4
9
Kitaplarım

Emperyalizm Batağında İstihbarat Örgütleri

EMPERYALİZM BATAĞINDA İSTİHBARAT ÖRGÜTLERİ Doruk Operasyonu
Birinci Baskı AĞUSTOS 1989, İkinci Baskı MAYIS 1999,
Üçüncü Baskı EYLÜL 2004
Sorun Yayınları

ÖNSÖZ

Çağımız devletinin karmaşık bir yapısı var. Ancak bu karmaşık yapı içinde bir de “devlet içindeki devletten ya da “gizli iktidar”dan veya “görünmeyen hükümet’ten söz açılıyor.

Çoğu ülkede denetim dışında kalan bu ikinci devletin, halkın gözünden uzakta bir mekanizma oluşturduğu biliniyor. İstihbarat örgütlerinin, ordudaki özel dairelerin, bürokrasideki yeraltı birimlerinin varlığı “açık rejim” kavramıyla bağdaşmıyor. İşin ilginç yanı en “açık rejim”e sahip olduğunu ileri süren ABD’de ClA’nın egemenliğini kimse yadsıyamıyor.

Amerika’ya bağlı ülkelerde ise konu daha dramatiktir. Çünkü bu kez bağlı ülkedeki “görünmeyen iktidar”la Washington arasındaki “gizli ilişkiler” olaya gayrı milli bir nitelik vermektedir. “Devlet içindeki devlet” ulusal varlığı bir başka yabancı devletin güvencesinde görürse sonuç ne olur?

Bu kez “açık rejim”in düş ya da yanılsamadan başka bir şey olmadığı görülecektir. “Kapalı kapılar arkasında” o ülkeye ilişkin kararlar verilecek; ve bir “silahlı siyasal parti”ye dönüştürülen ordunun dış destekli darbeleriyle bağımlı ülkeye yön vermek kolaylaşacaktır.

Bu sorun kuşkusuz yalnız Türkiye’ye özgü değildir; ama bizim özel bir durumumuz var.

Türkiye, bağımsızlığını hiçbir ülkeye borçlu değildir. Tümüyle ulusun gerçekleştirdiği bir ulusal kurtuluş savaşından sonra Cumhuriyet Devleti kurulmuştur.

Ne var ki İkinci Dünya Savaşından sonra ABD’nin Türkiye’deki etkinliği çoğu eski sömürgede ya da İkinci Dünya Savaşından sonra Amerikan ordusunun işgalden kurtardığı ülkelerde olduğundan daha güçlüdür. Nitekim bu gücün ölçüsü 12 Eylül darbesinde tam anlamında saptanabildi. Artık belgelendiği gibi; 1980’de dünya dengeleri ve Türkiye’deki özel konum Ankara’da bir darbeye gereksinme gösteriyordu. Washington’un gözetim ve denetiminde 12 Eylül gerçekleştirildi. Bu olayın ülkemizdeki sol, sosyalist, devrimci ve demokratik halk güçleri adına ne demek olduğu, ancak yaşandıktan sonra anlatabildi.

Talat Turhan, Türkiye’deki üç askeri darbeyi (27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül) içinde ve yakından yaşadıktan sonra deneyim ve birikimlerini kitaba dönüştüren bir yazardır. Çileli hayatında “gizli iktidar’la çok kez yüz yüze gelmiş ve çok kez çatışmaya girmiş bir insanın yalnız kitaplık bilgisiyle yetinmesi kuşkusuz beklenemez. Bu alanda kişisel deneyim, bilgi ve birikimin önemi sanıldığından daha değerlidir.

Bugün Türkiye’nin çoğunluğu demokrasiyi özlemektedir. Gerçi de­mokrasi kavramı, herkese göre biraz değişiyor; ama “açık rejim” e geçmek yolunda Türkiye zorlanıyor. Şimdiye dek demokrasi adına yürütülen “sağa açık, sola kapalı çok partili rejim”i aşmak için ülkemizde “devlet içindeki devlet”i tanımak gerekiyor.

Talat Turhan’ın bu tanıtım yolundaki katkısı, belki bugünden önemi ölçülemeyecek değerdedir

Elinizde tuttuğunuz kitap, işte bu yolda bilgiye dayalı bilincin oluşması için gerekli içeriği taşıyor. Demokrasiyi halk kuracaksa, özgürlüklere sırası geldiğinde “dur” demek için hazırlıklı “görünmeyen iktidar”ı, okur gözünde “görünür iktidar” yapmakta yarar var.

Talat Turhan’ın da yaptığı budur.

İlhan SELÇUK

SUNUŞ

      Okuduğunuz yapıt, 1987–1989 yılları arasında yayınlanan yazılardan oluşmaktadır. Bu yazılara, önceden hazırlanmış fakat yayınlanmamış bir bölümle, bütünlük sağlamak amacıyla gerekli değerlendirmeler eklenmiştir.

Aslında başlangıçta konular işlenirken ilerde bir yapıta dönüştürülmesi düşünüldüğünden, genellikle güncelliğini yitirmeyecek sorunlar seçilmiştir:

MİLLİ İSTİHBARAT TEŞKİLATI, DARBELER, 12 EYLÜL, TERÖR, CUMHURBAŞKANI SEÇİMİ, DARBE OLASILIĞI, HAYALİ İHRACAT vb. gibi…’

I.Bölüm

İlk yazı Milli İstihbarat Teşkilâtına ilişkin görüşleri içermektedir. “Milli İstihbarat Teşkilâtı ve Sivilleşme” başlıklı yazıda, örgütün bölümleri, bunların görevleri yasaya dayanılarak açıklanmış, ta 1986lı yıllarda öne sürdüğümüz “sivilleşme” kavramı ile iktidarın benimsediği “sivilleşme” anlayışı arasındaki yüz seksen derecelik farklılık vurgulanmıştır.

Bu arada, iktidarın tam desteğiyle MİT Müsteşarlığına getirilmesi düşünülen Hiram Abas ile onun ekibinden Mehmet Eymür’ün gerçek nitelikleri, sistemin mantığı içinde ve özet halinde gözler önüne serilmeğe çalışılmıştır.

Bu yazı yazıldıktan sonra, vakti zamanında istihbarat birimlerinde etkin görevlerde bulunan bazı dostların uyarılarına muhatap oldum. Onlara göre “arının kovanına çomak sokuyordum” çünkü Hiram Abas Türkiye’nin en güçlü adamları arasında idi. Daha da etkin konuma gelmesi söz konusuydu. Başım derde girebilirdi…

Oysa eleştirdiğim kişiler, Faik Türün’ün Ziverbey Köşkü’ndeki işkenceli sorgulama yapan, şantaj, kışkırtma, tertip düzenleyen ekipte MİT temsilcisi olarak bulunuyorlardı. Ta 1971’li yıllardan beri becerileri (!) malumdu…

Ziverbey Köşkü’nde düzenlenen tertiplerden biri de, Faruk Gürlerin, Cumhurbaşkanı seçilmesini önlemek için senaryolaştırılan “BOMBA DAVASI” idi.

Hazırlanan senaryoya göre, İstanbul’da bir iki yıldan bu yana bombalar, bir örgütçe Faruk Gürler cuntasını iktidara getirmek için patlatılıyordu… Gürler cuntasında Kemal Kayacan (Dz. K.K:Oramiral) ile Muhsin Batur (Hv. K.K.Orgeneral) cunta üyeleri olarak savcılarca suçlanıyordu… Bu saçma savların gerçek olmadığı mahkeme kararıyla zaman içinde aydınlandı…

O halde tertipçilerin amacı ne idi?

Ziverbey Köşkü’nün işkenceci baş patronuna daha sonraki açıklamalarından anlaşıldığı üzere, zamanın iktidarınca Genel Kurmay Başkanlığı vaat edilmişti. O halde, Gn. Kur. Bşk.lığına gelmesi olası olan, Gürler’in önü tıkanmalı idi… Bu amaçla bir işkenceci general başkanlığında, MİT’çiler, polisler, savcılar çeteleşmiş bu tertibe hizmet ediyorlardı…

Kuşkusuz Türün’e nasıl ki Gn. Kur. Bşk’lığı vaat edilmişse, Türün de şebekesindeki işkencecilerin her birine gönlünde yatan aslana ulaşma sözünü vermişti… Onlar da bu türden bir anlayışla vatan hizmeti (!) yapıyorlardı…

Ancak ilk aşamada hesapları tutmadı. BOMBA DAVASI ile düzenlenen tertibe karşın Gürler, Gn. Kur. Bşk.’lığına gelince tertipçiler geri çekildiler. Bir yıl sessiz ve derinden oyunlarına devam ettiler; Gürlerin Cumhurbaşkanı olmasını önlediler; hemen ardından Cunta Başı olarak “BOMBA DAVASI”na sanık olarak getirilmesini denediler. Ama başaramadılar…

Tüm bunları Gürler’in avukatlığını yapmak için yazmıyorum. Günümüzün en güncel ve siyasal bunalım istidadı taşıyan Cumhurbaşkanı Seçimlerinde ne tür dolaplar döndüğünü anımsatmak istiyorum.

Türün’ün hesabı tutmayınca AP’nin kanatları altında Cumhurbaşkanı adayı olacak ölçüde itibar görmesi boşuna değildi. Zira tüm tertiplerini, siyasi iktidardan aldığı güçle yapmıştı. Gn. Kur. Bşk. olarak kendisini ödüllendiremeyenler Cumhurbaşkanı yapmak suretiyle vefa borçlarını ödemek istiyorlardı…

Demirel “Gürler’in Cumhurbaşkanlığını önledik” derken bir anlamda Türünle eski angajmanlarını da ele vermekte idi. Vurgulamak istediğimiz gerçek, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde tertip düzenleyenler içinde (bütünlüklü olarak) o dönemin, siyasi iktidar yetkilileri, Sıkıyönetim Komutanları, MİT’çiler, Emniyet Görevlileri, Askeri Savcılar, Adli Müşavirler ve danışman hukuk profesörlerinin bulunmasıdır…

Bunlar arasında Hiram Abas ve Mehmet Eymür’ü de gördüğümüzden “MİLLİ İSTİHBARAT TEŞKİLATI VE SİVİLLEŞME” başlıklı yazıda bazı gerçekler yalın çizgilerle dile getirilmiştir. Yani bile bile “Arıların kovanlarına çomak sokulmuştur.”

ikinci yazı “YİNE MİLLİ İSTİHBARAT TEŞKİLATI….” başlığını taşımaktadır. 1988 yılında, “2000’e DOĞRU” Dergisi’nde “Şeytan üçge­ni: CIA-MOSSAD-MİT ilişkileri” ve “olaylarla Hiram Abas CIA-MOSSAD işbirliği” kapak konusu yapılmıştı. 1977 yılında (on bir yıl önce) 7 GÜN Dergisi’nde yayımladığım bir yazının başlığı “ORTADOĞU’DA ŞEYTAN ÜÇGENLERİ” başlığını taşıyordu. Başlıklardaki benzerlik ilginç olduğu gibi konular da benziyordu. Anılan yazıda tanık olduğum olaylardan örnekler vererek, CIA-MOSSAD-MİT “ilişkilerini makro düzeyde ele alıyordum. 2000’e DOĞRU Dergisi aynı ilişkileri Arap ve hatta İsrail basınına gönderme yaparak’ bu oluşum içinde Hiram Abas’ın FKÖ’ne karşı tertiplere giriştiğini açıklıyor, gerçeği somutlaştırıyordu. Bu oluşumda Hiram Abas’ın (uluslararası tekelci sermayenin uzantısı) Masonluğunun rolünün bulunup bulunmadığı araştırmaya değer… Yoksa Hiram’ın MOSSAD’la işbirliği içinde Filistinlilere karşı sonu fiyaskoyla sonuçlanan tertiplere girişerek emperyalizme ve Siyonizm’e hizmet edişi nasıl açıklanabilir?

Bu nedenle bu yazıların karşılaştırılması ve konunun daha iyi değerlendirilmesi için, anılan yazılar yapıta ek olarak konulmuştur…

Üçüncü yazının başlığı: “KÖSTEBEKLER…”dir. Bu dönemde “MİT RAPORU OLAYI” gündeme geldi. Konu aylarca kamuoyu önünde tartışıldı. Özal’ın MİT müsteşarlığı için hazırladığı güçlü adam (!) Hiram Abas ve ekibinin önde gelen ismi Mehmet Eymür bir anda kendilerini sokakta buldular. Yazı’da bu olay incelenmiş, Amerikan casusluğu suçlamasıyla Hiram Abas tarafından yakalanıp mahkemeye verilerek mahkum edilen Emekli Kur. Alb. Sabahattin Savaşman olayıyla, aynı suçlamayla yakalanan Emekli Kur. Alb. Turan Çağlar’ın yargılanırken Mamak Cezaevinden ölüsünün ailesine teslim edilmesi olayının aydınlığa kavuşturulması gerektiği vurgulanmıştır.

I.Bölümdeki dördüncü yazı bu yapıta konulmak üzere kaleme alınmış olup; “KÖSTEBEKLER KONUŞUNCA…” başlığını taşımaktadır. Anılan yazıda MİT RAPORU nedeniyle emekliye sevk edilen Hiram Abas ile Mehmet Eymür’ün konuşmalarından çıkan sonuçların genel bir değerlendirilmesi yapılmağa çalışılmaktadır.

  1. Bölüm

İlk yazı “ASKERİ DARBELER DÖNEMİ”dir. Bu konuda daha önce yayınlanan yazılara da gönderme yapılarak darbelerle İç ve Dış İstihbarat örgütleri arasında ilişkiler kısaca gözden geçirilmiştir. Konuya ilişkin öne sürdüğümüz savlar daha sonraki tarihlerde çeşitli kaynaklarca doğrulanmış bulunmaktadır. Anılan yazı yayınlandıktan yaklaşık bir yıl sonra, Cüneyt Arcayürek’in “Darbeler ve Gizli Servisler” adlı yapıtı yayınladı. Kitap 1964 yılından bu yana öne sürdüğümüz savları doğrulayıcı niteliktedir.

“12 EYLÜL TARTIŞILIYOR…” başlıklı yazıda gerçekte bu tür düşüncelerin yayılmasından hoşlanmayan çevrelerin başlattığı tartışmaların genel bir değerlendirmesi yapılmağa çalışılmıştır. Bu arada gündeme getirilen “darbe tartışmaları” üzerine öne sürülen görüşlere topluca yer verilmiştir.

Bu bölümün son yazısı “12 EYLÜL ÖNCESİNDEN BİR KESİT…” başlığını taşımakta olup, bu yapıtta ilk kez yayınlanmaktadır. Yazıda 12 Eylül öncesinde Türkiye’deki CIA faaliyetleriyle Emperyalist ülkenin hedef seçtiği Ev sahibi ülkeyi, istikrarsız hale getirmek (Destabilisation) için kullandığı yöntemler açıklanmaktadır. Basında yer alan konuya ilişkin tartışmalar yeniden gözler önüne serilerek 12 Eylül Öncesi’nde ülkeyi teröre iterek “Darbe Ortamı” hazırlayanların amaçları sergilenmeye çalışılmaktadır.

Orgeneral (E) Bedrettin Demirel, “12 Eylül Darbe kararının” harekâttan çok önce alındığını açıklamıştır. O halde neden beklenilmiştir? Masum insanların akan kanlarının eğer darbe için gerekçe hazırlayacağı düşünülmüşse böyle bir sorumluluğun altından kolay kolay kalkılamayacağı bilinmelidir.

Süleyman Demirel, 12 Eylül öncesinde terörü önlemekle görevli güçlerle 12 Eylül sonrasındakilerin aynı olduğunu, iktidarı döneminde terörü önleyemeyen güçlerin 12 Eylül’den sonra bunu nasıl başardıklarını soruyor – mealen – Haksız da değil… (Bülent Ecevit’de aynı soruyu soruyor)(1) Yoksa darbe gerekçesini oluşturmak için daha çok kana mı gereksinme vardı? “12 Eylül öncesine dönme” korkutmaca’sının temelinde bu vahim tutum mu yatmaktadır?

III. Bölüm

Bu bölüm “ULUSLARARASI TERÖRİZM VE ÖLÜM MANGALARI” başlığını taşımaktadır. Konu geçmiş ve gelecekte çok uzun süre Dünyada güncelliğini koruyacağa benzemektedir. Birçok ülkede AAA simgesi ile tanımlanan, paramiliter örgütler “ÖLÜM MANGALARI” adı altında faaliyetlerini sürdürmektedir. Genellikle “Antikomünist” bir beyin yıkama içerisine itilerek cinayet işleyen sağcı cinayet şebekeleri gerektiğinde sahneye sürülerek emperyalist güçlerin amaçları doğrultusunda kullanılmaktadır. “ÖLÜM MANGALARI” ülkemizde pek kullanılan bir tabir olmamakla birlikte; 12 Eylül öncesinde sağ militan güçler, onların işlevlerini üstlenmişlerdir. Bu yolla sahneye sürülen terör, solu nefis müdafaasına itmiş, kardeş kanı ile oluşturulan bu ortamı amaçları doğrultusunda kullanmak isteyen dış ve iç gerici güçler arzuladıkları düzeni 12 Eylül’le getirmeği başarmışlardır.

Günün birinde ülkemizde hesap sorulabilecek bir düzen gelirse, 1982 Anayasasının geçici 15’inci maddesinin ardına sığınarak ömür boyu dokunulmazlık zırhı ardına gizlenmek isteyenlerin hesaplarının bir anda bozulduğu görülecektir.

“ÖLÜM MANGALARI”nın Dünya gündeminde olduğunu açıklamıştım. Nitekim daha sonra basında yer alan yazılar da, doğrulayıcı niteliktedir:

1.”El Salvador’da 10 yıldan beri faaliyet gösteren “ölüm mangalarının” desteğine sahip aşırı sağcı Arena Partisinin adayı Alfredo Christiani’nin başkanlığı kesinleşti. Arena Partisi ile yakın ilişkide bulanan “ölüm mangaları” ülkede yönetime karşı güçlere ve kişilere karşı çok kanlı bir yıldırma, sindirme kampanyası sürdürüyorlar. Konuyla yakından ilgilenen birçok kimse ise “ölüm mangaları”nın ülkede gizli polisin vurucu gücü olduğunu iddia ediyorlar.(2)

2.”Acaba Honduras’ta 1981’den 1984’e kadar sırf siyasi düşünceleri nedeniyle 200’ü aşkın politikacının öldürülmesi sırasında meşhur

     “ölüm mangaları” isimli gizli polise yardım ettiği ortaya çıkan CIA örgütü, ABD yönetiminin “insan hakları”na bağlılığını mı kanıtlıyordu?”(3)

3.”İRANGATE skandalının kahramanı ABD’Iİ Yarbay Oliver North’un, Libya Lideri Muammer Kaddafi’yi öldürmek için plan hazırladığı, ancak bunun uygulanmadığını İngiliz gazetelerinde yayınlanmasından sonra açıklama yapan Kaddafi, “Bize terörist diyen ABD, gerçek ve çirkin yüzünü gösteriyor. ABD’li gangsterler, hazırladıkları planlarla, asıl teröristin kendileri olduğunu ispat ediyorlar” dedi.(4)

  1. Bölüm

Bu bölüm “POLİTİK DURUM DEĞERLENDİRMESİ (I) ve (II) olmak üzere iki yazıdan oluşmaktadır. Bölümde Türkiye’nin uzun bir süreçten bu yana siyasal gündemini oluşturan sorunlar, Cumhurbaşkanlığı seçimi, Askeri Darbeler, 12 Eylül tartışmaları ve Askeri Darbe olasılığı incelenmektedir. İlk yazı Kasım 1988’de, ikinci yazı Ocak 1989’da yayınlanmış olmasına karşın, sorunların güncelliğini yitirmediği görülecektir. O günden bu yana ortaya çıkan gelişmeler yazılanları doğrulayıcı niteliktedir. Aslında söz konusu sorunlar daha uzun süre ülkenin gündeminde kalacağa benzemektedir.

1982 Anayasa’sını 58 yıl geriye götürmenin düşünü kuran kişi, hakim gerici sınıflar ittifakının sözcüsü olarak, sistemi işleteceğini sanmaktadır. Hayat bu mantığı açığa vurmuş ve aşmıştır.

12 Eylül rejimi, Anayasası, yasaları, siyasi partileri ve kurumlarıyla büyük ölçüde işlevini yitirmiştir. Toplum ilerici değişim ve dönüşümlere gebedir.

Oysaki Mıtterrand 14 Temmuz 1989 günü yaptığı konuşmasında (5)

     “Bireysel haklarının çiğnendiği izlenimine sahip olan herkesin Anayasa Mahkemesi’ne başvuru hakkına sahip olması” gerektiğini söylemiştir.

Çağdaş kafalı lider, tüm vatandaşlarına Anayasa Mahkemesi’ne başvurma yolunu açmağı hedeflerken çağdışı anlayışı sergileyen Anayasa değişikliği ile Anayasa Mahkemesi’ni kaldırmayı düşlemektedirler…

Özal’ın 1987’lı yıllarda gündeme çıkardığı “Cumhurbaşkanlığı seçimi” konusu o günden bu yana artan boyutta tartışılmakta, bazı kişilerin, çevrelerin özlemleriyle niteliklerinin bu makama uygun bulunmayışından kaynaklanan bunalım her geçen gün büyümektedir. Bu oluşuma koşut olarak darbe olasılığı sürekli gündeme gelmektedir. Bu konuya ilişkin incelemede “zayıf bir olasılık” olarak değerlendirdiğimiz koşullar, geçen süreç içinde demokrasi aleyhine bir gelişim göstermektedir… 12 Mart muhtıralı askeri darbesinin imzacılarından Muhsin Batur bir gazetede yayınlanan yazı dizisinde:(6) Bir bunalım anında “Silahlı Kuvvetlerin hiçbir şey yapmayacağını, kışlasında oturacağını” açıkladıktan sonra, kapıyı aralamakta ve “Fakat benim bu sözlerimden mana çıkararak.!. “Ne yaparsam yapayım.. “Ordu müdahale etmez” pervazlığı içine girmemelerini de siyasilerimize tavsiye ederim” diye yazısını sürdürmektedir.

Gerçi Silahlı Kuvvetler teorik olarak politikanın üstünde ve dışındadır, ama bu kural uygulamada büyük bir farklılık göstermektedir. Osmanlı imparatorluğu döneminde İttihat ve Terakki Fırkası Orduyu siyasetin içine çekmiş, Cumhuriyetin kuruluş yıllarında Osmanlı mirası uç göstermişse de alınan önlemlerle ordu genelde politika dışında tutulmuştur. Ancak İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanı seçiminde ordudan bazı girişimlerin söz konusu olduğu da bir gerçektir.

1960’dan önce “basiretsiz politikacıların ülke yönetiminde acze düşmeleri”, Anayasa tanımamaları vb. gibi nedenlerle Slh. K.’ler politikanın içine girmek zorunda kalmıştır. 1961 Anayasası’nda yer alan Milli Güvenlik Kuruluna tanınan yetkiler bir anlamda Sivil-Asker iktidar paylaşımını göstermektedir. Askerlere üst düzeyde Anayasal bir kurum’la iktidarı sivillerle paylaşmak az gelmiş olmalı ki her darbeden sonra Anayasalarda -1971,1982- Milli Güvenlik Kurulu’nun yetkileri artırılmış bulunmaktadır.

“Demokratikleşme, sivilleşmeden” söz edenlerin somut olgu ve gerçekleri göz ardı etmemeleri gerekir. Kaldı ki Dr. Hikmet Özdemir “Rejim ve Asker” adlı yapıtında Osmanlı İmparatorluğundan bu yana Sivil-Asker ilişkilerinin gelişimini incelemekte ve Cumhuriyet Dönemi’nde Milli Savunma Bakanlığı-Genelkurmay Başkanlığı konumunu belgesel olarak açıklamakta ve bu oluşum içinde Genel Kurmay Başkanlığı’nın ayrıcalıklı konumunu gözler önüne sermektedir. Bir anlamda Atatürk, Devlet Kuruculuğu hakkını kullanarak Genelkurmay’a kendine özgü bir statü getirmiştir. Değişen koşullar içinde NATO ya da AT ülkeleri örnek alınarak yeni bir yapılanma söz konusu ise, bu sorun ayaküstü demeçlerle, zıtlaşmalarla önlenemez. Konu protokol ötesinde boyutlar içermektedir. Siyasi iktidarların nitelikleri anılan boyutları aşan çapa ulaştığında yeni bir düzenleme söz konusu olabilir.

Slh. K.’ler faktörünü göz ardı eden politikacılar değerlendirmelerinde hep yanılmışlardır. Özellikle az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde bu yanılgı daha da somutlaşmaktadır. Cumhurbaşkanı seçimlerinde “Sivil kökenli” veya “Askeri kökenli” Cumhurbaşkanı tartışması gündeme getirenler ve bunu da “demokratikleşme ve sivilleşme”nin bir göstergesi gibi göstererek bir zıtlaşma unsuru hâline dönüştürenler kanımızca büyük yanılgı içerisinde bulunmaktadırlar.

Emekçi Halkımız Cumhurbaşkanına büyük bir önem vermekte o makamda üstün nitelikli kişileri görmek istemektedir.

TBMM’de iktidar partisi 26 Mart mahalli seçim sonuçlarına göre, gerçekte azınlığa düşmüştür. Bu olguyu göz ardı ederek politika yapılması büyük yanılgıları beraberinde getirebilir.

Cumhurbaşkanı makamı ne bazı kişilerin yedi yıl daha güç ve emniyet içinde bulunmasının garantisi için kullanılabilir ne de “First Lady” olmak isteyenlerin saltanat sürme isteklerinin aracı olabilir.

Politikada rakamsal güvencelerin ardına sığınmanın her zaman güvenceli sayılan bir yol olduğu söylenemez. Somut gerçekler, bu konuda inatlaşmayı yeğlemeği göze alacakları ilk anda olmasa bile, zaman içerisinde hüsrana uğratacak istidatta görünmektedir.

Acaba bugüne kadar yapılan Cumhurbaşkanı seçimleriyle Slh.K.ler, doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak ilgilenmek gereksinimini neden duymuştur? Hiç üzerinde düşünülmüş müdür?

Kanıma göre konuya Slh. K.’lerin ilgisi Anayasa’dan kaynaklanmaktadır. Nitekim Cumhurbaşkanının “Görev ve yetkileri 104’ncü madde de: “Türkiye Büyük Millet Meclisi adına Türk Silahlı Kuvvetlerinin Başkomutanlığını temsil etmek, Türk Silahlı Kuvvetlerinin kullanılmasına karar vermek, Genelkurmay Başkanını atamak” açıklanmaktadır.

Görüldüğü gibi Cumhurbaşkanının görev ve yetkileri Türk Silahlı Kuvvetleri açısından yaşamsal konumdadır. Slh. K.’lerin bu boyutta yetkili bir makamda bulunacak kişide örnek nitelik bulunmasını istemeleri doğaldır. Bu istek açıkça belirtilmese bile ilgililerince göz ardı edilemeyecek çapta olduğunu vurgulayarak belirtmek isterim.(7)

Sırtında bir sürü kamburu olan kişiler bu makama soyunmaya kalkarlarsa hassas dengeleri alt üst edebilirler…

  1. Bölüm

Bu bölümde kamu vicdanında ve ülke ekonomisinde derin yaralar açan bir konuya yer verilmiştir: “HAYALİ İHRACATA BİR ÖRNEK…” Seçilen şirket RAM DIŞ TİCARET ŞİRKETİ’dir. Çünkü bu şirket 1988 yılının Türkiye ihracat birincisidir. Buna karşın Hayali İhracata bulaştığı iddia edilen şirketler içerisinde RAM’ın elde ettiği iddia edilen haksız kazanç rakamı en düşük olanıdır. Bu çelişkiyi “KOÇ GRUBU”ndan(8) sormak kamuoyunun hakkıdır diye düşünüyorum.

Hayali İhracat vurgununda kamu vicdanını rahatsız eden en büyük çelişki ihracatın patronları, dev holdinglerin sahipleri yargı dışı bırakılmasına karşın, bir kaç göstermelik dava ile kamu’nun yanıltılmaya çalışılmasıdır. “Yasa Önünde Eşitlik” ilkesini göz ardı etmeye hiç bir gücün yetkisi olmaması gerekir.

Bu nedenle ismi Hayali İhracata karışan şirketlerin tümünün yargı önüne getirilmesinin yasal bir zorunluluk olduğunu anımsatmak isterim.

Okuduğunuz yapıtın içinde yer alan konuların tüm yönleriyle incelendiği savında değiliz. Bir derginin bize ayırdığı sahife adediyle sınırlı kalıp, konular hakkındaki bildiklerimiz açıklanmaya çalışılmıştır. Bunu yaparken olabildiğince gerçekçi olmağa çalıştım. Zaman zaman kişiselliğe kaçma zorunda kaldığım bölümler ve diğer noksanlar için bağışlanmamı rica ediyor, eleştirel katkılarınızı bekliyorum.

Yapıttaki bazı konuların güncel olmasına karşın, çoğunlukla işlenilen bölümler uzun süre ülke gündeminden çıkmayacağa benzemektedir. Bu nedenle ilgi duyanların daha içerikli ve kapsamlı araştırma yapmasına yardımcı olmak amacıyla 480 kaynakça ve açıklamaya gönderme yapılmıştır. Kuşkusuz bunlardan da yararlanılmıştır.

Saygılarımla…

Talat Turhan
Temmuz 1989
Kuzguncuk-İSATNBUL

Kaynakça ve Açıklamalar

(1) Ecevit 12 Eylül’ü anlatıyor,

(2)Milliyet, 2–4 Ağustos 1989

(3) Oktay Ekşi, Dinime Karışan, Hürriyet 15 Nisan 1988

(4) “Asıl terörist ABD, Milliyet, 14 Haziran 1988

(5) Sebatay Varol’un haberi, Hukuk Sisteminde Devrim, Cumhuriyet, 21 Temmuz 1989

(6) Hava Orgeneral (E) Muhsin Batur, Bir Cumhurbaşkanı seçiminin perde arkası, Milliyet, 17–20 Temmuz 1989

(7) Dr. Hikmet Özdemir’in araştırması, Çankaya Krizleri, Cumhuriyet, 23-29 Temmuz 1989

(8) ABD’de yayınlanan Forbes dergisi Dünyanın En Zenginleri listesine 1 milyar dolarlık servetle Koç ailesinin ilk kez listeye girdiğini açıklamıştır. (Hürriyet, 20 Temmuz 1989)

SONUCA DOĞRU

Çokça İstihbarat Örgütlerinden ve İstihbaratçılardan söz edildi. Amacımız kendi açıklamalarından da yararlanarak bir durum saptaması yapmak ve artık kamuoyundan saklanamaz boyuta ulaşan bozuklukların giderilmesine yardımcı olmaktır. Bu düzenlemenin nasıl yapılacağının yanıtı bugün için boşluktadır.

Yasaya göre MİT, Başbakanın emir ve kontrolünde olması gerekirken, böyle bir denetimin bugüne kadar sağlanamadığı anlaşılmaktadır. Bunun gibi, MİT günümüze değin Parlamento Denetimi dışında tutulduğu da ortaya çıkmış bulunmaktadır.

MİT Raporu Olayı’ndaki denetim, raporla sınırlı kalmış, örgüt dokunulmazlığını korumaktadır. Büyük yankılara neden olan raporun sızdırılmasında uzun zamandır bilinen bazı örgüt, kişiler ve hatta iller arası çatışmayı gün yüzüne çıkarmış, yapılan pazarlık sonucu bir yandan yeni dengelere uygun atamalar yapılırken, bazı MİT’çiler köşk tarafından tasfiye edilmişlerdir.

Raporun soruşturulması ise, kanımıza göre Üruğ’un soruna onur meselesi olarak yaklaşma sonucunda, üst düzeydeki bir pazarlık sonucu başlamıştır. Üruğ’a yöneltilen suçlamanın gerçek muhatabı göz ardı edilip, suçlama yanlış adrese postalanmıştır.

Aslında MİT arşivlerinde binlerce’ benzeri rapor bulunduğu kuşkusuzdur. Bu tür raporlara dayanılarak on binlerce insan mağdur edilmiştir. Eymür bile suçlanan kişi Uruğ olmasaydı durumunun farklı olacağını söylemektedir.

MİT’çiler örgütten uzaklaştırılmış, MİT müsteşarı değiştirilmiş ve Üruğ’a tazminat ödenmiştir, ama her şey sonuçlanmış değildir.

Örgütün yasal hiyerarşisi içine alınması ve Parlamento denetiminden geçirilmesi, dış ilişkilerden arındırılması, değişen dünya koşullarına göre kendini yenilemesi, faaliyetlerini yasa sınırları içine alması ve A’dan Z’ye yeniden düzenlenmesi kesin bir zorunluluk olarak görünmektedir.

Özellikle 1971 yılından bu yana işkence olaylarıyla bazı MİT’çiler özdeşleşmiş bulunmaktadır. Bu kişilerin sürekli etkin konumda bulunmaları örgüte yönelik suçlamalara haklılık kazandırmaktadır.

Adı İşkence olayları içinde sıkça anılan Hıram Abas, Mehmet Eymür, Bülent Oztürkmen mutlu MİT’çiler arasında sayılabilir. İlk ikisinin emekli olmalarına karşın yurtdışı seyahatlarına çıkabilecek bir ekonomik konumda olduğu anlaşılıyor.

Bülent Oztürkmen ise her taşın altından çıkmakta buna karşın bürokrasideki itibarlı konumunu sürdürmektedir. Savlara bakılınca, bu kişi, DPT müsteşar yardımcısı olarak Hayali İhracatın oluşmasına katkıda bulunmuştur. Hayali İhracatçılar yargılanırken onun yalnız görev yerinin değiştirilmesinin ardındaki giz nedir bilinmemektedir. Horzum’un dostları arasında adı geçen, yabancı bankalardaki hesabı bulunan ve bu hesaba kuşkulu paralar yatırılan bu kişi, nasıl oluyor da Başbakan Danışmanlığında tutuluyor? Anlamak mümkün değil…

Bir eski MİT’çi Hayali İhracat’a bürokrasiden destek verirken diğerinin – Mustafa Necati Ercan – Marmaris Hayali İhracat davasında yargılanması ilginç bir çelişki oluşturmaktadır.

Bunun gibi, Abas ile Eymür mutlu azınlık gibi yaşarken eski MİT’çi Ferdi Tamer’in manavlık yaparak geçimini sürdürmesi aklı karıştırmaktadır.

Üruğ’a ödenen 40 milyonun, yasal olarak rucû edilerek Eymür’den geri alınması gerekmektedir. Rapor ile suç işlediği tazminat ödeme kararıyla anlaşılan Eymür hakkında görevini kötüye kullanmaktan neden dava açılamamaktadır?

Yoksa bu kişinin bildiklerini açıklamasından mı korkulmaktadır?

Eymür bir MİT’çinin Sheraton Oteli’nde “Aşk Odası” işlettiğini açıkla­maktadır. Bu odadan geçenleri bildiğini ima eden Eymür bir şantaj kokusu hissettirmektedir.

     “Otelde özel bir odası vardı. Kendisini herkes MİT elemanı olarak biliyor ve oteldeki o oda, ona MİT adına tahsis edilmiş. Bu şahıs, bütün bu Mehmet Ağar’lar, Ünal Erkan’lar, Şükrü Balcı, Tuncay Mataracı gibilerle vıcık vıcık olmuş bir adam. Şimdi, İstanbul Belediyesi’nde Sivil savunma uzmanı olarak çalışıyor. Bunun odasında kimler kalmış acaba? Araştırmak lâzım. Bakmak lâzım tabii…”

Kamuoyunun merakını gidermek için bu kişinin M.T. olduğunu açıkladık. Şimdi ilgililerden sormak lazım:

— Vıcık, vıcık ilişkiden ne kast ediliyor?

— M.T. nin “Aşk Odası”ndan kimler geldi, kimler geçti?

— Suçlananlardan birisi eski bir bakan, birisi vali, biri emniyet müdürü diğeri ise eski emniyet müdürüdür. Bu kişiler neden Eymür hakkında dava açmıyorlar?

— Raporda adı geçen diğer kişiler hazır önlerinde olumlu bir emsal varken, neden dava açamıyorlar? Paraya gereksinimleri mi yok, yoksa çekindikleri gerçekler mi var?

— M.T.’nin Dalan’ın Belediye Başkanı olduğu dönemde Sivil Savunma örgütünde nasıl hizmet verdi?

— Halkına zulüm ve haksızlık yapılmasını isteyen emekli general AP, iktidarınca Sivil Savunma Teşkilatına başkan yapılıyor,

Türün’ün namı dünyaya yayılan meşhur sıkıyönetim Savcısı Süleyman Takkeci(1) ve 12 Mart işkencecileri içinde isminden en çok söz edilen Eyüp Özalkuş halen THY Sivil Savunma örgütünde ne arıyorlar? “Aşk Odası” işleticisi M.T.’nin Belediye Sivil Savunma örgütündeki görevi devam ediyor mu?

Ve de Eymür diyor ki: “Bir kokuşmuşluk var…” Kendisine katılmamak mümkün değil… Tabii bu oluşum içinde onun payını parantez dışı tutma koşuluyla…

Gerçekte “POLİTİK DURUM DEĞERLENDİRME”lerini üçlemek gerekirdi. Görüldüğü gibi olaylar tüm hızıyla sürüyor. Son perdesini yaşayarak göreceğiz.

Geçmişte istihbarat örgütlerine egemen olamayan Başbakanların Darbe ile iktidardan düşürüldükleri göz ardı edilmemesi gereken bir olgudur.

Özal’ı Menderes, Marcos (imelda), Mussolini, XVI. Louis (Marie-Antoinette)’e benzetenlerin dillerinin altındaki bakla nedir?

Özal’ın uyguladığı ekonomik model iflas sinyalleri veriyor. Enflasyon’un önlenemez yükselişi üçlü rakamlara doğru kayıyor…

Model’in altında – Orta direk – ezilirken, Türkiye’nin patron cennetine dönüştüğü açıklanıyor.(2)

Düzenin vıcık vıcık ilişkiler içinde kokuştuğunu; halâ kendilerinden hesap sorulamayan eski MİT’çiler söylüyor…

Hayali ihracatçı ve işbirlikçi holding patronları yargı önüne getirilemiyor. Birkaç göstermelik dava ile hırsızlıklar örtbas edilmeye çalışılıyor.

Bu koşullar içerisinde Özal’ların ÇANKAYA özlemini bazı çevreler, sığınma ve korunma içgüdüsü olarak değerlendiriyorsa da KAMOY araştırması yüzde 87,9’un Özal’ın Cumhurbaşkanlığının istenmediğini gösteriyor.(3)

Tabanı yitirmiş bir iktidarın, TBMM’deki çoğunluğuna dayanarak Cumhurbaşkanı seçiminde uzlaşma aramaması sayılamayacak kadar tehlikeyi beraberinde getirebilir…

Financial Times(4) yorumunda: “Hükümetin, fırtınalı bir sonbahar ile karşı karşıya kalacağını,” açıkladıktan sonra “Başbakan, ekonomi daha da kötüleşmeden erken seçime gidecektir” demektedir. .

Özal’ın fırtınadan ilk aşamada kurtulmasının yolu bize göre de, Cumhurbaşkanı olma sevdasından vazgeçip, bir an önce erken seçime gitmesinden geçmektedir.

Doruklara hem kartallar hem de sürüngenler çıkabilir. Kartallar uçarak, ötekiler sürünerek. Rastlantılar sonucu doruklara ulaşabilmiş sürüngenler bir gün orada kartallara yem olur.

Oysaki GECE YARISI DORUK OPERASYONLARI(5) hem zevkli hem de sakıncasızdır. İyi doruklar, iyi operasyonlar… Made in USA damgalı olsun.2

Yapıtımı okumak güçlüğüne katlandığınız için teşekkür ederken, yeni çalışmalarım için rehber olacak öneri ve eleştirilerinizi bekliyorum.

Saygılarla… (6)

Talat TURHAN
30 TEMMUZ 1989
Yenigün Sok. No: 19
81200 KUZGUNCUK/İSTANBUL

Kaynakça ve Açıklamalar

(1)Y.N: S. Takkeci Asit NADİR’in de sözcülüğünü yapan “Yeni Batı Trakya” dergisinin genel yayın koordinatörlüğünü yapmaktadır. 2000’e Doğru Dergisi, 6 AĞUSTOS 1989.

(2) Hürriyet, 10 TEMMUZ 1989

(3) Milliyet, 23 Temmuz 1989

(4) 20 Temmuz 1989

(5) İngiliz The Daily Telegraph gazetesi. “Özal seçilirse darbe olur”, 6 Ağustos 1989

(6) “Özal’ın Cumhurbaşkanı olması için CIA devrede TÜRKİYE’Yİ KUCAĞA OTURTMA PLANI – ABD Merkezi Haberalma Örgütü’nün hazırladığı planı Başkan BUSH kabul etti.” Gazete, 9 AĞUSTOS 1989

 

İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ……………………………………………………………………………………… 5

SUNU………………………………………………………………………………………… 7

I.BÖLÜM

Milli İstihbarat Teşkilatı ve Sivilleşme…………………………………………………… 17

Yine Milli İstihbarat Teşkilatı…………………………………………………………….. 24

Köstebekler………………………………………………………………………………… 33

İstihbarat Örgütleri ve Aşk Odaları………………………………………………………. 44

  1. BÖLÜM

Askeri Darbeler Dönemi…………………………………………………………………… 59

12 Eylül Tartışılıyor………………………………………………………….…………….. 66

12 Eylül Öncesinden Bir Kesit…………………………………………………………… 78

III. BÖLÜM   

Uluslararası Terörizm ve Ölüm Mangaları……………………………………………… 85

  1. BÖLÜM  

Politik Durum Değerlendirmesi I.   ………………………………………………………. 97

Politik Durum Değerlendirmesi II. (Darbe Olasılığı) …………………………………. 113

  1. BÖLÜM   

Hayali İhracata Bir Örnek…………………………………………………….…………. 130

  1. BÖLÜM  

Sonuca Doğru……………………………………………………………………………. 138

EKLER         

Yazarın Yazı ve Yayınları Dizini………………………………………………..……….. 166

…………………………………… 289

Etiketler
BENZER YAZILAR
SARMAŞIK

1 Haziran 2017

DİRENİŞ

1 Haziran 2017

Derin Devletin Peşinde

1 Haziran 2017

Talat Turhan
Türkiye

1924 Yılında Elazığ’da doğdu. O tarihte babası Elazığ Müdde-i Umumisi (Savcı) idi. Baba tarafı Rize ilinin Çayeli ilçesinin tanınmış ailelilerinden (Şerifoğulları)’na mensuptur. Anne tarafı Elazığ Harput’un tanınmış ailelerinden (Efendigiller) ‘dendir.....