1
Yurtiçi

Adana Konferansı 16.12.1990

Adana Konferansı 16 Aralık 1990
Düzenleyen: İnsan Hakları Derneği Adana Şubesi
Konferansın sonunda, Aykut Adanalı, Ayvaz Karadeniz, Cengiz Demirci, Elif Tuncer, Mehmet Ateş, Mehmet Coşkun, Mehmet Sadi, Kadir Güneşhan, Kemal
Tuğlu, Sefer Akgün, Sinan Okan, Tufan Gök, Yener Türkmen'in konuyla ilgili sorularını yanıtladım.

Konferansın düzenlenmesinde öncülük yapan, İHD Adana Şubesi Başkanı Av. Elif  Tuncer’i daha sonra bir trafik kazasında kaybettik. Anısını yaşatmak istiyorum. Sevgili Adanalılar, İnsan Haklan Derneği’nin değerli üyeleri ve seçkin konuklar, hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Ülkemizde 1973 yılından beri Kontrgerilla tartışılmaktadır. Bu tartışmaların sonuncusu da geçtiğimiz günlerde yapıldı. Ancak, bazı çevrelerce her zaman olduğu gibi örtbas edilip yeniden “Deepfreeze”e konuldu. Parlamento sorunu ancak bir yıl sonra görüşebilecek. 27 EKİM 1990 günü Cumhuriyet gazetesinde yer alan Nilgün CERRAHOĞLU’nun küçük bir haberinde, İTALYA’da Gladio adlı NATO’ya bağlı gizli bir yeraltı örgütünün varlığının ortaya çıkarıldığı açıklandı. Daha sonra, bu örgütün İtalya’daki faili meçhul terör olaylarında parmağı bulunduğu anlaşılınca, sorun bir anda bütün NATO ülkelerine yansıdı. Bu arada BELÇİKA Savunma Bakanı Guy GOEMENS, sözü edilen NATO örgütünün “Yeraltı Müttefik Komitesi”(*) adıyla tüm NATO ülkelerinde örgütlendiğini belirtti. BELÇİKA ordusu İstihbarat Daire Başkanı General Raymond Van CALSTER’in NATO çerçevesinde Gladio’nun dönem başkanlığını yaptığı da açıklandı.(**)

Bilindiği gibi, TÜRKİYE bir NATO ülkesidir. Bu nedenle ülkemizin, NATO topluluğu içerisinde bulunduğu anlaşılan yeraltı örgütlenmelerinin dışında kaldığım düşünemeyiz. “Süper NATO” adı ile de anılan bu tür yeraltı örgütlerinin kuruluş amacının, aslında ülke işgal edildiğinde düşmana karşı yeraltında yürütülecek başkaldırıyı düzenlemek olduğu bilinmektedir. Oysa anılan örgüt, İTALYA örneğinde kesinlikle ortaya çıktığı gibi, büyük boyutlu terör olaylarında da kullanılabilmektedir. Kuşkusuz düşman tarafından işgal edilen bir ülkenin kurtarılması kutsal bir amaçtır. Kurtuluş savaşımızda işgalcilere karşı direnişi örgütleyen MM Grubuna, ANTEP, MARAŞ halkına, Batı’daki efelere ve bu amaçla değişik yörelerde örgütlenen çetelere hiç karşı çıkıldığını gördünüz mü?

O halde aynı amaçla kurulduğu iddia edilen bu tür örgütlere, NATO ülkeleri ve Batı ülkeleri kamuoyu neden karşı çıkmaktadır? İTALYA örneğinde de kesinlikle ortaya çıktığı gibi, bu tür yeraltı örgütleri yapısı gereği kötüye kullanıldığında, “Devlet Üstünde Devlet” ya da sıkça kullanılan deyimi ile “Karanlık Güç” olabilmektedirler. Sorunun daha önemli boyutunu “düşman” kavramının çarpıtılması oluşturmaktadır. Bilindiği gibi düne kadar NATO ülkelerinin düşmanı, komünist ideoloji ve bunu benimseyen komünistlerdi. Doğal olarak da Gladio türü yeraltı örgütleri, işgalci komünistleri ülkeden kovmak için kurulmuşlardır. Bu anlayışla bazı NATO ülkelerinde, özellikle TÜRKİYE’de 12 MART darbesinden bu yana, iç ve dış düşman kavramını koşut sayan bir anlayış ilgililerce benimsenmiş ve uygulamaya konulmuştur. Amerikan uşağı olmayı milliyetçilik sayan bazı satılmış yöneticiler, “ben komünizm ve komünistlerle mücadele ediyorum, bu nedenle dıştaki komünist ne kadar benim düşmanımsa, içerideki de aynı ölçüde düşmanımdır” anlayışını benimsediler. Daha doğrusu yabancı istihbarat örgütlerince antikomünist olarak indoktrine edilen bu kişiler, bu anlayışa yönlendirildiler.  Kendi sübjektif ölçütleri içerisinde dış ve iç istihbarat örgütlerinin işbirliği ile fişlenenler (komünistler, sosyal demokratlar, düzene karşı sayılanlar), iç düşman sayılmakta ve olağanüstü dönemlerde sıkıyönetim, askeri darbe, olağanüstü hal güvenlik örgütleri ve yargı kanalları kullanılarak etkisiz hale getirilmeye çalışılmaktadır. 12 MART darbesi öncesinden günümüze değin aralıksız süregelmekte olan düzenli işkence yöntemleri, Sıkıyönetim Askeri Mahkemeleri ve DGM’ler hep bu anlayışa hizmet için kullanıldı. Onların adaletle ilgileri yoktu. Bağlı oldukları güçlere maşalık yapıyorlar, karşılığını makam, rütbe ve para olarak alıyorlardı. Kuşkusuz tepedekilerin bu ihanetin bilinçli bir aracı olmalarına karşın, onların hiyerarşisinde bulunan bürokrasinin her iki kanadından insanlar da “emir kumanda zinciri içerisinde” bu suça bilinçsizce katılıyorlardı. Emperyalist ülkeler bu amaçla yürütülen çabalara “Temizlik Harekâtı” adını vererek işi kuramlaştırmalardı. Yerli maşaların görevi bu amaca hizmet etmek idi. Bu görevi en iyi yapmanın yolu bir yandan komünist tehlikesini abartmak, öte yandan da komünistlerin sayısını çoğaltmaktan geçiyordu. Güvenlik ve istihbarat örgütlerinin ABD’de yetiştirilen elemanlarının, bu amaca hizmet etmeleri doğal sayılıyordu. Bu kadarı ile de yetinmeksizin, Gladio türü yeraltı örgütleri kullanılmak suretiyle sahte ve gerçek operasyonlar düzenlenerek kamuoyu dehşete düşürülüyordu. Toplumda komünizm tehlikesinin büyüklüğü hakkında bir imaj yaratılıyor ve bundan yararlanılıyordu. 1 MAYIS 1977 Katliamı, Kanlı Pazar Katliamı, Kültür Sarayı Yangını, Marmara Gemisi Yangını, EMİNÖNÜ Arabalı Vapuruna Sabotaj, yapımı tamamlanmamış Boğaz Köprüsü’nü havaya uçurma tasarlanması gibi olay ve savlar hep bu amaçla kullanıldı.

Bu olayları kasıtlı olarak yönlendiren veya gerçeği saptırarak sola mal etme taktiğini güdenler, kamuoyundaki dehşet ve şaşkınlık duygusunu da sömürerek, emperyalist güçlerin isteği doğrultusundaki baskı yasalarını kolaylıkla çıkarabildikleri gibi, yargı üzerinde de baskı oluşturabiliyorlardı. Ülkemizde yıllardan bu yana sürdürülen devrimci, solcu, sosyal demokrat, demokrat, ilerici ve hatta ATATÜRK’çü avı bu anlayışın sonucu sahneye konulduğu gibi, CHP’yi de bu görüşün yandaşları kapattılar. Emperyalist güçler ve onların işbirlikçilerinin anlayışına göre, özellikle 1960 yılından bu yana TÜRKİYE’de solun, dolayısıyla komünizmin gelişmesine CHP yataklık yapmıştı. Öyle ise kapatılmalıydı. Bunun gibi, aynı anlayışla 1961 Anayasası suçlu sandalyesine oturtuldu. 12 MART 1971 darbesi sonrasında Anayasa’da değişiklikler yapıldı. Ancak toplum özgürlükleri tadınca, insanların elinden bu haklan geri almak pek kolay olmuyor. Bugün burada konuşabiliyorsam, bunun 1961 Anayasası’nda yer alan bazı toplumsal hak ve özgürlüklerin, 1982 Anayasası’na zorunlu olarak yansıtılmasına borçlu olduğumun bilinci içinde bulunuyorum. Kuşkusuz bazı hak ve özgürlüklerin kırıntılarının 1982 Anayasası’na yansıtılmasında, demokrat kamuoyunun oluşturduğu potansiyel güç kadar. Batı kamuoyu ve örgütleriyle olan bağlantılarımızın da büyük katkısı olmuştur. Avrupa Konseyi içinde kalmayı yeğleyen bir yönetimin, bu bağlantıdan doğan yükümlülükleri göz ardı edemeyeceği gibi, BM üyesi olmaktan, HELSİNKİ nihai Senedi, AGİK vb gibi belgeleri imzalamaktan doğan yükümlülükleri de zorunlu olarak Anayasa’ya yansıtması gerekiyordu. aşayarak gördük ve algıladık ki, ne anayasaların mükemmel oluşlarıyla ne de değiştirilmeleriyle istenilen sonuç alınamıyordu.

Önemli olan uygulama idi. Bir ülkede eğer bir tek işkence olayı oluyor, ama buna karşı toplumun tüm katmanları tepki göstermiyorsa, o ülkede demokrasi, anayasa, hak, hukuktan söz etmek ancak bir fantezi sayılabilir. Aslında sorunun boyutu daha kapsamlı. ABD bağlantılı yeraltı örgütleri tarafından sabotaj, terör, adam öldürmeye kadar varan bir dizi uygulama sahneye konuyorsa, kuşkusuz hiçbir güvencemizin kalmadığını düşünebiliriz. Düne kadar ABD emperyalizminin sömürüsüne karşı çıkanları, ulusal değerlerimizi özenle koruyan, tam bağımsızlığı ve ulusal kurtuluşçuluğu savunanları, ABD güdümü bir propagandanın etkisiyle, komünist diye suçlayarak cezaevlerine doldurmayı başardılar. Günümüzde komünizm tehlikesi kalmadığına, yani düşman ortadan kalktığına göre, komünizme karşı örgütlenen Gladio türü yeraltı örgütlerinin bundan sonraki işlevleri ne olacaktır?

Birçok NATO ülkesi, anılan örgütlerin kapatıldığını ya da kapatılacağını açıklamıştır. Bu bağlamda ülkemizin jeopolitik ve jeo-stratejik konumundan kaynaklanan sorunlar bulunabilir. Ancak dün nasıl komünizm ve antikomünizm kavramları ABD’nin çıkarları yönünde örgütlenmiş ise, günümüzde de aynı gücün yeni bir düşman kavramını aynı anlayışla benimseme çabasına girdiğini görmekteyiz. Günümüzde ABD emperyalizmi, düşman olarak kendisine İslam Radikalizmini seçmiştir.(*) Ülkemizde ABD yandaşlarından oluşan geniş bir örgütlenmenin ve bunun oluşturduğu tabanın desteğinden yararlanılarak, TÜRKİYE emperyalist çıkarlar doğrultusunda kullanılmak  istenmektedir. Körfez Bunalımının bizi ilgilendiren yanı bu olmalıdır. Dünya jandarmalığını üstlenen ABD’nin bizden taşeron gibi yararlanma özlemine tüm gücümüzle karşı çıkmalı, sorunları ulusal çıkarlarımız bağlamında algılamak alışkanlığına kavuşmalıyız. Kanımızca ülkemizin gelecekteki gündeminin yaşamsal sorunlarında biri, belki de en önemlisi budur.

Yıllardan bu yana oluşturulan antikomünist cephe bir zamanlar kendilerini Milliyetçi Cephe olarak tanımlıyorlardı. Değişen dünya koşullan içinde, ulusal çıkarlarımıza tam anlayışla sahip çıkmak yükümlülüğü altında bulunduğumuzu asla hatırımızdan çıkarmamamız gerektiğine inanıyorum. ABD çıkarlarına koşut olarak yıllardan beri oluşturulan antikomünist cephenin seçkin işbirlikçilerinin; iktidarın, bürokrasinin, güvenlik ve istihbarat örgütlerinin kilit noktalarında etkin konumda bulunduklarını, bundan sonra da onların ABD emperyalizmi ve onun yandaşlarının önlerine koyacağı yeni anlayış ve doktrinlere bekçi köpeği sadakatiyle itaat edeceklerini asla unutmayalım. “Gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde” bulunan bu örgütlü cephenin gücünü küçümsememeliyiz. (*) Y.n.: Bakınız: Avrupa Müttefik Kuvvetler Yüksek Komutanı Orgeneral John Galvin, Zaman: 29 Kasım 1990 (Bu açıklama konferans gününden on üç gün sonra yapılmıştır.)

ABD yanlısı iktidarlar, onların baş destekçisi işbirlikçi sermayeyi oluşturan sanayi ve ticaret burjuvazisi, bürokrasinin her iki kanadının lider düzeyinde bulunanlardan seçilmiş kişiler, ABD’de eğitilenler arasından angaje edilenler. Green Card (Yeşil Kart) sahiplerinin çoğunluğu, san sendikacı liderler ve bunların yeraltı ve yerüstü örgütleri, paramiliter örgütlerin tümü bu cephede yer almış bulunmaktadır. Bizler ABD emperyalizmi ve onların yandaşlarınca benimsetilmeye çalışılan yeni düşman kavramına itibar etmeksizin, kendi doğrularımızı ulusal çıkarlarımız bağlamında gözden geçirmek göreviyle karşı karşıya bulunuyoruz.

Gladio türü yeraltı örgütlerinin yöntemlerine ilişkin kuramlar, ABD’nin resmi talimnameleri olan “Field MANUEL” (Sahra Talimname’lerinde) saptanmış olup, bu alanda çalışacak personelin yetiştirilmesi ABD ve Batı Almanya’da bu amaçla kurulmuş olan eğitim merkezlerinde ve okullarında yapılmaktadır. Bunun yanında, anılan yeraltı örgütünün tüm finansmanının da ABD tarafından karşılandığı en yetkili kişiler tarafından açıklanmıştır. Bu olgu, kanımızca bağımsızlığımıza indirilmiş en büyük darbe sayılabilir. Emperyalist bir ülke tarafından her yönden desteklenen bir örgüt, gerektiğinde ülkeleri düşman işgalinden kurtarabilir. Ancak böyle bir savaşın ulusallığından söz edilemez. Bu şekilde bir kurtuluş emperyalist güçlerin isteğine uygun bir çözümü beraberinde getirir ki bu durum, bize göre aslında bağımlı hale getirilmiş bir ülkeyi daha da bağımlı duruma düşürür. Ulusal Kurtuluş Savaşları ile emperyalistlerin önerdiği anlamda Kurtuluş Savaşı arasında bulunan mutlak karşıtlığı göz ardı edemeyiz. Kurtuluş savaşlarını “barutun icadından sonra bulunan en tehlikeli silah” olarak tanımlayan emperyalist güçler, antikomünizm kampanyalarını, bütün dünyada bu amaca yönelik olarak örgütlemişlerdir. Bu nedenle Gladio rezaletinden sonra ABD emperyalizminin güdümündeki bu tür örgütlenmeleri kuşku ile karşılamak, tüm yurtseverlerin en doğal hakkıdır. Tüm NATO ülkelerini kapsayan bir sorundan TÜRKİYE’yi soyutlamak olası değildir. Gladio soruşturması ile daha bugünden ortaya çıkan gerçekler ve ülkemizde geçmişte meydana gelen olayların bir türlü niteliği anlaşılamayan koşutluğu, kuşkularımızı daha da yoğunlaştırmış bulunmaktadır. Seferberlik Tetkik Kurulu, Özel Harp Dairesi gibi kurumlar ve Kontrgerilla gibi kavramlar gerçek anlamlarıyla ve çarpıtılmış şekliyle Gladio olayı nedeniyle yeniden ülkenin gündemine girdi ve tartışıldı. Yetkili örgüt temsilcileri ve politikacılar görüşlerini açıkladılar. Bugün, beni konuşmacı olarak seçerek onurlandırmanız da gösteriyor ki, yapılan açıklamalar kamuoyunu doyurmamıştır. Gerçekler ancak bir Meclis Araştırmasıyla, belki aydınlanabilir. Bu anlayışla 17 yıl önce SELİMİYE Askeri Ceza ve Tutukevi’ndeyken verdiğim dilekçede dile getirdiğim soruşturma istemimi, kamuoyu önünde yineliyorum.

Soruna açıklık getirilmesinin bile, gerçek demokrasi savaşımında bir adım olabileceğim düşündüğüm için, bir buçuk aydan bu yana bu konuya ilişkin etkinliklere katılmaktayım. Kontrgerilla konusunda en az elli saat süreyi kapsayan açıklamalarım, basınımızda onda bir ölçüsünde yer aldı. İlginçtir, bu konudaki açıklamalarıma başta Yeni Asya ve Zaman gazeteleri olmak üzere İslamcı basın organları yer verdiler. Bunu kıvançla karşılıyorum. Bu kesimin, Amerikan Emperyalizminin tüm dünyada İslam’a yönelik niyetlerinin bilincinde olduğunu görüyorum. Bu oluşum ülkemizdeki antiemperyalist cepheyi genişletebilir, akıllı, planlı, programlı, ilkeli bir liderlikte demokrasi savaşımına katkıda bulunabilir. Çok kapsamlı bu konunun, kuşkusuz bir kaç saatlik konferans içine sığdırılması olası değildir. Soğuk Savaş kavramıyla. Özel Savaş kavramı bir anlamda özdeş sayılabilir. Özel Savaş, İstikrar Harekatı ve Psikolojik Savaş gibi bütün halkı ilgilendiren bölümleri de kapsamaktadır. Kuramsal açıdan Kontrgerilla Örgütü demek yanlıştır. Çünkü çok kez açıkladığım gibi “Kontrgerilla Harekatı” bir yöntemin adıdır. Bu yöntemin kuralları, ABD’nin FM (Field MANUEL) 30, 31, 41, 90 simgeli resmi talimnamelerinde ve bunların benzeri çeşitli yönerge ve eklerinde açıklanmaktadır. Örneğin FM 31–16 simgeli ABD talimnamesinin ismi “Counterguerilla Operations”dır, “Kontrgerilla deyiminin tarafımdan uydurulduğunu” söyleyen İSTANBUL Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Faik TÜRÜN’ün gerçeği saptırıcı tavrını sergilemek ve bu kişinin niteliğini gösterebilmek için anılan talimnameyi 1975 yılında İSTANBUL Sıkıyönetim Mahkemesi’nde yaptığım savunma ile birlikte ilgililere verme gereğini duydum. Daha sonra yazdığım yazı ve yapıtlarda da, bu konuyu ayrıntılarıyla açıkladım. Faik TÜRÜN’ÜN gerçekleri niçin yadsıdığı, zamanla niteliği ortaya çıktıkça kamuoyu tarafından daha iyi anlaşıldı. Geçen zaman ve Gladio olayı bizi doğrulamaya devam etmektedir.

1971’li yılların ünlü Ziverbey İşkence Köşkü’nde sorgulamalara katıldığını açıklayan KANADA eski Büyükelçisi ve 12 EYLÜL sonrasında devlet partisi imajı ile 10 milyar T.L ile desteklenerek kurdurulan MDP Başkanı emekli Orgeneral Turgut SUNALP hala, “Kontrgerilla teriminin mevcut olmadığını, Kontrgerilla teriminin bir espri olduğunu, bu yakıştırmaların bazı mihrakların işine geldiği için işlendiğini” açıklayacak kadar aymazlık içinde bulunmaktadır. O’nun anlayışına göre, “bazı mihraklar” tanımlaması içinde kuşkusuz benim de bir yerim bulunmaktadır. SUNALP ile fikri yakınlığı olan iktidar partisi milletvekilinden biri de “maksatlı kişilerden” söz etti. Klişeleşmiş bu deyimlerin ardına sığınanlar hep gerçekleri yadsımayı yeğlerler. Çünkü onlar gerçekte bağlı bulundukları güçlerin sözcülüğünü yaptıklarından, seçeneksiz olmak gibi bir çıkmaz içerisinde bulunmaktadırlar. Kuşkusuz en doğru hakem sizlersiniz. Kimin “bazı mihrak” ya da “maksatlı kişi” olduğuna sizler karar vereceksiniz. Beni dinlemek zahmetine katlanarak tüm salonu doldurmuş olmanızı, gerçekleri yadsımakta direnen zavallıların ipliklerinin pazara çıkmasının açık ve kesin bir kanıtı olarak değerlendiriyorum. Konuyu saptıranlar kavram karışıklığı ve devlet anlayışının ardına sığınmayı yeğliyorlar. Oysa tartışacağımız Kontrgerilla konusu 17 yıldan bu yana tarafımdan belgeleriyle açıklanmıştır. Bunun için asker olmaya bile gerek yok. Ansiklopedi karıştırmayı ilke haline getirmiş bir aydın olmak bile, gerçekleri öğrenmek için yeterli. Nitekim “Kontrgerilla Savaşı” gerek Encyclopedia Britannica (İngilizce aslı) ve gerekse Encyclopedia Americana’da yer almaktadır. Bu konudaki ansiklopedik bilgiyi olduğu gibi sizlere aktarıyorum.(*) (*) Y.n.: Yapıtın Sekizinci Bölümüne bakınız. Görüldüğü gibi Kontrgerilla Savaşı vardır ve gerçektir. Kontrgerilla Harekatının, ansiklopedik bilgide açıklandığı gibi: “İlk iki hedefi, sivil halka yönelik politik, psikolojik, sosyo-ekonomik yeni örgütlenmeler ve pasifize yöntemleri içermekte” ve halkın ABD yanlısı rejimlere bağlılığını ve Kontrgerilla kuruluşuna inanmasını sağlayacak propagandayı  kapsamaktadır. Bu gerçeklere karşın, bugüne kadar yetkili kişiler ve örgütlerin temsilcileri yaptıkları açıklamalarda Özel Savaş’ın askeri yanını öne çıkarırken, sivil halkı ve demokrasiyi ilgilendiren yanını örtbas edici bir tavrı yeğlediler.

Özel Savaş’ın kapsamı içerisinde, İstikrar Harekâtı adı altında bir bölüm bulunduğunu açıklamıştım. İstikrar Harekâtı ABD yanlısı iktidarları iş başında tutmak için başvurulması gereken tüm yöntemleri içermektedir. Bu amaçla genellikle iki tür yönteme başvurulmaktadır:  Bunlardan birincisi, ABD yanlısı parti ve iktidarların CIA dolarlarıyla desteklenmesidir. İkincisi ise, çizgiden çıkma olasılığı olan ülkeleri “istikrarsız destabilisation” hale getirerek, “istikrarı destabilisation gündeme getiren askeri darbelerin oluşumuna katkıda bulunmak seklinde sahneye konulmaktadır. Stabilisation, destabilisation teorileri bu amaçla üretilmektedir. Askeri darbeler öncesi meydana gelen ve genellikle suçluları bulunmayan terör olayları, siyasi cinayetler, toplumsal kışkırtıcılık olayları, Gladio türü (sahte ve gerçek operasyonlar bu amaçla sahneye konulmaktadır. İTALYA’da Süper NATO diye de adlandırılan, gerçekte kelimenin tam anlamıyla ABD emperyalizminin amaçlarına hizmet etmesi için kurulan ve CIA’nin denetimi altında tutulan bu tür yeraltı örgütlerinin kuruluş biçimi, ilkeleri ve eğitimleri her türden terör olaylarını örgütlemeye ve cinayet işlemeye uygundur. Gladio olayı bu konudaki gerçekleri somut kanıtlarıyla dünya kamuoyunun önüne getirmiştir. Doğal olarak bu durum, diğer NATO ülkelerinde ve bizde benzeri paramiliter örgütler üzerindeki kuşkuları yoğunlaştırmıştır. 12’li askeri darbelerin öncesinde ve sonrasında meydana gelen, darbe ve ortamı hazırlamak veya darbecilerin baskılarını kolaylaştırmak amacını güden, toplu cinayet, bireysel terör, devlet terörü, sahte ve gerçek operasyonlar ile toplumsal kışkırtıcılık olayları üzerindeki esrar perdesi bugüne kadar kaldırılamamıştır. Tüm gelmiş geçmiş iktidarları ve bugünkü iktidarı bu tür kuşkulardan arınmaya çağırıyorum. Bunun tek bir yolu, tek bir yöntemi vardır, “Suçluların yakalanması ve adalet önüne getirilmesi”… Bu görevi yerine getiremeyen iktidarların, tarihin sanık sandalyesine oturtularak yargılanacağından kuşku duymuyorum, 1965 Yılında Genelkurmay Başkanlığı tarafından dilimize çevrilerek yayınlanan CIA ajanı David GALULA’NIN, “Ayaklanmaları Bastırma Hareketleri” adlı yapıtında,  terörün evreleri ile bunlarla ilintili olarak kimlerin hangi sıraya göre öldürülmesi gerektiği, gerekçeleriyle açıklanmaktadır. Öldürülmesi gereken kişilerin başında polisler sayılmaktadır. 1990 Yılından günümüze kadar on güvenlik görevlisi profesyonel yöntemlerle öldürülmüş fakat suçluları yakalanamamıştır… Görevlerini yapmayan iktidar yetkilileri, çoğunlukla ya bu tür yeraltı örgütlerinin amacına hizmet etmektedirler ya da güçleri onları aşmaya yetmemektedir. Kuşkusuz her iki durumda da, suça katılmış olmaktadır. Başkalarını soyut kavramlar ardına gizlenerek suçlamakla işin içinden çıkacaklarını sanıyorlarsa, yanılıyorlar demektir. 1972 yılı başlarında İSTANBUL Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Faik TÜRÜN’ün izniyle hizmete açılan Ziverbey İşkence Köşküne bir ay süreyle konuk edildim. Oraya alınan kişileri sorgulayan ve ABD’de Teknik Sorgu diye adlandırılan işkenceli sorgulama yöntemlerini öğrenmek için eğitimden geçmiş satılmışlar, Kontrgerilla Örgütüne bağlı olduklarını söylüyorlardı. Gerçekte bu deyimi kullanan işkenceciler, farkında olmadan kendilerini ele vererek, kime, neye, ne amaçla hizmet ettiklerini ve dış bağıntılarını açıklamış oluyorlardı. Kontrgerilla Örgütü, deyimi tarafımdan mahkemede duruşma tutanaklarına geçirildi ve böylece kamuoyuna mal oldu.

Tanınmamak için her türlü yönteme başvurmuş olan işkenceciler, bu konuda tüm tedbirleri aldıklarını sanmakla yanıldılar. Teknik Sorgulama Timinin başı 1943 Harp Okulu çıkışlı olan ve Topçu Binbaşılıktan ayrılan, aynı zamanda MİT’in Komünist Masası Şefi Eyüp ÖZALKUŞ’un ismini TÜRKİYE’de ilk kez bir yıl sonra, duruşma tutanağına geçirebilmek için oldukça güçlük çektim. Nitekim ÖZALKUŞ soyadını yazdıramadığım için bu kişi takma adı olan “Kel Eyüp” şeklinde tutanağa geçti. Daha sonra, iki yıl süren özverili bir uğraş sonucunda tüm işkenceci kadroyu saptayıp, ilgili makamlara başvurup hak aradım. CHP iktidarının en önde gelen kişilerini haberdar ettim. Ama işkenceciler etkin konumlarını sürekli korudular.(*) Bu olgudan çıkardığım somut bir sonuç vardı, “Anlamıştım ki, işkenceciler ve onların birlikte çalıştıkları istihbarat ve yeraltı örgütleri ve tüm bu örgütlenmenin bağlı olduğu dış güçlerin görünmez iktidarı, bugüne kadarki görünen iktidarlardan üstün olduğu için, TÜRKİYE’de işkenceciler mantar gibi çoğalmış, işkencecilik meslek haline dönüşmüş ve işkence olgusu kurumlaşmıştır”. (**) TÜRKİYE’de demokrasi kavgasının ön koşulunun bu ayıptan arınmamıza bağlı olduğuna inanıyorum.  AB kapısına yapılan her başvuru ve temasta ilgililerin, ülkemizde kronik hale gelmiş olan insan haklan ihlalleri sorunuyla suçlanmaları önemli ve anlamlıdır. Günümüzde de devam ede gelmekte olan tartışmanın birinci grubunda Kontrgerilla Örgütü’nün ya da yasal görünümüyle Özel Harp Dairesinin varlığını kabul edenler olduğu gibi, bir bölümü aşağıdaki isimlerden oluşan, konuyu yadsıyanlar bulunmaktadır:

— Orgeneral (emekli) Faik TÜRÜN

— Orgeneral (emekli) Turgut SUNALP

— Orgeneral (emekli) Necdet URUĞ

— Orgeneral (emekli) Muhsin BATUR

— Koramiral(emekli) Işık BEREN

— Tümgeneral (emekli) Cihat AKYOL (Özel Harp Dairesi eski Başkanı) (öldü)

— Kurmay Albay Sadi KOÇAŞ (öldü) (12 MART dönemi Başbakan Yardımcısı)

— Kurmay Albay Alpaslan TÜRKEŞ (öldü) (MÇP Genel Başkanı) (*) Y.n.: Eyüp Özalkuş, 1997 yılında oturduğu apartmanın kapıcısını tabancayla yaraladı. Bir süre tutuklu kaldı. Kadıköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi davaya bakıyordu…

(**) Y.n.: Bu sözlerden 7 yıl sonra Adalet Bakanı Oltan Sungurlu “İŞKENCE YAPAN VATAN HAİNİDİR” demek zorunda kaldı. (Yeni Yüzyıl:21 Aralık 1997)

Üçüncü grupta ise, çelişkili açıklamayı yeğleyenler yer almaktadır. Kontrgerilla tartışması, ABD Emperyalizminin yerli işbirlikçilerini, CIA dostlarını saptayabilmek için bir denek taşı işlevi görmesi açısından da yararlı oldu. Ülkemizde ve diğer NATO devletleriyle bazı Avrupa ülkelerinde, bu tür yeraltı örgütlerini yadsıyan iktidarların yetkili kişilerini, bürokrasinin her iki kanadında görev yapmış eski ve yeni üst düzey yöneticileri ve basın yayın organlarının bazı yöneticilerini bu pisliğin katılımcısı sayarsak yanılmış olmayız. İktidarda, bürokrasinin sivil ve asker kanadında, güvenlik ve istihbarat örgütlerinde, olağanüstü yargıda, özel sektörde ve toplumun diğer kesimlerinde özellikle Üniversite öğretim üyeleri arasında beyinleri yıkananlar, özel ABD burslarından yararlandırılarak eğitilenler. Green-Card ve çift pasaportla ödüllendirilenler, hala Amerikan dolarlarıyla beslenen tüm antikomünistler bu tür paramiliter örgütlenmelerin yandaşları arasında yer alırlar. Tam Bağımsızlıkçılar, anti-emperyalistler, antikapitalistler ve tüm yurtseverler ise karşı cephede… Tıpkı dünkü gibi, bir yanda Amerikan yanlıları (mandacıları), diğer yanda ulusal kurtuluşçular. Saflarımızı bilelim ve sıklaştıralım, İkinci Kurtuluş Savaşı bu bağlamda gündemde tutulmalıdır. Önümüzde duran çetin ve uzun erimli demokrasi, bağımsızlık ve özgürlük savaşını bu anlayışla kazanabiliriz. Bu durumda ABD yanlısı iktidarlarla, onları yaşatan güçlerin soruna açıklık getireceklerini beklemek gibi bir yanlışlığa düşmememiz gerektiğine inanıyorum. Bu anlayışla gündeme gelen tartışmalar, kamuoyunun gerçekleri daha yakından bilmesine olanak sağladığı ölçüde demokrasi savaşına katkıda bulunabilir. Tüm NATO ülkelerinde varlığı ortaya çıkan yeraltı örgütlerinin kullandıkları Özel Savaş yöntemlerine ilişkin kuramların ABD kaynaklı olduğunu açıklamıştım. TÜRKİYE’de de bu amaçla Özel Harp Dairesi kurulmuş bulunmaktadır. SATLİN’in istekleriyle somutlaşan Sovyet tehdidi karşısında ve ondan önceki tek parti dönemlerinde iktidarların, olası bir işgale karşı gerekli düzenleme ve örgütlenmeye neden gitmedikleri konusu üzerinde de bugüne kadar durulmuş değildir.

TÜRKİYE’de yıllardan bu yana adı konulamayan ancak kamuoyunun Kontrgerilla Örgütü olarak tanımladığı, bazı yetkililerin zorunlu olarak sivil vatansever kişilerden oluştuğunu açıkladıkları yeraltı örgütü hala devlet sırrı kavramı ardına sığınılarak gizlenilmektedir.  Vatanseverliğin belirli güçler ve onların yandaşları tarafından tekel altına alınması çabasına tüm gücümüzle karşı çıkmalıyız. Türk halkının emperyalist güçlerle bütünleşmemiş her bireyi, kendilerini vatansever sayan kişi ve örgütlerden milyarlarca kat yurtseverdir.

Etiketler
BENZER YAZILAR
Talat Turhan
Türkiye

1924 Yılında Elazığ’da doğdu. O tarihte babası Elazığ Müdde-i Umumisi (Savcı) idi. Baba tarafı Rize ilinin Çayeli ilçesinin tanınmış ailelilerinden (Şerifoğulları)’na mensuptur. Anne tarafı Elazığ Harput’un tanınmış ailelerinden (Efendigiller) ‘dendir.....

anlaşmalı boşanma

anlaşmalı boşanma