göre yasa çıkarılması gerektiği halde, DGM konusunda bu yasaya göre Anayasanın değiştirildiğini zımnen de olsa açıklamaktadır.
Kaynakça ve Açıklamalar
(*) Y.n.: Daha sonra yaptığım araştırmalarda kitabın aslında “Harvard Üniversitesinde içinde H. KİSSİNGER’in de bulunduğu bir kurul tarafından yazıldığını saptadım. (Doruk Operasyonu adlı kitabıma bakınız).
-3-
12 MART Hukukunun Ardındaki
AMERİKA mı?
Politika: 13 EKİM 1976
Talat TURHAN
— 1961 Anayasasının “sivil ve asker” olmak üzere “yargı beraberliği” ilkesini sağlamış olmasıyla da yetinilmemiş, 12 MART hukukuyla bu ilke tamamen darmadağın edilmiştir, şöyle ki:
a) Sıkıyönetim Mahkemelerinin sivil ve asker kişileri yargılaması yanında, Askeri Mahkemelerin de sivil kişileri yargılayabilmesine olanak sağlanmıştır.
b) DGM’lerine, hem sivil hem de asker kişileri yargılama yetkisi verilmiştir,
c) Askeri Yüksek idare Mahkemesi kurularak, idari yargıda da, yargı beraberliği ilkesi bozulmuş ve asker kişilerin Danıştay’a gitmeleri önlenilerek, bir çeşit ‘Özel İdari Mahkeme’ler aracılığıyla, idare kendisini yargı denetiminden kurtarmanın yolunu seçmiş ve bu araçtan da yararlanılarak CIA-MİT işbirliğiyle fişlenen binlerce yurtsever, Tuğgeneral Ali ELVERDİ’nin de açıkladığı gibi, kolayca tasfiye edilmiştir.
— Hukuk bilimcileri, ayrıca iptal kararının, şeklen değil DGM yasasını tümden ortadan kaldırdığında birleşmektedirler. O halde anayasaya aykırı olduğu saptanan bir yargı organının, anayasaya dayanılarak yasallaştırılmağa çalışılması ne derece hukukla bağdaşacaktır?
— Tüm muhalefet partileri ve demokratik güç ve örgütler, Amerikan Emperyalizminin TÜRKİYE’deki çıkarlarını korumak için getirmeği başardıkları 12 MART hukukunun kökü kazınıncaya kadar yasal kavga vermelidir.(*)
Öteden beri, yasama ve yürütmeyi denetlemekle görevli yüksek yargı organlarının varlığından rahatsız olan Süleyman DEMİREL, hatta Anayasa değişikliğiyle yapılan Anayasa Mahkemesinin yetkilerinin sınırlandırılmasıyla da yetinmemiş, gerek Anayasa’nın ruhuna, gerekse hukukun temel ilkelerine aykırı bu DGM konusunu Anayasa’ya sokturmuştur. Şimdi de Anayasa savunuculuğu rolü oynamaktadır.
12 MART Hukuku, TÜRKİYE’de hukuk anlayışının varmış olduğu noktadan çok daha gerilerde, çağımızın uygarlık ve özgürlük anlayışlarıyla bağdaşaşmayan bir düzeni egemen ve kalıcı kalmıştır. Şöyle ki;
1– 12 MART Hukuku, olağanüstü mahkemeler getirmiştir (Sıkı Yönetim Mahkemeleri Sıkıyönetim mahkemelerinin Sıkıyönetimden sonra da görevlerine devam etmesive DGM’LER.)
Bu mahkemeler, yürütmenin emrine sokularak, yargı bağımsızlığı, yargı birliği, yargıç teminatı, tabii yargıç ilkeleri tahrip edilmiştir. Ve savunma hakkınız bu mahkemelerde, ortaçağda bile eşine rastlanamayacak kısıtlamalar getirilmiştir.
2- Örnek aldığımız Batı demokrasilerinde “yargı beraberliği” ilkesi benimsenmiş ve hatta 1961 Anayasasının görüşülmesi sırasında, bu ilkenin de Anayasada yer alması için çaba harcanmıştır.
1961 Anayasasının sivil ve asker olmak üzere “yargı beraberliği” ilkesini sağlamamak olmasıyla da yetinilmemiş, 12 MART hukukuyla bu ilke tamamen darmadağın edilmiştir. Şöyle ki:
a) Sıkıyönetim Mahkemelerinin sivil ve asker kişileri yargılaması yanında, Askeri Mahkemelerin de sivil kişileri yargılayabilmesine olanak sağlanmıştır.
b) DGM’lerin, hem sivil hem de asker kişileri yargılama yetkisi verilmiştir.
c) Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kurularak, idari yargıda da yargı beraberliği ilkesi bozulmuş ve asker kişilerin Danıştay’a gitmeleri önlenilerek, bir çeşit “Özel İdari Mahkeme”ler aracılığıyla, idare kendisini yargı denetiminden kurtarmanın yolunu bulmuş ve bu araçtan da yararlanılarak CIA-MİT işbirliğiyle fişlenen binlerce yurtsever, Tuğgeneral Ali ELVERDİ’nin de açıkladığı gibi, kolayca tasfiye edilmiştir.
3– 12 MART Hukuku, Yüksek yargı organlarının yetki alanlarına tecavüz ederek de, hukuka aykırı düşmüştür. Şöyle ki:
a) Anayasa Mahkemesinin Anayasa değişikliklerini esastan iptali önlenmiş DGM örneğinde olduğu gibi yasa yerine Anayasa değiştirilerek, Anayasa’ya aykırı bir yargı organının Anayasa hükmü şeklinde yaşatılmasına tevessül edilmiştir.
b) 1773 sayılı DGM yasası ile Yüksek Hâkimler Kurulunun Anayasal yetkilerine tecavüz edilmiş ve yargıç atamalarını yürütmenin kontrolüne veren bir anlayışın temeli atılmıştır.
4– 12 Mart Hukuku Askeri yargıyı ve yargıcı büsbütün bağımlı hale getirmiştir. Bu husus, Askeri Yargıtay Başkanı Hakim Tümgeneral Rafet TÜZÜN tarafından da açıklanmıştır.
5– 12 Mart Hukukunun getirdiği düzen, İdari mahkemelerde de savunma olanaklarını kısıtlamıştır.
Şimdi biraz gerilere dönelim, CIA ajanı David GALULA’nın kitabına. Kitap, 1965 yılında, Orgeneral Cevdet SUNAY’ın Genel Kurmay Başkanı olduğu dönemde çevirtilmiş ve yayınlanmıştır. 12 MART 1971 sonrası yapılan işlerin perde gerisine de “SUNAY-TAĞMAÇ” ikilisinin rolleri çeşitli biçimlerde yansıdığına göre, durumun bu açıdan da değerlendirilmesi gerekmektedir. Hele Orgeneral (E) Memduh TAĞMAÇ’ın halen AID’nin de katkısının bulunduğu bir kuruluşta olması, konuya bu açıdan da eğilmemizi zorunlu kılmaktadır. Bilindiği gibi, AID, gerçekte CIA’nin ekonomik kolu olarak görev yapan bir yan kuruluştur. Şimdi durum ne olacaktır?(*)
a) Kamuoyunun büyük bir kesimi ve hukuk bilimcileri DGM’ye karşı çıktığına göre, Anayasanın 136. maddesinde bir değişiklikle, DGM’leri toptan kaldırmayı önermek, demokratik bir çözüm yolu olarak düşünülemez mi?
Kuşkusuz Milliyetçi Cephe iktidarı böyle bir yola yanaşmayacaktır. Çünkü hizmetinde bulunduğu çevrelerin bu formülü kabullenmemesi bir yana, kendi varlıkları da DGM’leri zorunlu kılmaktadır.
b) Hukuk bilimcileri, ayrıca Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararının, şeklen değil, DGM yasasını tümden ortadan kaldırdığında birleşmektedirler. O halde Anayasaya aykırı olduğu saptanan bir yargı organının, Anayasaya dayanılarak yasallaştırılmağa çalışılması ne derece hukukla bağdaşacaktır?
c) Bazı hukuk bilimcileri, Ana yasanın 136. maddesi ne rağmen iktidarın DGM yasasını çıkarma zorunluğunda bulunmadığını ve normal yargı organlarının eskiden olduğu gibi DGM yasası kapsamına alınan davalara da bakabileceğini, esasen DGM’lerinin çıkarılması gerekçesi olan “yeni suç ve suçluluk” diye bir şeyin söz konusu olamayacağını ve DGM’lerininde TCK’da yer alan suçlara baktığını ve iktidarın aslında DGM yasasını yeniden çıkartmaktaki ısrarının mevcut yargıya güvenememesinden doğduğunu belirtmişlerdir
d) Bazı hukuk bilimcileri ise eğer mutlaka DGM’leri çıkarılacaksa, bu mahkemelerin birer ihtisas mahkemeleri niteliğinde ve Anayasa’nın tüm esprisine ve hukuk ilkelerine uygun olmasını istemektedirler. Şöyle ki:
1) Tabii yargıç ilkesi benimsenmelidir.
2) Yargı bağımsızlığı ilkesine saygılı olunmalıdır.
3) Yargıç ve savcıların atanmasına yürütmenin müdahalesi önlenmeli ve yargıç atamaları Yüksek Hâkimler Kuruluna bırakılmalı, Adalet Bakanının bu atamalarda dolaylı da olsa müdahale olanağı bulunmamalıdır.
4) Atamaları, terfi ve sicilleri tamamen Askeri mercilere bağlı Askeri yargıçların ise DGM’lerden alınarak, yürütmenin yargıya müdahalesi bu yönden de ortadan kaldırılmalıdır.
5) Savunma hakkını kısıtlayan tüm engeller ortadan kaldırılmalıdır.
SONUÇ
Yukarıda sıralanan seçenekler, normal hukuk mantığı için geçerli sayılabilir. Oysa 12 Mart Hukuku’nun temelinde Amerikan Emperyalizminin hıyanetinin varlığı yadsınamaz belgelerle saptadığımıza göre, hukuk bilimi düzeyindeki tartışmalar, bu gerçeği görmemizi engelleyebilir.
O halde ne yapmalıdır?
Tüm muhalefet partileri ve demokratik kitle örgütler, Amerikan Emperyalizminin TÜRKİYE’deki çıkarlarını korumak için getirmeği başardıkları 12 MART hukukunun kökü kazanıncaya kadar yasal kavga vermelidir.
Amerikan Emperyalizmi’nin etkisizleşmesi, tüm örgütlerin içine, sızan CIA, AID, AAFLI gibi casusluk kuruluşlarından arındırılmasına bağlıdır.
Bu amacın gerçekleştirilmesinde ilk aşama Hukuk, düzeninin tümü ile 1961 Anayasasına dönüştürülmesine bağlıdır.
TÜRKİYE’nin gerçekten demokratik Parlamenter düzen içinde ve tam bağımsız yaşamasını isteyenlerin önünde duran güncel sorun budur…
Kaynakça ve Açıklamalar
(*) Y.n.: Bu yazı CHP’nin Anayasa değişikliği ve bu arada 136’cı maddenin değişiklik teklifi önerilerinden önce yazılmıştır.