BRT, Uğur Mumcu Suikastı
BRT Televizyonu
Konu: Uğur Mumcu Cinayeti
Katılımcılar: Alev Coşkun ( Eski Turizm Bakanı, şimdi Cumhuriyet Gazetesi Yönetim Kurulu Başkanı, Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan (Türkiye Yazarlar Sendikası Üyesi Araştırmacı-Yazar), Prof. Dr. Toktamış Ateş (İstanbul Üniv. İktisat Fakültesi Uluslar arası İlişkiler Kürsüsü’nde öğretim üyesi, Abdurrahman Dilipak (Milli Gazete Yazarı) Açık Oturumu Yöneten: Ali Sirmen
Ali Sirmen: Efendim Uğur Mumcu’yu Türk kamuoyu yakından tanıyor, ölümünden sonra meydana gelen olaylar bile bunu kanıtlamaya yeter. Ama dilerseniz Uğur Mumcu’nun ölümünün ardındaki gize eğilmeden önce burada kendisini çeşitli vesilelerle tanıyan kişileri, Uğur Mumcu’nun kişiliğini mücadelesini ve görüşlerini soralım. Sayın Alev Coşkun siz Uğur Mumcu’yu uzun yıllar tanıyorsunuz. Politikacı olarak tanıyorsunuz, dost olarak tanıyorsunuz, son zamanlarda da Cumhuriyet Gazetesi’nin Yönetim Kurulu Başkanı olarak çalıştınız. Uğur Mumcu’yu kısa bir şekilde anlatmak gerekirse nasıl bir fikir adamıydı, nasıl bir yazardı, nasıl bir gazeteciydi, nasıl tanımlarsınız?
Alev coşkun: Sayın Sirmen teşekkür ederim. Sayın Mumcu 20 yıllık dostumdu, öncelikle Ankara Üniversitesi
İdare Hukuku Kürsüsü’nde yetişmiş çok ciddi çok boyutlu, derinlemesine boyutlu bir hukukçu ve araştırmacıydı. Ankara’daki siyasi yaşamımda kendisiyle çok yakın dostluklar kurmuştuk. Cumhuriyet Gazetesi’nin son yaşam savaşında ben yönetim kurulu üyesi ve başkanı olarak, kendisi de yılmaz devrimci yazar olarak, yine beraber çalıştık. Yani Uğur Mumcu’yu bütün Türkiye, bütün halkımız, bütün kamuoyu biliyor. Ama çok satırbaşlarıyla şu şekilde ifade edebilirim; Uğur Mumcu Atatürk’ün cumhuriyetine bağlıydı, laik cumhuriyete bağlıydı. Atatürk ilkelerinin yılmaz savunucusuydu. Şeriatçı ve radikal akımlara karşıydı. PKK silahlı terörüne karşıydı. Ayrılıkçı örgütlere karşıydı. Silah kaçakçılarına, uyuşturucu mafyasına, devlet dolandırıcılarına karşıydı. O yazdığı zaman milyonlar onun sesine kulak verirdi. Okur, çok okur araştırır belge toplar iz sürerdi ve ondan sonra bunları çok ciddi olarak kamuoyuyla paylaşırdı. Bu incelemeleri ülkede kamuoyunda büyük yankılar yaratmıştır, sonunda bu inceleme kitapları haline dönüşmüştür. Ağca konusundaki kitabı, kaçakçılık konusundaki kitapları, rabıta konusundaki kitapları bunlardır. Terörde silah numaralarına varıncaya kadar inceler ve silah numaralarıyla, konuyu derinlemesine halka duyururdu. Hapishanelerden kaçırılan suçlu ve suçluları ve bunarlı kaçıran örgütleri ortaya çıkarırdı. Hatta bunların yurtdışındaki banka hesap numaralarına kadar ortaya çıkarırdı. Yurt dışında ve yurt içinde yaptığı incelemeleri bilirkişilerin düşünceleriyle destekler hukukçularla konuşur yazarlarla konuşur, savcılarla konuşur, bunları tam manasıyla bir bütün haline getirdi. Bildiklerini ve bulduklarını hiç kimseden çekinmeden, hiç korkmadan cesaretle ortaya koyardı. İşte benim anlatabileceğim Uğur Mumcu bu. Uğur Mumcu bu sözlerime de bu anlatımıma da belki sığmayacak. Uğur Mumcu son yılların yetiştirdiği araştırmacı gazeteciliği açan çok önemli bir kişiydi, çok boyutlu bir kişiydi, isnadı, yürekliydi, ailesine çok bağlıydı, derin bir insandı. Acısını çok çekeceğiz, Cumhuriyet Gazetesi olarak acımız çok ağırdır, derindir ve kamuoyunun aynı acıyı hissetmesi ve kamuoyunun özellikle son 24 saattir uğur Mumcu’ya gösterdiği duyarlılık bizi bir ölçüde onu kaybetmiş olmanın ızdırabını hiçbir şekilde dindiremez ama bir ölçüde ona karşı olan korkunç derecede bütün telefonlarımız kilitleniyor, fakslarımız kilitleniyor. Dün geceden beri Cumhuriyet Gazetesi’nin avlusunda yüzlerce binlerce kişi gelip nöbet tutuyor. Onun huzurunda saygı gösterisinde bulunuyorlar, bu bize bir parça teselli veriyor. Birinci konuda Uğur Mumcu için söyleyeceklerim bu kadar Sayın Sirmen.
Ali Sirmen: Teşekkür ederim Sayın Coşkun. Gerçekten Uğur Mumcu bir toplum öncüsüydü. Vurulduğu andan itibaren de bir simge oldu. Şimdi Sayın Talat Turhan siz Uğur Mumcu’yu sakıncalı piyadelik yıllarından daha öncesinden tanıyorsunuz. O yıllardan bu yana Uğur Mumcu’yu kısaca anlatabilir misiniz?
Talat Turhan: Bir kere Uğur Mumcu’nun kaybından dolayı büyük bir tesir içindeyim. Bir basın mensubuna sıkılan kurşun, ya da eylem, gerçekte basını izleyen tüm halka yönlendirilmiş bir saldırıdır. Bu nedenle başta değerli Mumcu ailesi ve Cumhuriyet camiası ve Cumhuriyet okuyucuları olmak üzere tüm Türk halkına baş sağlığı diliyorum. Bir söz vardır müşterek kederler, müşterek çıkarlar, müşterek inançlar, insanları dost eder diye. Benim Uğur ile dostluğum hem müşterek kader, hem müşterek inançtan kaynaklanıyordu. O da benim gibi 12 Mart döneminin 12 Mart yarı faşist askeri darbesinin mağdurlarından bir tanesiydi. O nedenle o dönemden itibaren kendisiyle çok yakından dost olduk ve dost kaldık. Ve de aşağı yukarı benzer konuları değişik bakış açışlarından işledik. Benim bu konulara ilgim, şuradan kaynaklanır; 12 Mart döneminde istanbul Milli Emniyet Müdürlüğünün bir şok yazsıyla Türkiye deki anarşinin planlayıcısı olarak suçlanıyordum. Çok büyük bir iddia, bütün Türkiye deki anarşiyi planlayan adam benim. O dönemin Milli Emniyet başkanı Nurettin Ersin’di. 12 Martın bütün ne kadar pisliği varsa 12 eylüle taşıdı ve halen de konumunu muhafaza ediyor. O döneminin Milli Emniyet İstanbul başkanı Turan Deniz’di, suskunluğunu muhafaza ediyor ama biz burada konuşuyoruz. Şimdi mahkeme kararıyla benim Türkiye deki terörün ve planlayıcısı olmadığım sabit oldu. O zaman bu terörün arkasında kim var? Kimler var? Kimlerin parmağı var? diye bir araştırmaya girdim. Bu araştırma sonucunda ve bunu yapıtlarımda 25 yıllık yazılarımda belgesel olarak açıkladım, vardığım sonuç bu. Bu konuda açık oturumlara da katılıyorum. Eğer bir ülkede faili meçhul cinayetler varsa ve bu cinayetler sürekli devam ediyorsa, bunun tek mesulü istihbarat örgütleridir. İstihbarat örgütü derken nokta olarak bir tek örgütü işaret etmiyorum. Dünyanın çeşitli istihbarat örgütlerinden bahsediyorum, onunla işbirliği halinde olan yerli istihbarat örgütlerinden söz ediyorum. İlaveten bu örgütlerin taşeron olarak kullandıkları örgütlerden söz ediyorum. Şimdi eğer Türkiye de ilk siyasi cinayet 1959 yılında yanlış anımsamıyorsam Taylan Özgür denilen bir evladımızın öldürülmesiyle gerçekleşmiştir. Eğer o cinayet çözülseydi bu gün bu cinayetler serisi devam etmeyecekti. Yani terör bireysel bir olgu değildir bir zincirin halkaları gibidir. Eğer zincirin halkalarını tek tek yakalamazsanız olayın üzerine gidemezsiniz. Şimdi de gidilemiyor çünkü olay bireysel değildir, ülke çapında değildir, uluslar arası bir çapta cereyan etmektedir. Arkasında arz ettiğim gibi istihbarat örgütleri vardır. Şimdi Türkiye de demokrasimi? Terör mü? Konusu bunu tartışmak durumundayız. Türkiye de her ne kadar bugünkü iktidar demokrasi konusunda ileri adımlar attığını iddia ediyorsa da bazı gizli güçlerin, karanlık güçlerin, karanlık odakların etkinliğini aşamamıştır.
Ali Sirmen: Sayın Turhan, dilerseniz bu konuya geleceğiz, yani Uğur Mumcu cinayetinin arkasında kimler olduğu konusun geleceğiz ama ikinci turda geleceğiz.
Talat Turhan: Tamam, peki efendim.
Ali Sirmen: Dileseniz diğer konuşmacılara da bu konu hakkında konuşacaklar
Talat Turhan: Tabii, peki efendim
Ali Sirmen: Taylan Özgür cinayeti de 1959 dan daha sonra 60’lı yılların 1963 yada 1964 yılında oldu. Ona geleceğiz. Sayın Toktamış Ateş siz Uğur Mumcuyla düşünce platformunda bir çok yönden birleşiyordunuz. Bize sizde Uğur Mumcu hakkındaki görüşlerinizi, Uğur Mumcunun kişiliğini, nasıl bir gazeteci? nasıl bir araştırmacı yazar olduğunu ve düşüncelerini açıklayabilirmisiniz.?
Toktamış Ateş: Memnuniyetle sayın Sirmen. Efendim tabii benim Uğur Mumcuyla tanışıklığım zannederim ki hepinizden daha önceye gider. 1963-64 yılında Ankara Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi arasında bir münazara olmuştu. Bu münazarada bendeniz İstanbul Üniversitesinde takım kaptanıydım, Uğur Mumcu da Anakara Üniversitesinin takım kaptanıydı. Tabii biz şimdi birbirimizi tanımıyoruz, güzel bir münazara oldu, ama müthiş rakipler vardı, hukukçular bizi perişan ettiler. Ondan sonra işte o münazaradan sonra beraber bir yemek yedik falan, ilk tanıştığım oradan geliyor. Öğrencilik hayatımızda sonradan görüşemedik ama bir gün Anakarada siyasal bilgiler kitaplığında otururken, baktım biri geliyor. Uğur Mumcu, o da İdare Hukuku asistanıydı zannediyorum. Ondan sonra hadi yeniden bir sohbet, uzaktan da olsa, nadirde olsa konuşma dönemimiz başladı. Sonra piyade okulunda ziyaretine gittiğim zaman nasıl çavuş çıkacak onu bekliyor. Ve nitekim de haklı çıktı sakıncalı piyade olarak. Çavuş desen değil, yedek subay desen değil, muğlâk bir şekilde kaldı. Uğur fevkalade bir araştırmacı, efendim sarsılmaz, gerçekten sarsılmaz bir Atatürkçü. Ve Atatürkçülüğü de hani, daha sonraki gardırop Atatürkçülerin olduğu gibi hani statik bir düşünce efendim muhafaza edilmesi gerek bir kalıp şeklinde değil, dinamik bir biçimde yorumlayan bir dostumuz, bir meslektaşımızdı. Ona göre Atatürk ilkeleri başlangıç noktası alınır, yeni yeni sentezlere gidilmesi ve Atatürkçü düşüncenin altında yatan özgürlük, insan haklarına saygı, karşısındakine saygı, çağdaş bir dünyanın izlerini arayan bir insandı. Ama bugün arkadaşlarla fevkalade sıkıntı içindeyiz, acı içindeyiz ve arkadaşlarla bir noktaya vardık. Dedik ki, Uğurun varlığı havadaki oksijen gibiymiş. Çünkü yazısını kimisi olurdu kimisi okumazdı, eleştirirdi, eleştirilirdi. Fakat birdenbire bugün böylesine hani haince bir cinayete kurban gidince hepimiz öylesine sarsıldık ki bunu açıklamakta bile zorlandık. Dedik ki bu havadaki oksijen gibi bir şey kıymetini bilmedik ama olmadığı zaman birden bire ne kadar değerli olduğunu anladık. Zannediyorum ne Cumhuriyet gazetesi, ne Türkiye deki bir zamanlar zinde güçler dediğimiz ve çokövündüğümüz zinde güçler, Uğurun yere düşmüş bayrağını yerde bırakmayacaklar. Bayrak taşınacaktır bunda hiç kuşkum yok fakat burada da çok önemli bir noktaya dikkat çekmek isterim, hani bu olay bahane edilip bu olay fırsat bilinip laik düşünce, Kemalist düşünce çünkü bunun içinde bir tehlike de vardır. Böyle bir provokasyon ihtimali de vardır. Laik düşünce karşısındaki düşünceye de saygı duyan bir düşüncedir ve fevkalade soğuk kanlı davranmamız lazım Sayın Sirmen. Hani eğer bir oyun oynanıyorsa ki oynanıyor zannediyorum. Herhalde önümüzdeki turlarda buna değineceğiz, eğer bir oyun oynanıyorsa Türkiye deki gerçekler Atatürkçüleri, hatta diyelim bağnaz Atatürkçüleri bile bu oyuna gelmemeleri toplumumuzda çok zorluklarla konuşturulmaya çalışan toplumsal barışı bozmamaya özen göstermeleri gerektiğini düşünüyorum. Ama zannederim önümüzdeki turlarda bu konuda daha geniş açıklamalar yapmamız mümkün olabilecek
Ali Sirmen: Evet sanıyorum efendim, zaten Uğur Mumcu da zannettiğim kadarıyla bu konularda çok hassastı ve terör olaylarının inceden inceye incelenmesi gerektiğini arkadaki örgütleri ortaya çıkarılması gerektiğini söylerdi. Dediğiniz gibi inanmış bir laikti ama düşünce özgürlüğüne de, inanç özgürlüğüne de ne kadar saygılıydı. Nitekim 162. maddenin kaldırılması için kampanyaya canı gönülden kaldırılmış, öncülerinden biri olmuştu. Bilmiyorum Dilipak siz bu konuda ne diyeceksiniz? Siz Uğur Mumcuyla karşıt düşünceleri savundunuz, açık oturumlarda karşı karşıya geldiniz. Ama yanılmıyorsam benimde tanık olduğum küçük bir çok olayda sonra yine diyalogunuzu sürdürdünüz. Siz Uğur Mumcuyu nasıl tanımlıyorsunuz, bilmiyorum anımsıyor musunuz 161. madde için yaptığı kampanyayı.
Abdurrahman Dilipak: Uğur Mumcuya sıkılan kurşunlar aslında toplumsal diyalog ve barış sürecine bir
taarruzdur, sabotajdır diye düşünüyorum. Benim laik ve Kemalist çevreden gerçekten müstesna bir şekilde takdir ettiğim iki arkadaşım vardı. Birisi hocamdır Toktamış ateş, laik ve Kemalist çizgide ben hemen hemen Uğur Mumcuyla aynı çizgide görüyorum. Uzun yıllarda Uğur Mumcu ve Sayın Toktamış Ateş hocamla da değişik platformlarda diyaloglara girdik. İslamcı kitlelerin önünde de genel kitlelerin önünde de, sol kitlelerin önünde de polemiklere girdim. Mumcu gerçekten çok kararlı, azimli, sabırlı, inatçı, gözü kara birisiydi ve inandığı şeyleri sonuna kadar savunuyordu. Ama tartışma bittiğinde de yine güler yüzlü el sıkışabiliyordu. Mumcunun gözden kaçan bir takım özellikleri var. Mesela Mumcunun Anti-Emperyalist karakteri, Müslümanların hem bu noktayla örtüşen bir nokta. Mumcunun laikliği ya da Kemalistliği, mesela Kenan Evren tipi piyasa Kemalizm’inden çok daha farklı. Yani Mumcuyla bir Müslümanlar arasında laiklikten doğan bu farklılık aynı ölçüde bir Kemalist’le, piyasa Kemalist’iyle mumcu arasındaki Mumcunun Kemalistliği arasında da vardı. Bu farkı çok iyi tespit etmek gerek. Mesela Mumcunun laikliğiyle benim antiemperyalistliğim bir tarafa konduğunda biz Mumcuyla antiemperyalist cephede birlikte, hatta bir takım Jakoben laik Kemalistlere karşı ortak bir platformda buluşabiliyorduk ki. Ben Mumcuyla ilk polemiğe 1987 de sanıyorum BİLSAK’ın düzenlediği bir sivil toplum açık oturumuna katıldım ve orada ilk ortak söylemi ortaya koyan ikimiz idik. Özgürlük ve barış temeline dayalı bir söylemde Mumcuyla beraber ortak şeylere geldik. Daha sonra buna çok ilginç o tartışmaya katılan sağcı arkadaş katılamadı bize. Ama diğer arkadaşlarla birlikte ortak bir söylemi savunduk, özgürlük ve barış noktasında. Mumcunun bu özelliği göz ardı edilmemesi gerekir, yani onun laik ve Kemalist kimliği piyasa laikliğiyle ve Kemalistliğiyle ödeş değildir ki,
laiklik karşıtlarıyla verdiği mücadele kadar piyasa Kemalist’leriyle de Mumcu köşesinde hesaplaşmıştır, hatta daha fazla, hatta daha fazla. Ben titiz bir okuyucusuydum Mumcunun. Mumcu bir hukukçuydu, gazeteciliğinde de hukukçuluğunu bırakmadı. Bir kamu makinesi gibi gitti olayın üstüne. İtalya’da mafyayla hesaplaşan savcılar var, Mumcu bu mücadelesini yargı salonunda mahkeme salonlarında değil ama kamu vicdanında bir yargıç gibi mücadele etti. Ve o İtalya’da mafyayla hesaplaşan savcıların akıbetine uğradı çünkü fincancı katırlarını ürütüyordu. Yani bundan da çekinmiyordu hatta bunu bilerek seçmişti.
Ali Sirmen: Diğer özgürlükleri de savunmuştu, laiklik mücadelesi verirken 161. maddenin kaldırılmasını da
savundu. Ve Uğur Mumcuyla beraber geçen günlerimizde gözlediğim bir olayda öldürülebileceğine çok büyük bir olasılık olarak kabul ediyordu. Doğrusu şaşkınlık verecek bir soğuk kanlılık ve umursamazlık içinde hiçbir korku duymadan, içine kapanmadan yüreklice yaşadı. Bir tek şeye bir görüşünüze katılıyorum, Uğurla çeşitli Türkiye gezilerinde bulunduk. İnanın okurları gazetesini ve köşesini belki de bütün gazetelerin tirajını aşan okurları Uğur Mumcuyu daha yaşarken bağırlarına basmışlarıdır. Uğurla bir yere gittiğimiz zaman, onun halktan gördüğü ilgi bunu canlı bir kanıtıydı. Şimdi dilerseniz Uğur Mumcu cinayetinin ardında Sayın Toktamış ateş hocamın da söylediği gibi çok dikkatli olmamız gerekir. Uğur bu konularda çok dikkatliydi, bu terör olaylarının ne kadar karmaşık ve ne kadar garip amaçlara yönelik olduğunu bilir ve toplumu bu konuda uyarırdı. Biz de şimdi Uğur Mumcu cinayetinin ardında yer alabilir, bu ancak spekülasyon olabilir ama bu konuları konuşalım. Dilerseniz sizden başlayalım efendim, şunun için sizden başlayalım. Uğur Mumcuyu islami örgütlerin öldürdüğü söyleniyor, mücadeleleri var. Bu Türkiye değil Türkiye dışında örgütlerin öldürdüğü söyleniyor. Ben bu görüşe katılıyorum veya katılmıyorum, herhangi bir fikir beyan etmiyorum, siz ne diyorsunuz efendim.
Abdurrahman Dilipak: Şimdi, Uğur beyin özellikle İslamcı hareket diye tartışma gündemine getirdiği şey Suudi Arabistan ilişkisi. Rabıta kanalından ARAMKO, yani Suudi Arabistan kontrgerillasını tartışıyordu. Benim Suudi Arabistan’a girmem bile yasak. Suudi Arabistan Türkiye deki sivil Müslüman hareketinde hemen hemen hiçbir etkisi yok. Suudi Arabistan Almanya’ya hoca gönderecek olduğu zaman, benim kitaplarımı okuyan birisini göndermiyor. İmtihana tabii tutukları zaman aşağıdaki kitaplardan hangisini okudunuz diye soruyorlar ve benim kitaplarımdan herhangi bir tanesini okuyan hiç kimse Suudi Arabistan din görevlisi olarak gönderilmedi. Ama Kenan Evrenin verdiği listeler gönderildi, yani Talat Turhan’ın da çok iyi bileceği İran kontrası, Türk kontrası, Nikaragua kontrası ya hepsinin Suudi Arabistan’daki ARAMKO ilişkilerini. Türkiye’deki Müslümanlara yamamak sivil Müslümanlara yamamak pek doğru olmaz. Dolayısıyla Uğur Mumcunun bu suçlamalarından bizim doğrudan etkilenmemiz mümkün değil. Çünkü ben bir çok ortamda bu konudaki eleştirilerine verdiğim cevapta uğur bey, benim sizinde Türkiye’nin yerli Müslüman halkıyla onların özlemleriyle katılmıyorum ayrı şey ama benim bir hesaplaşmam yok diyordu. Onun hesaplaşması bu işin uluslar arası boyutlarıyla ilgiliydi. Dini Truva atı olarak kullanan bir takım emperyalist ilişkileri çözmeye çalışıyordu. Bu konuda da benim kendisiyle her zaman tartışmam olmuştu ama bu tartışmamızın çizgileri hep insani boyutta kalmıştır. Uğur Mumcuya yönelik bir saldırıyı Müslüman kesimden geleceğini ben pek ihtimal vermiyorum ama Türkiye’de her şey olur. Hele hele bu taşeron, Talat Turhan bey çok iyi bilir yani kimileri kimi nasıl kullandığı konusunda kesin bir şey söylemek mümkün değil Türkiye’de. Ama Türkiye’de İslami kesimden Uğur Mumcuya yönelik bir saldırı olacağına pek ihtimal vermiyorum şu aşamada. Çünkü son zamanlarında ki yazılarında bile çok ajitatif bir şey yoktu, sadece harp okulları meselesinde bir yazı yazmıştı, sizin yazınız çok daha sertti. Ya da Hürriyetin baş yazısında çıkan görüşler çok daha serti. Kaldı ki ona karşı da size tehdit falan geldi mi? hiç sanmıyorum zaten herkesin konuştuğu şeyler bunlar, polemik konusu. Bir başka konu, yani Uğur Mumcu’yla dediğim gibi birçok noktada Müslümanlarla örtüşüyordu,örtüşüyorlardı da. Özellikle antiemperyalist söylemde bu yolsuzlukların üzerine gidilmesi konusunda. Yani bizim Uğur Mumcu’yla ittifakımız başka kesimlerin ittifakından daha az değildi birçok noktada.
Ali Sirmen: Sayın Dilipak sizi teyiden bir şey söylemek istiyorum. Uğur Mumcu gibi laiklik, fakat o her zaman tekrarlardı bizim inanmış insanlardan Müslümanlardan bir sorunumuz yok, onlardan ir korkumuz yok. Laiklikle Müslümanlığı çeliştirmiyordu, bu söylediğinizi teyiden söylüyorum.
Abdurrahman Dillipak: Ben Uğur Mumcuyla oturup tartıştığıma zaman bu benim gündemimdeki İslam la bir hesaplaşması yoktu. Ne Müslümanlarla nede İslam la doğrudan bir hesaplaşması yoktu Uğur Mumcunun. Ama İslam adına bir takım kombinezonları sorguluyordu. Yani bunu çok ajiatatif sert bir üslupla yapıyordu, tamam bir gazeteci olarak bunu yapabilir. Bende aynı şekilde kendisini sorguluyorum, ama yani bu onun hayatını ortadan kaldırmayı gerektirecek bir şey olduğunu sanmıyorum. Uğur Mumcunun son olarak üzerinde çalıştığı konunun PKK dosyası olduğu, onunla ilgili bazı bilgiler, şimdi PKK’nın da olacağını ben pek sanmıyorum. Yani odluda PKK’ya ne kazandıracak? Türkiye’yi kaosa sürüklemek PKK’nın 1. derecede gündemi mi? Yani ben PKK açısından da çok olumlu yaklaşamıyorum olaya. Benim kafama takılan haberi ilk aldığımda beni rahtsız eden EFE dergisinde bir tartışma var. 2000’e doğrun bir öncesi sayısında Milliyetin işte, Hürriyetin son günlerindeki bazı haberinde bazı ipuçları yakalayabiliyorum. Özellikle bu batırılan eroin yüklü gemiyle ilgili, Uğur Mumcunun çünkü bu ilişkilere çok değer veriyordu. Bakın bu eroin meselesi değil sadece, arkasında siyasal ilişkiler var. Onun arkasında başka politik, başka ekonomik ilişkiler var. Başka interajanlar var, yani başka örgütler var işin içinde. Hem terör örgütleri var hem de devletin istihbarat örgütleri işin içinde. Öyle sanıyorum ki bu batırılan geminin uzantıları, Türkiye’de siyasi, bürokrat bazı yerlere kadar uzanıyordu. Ya bu tartışılıyor halen Türkiye’de ve Uğur Mumcu bunu bilebilirdi çünkü ilişkileri bunu anlayacak ölçüdeydi ve onun merak ilgi alanı, bunda ilgisiz kalması imkânsız kılıyordu bence. Böyle bir olayla Uğur Mumcu ilgilenmeden edemezdi yani. Benim çocuğum hastalandığı zaman hemen doktora götürüyorum, anlıyor bakınca. Bu işin doktoruydu Uğur Mumcu. Ömrünü eroin silah takasına, terör ilişkilerine bağlamıştı. Ve bu fincancı katırlarını sanıyorum buradan ürküttü ve bu işin faturasını da Müslümanlara yıkmak istiyorlar gibi bir izlenim edindim ben. Ve buda işin, Uğur Mumcuyu yok edenlerin, çünkü yok etme olayı, öldürme olayı değil, bu infilak gerçekten korkun, tüyler ürpertici bir şey. Yok edenlerin. Fikirleriyle kalacak, bedenleriyle yok edenlerin bunun arakasında aslında başka bir şeyleri daha yok istediklerini toplumsal barışı ve diyalogu yok etmek istediklerini düşünüyorum, bu konuda aceleci ön yargılı bir takım ajitasyonların aslında Uğur Mumcuyu öldürenlerin tuzağına düşmek anlamında da kaygı duyuyorum. Hemen size iki örnek vereyim; gazeteyi aradım bizim, dedim tepkiler nasıl? Hani telefon var mı bizim gazeteye de? Çok ilginç yazı işleri müdürü dedi ki birkaç tane arkası arkasına telefon aldım, telefonlar gazanız mübarek olsun Uğur mumcuyu da gebertmişler ne dersiniz? Ne yapalım? Falan şeklinde. Yazı işleri Müdürümüz Ekrem bey diyor; nasıl söylerisiniz böyle falan diye. Onlara karşı çıktım daha sonra küfür ederek telefonu kapattılar. Nasıl küfür ediyorlar, bunu kombinezon olarak yapıyorlar. Ağzımı yokluyor laf almak için, sizi şeriatçılar sizi bunların hesabını sizden soracağız anlamında. Ama söyletmek için, yine çok ilginç başka bir şey; Ankara’dan beni aydın Köymen aradı, Ankara’dan başka sol arkadaşlar aradılar, Cumhuriyet Gazetesinden arkadaşlarla görüştüm, onlardan da son derece olumlu serin kanlı yorumlar dinledim. İhtiyatla karşılamak gerektiğini ve bu olayı, toplumsal barışı yok edecek bir sürece intikal ettirmeden gerçeği aramak konusunda kararlı mesajlar aldım bunu da hemen belirtmek istiyorum.
Ali Sirmen: Sayın Toktamış ateş siz bu konuda ne diyorsunuz?
Toktamış Ateş: Sevgili Sirmen, biraz evvel de değindiğim gibi bu nokta fevkalade dikkatli olmamız gereken bir noktadır. Toplumsal bir barış zaten çık zor bir biçimde kurulur gibi olmuşken bu barış tehlikeye düşebilir. Tabii ben sayın Dilipak kadar rahat da değilim doğrusunu isterseniz. Akşamüstü haberlerde bir kanalda zannederim şilenin Refah Partisinin lokalinin basıldığını, taşlandığını duydum. Yani şimdi bizimi İslamcı kanadımımız içinde fevkalade bağnaz, fevkalade gözü kara insanlar var. Burada onlarında bu tür bir provakasyonu izleyen bir harekete yanıt vermelerinden de çekiniyorum. Çünkü bir yangın dediğiniz şey bir kıvılcımla başlar, muhtemelen de bir kıvılcım olarak görünmek isteyebilir. Şimdi ben bu terör olaylarında uzun yıllardan beri hep şunu düşünüyorum. Bu olayda kim ne fayda sağlar? Şimdi meseleyi bu açıdan ele aldığımız zaman ilk dile getirilen islamcı kesim. Şimdi bu hareketin İslamcı kesime faydası ne? Hiçbir faydası yok. Şu anda İslamcı kesim, aralarındaki fraksiyon farkları bir tarafa toplum içinde oy kazanmakta. Gazeteleri büyük trajlara ulaşmakta, hem ansiklopedi dağıtmadan, efendim kitapları okunuyor. Bu arada yavaş yavaş devlet dairelerini ele geçirmeye başladılar. İmam hatip meslek liselerinde imam hatip yerine her şey çıkıyor. E yani şimdi zaman biraz onarlın lehine çalışır gibi gözüküyor, en azından böyle bir trend var. şimdi böyle bir trend varken, hani aklı başında bir İslamcı, hani Uğur Mumcu gibi çok sevilen, çok tepki oyu verecek bir isme suikast yapması biraz mantık dışı. Haa diyeceksiniz ki bunlar çok mu mantıklı? E elbette mantıklı, herkesin aklı kendine yeter. Rasyonel olduklarını düşündüğümüz zaman en azından geniş İslamcı kesimler açısından bu iş pek bir fayda sağlamayacak gibi görünüyor. Haa başka ne olabilir? İki faktörü ben birleştirmek eğilimindeyim. Bunlar, kaçakçılık ve PKK ki zannederim Uğurun da üzerinde çalışma yaptığı son nokta buydu. Çünkü bu beklenen eroinlerden gelen paranın bir bölümünün Türkiye içindeki ve dışındaki terör örgütlerine geçeceği konusunda hani nerdeyse bizim istihbaratçılar bile istihbarat sağlamışlar. Çok zordur istihbarat sağlanması ama onların bir istihbaratı varmış bu konuda. E şimdi bu konuda gerçekten Uğur Mumcu bir şeyler yakalamış idiyse, veyahut da yakalamaya yaklaştığını görmüşlerse bu hareketi bu taraflardan biri yapabilir. Ancak konulan bomba da çok profesyonel işi bir bombaymış pek anladığım bir şey değil ama anladığım kadar arabayı çalıştırınca patlamıyor. Ancak debriyaja basıp arabayı hareket ettirmek istediği zaman patlıyor. E bu kadar uzman işi bir bombayı Türkiye’deki yada Türkiye’yle bağlantılı oldukları terör örgütlerinin herhangi bir kanadının bu kadar kısa bir sürse içinde netice alarak kontrol edildiği bir yer bu. Bu bakımdan PKK ve PKK ile ilişki içindeki kaçakçıların 1 Martta da bu suikastın suçluları arasından ayırmak niyetindeyim. Ha şimdi ne kalıyor geriye? Geriye kalıyor karanlık güçler. Tabi karanlık güç olduğu için karanlıkta göremiyoruz, ne kadar büyük ne kadar küçük. Yalnız Türkiye garip bir memleket, Türkiye hala 1970’li yıllarda Maltepe kışlasından insanların nasıl ellerini kollarını sallaya sallaya çıktığını, Ağca’nın nasıl hapisten yurt dışkına çıkartıldığını açıklayamamış bir ülkedir. Her ne kadar efendim bütün cinayetler aydınlanıyor deniyorsa da, herhalde ışık başka tarafa gitti hiç aydınlanmadı bir sürü cinayet hakkında. Doğan avcını kimin öldürdüğünü, bilemiyorum hala Emeç’i bilemiyoruz Bahriye Üçok’u bilemiyoruz bunlar hep bilinmezler bizim için yani. Muammer Aksoy’u bilemiyoruz yani, birde ne kadar toplanıyor toplanıyor deliller bir noktaya geliyor buharlaşıyor. Ondan sonra dosya kapanıyor, dosya kapandı ama yer açıklandı yok ortada bir şey. Bunun çok ilginç bir örneği biraz gülünç bir örneği ama gülünecek bir şey de değil bu. Efendim bir devrin başbakanı, şimdi kendileri Sayın Cumhurbaşkanımız. Başbakana suikast girişimi oluyor, Başbakanda defalarca dile getiriyor, bu örgüt işidir diyor. Şimdi bunu söyleyen alelade bir insan değil Başbakan. E ondan sonra, yarı meczup birine yıkıyorlar bu cinayeti, işte üç-beş yıla mahkûm ediyorlar. Oda çıktı şimdi kahraman gibi dolaşıyor etrafta ve Sayın Cumhurbaşkanımız halen, bu örgüt işiydi diyor. Ya adama sorarlar bu örgüt işiyse senin bu devletin Başbakanı dediyse, niye olayın üstüne gitmiyorsun? Ama iş bir yere geliyor orada duruyor, orada karanlık güçler başlıyor. Karanlık güçler de çok enteresan, karanlık güçler olduğu için yakalanamadığını görüyoruz. Korkarım bizim bu çok değerli kardeşimizin bizi acılara dark eden Uğur Mumcunu cinayetini de karanlıklar arasında kaybolacak diye endişe etmekteyim. Bunu yapanların bekledikleri ne? Sorusu aklıma geldiği zaman da, zannederim Türkiye deki iç barışı bozmak hatta Türkiye’de tırmanan bir terörün ilk kıvılcımını çakmak gibi bir endişeyi de maalesef taşımaktayım. Çünkü bugün Türkiye dünyanın çok önemli bir coğrafyasındadır. Şöyle bir haritaya bakıyorsunuz, Kuzeyin en güneyinde, güneyinden en Kuzeyinde, Batının en doğusunda, doğunun en batısında dünyanın ortasında bir yer. Ee bu coğrafyanın bir fiyatı var, bu fiyatı ödetmelerinden korkuyorum. Türkiye’nin zayıf düşmesi kimin işine yarar? Bir sürü devletin işine yarar. Amerikanın da işine yarar, Almanya’nın da işine yarar, efendim İsrail’in de işine yarar, İran’ın da işine yarar, Irak’ın da Suriye’nin de bir sürü devletin, bir sürü çevrenin işine yarar. Böylesine tehlikeli, böylesine kritik bir bölgedeki biz Türkleri, Türkiyelileri gerçekten fevkalade dikkatli olmamız lazım. Ama şunun da altını çizmek lazım, fevkalade dikkatli olacağız diyerek de, hani Sevgili Dilipak şeriat devletini getirir sonrada mücadele ederiz, o ayrı onu ayrıca tartışırız ama jakobenliğe de ayrıca piyasa Atatürkçülerini de jakobenlerle karıştırmayalım ama fevkalade dikkatli olamamız gerekir. Hemen toplumsal barışımızı, hem dostluğumuzu, kardeşliğimizi bozmamamız gerekir. Laik devletimiz bize büyük imkanlar bahşetmektedir, ancak biz laik bir devletin çatısı altında Dilipak’la oturup tartışabiliriz. Başka bir rejim içersinde bunu yapamayız, bunun çok kıymetli bir şey olduğunu bilmemiz lazım. Türkiye’deki bütün kanatların, İslamcı kanadında bunu bilmesi lazım hatta bir adım ötesi Türkiye’deki çıkar çevrelerinin de bunu bilmesi lazım. Hani eğer bugün Türkiye’de rahat ve huzur içinde paralarını ödeyeceklerse toplumsal barış bozulmazsa ilgilidir. O toplumsal barış bozulursa artık nereye giderler bilemiyorum ama Türkiye’deki rahatı bulamazlar.
Ali Sirmen: Peki efendim sağ olun, Sayın Talat Turhan, karanlık güçlerden bahsedilince akla hep sizinçalışmalarınız gelir. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Nedir sizin görüşünüze göre Uğur Mumcunun cinayetinin arkasındaki esrar?
Talat Turhan: Efendim sayın iki değerli konuşmacının söylediklerine katılıyorum. Normal bir kriminolog mantığıyla bu olaya yaklaşırsak alacağız Uğur Mumcunun makalelerini, kategorize edeceğiz, şu grupların aleyhine yazmış, onlar öldürmüştür diyeceğiz. Bu grupların aleyhine yazmış onlar öldürmüştür diyeceğiz. Şu grupların aleyhine yazmıştır, öyleyse onlar öldürmüştür diyeceğiz. Bir de burada üstlenme faktörünü ön plana getireceğiz. Gerçekte bu konuda çok bilimsel bir çalışma yapıldığına tanık olmadım. Acaba dünya genelinde, Türkiye genelinde kaç olayda kaç üstlenme doğru çıkmıştır? Gerçi üstlenme bir silahlı propaganda yöntemidir, bundan öğünen örgütlerde vardır. Profesyonel örgütler Kızıl ordu, Kızıl tugaylar vs. gibi. Ama Türkiye’deki bu olaylarda hangi üstlenme ne derece doğru çıkmıştır? Ben bu konuda bir yayına rast gelmedim. Dolayısıyla üstlenme mantığından hareket edenler yanılgıya uğrarlar. Kaldı ki bir tek İslamcılarda yüklenmedi, birkaç örgüt birden yüklendi. O bir çok olayda da bu şekilde olduğu için işin o tarafı da ayrıca tartışılabilir. Şimdi ilk önce neden İslamcılar gündeme geliyor. Deminde konuşulduğu gibi son yazılarında bu konuya çok eee, Uğrun üslubunun dışında bir yaklaşımla, çok büyük, büyük saldırılan bir saldıran bir tavır değil, agresif bir tavır değil. Normal bir mantık içersinde kendi düşüncelerini o konuda da her zaman olduğu gibi açıklayan bir tavır içindeydi. Öyleyse olayın o boyutunu şimdilik falcılık yapmayalım, kehanette bulunmayalım göz ardı edelim. Yalnız bu gün şu gerçeği kabul etmek zorundayız, Yeni Dünya düzeni yutturmacısı altında bütün dünya ülkeleri Amerikan emperyalizminin egemenliği altına girmiştir. Türkiye’de 1947 den bu güne kadar bu emperyalist baskı ve egemenlik bugün perçinlenmiş bir noktada
bulunmaktadır. Bir anı, bir olayla bu kalıbı vurgulamak istiyorum. 1953′!ü yıllardan günümüze değin, Türkiye’den amerikan doğrularını ülkesinde uygulamak üzere Eisenhovver Exchange örgütünden 23 kişi gönderilmiş bugüne kadar. Bu yıl bütün dünyayı stop ettirdi Amerika, Türkiye’den 10 kişi birden alıyor. Demek dünyanın amerikan gözünde, dünya lideri olan amerikan gözünde en gözde ülke Türkiye’dir. Bu anlayış içersinde buradaki bütün kargaşanın ardındaki güç bana göre amerikan emperyalizmidir. Neden Amerikan emperyalizmidir? Çünkü örgütlenmiş güçlerin olduğunu bugüne kadar olan yapıtlarımda açıklamış bulunuyorum. Öyle olduğu için de, bu olayı demokrasiyi ortadan kaldırmaya yönelik bir girişimin boyutu içersinde değerlendiriyorum. Zaten terör uzmanlarının yapıtlarıma baktığı vakit, çok meşhur savunmamada Türk kamuoyuna mal ettim. Ayaklanmaları bastırma harekâtı David Gammer diye maske bir isimle Türk kamuoyu bunu tanıyor. Oysaki aslına baktığımız vakit, Harvvard Üniversitesinde ir kurul bunu yazmış. Ve de içinde Türkiye’nin bütün sorunlarında parmağı olan Kissinger de var bu kurulun içinde. Şimdi bunu göz ardı edemeyiz, şimdi bu yapıtta diyor ki bu ülkeyi desiterilize etmek için terörün iki safhası vardır. Birinci safhası, şuursuz terör, terörün ikincisi seçilmiş terörizm. Şimdi ikinci safhada bulunuyoruz ve de uğur mumcu seçilmiş terörün en güzel hedefidir. Kim bu cinayeti, kim bu tertibi düzenlediyse o bu bakımdan olayın boyutunu Global olarak bu şekilde değerlendirmek istiyorum. Şimdi Türkiye’de biz bu filmi birkaç kere seyrettik. Yani bir terör periyodunu, periyodunun periyodunu bir askeri darbe izledi. Şimdi acaba bir üçüncü darbe olasılığının erimimidir değimlidir? Olayı bu boyutunda tartışmak gerekir diye düşünüyorum. Gerçi bugünkü Türkiye’nin koşulları ve Türk halkının varmış olduğu bilinç düzeyi, kolay kolay darbecilere bu fırsatı vermez ve darbecilerin biletini keser. Ama şu olguda var ki, Amerikan emperyalizmi dünyadan, dünyanın bütün haklarından ve ülkelerinde ittifaklar arar bu ittifakların en önde geleni anti-komünist idi. Anti-komünizminin dünyada her yerinde ortakları var. Sermaye baş ortağı, din baş ortağı, Siyonizm baş ortağı, yani ortakları var. şimdi bu yeni dünya düzeni olgusuna kadar, gerek İslam dini, gerek Hıristiyan dini, gerek başka dinler bu anlayış içersinde anti-komünizme destek verirler. Ama kominizim olgusu kominizim iddiası ortadan kalktığı vakit o zaman dünya Müslümanları anladılar ki bizim düşmanımız Amerikan emperyalizmidir. Neden? Amerikan ideologlarına baktığımız zaman, Graham Follor, Kissinger, Brezinski, vs. gibi insanlar bunu açıkça ifade ediyorlar. Biz bundan sonraki safhada İslamlarla çatışacağız diyor ve de Irak halkının başına bugün Birleşmiş Milletler kanalı açarak atılan bombalar bu anlayışla sergilenmektedir.
Ali Sirmen: Sayın Turhan vaktimizin kısıtlılığı dolayısıyla bir sonuca varsak efendim. Peki efendim.
Talat Turhan: Toplayacağım efendim. Şimdi bu mantık içersinde Türkiye’de bir kargaşadan medet uman karanlık güçler, laik anti laik çelişkisini abartmak, gündeme getirmek ve buradaki kargaşadan istifade yapmak için bu eylemi yapmış olabilirler diye düşünüyorum.
Alev Coşkun: Teşekkür ediyorum, Sayın Coşkun siz cumhuriyet gazetesinde Uğur Mumcu’yla çalışıyordunuz.
Ayrıca Devlet adamı Bakan olarak bir iktidar mensubu olarak da terör dönemlerinde yaşadınız. Türkiye’nin
getirildiği ortamın içinde yaşayarak gördünüz. Sizin bu konudaki değerlendirmeleri rica edeceğim efendim.
Alev Coşkun: Sayın Sirmesn, arkadaşlar adına bugün gerçekten bu gece konunun çok çeşitli boyutlarında çok değerli fikirler ortaya koydular. Ben önce, ben konuşmamı iki-üç kısa toparlamak istiyorum fakat iki-üç noktada odaklaştırmak istiyorum. Birinci odak, uğur Mumcu bir simgeydi, onu ilk baştaki konuşmamda ve bütün arkadaşlarım o simgenin ne olduğunu çok güzel anlattılar. Peki, bu simge kiminle bütünleşmişti? Bu simge Cumhuriyet gazetesiyle bir yazar olarak bütünleşmişti. Peki, Cumhuriyet gazetesi nedir? Hemen hatırıma 23 Ekim 1923 Türkiye Büyük Millet Meclisi Pazartesi günü toplanmış, sat sabahın onu. Toplantıda bir önemli yasa, bir kanun görüşülüyor. Türkiye Cumhuriyeti, Türkiye Devletinin şekli hükümeti hakkında bir kanun görüşülüyor. Rejimi tamamen yeni sistemine oturtacak bir yasa. İlk sözü Anayasa komisyonu başkanı alıyor. Kimdir anayasa komisyonu başkanı Yunus Nadi. Yunus Nadi kısaca şunları söylüyor; (özleştirerek addetmek istiyorum) Arkadaşlar birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi yeni bir devlet kurmuştur. Türk Milleti ben varım ben Devletim diye bütün dünyaya kendisini ilan etti. Şimdi Anayasanın birinci maddesine bir fıkra ekliyoruz. Birinci madde şöyledir;”Hâkimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir”. Eklenen fıkra şudur; “Türkiye Cumhuriyetinin hükümet şekli Cumhuriyettir”. İşte bunu okuyan Yunus Nadi, bu Cumhuriyet rejimini bu şekli, devlet şeklini, korumak için İstanbul’da kurduğu Cumhuriyet gazetesiyle laik, Atatürkçü, demokrasiye doğru giden bir rejimi savunmak için bu müesseseyi kurdu. Ve bu kurum bu Cumhuriyet gazetesi
Ali Sirmen: Sayın Coşkun, zannediyorum daha önce kurulmuştu! Yeni Gündem, Milli Mücadele….
Alev Coşkun: Milli Mücadeleye katılmıştı evet.
Ali Sirmen: Gazete adının Cumhuriyet olması da Mustafa Kemal Atatürk’ün kalemi üzerine olmuştur.
Alev Coşkun: Kalemi üzerine olmuştur. Evet, doğrudur efendim. O kısımlara girmiyorum, Cumhuriyetin ilan edilmesiyle Yunus Nadi, çok teşekkür ederim. Şimdi böyle simgelenen bir kurumda çalışıyor Uğur Mumcu. Bu ara hiç değinmeyeceğim, hiç tekrarlamayacağım, birçok meseleye el atıyor ve bir simge haline geliyor, Cumhuriyet gazetesiyle de özdeşleşiyor. Şimdi biz meseleyi şu veya bu şekilde kesin hatlarıyla, şu yapmıştır, bu yapmıştır diye bir yargıya varmıyoruz. Bizim yargımız Türkiye açısından üstünde son derece dikkatle düşünülmesi gereken bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu belirtmek istiyoruz. Ülkenin geleceğini demokraside arayan herkesin yazgısını etkileyecek çok önemli bir cinayeti söz konusu olduğunu görüyoruz. Şimdi şuanda Türkiye’nin durumu nedir? Şuanda Türkiye’nin Kuzey doğusunda sorunlar var, Azeri-Ermeni sorunu var. Güneydoğuda sorunlar var, Güneyimizde sorunlar var, Kıbrıs’ta sorunlar var. Sorunlar yumağıyla çevrelenmiş durumdayız. Şimdi bu arda, uzun yıllardan beri görmediğimiz bir durulmada karşı karşıyayız. Sağ demokrat sağ ile demokrat sol partiler, iki parti birleşmiş ve bir koalisyon oluşturmuş. Bu koalisyon birinci yılını dolduruyor, istikrarlı bir ortamı değiştirmeye çalışıyorlar. Hatta bu istikrarı sağlarken demokratik açılımlar yapıyor. Örneğin en son demokratik örneği CUMUK’tur (Cezai Muhakeme Usulleri Kanunu) Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda ileri adımlar atıyor. Tüm toplumu umutlandıran bir hava içinde bulunuyor. İşte bu cinayeti yapanlar demokrasinin gelişmesini bu umutların gücenmesini önlemek istiyorum. Kara bir, karanlık bir tuzak içersinde bulunuyoruz. Bu tuzağın failleri muhakkak bulunmalıdır. Eğer bu tuzakları yapanlar bu cinayetleri işleyenler bunların failleri bulunamazsa, yine kafalarda bir soru işareti olarak bunlar kalırsa, o zaman demokrasimiz 40 yıldan beri çok emek vererek çalıştığımız demokrasimiz, yara alır, büyük yaralar alır. Sayın Sirmen, böylece toparladıktan sonra ikinci sorunuzu yine kısaca cevaplandırmak istiyorum. Ben gerek Üniversitedeki hayatımda öğretim üyesi olarak, gerekse politikada iki dönem Milletvekilliği, bakanlık ve 80 öncesi her gün 20 kişinin öldüğü bir ortamda siyaset, politika yapmış kişiyim. O günleri iyice hatırlıyorum, şimdi çok ciddi paralel çizmek istiyorum. Türk kamuoyunun dikkatine sunmak istiyorum. Abdi İpekçi cinayeti, sayın Ecevit hükümetinin kuruluşunun üzerinden 1 yıl geçtikten sonra bir yıl bir ay veya on gün, bir yıl geçtikten sonra işlenmiş yine Abdi İpekçi o zamanlar Türk toplumunun, Türk kamuoyunun son derece değer verdiği bir gazeteci işlenmiş siyasi bir cinayettir. Hala faili meçhuldür ve bu cinayetin arkasından ferdi terör tırmanmış ve sonun da 1980 de yani bir yıl bir aradan sonra bir darbeyle sonuçlanmıştır. Şimdi maalesef bir paralellik var. Bu istikrar sağlayıcı hükümet iki partinin koalisyon hükümeti kurulalı bir yıl bir ay oldu veyahut iki ay oldu bir yıl bir süreden sonra on yıl önceki, on iki yıl önceki Abdi İpekçi gibi simge olan büyük yazar bir büyük araştırmacı lanetlenmiş bir cinayete kurban gidiyor ve şimdi bundan sonra bizler bütün Türk halkı, kamuoyu ne oluyoruz diye soruyor. Burada istenen arzulanan şey şudur, bu faili meçhul cinayet muhakkak bulunmalıdır ve ortaya çıkarılmalıdır.
Ali Sirmen: Efendim ne yazık ki bu faili meçhul cinayet araştırılırken bu konuların en büyük uzmanını, terörün en büyük düşmanını, teröre karşı en yürekli, en ısrarlı mücadele veren arkadaşımızı bu cinayette kaybettik. Gerçekten bu cinayet yalnız Uğur Mumcuya değil bütün Türkiye’ye karşı işlenmiş bir cinayeti. Zannediyorum ki aynı konularda değişik yerlerden gelerek aynı konularda birleştik. Belki de bundan sonra terörün tuzağına düşmemek için bütün demokratik mücadelemizi, terörle mücadelemizi belki de Uğur Mumcunun yaptığı gibi ısrarla sürdürmek, zaman zaman sert tartışmalara girmek ama inanları bölmeden inanan inanmayan, Türk-Kürt ayrımı yapmayan bu konuları tartışabiliriz. Yani Türk-Kürt ayrımı yapmadan tartışabiliriz. Hem de her platformda, tam bir özgürlük içinde tartışabiliriz. Uğur bunu yapıyordu, inanan inanmayan diye ayırmadan da yapabiliriz. Belik de bu tuzağa düşmememizin en önemli etkenlerinden bir de bu olacaktır. Ve bir de zannediyorum Toktamış Ateş hocamın da dediği gibi, hepimizin de belirttiği gibi bu cinayetin kurduğu tuzağa düşmemek için çok dikkatli olmamız ve yanlış hedeflere gözü kara saldırmamamız. Tam tersine her şekilde demokrasi içerisinde tartışmayı esas aldığımız gerekecektir.
Toktamış Ateş: Doğru hedefi bulmak
Ali Sirmen: Doğru hedefi bulmak olacaktır. Uğur Mumcu için yarın Cumhuriyet Gazetesi önünde bir tören yapılacak, öbür gün cenazesi Ankara’da kalkacak zannediyorum ki Uğur Mumcu’nun anısını yaşatacak olanlar onun için yapılacak törenlere, onun cenazesine katılacak olanlar Türkiye’de aynı zamanda demokrasi cephesinin, uygarlık cephesinin, bağımsızlık cephesinin, laiklik cephesinin, her türlü özgürlük cephesinin kısacası demokrasiden yana olanlarında kanıtı olarak ortaya çıkacaklardır. Ve inanıyorum ki Uğur Mumcu’nun ölümüyle bazı bazı şeyleri hedeflemiş olanlar, onun seçkin kişiliğiyle yılmaz mücadeleciliğinin halka yansımasıyla bu kez yanılmış olduklarını ve bir zamanlar öncü olan Uğur Mumcunun artık bir özgürlük bayrağı olarak hepimizi peşinden sürükleyeceğini göreceklerdir. Hepinize teşekkür ediyor, hepinize, hepimize baş sağlığı diliyorum…
PROGRAM BİTTİ