Küresel Çete-1
Küresel Çete-1
Birinci Baskı ŞUBAT 2005
İleri Yayınları
ÖNSÖZ
Bu kitabım 1999 yılında basılmış olan ve tek baskı yapan “Çeteleşme” isimli
çalışmamın devamıdır.
Aslında 1999 yılındaki çalışmama ilk olarak “Küresel Çeteleşme” ismini koymuştum.
Ancak o tarihte çalışmamın kapsamıyla karşılaştırıldığında bu ismin çok iddialı olacağını
düşündüm ve kitabı “Çeteleşme” ismiyle basıma verdim.
“Çeteleşme” kitabında ele aldığım pek çok konuyu ve gizli örgütü daha sonra pek çok
kişi mercek altına aldı. Konuyu derinleştirdiler, genişlettiler ve Türk kamuoyuna mal ettiler.
Bu çalışmaları yürüten herkese teşekkür borçluyuz.
Ben de çalışmalarımı durmaksızın, “Küresel Çete” hakkında bir kitap yazmak tutkusu
içinde devam ettirdim.
Bu kitabın ilk bölümü de böyle bir çalışmanın ürünüdür.
Kitabın ilk bölümünde “Küresel Çete”nin detaylı bir çözümlemesine girdiğimi
düşünüyorum. Özellikle ABD’de ve Avrupa’da bugüne kadar fazla bilinmeyen “Küresel
Elitlerin” ve “Karar Vericilerin” gizli örgütlerini ilk kez ele aldım. Bush ve Neo-Con’ların
tümünün üye olduğu sapık ve savaşçı nitelikli gizli örgütlerin bugün tüm dünyanın yaşadığı
kaos ortamındaki sorumluluğunu açığa çıkarmaya çalıştım.
“Küresel Çete”, adı üstünde bir ahtapot gibi kollarıyla tüm dünyayı sarmıştır. Bu
ahtapotun kolları ezilen dünyayı kendi işbirlikçileri ve alt düzeyden Çete’ye dahil edilenlerle
sarmakta ve kanını emmektedir.
Kitabımda sadece “Küresel Çete”nin “Elit”lerinin içinde yer aldığı gizli çekirdek
örgütleri ele almadım. “Aysberg”in ya da “Küresel Piramit”in görünen yüzündeki
örgütlenmesini de çözümlemeye çalıştım. Türkiye’de de “Küresel Çete” örgütlenmektedir. Bu
çetenin Türkiye’deki izlerini sürmeye çalıştım.
Atatürkçü Düşünce Kulüpleri Federasyonu’nun 3 Mayıs 2000 tarihinde İstanbul
Üniversitesi’nde düzenlemiş olduğu konferansta “Derin Devletin Tarihçesi” isimli bir sunum
yapmıştım. Daha sonra bu sunum İleri Dergisi’nin birinci sayısında genişletilerek bir
makaleye dönüştürüldü. Bu makale internette pek çok sitede kaynak olarak yer almaktadır. Bu
kitabıma da ikinci bölüm olarak bu “Derin Devletin Tarihçesi” makalesini aldık. Ancak bu
makaleye çeşitli katkılarda bulundum. Özellikle ABD’nin çirkin yüzünün Irak’ta tamamen
açığa çıkması, Afganistan ve Irak halkına yönelik katliamlar, Ebu Garip Cezaevi’nde Iraklı
tutsaklara ve yurtseverlere yapılan işkenceler, yıllar önce kamuoyunun dikkatini çektiğim
ABD’nin “İşkence ve Özel Savaş Okulları”na tekrar değinmeme neden oldu.
İktisat Dergisi’nde Şubat 1991’de yayınlanan “Emperyalizmin Örgütleri” isimli
makaleyi tekrar bu çalışmama aldım. Bu makalem aynı zamanda “Devrimci Bir Kurmay
Subay’ın Etkinlikleri-2” isimli kitabımda da yer almıştır. Bugün tüm dünyada ABD’nin
“insan hakları emperyalizmi”nin yöntemleri ve bu yöntemlerin temel aracı olan ABD ve CIA
kontrolündeki “sivil toplum örgütleri” ya da “sivil örümcek ağı” tartışılmaktadır. Bu konunun
Soğuk Savaş’tan günümüze olan köklerini incelediği için bu makaleyi de kitabıma almaya
karar verdim.
ABD derin devletinin iç yüzünün daha iyi anlaşılabilmesi için İleri Yayınları’ndan çıkan
“11 Eylül: Baskın” kitabımın giriş bölümünü bu çalışmama da aldım.
“Çeteleşme” kitabımın “Küresel Çete”nin bir ön analizi niteliği taşıyan iki bölümü
kitabımın 5. ve 6. kısmını oluşturmaktadır.
1963’te Genç Kemalistler Ordusu’ndan yargılandım. Bu dava sonucunda Askeri Ceza
Kanunu’nun 148. maddesine göre Orduda siyaset yapmaktan 4 ay ceza aldım. Bizler,
Türkiye’deki gelişmeleri ve bugün karşı karşıya olduğumuz tehlikeleri o günlerden görüp,
Kuvayı Milliye ruhuyla mücadele eden genç subaylardık. Benim ve arkadaşlarımın şahsında
Kemalist olmak ve Atatürkçü fikirleri savunmak, “orduda siyaset yapmak” adı altında
mahkum edilmiştir. Bu, kanımca Türkiye Cumhuriyeti’nin ABD tarafından
sömürgeleştirilmesi tarihinin acı bir dönüm noktasıdır.
O yıllarda bizim söylediklerimiz, bugün açıkça Türk kamuoyuna mal olmuş
durumdadır. En son olarak Küresel Çete’nin kilit örgütü CFR’nin de üyesi olan ABD
Savunma Bakanlığı’nın üçüncü ismi Douglas Feith ABD’den Türkiye’yi ve Türk milletini
uyardı. Türkiye’de halk arasında artan “ABD düşmanlığının müttefik ilişkilerini devam
ettirilemez noktaya getirecek kadar tehlikeli boyutlara tırmandığını” duyurdu.
Bu tür bir açıklamayı ben ancak “idiot ve embesilce” bulurum. Bir milletin saldırgan ve
tecavüzcü bir emperyalist devleti sevmesini zorla nasıl sağlayabilirsiniz? Hele son yıllarda
ABD’nin Türkiye’ye yönelik düşmanca faaliyetleri, Irak’ta bir Kürt devleti kurulması,
Türkmenlerin katledilmesi, Türk Ordusu’nun Kıbrıs’tan atılmaya çalışılması, bölücü terör
örgütü PKK’nın Kuzey Irak’ta bize karşı beslenmesi ve tüm milletin gözü önünde
Süleymaniye’de gerçekleşen, Türk askerlerinin başına çuval geçirme olayından sonra, zorla
“bizi sevin” demek ve dayatmada bulunmak ancak ABD’yi ve Dünyayı bugün yöneten
kadronun idiotluğuyla açıklanabilir.
Ancak Feith’in AKP Hükümeti’ne yönelik uyarısında gözden kaçırılmaması gereken bir
nokta vardır. Feith, ABD düşmanlığına karşı Hükümet’i uyararak AKP Hükümeti’ne ne yazık
ki, Türk milletinin çoğunun bilmediği bir görevini hatırlatmıştır.
1947’den itibaren ABD’yle imzalanan gizli “İkili Antlaşmalar”ı 27 Mayısçı Haydar
Tunçkanat çok değerli bir çalışmasıyla açığa çıkarmıştı. Bu anlaşmalar Türkiye’yi sadece
ABD üslerine ve askeri güçlerine açmakla kalmıyor aynı zamanda Türk hükümetlerinin ABD
karşıtı propangaları engelleyip, ABD kurumlarıyla beraber ABD dostluğunu kamuoynua
yayma yükümlülüğünü şart koşuyordu. Yani ABD propagandası yapmak hükümetlerimizin ne
yazık ki görevidir. Ve yıllarca bu görev yapılmış, ABD hayranlığı topluma pompalanmıştır.
Aradan geçen yarım asrı aşkın süre sonucunda bugün Türk milletinin %82’sinin ABD
düşmanı olduğu bizzat Batılıların yaptığı anketlerde yer almaktadır. Feith gibilerini çılgınca
açıklamalar yapmaya iten de budur.
Bu, bizim yarım asır önce uğrunda hayatımızı riske ettiğimiz bazı gerçekleri halka
kavratma mücadelemizin sonuçsuz kalmadığını göstermektedir. Devrimci bir kurmay subay
olarak onca yıllık hapis ve işkenceye rağmen, 80 yaşında görevimi yapmış olabilmenin
mutluluğunu yaşıyorum.
Kendi açımdan, ABD karşıtlığımın başlangıcı için üç olayı sıralayabilirim.
Birincisi, İnönü iktidarının 1945’te ABD savaş gemisi Missouri’yi İstanbul’a davet
etmesidir. Bu olay Atatürk’ün ordusundaki bir genç subay olarak Türklük onurumu
zedelemiştir. Bu ziyaret için İstanbul’da genelevler dahi boyanmış, ABD askerleri sokaklarda
çeşitli rezillikler yaparak milli haysiyetimizi ayaklar altına almıştır.
İkinci olay ise 1948 yılında Marshall Yardımı dolayısyıla 9 ay boyunca ABD subayları
tarafından düzenlenen eğitim kursunda yaşadıklarımdır. ABD bu dönem Türkiye’yi
kandırmak istemektedir. En seçkin kurmaylarını bizi eğitmek üzere Türkiye’ye gönderir. 24
Türk subayı olarak Tuzla Uçaksavar Okulu’nda SCR 584 radar ve M-8 komuta aleti kursunda
bize eğitmenlik yapanlar bu askerledi. Bu kurs çok zorlu bir kurstu. Kurs bitince hepimiz hem
yazılı hem de uygulamalı çok ağır sınavlardan geçtik. Tüm uçaksavar sistemi bozulup, 4,5
saatte yeniden işler hale getirilmek üzere bize teslim ediliyordu. Kursun amacı ABD’nin
Türkiye’ye vermeyi planladığı en son teknoloji ürünü 90 mm’lik 16 uçaksavar bataryasına
komutan yetiştirmekti. Ancak bizim başarıyla tamamladığımız 9 aylık kurs süresi boşa gitti.
Çünkü ABD bu kritik silahları hiçbir zaman vermedi. ABD tüm “müttefiklik” dönemi
boyunca da bunu hep yapmıştır. Türkiye’ye hep OGS denen eski, kullanılmış, demode
silahları vermiştir. Genç bir subay olarak benim için bu ikinci bir önemli dersti.
En son olarak 1954-1955 yıllarında Kore’de yaptığım görev ABD hakkında önemli bir
gözlem yapmamı sağlamıştır. Sözde ABD Kore’yi kurtarmaya gitmişti. Oysa ki gözlemlerim
ABD’nin kurtardığı halkın aç, sefil, perişan bir halde olduğu şeklindeydi. Öyle ki 13’ten 30
yaşına kadar kadınların %90’ı ABD askerlerine fahişelik yapmaktaydı. Kore ordusu askerleri
ise o kadar aç ve perişan bir durumdaydı ki, bizim ve ABD askerlerinin yemek artıklarını
yiyorlardı.
ABD işte bir milleti ancak böyle kurtarır. Şimdi de “Şok ve Dehşet” operasyonları ile
Irak halkını katlederek “kurtarıyorlar”. Ancak görüyoruz ABD askerleri, paralı askerlik yapan
çapulcu sürüsü, haydutlar konumundadır. Ulusal bir bilinç ve onurdan yoksun oldukları için
direnen Irak halkı karşısında kaybetmeye mahkumdurlar. Sonuçta savaşı teknoloji değil,
ulusal bilinç ve mücadele azmi kazanır.
Bugün Irak ve Ortadoğu’ya ABD saldırısı başladı. Türkiye’yi “Küçük Amerika”
yapacağız diyen zihniyet, bugün ülkemizi bölünme tehlikesiyle karşı karşıya bırakmıştır.
Türkiye ABD işgaline açık bir konuma sürüklenmiştir. Yıllar önce Genç Kemalist subaylar
olarak yaptığımız Kuvayı Milliye çağrısı ise, Türk milleti içinde yaygınlaşmaktadır.
Ancak verilecek milli bir mücadelenin bilinçli ve bilgili bir kurmayla yürütülebileceğini
düşünüyorum. Mustafa Kemal Atatürk’ün “Türk Gençliği’ne Hitabı”nda bizleri uyardığı
“gaflet, delalet ve hatta hıyanet” içindeki yöneticilerin kimliğini ve hıyanet mekanizmasını
çözümlemenin sağlıklı bir yeniden Kuvayı Milliye mücadelesi için şart olduğunu
düşünüyorum.
Bu mütevazı çalışmamız bu amaca hizmet ederse ve ilerideki diğer çalışmalar için
teşvik edici bir görev üstlenir, kaynak olabilirse, bu benim için en büyük mutluluk kaynağı
olacaktır.
Son olarak, bu çalışmanın yayınlanmasında emeği geçen İleri Yayınları’nın tüm
çalışanlarına ve özellikle Ali Özsoy’a teşekkürü borç bilirim.
Talat Turhan
Kuzguncuk, 28 Şubat 2005__