BOMBA DAVASI SAVUNMASI-1

Bomba Davası Savunma-1
İkinci Basım Birinci Kitap OCAK 1986

SUNUŞ

Talat Turhan’ı ilk nerede nasıl tanıdığımı, o sırada binbaşı mı yoksa yarbay mı olduğunu hiç anımsayamıyorum. Ama kesinlikle 1960’lı yılların başındaydı… 27 Mayıs Devrimini izleyen günlerde…

Fişek gibi, zıpkın gibi dedikleri türden pırıl pırıl bir kurmay subaydı. Harp Okulundan 1944 yılında derece ile mezun olmuştu. Topçu Atış Okulunda da gene dereceye girmişti. Kara Harp Akademisi giriş sınavını birincilikle kazanmış ve 1957–58 döneminde, bu Akademinin o yıl mezun ettiği Yüzüncü sınıfın 150 kur­may subayı içinde 9’ncu idi.

Sapına kadar Atatürkçü idi. 27 MAYIS Devrimine gönülden bağlıydı. Bu devrimin dinamolarından biri sayılırdı. Devrimi izleyen günlerde, yeniden sivil yönetime geçildiğinde, Milli Savunma Bakanlığında görevliydi. Savunma Bakanı İlhami SANCAR’ın inanıp güvendiği bir subaydı. Sivil bir görevi hiç bir zaman düşünmemişti. Arkadaşları arasında hep geleceğin en parlak generallerinden, komutanlarından biri olacak diye görülürdü.

Gözünü budaktan sakınmaz, sert, dinamik, sözünü esirgemez, inandığını sonuna kadar savunur, bilinç düzeyi yüksek bir Atatürkçü olarak tanınmıştı. 1964’lerde emekli edildi. Atatürk’ün tam bağımsızlık ilkesini savunuyordu. Ordunun ve ülkenin Amerika Birleşik Devletleri güdümüne sokulmaya çalışıldığı görüşü içindeydi. Talat AYDEMİR’in 22 ŞUBAT ve 21 MAYIS’daki 1962 ve 1963 ayaklanma eylemleri içinde olduğu var sayılıyordu. Tutuklandı, yargılandı da, ama bu girişimlerle hiç bir ilişiği olmadığı yargı kararma bağlandı. Ne var ki, tasfiye çarkı işlemişti. Talat TURHAN canından çok sevdiği, aile ocağı bildiği Silahlı Kuvvetlerden koparılıp atıldı.

O tarihlerde 40 yaşındaydı. İsteseydi, sivil yönetimlerde elde edemeyeceği mevki yoktu. O hiç birine ve hiç kimseye yanaşmadı. Tek başına ve dimdik, bağımsız kaldı. Ülkenin gidişini üzüntüyle izledi. Pek çoğu yakın arkadaşları olan komuta kademelerindeki asker kişileri sürekli uyarmakla yetindi. Okudu ve araştırdı. Yetkililere uyarı mektupları, gazete ve dergilere yazılar yazdı.

Etkin bir kişiliği, geniş bir dost çevresi vardı. Kimseye de boyun eğmiyordu, kimsenin adamı olmaya yanaşmıyordu. Malı, mülkü, parası yoktu. KUZGUNCUK’ta babasından kalma bir eve sığındı, eşi ve çocuğu ile geçim sıkıntısı çekti. Ama boyun eğmedi. Kimseden bir şey istemedi.

Derken 12 MART 1971 Darbesi geldi.

Talat TURHAN, Bomba Davasının, Sabotaj Davasının ve akla gelebilecek her türlü davanın en başta gelen sanığı olarak suçlandı. Tutuklandı. ERENKÖY’deki Kontrgerilla sorgu evinde sorgulandı, yargılandı.

Bütün bu dönemlerde Talat TURHAN bir an olsun eğilmedi, bükülmedi. İftiraları, tertipleri, düzenleri, tuzakları tek tek göğüsledi. Binlerce sayfayı bulan savunmalar yaptı. Savcıların, Çizmeci’lerin, Takkeci’lerin, Fırat’ların ve daha bilmem kimlerin ipe sapa gelmez iddianamelerini didik didik etti. Ortaya Türk adalet tarihinin belki de en büyük savunmasını koydu. Şemalar, grafikler, belgeler, yüzlerce cilt kitap, gazete kesikleri, klasörler dolusu savunma…

Bu savunmaların tümünün özetini şöylece yapmak mümkündü ve Talat TURHAN belki binlerce kez yineleyerek yargı organları önünde bunu açıkça söyleyip yaptı:

“Sanık yapılmamın önde gelen nedeni, tam bağımsızlıktan yana olmam ve bu hedefe ulaşmak için kavga verilmesini önermektir.

Bu önerim ve niteliğim emperyalistleri rahatsız ettiği için, onların yerli işbirlikçilerinin her türlü zulümlerine, tüm devrimciler gibi ben de hedef oldum.

Bu zulmün hesabı sorulacaktır.

TÜRKİYE mutlaka bir gün tam bağımsızlık hedefine, bu ilkeye gönül vermiş güçlerin mücadelesiyle ulaşacaktır”.

Talat TURHAN bunları söyledi. Bu söylediklerini belgeledi. Emekli bir askerdi, şerefli bir askerdi, ne bomba ile ne sabotajla hiç bir ilişkisi yoktu. Bunu ispatladı. Aklandı…

Bu ciltler dolusu savunma, o 1971 sonrası günlerinin hayı huyu içinde, ne basında yeterince yer aldı, ne kamuoyunca yeterince duyuldu. Oysa, 1975’de yapılan bu savunma, geçmişe olduğu gibi, günümüze de, geleceğe de ışık tutacak nice gerçeği içeriyordu.

Bilinir sanılan nice bilinmez, bu dosyalarda, bu klasörlerde ve bir de yargılandığı Sıkı Yönetim Mahkemesi arşivlerinde yatıyordu. Yarının araştırmacları, bu dosyaları, klasörleri, kısacası bu savunmayı elden geçirdiklerinde, TÜRKİYE’nin bir döneminin tarihini yazabilmek, tam bağımsızlık, gerçek Atatürkçülük kavgası verenlerin başlarına neler gelebileceğini görmek ve göstermek imkânına sahip olacaklardır. Hem de belgeleriyle, kanıtlarıyla, iddianameleri ve savunmalarıyla. Devlet arşivine girmiş belgeleriyle… Öyle kafadan yazılmış anılar, şuraya ya da buraya çekilmiş hatıralar gibi değil, gününün sıcaklığı içinde, o günlerin de havasını vererek ve duyurarak yapılmış capcanlı bir savunma içinde.

Talat TURHAN, tümü belki on cilt tutacak bu savunmasının, salt giriş bölümü, politik savunma bölümünü yayınlayarak, geleceğin tam bağımsızlık savaşçılarına, gerçek Atatürkçülere en büyük hizmeti bütün ömrü boyunca olduğu gibi, son bir kez daha yapmaktadır.

Bizim inanışımız bu. Türk Silahlı Kuvvetlerinin bu gerçek şövalyesi, candan ve güvenilir dost, kardeş Talat TURHAN’a bu çabasından ötürü, başarı dilemekten öteye elimizden bir şey gelmediği için üzgünüz.

Selam olsun, tüm “tam bağımsızlık”çı TÜRKİYE özlemi ve kavgası ile yürekleri yananlara. Selam olsun Talat TURHAN’a.

İlhami SOYSAL

ÖNSÖZ

Bu birinci kitabım, EK-1’de dökümü (fihristi) sunulan 10 klasör ve 5000 sayfadan oluşan “Bomba Davası”nda yaptığım Savunma’nın birinci klasör’ünün Politik Savunma bölümüdür.

Zamanı geldiğinde diğer bölümlerinin de yayınlanmasını düşünmekteyim.

Gerçekte ülkemin içerisinde bulunduğu koşulları uygun bulmadığım için, Savunma’mı yayınlamayı bugüne kadar düşünmemiştim. Tarihsel bir misyon yüklenmenin bilinciyle bir dönemin iç yüzünü tüm boyut ve ayrıntılarıyla yasal makamlara sunmakla yetinip, adaletin gerçekleşmesini sabırla beklemeği yeğlemiştim.

Oysa, Cüneyt ARCAYÜREK’in arka arkaya yayınladığı yapıtlarında “Demirel Dönemi 12 Mart Darbesi” 5’nci Kitap ve “Çankaya’ya Giden Yol 1971 -1973” 6’ncı Kitap başlığını taşıyanlarda, bizim de içinde bulunduğumuz ve iki yıl Selimiye Askeri Ceza ve Tutuk Evi’nde tutuklu kalarak yargılandığımız dönemi kendi anlayışı içerisinde kamuoyuna sunmuş olması, kanımıza göre; Muhsin BATUR’un bir anlamda savunma iç güdüsü içerisinde “Anılar ve Görüşler” adlı yapıtını yayınlanmasına neden oldu.

Muhsin BATUR’un anıları da olaylarda taraf olan Celil GÜRKAN’ın Cumhuriyet gazetesinde “12 Mart’a Beş Kala” adlı Uğur MUMCU’nun kaleme aldığı anıların yayınlanmasına yol açtı. GÜRKAN’ın anıları ise olaylar içinde bulunan birçok kişiyi de açıklamaya sürükledi (Cumhuriyet: 27 EKİM 1985: 24 KASIM 1985)

Aynı dönemde, 3 KASIM 1985 tarih ve 43 sayılı ‘Nokta Dergisi’nde konu “Bomba Davasında” “Cuntalar” Savaşı olarak kapağa çıkarılıyor ve 12 MART döneminin sorumluluğunu taşıyan yetkili kişiler ilginç itiraflarda bulunuyor ve zamanla birbirlerini suçlar duruma düşüyorlardı. Bu üç kişi bilindiği gibi TÜRÜN – ÜNLÜTÜRK ve SUNALP’ti…

12 MART döneminin tepedeki çatışması bizim de sanıkları arasında bulunduğumuz “Bomba Davası”nda tıkanıyordu. Bu nedenle de devreye girmek zorunluluğunda kaldık.

Gerçekte ‘Nokta Dergisi’nde belirtildiği gibi “Bomba Davası” bir “Yıldızlar Savaşı” idi. Genelkurmay Başkanlığına getirilmek üzere kendisine söz verilen TÜRÜN, “Bomba Davası”yla bu hedefe ulaşmak için önünde engel gördüğü GÜRLER-BATUR-KAYACAN üçlüsünü temizlemek için işkence köşklerinde tertiplere girişmiş ve fakat başarı sağlayamamıştır.

Doğal olarak kısa bir süreç içinde yayınlanan bu anılar değişik çevrelerde, farklı yorumlara neden oldu…

— Bazılarına göre; Cüneyt ARCAYÜREK, DEMİREL’in sözcülüğünü yaparak, o’nun; hasım saydığı asker kişileri birbirine düşürerek geleceğe yönelik politik yaşamı için malzeme toplamasına yardımcı oluyordu.

— Diğer bir grup her zaman olduğu gibi, at gözlükleriyle olayı yorumluyordu. Onlara göre, komünistler yeni bir taktik peşinde idiler ve 12 EYLÜL’e doğrudan doğruya saldırmaya cesaret edemedikleri için, şimdilik 12 MART’ı hedef olarak seçiyorlardı.

— Bir kısım çevreler ise eski askerlerin birbirlerini eleştirmesi ve bazı olayların gerçek yüzünün ortaya çıkmasından tedirgin oluyordu. Bu olgunun Türk Silahlı Kuvvetlerinin yıpratılmasına neden olacağı şeklinde bir yorumu benimsiyorlardı.

Her çevrenin yorumu kendisini ilgilendirir. Bize gelince, eğer bir kuruluşta bir kişi suçlu ise, o kurulu­şun suçlamadan kendisini arındırması ancak, suçlunun dışlanmasına bağlı olduğuna inanırız. Suçlu kişinin suçunu örtbas etmeğe çalışan örgüt, kendiliğinden o suça bulaşır. Bu nedenle aydınlıktan yarasa gibi korkanların, ancak o suçun katılımcısı durumuna düşeceği inancındayız.

Türk Silahlı Kuvvetlerinin onuru bizim de onurumuzdur.

Anıların yayınladığı dönemde birbirinden habersiz birçok kişi sanki ağız birliği yapmışçasına bugüne kadar susup da, neden şimdi “Bomba Davası”nın gündeme getirildiğini bana sordular.

Kuşkusuz bu soruları soranlar içerisinde açıkladığım yorumları benimseyenler olduğu gibi, bizim kanımızı samimiyetle öğrenmek isteyenlerde bulunuyordu.

Beni tanıyanlar hayatımın hiç bir döneminde kişisel çıkar peşinde olmadığımı bilirler. Bu nedenle, başka kişilerin ön ve art niyetleri ve taktikleri beni ilgilendirmeksizin, bazı gerçeklerin açıklanmasında ülkemin yararını görürsem, bu görevi yapmamı hiç bir güç önleyemez.

Kanıma göre, TÜRKİYE 1947’li yıllarda imzalanan ilk ikili anlaşmadan bu yana her geçen gün artan bir ölçüde “Yeni Amerikan Mandacılığı” anlayışının yörüngesine oturtulmasına çalışılırken, 12 MART en önemli bir dönüm noktası olarak değerlendirilmelidir. O dönemde halkın sosyal uyanış ve bilinçlenmesinden tedirgin olan dış egemen güçler, onların yerli işbirlikçileri ve işbirlikçilerine maşalık yapan işkencecilerin tümü Amerika’da özel olarak yetiştirilmiş ve yurt çapında “Teknik Sorgulama” denilen yöntemi uygulayarak sistematik işkence dönemini başlatmışlardır. Bu kadarıyla da kalmayıp açıkladıkları gibi “Sahte Operasyon”larla “Devlet Terörü” düzenleyip tüm güçleriyle halkın sosyal uyanışını engellemek için tertiplere girişmişlerdir.

Zaman içinde emperyalist çıkarlara uyarlı bir uydu kapitalizmin maşalığını yapan işkencecilerin art niyetleri ortaya çıktı… Bugün her biri bir idare meclisinde ya da bir patron uydusu olarak asalak maaş alırken, suçluların telaşı içinde bir yandan birbirlerini suçlarken, diğer yandan kendilerini savunma çabası, içine düşmüşlerdir.

Kuşkusuz dünün İşkencecilerinin bugünün “İşkembeci”si olması rastlantı değildir. Çünkü bilinçli ya da bilinçsiz olarak emperyalist çıkarları korumak için onları tertiplere itenler, bu kişileri elbette yenileyeceklerdir.

İnanıyorum ki devletin tüm güçlerini kişisel ihtiras ve kinlerini tatmin için kullanan bu zavallılardan bir gün mutlaka hesap sorulacaktır ve yazdıklarım bu amaca katkı da bulunduğu ölçüde bir anlam ifade edecektir.

Bu anlayışla 10 yıl önce İSTANBUL 2 No’lu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi aracılığıyla tarihe tevdi ettiğim “Savunma”mı yayınlamak gereğini duydum. Saygılarımla…

Talat TURHAN

1 OCAK 1986

 

İÇİNDEKİLER

Birinci Bölüm

Giriş:

Sunuş: ……………………………………………………………………..5—8
Önsöz: …………………………………………………………………….9—12
Savunmaya gidiyorum: ……………………………………………13
Fihrist: ……………………………………………………………………14—15

İkinci Bölüm

Kasım 1985 ayında Bomba Davasıyla ilgili ba­sında yer alan yazılar:
Nokta Dergisi 3 KASIM 1985 Sayı 43

Bomba Davası “Yıldızlar Savaşı”: ………………………….………17—30
Celil GÜRKAN ile Söyleşi: …………………………………….……….31—38
Turgut SUNALP ile söyleşi: …………………………………….……..39—44
Cumhuriyet Gazetesi 21 KASIM 1985
“Bomba Davası” Gerçeği: ………………………….…….…..………45—80

Üçüncü Bölüm

Politik Savunma: …………………………………………….…….……..61—212

Politik Savunma bibliyografya: ………………………….……………213—216
Bomba Davası kronolojisi: ……………………………….……………217—223
Sorgulamadan bölümler: …………………………………………..……224—227
İlgili makamlara gönderilen dilekçe ve yayınlar: …………….228—233

Bitirirken

Bilindiği gibi, “Savunma”m gerçekte hukuksal bir belge niteliğindedir. Ancak, yayınlanan “Politik Savunma” bölümü, genel konuları içermekte olup 90 adet kaynaktan yararlanılarak hazırlanmıştır.*

Bu bölümde, Amerikan Emperyalizminin, az gelişmiş ülkelerdeki çıkarlarını savunmak için, kendi istihbarat örgütleriyle birlikte çalışan yerli işbirlikçi örgüt ve kişileri kullanarak anarşi kışkırtıcılığı yaptırmakta ve o ülkeleri istikrarsızlığa (Destabilisation) ittikleri belirtilmektedir ve sonuçta bu olgunun karşıtı olan istikrar’ın (Stabilisation) gündeme getirilmesi ana tema olarak işlenilmeye çalışılmıştır.

Gerçekte, uzun süreçli bir düzenleme içerisinde, yardım paravanası altında “Borç Tuzağı” içine alınan az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkeler, genelde ekonomik ve mali bağımlılık ve istikrarsızlık içinde yapay dengelerle emperyalist ülkeler tarafından oksijen çadırında yaşatılmaktadır. Bu denge, anarşi araç olarak kullanılıp, istenilen dönemde, politik İstikrarsızlığa dönüştürülmektedir.

Bu durumda da destabilize edilen ülkenin stabilize edilmesi için baş vurulan en geçerli yöntem Askeri Darbe’lerin (Prononciamento) gündeme getirilmesidir. Darbelerden kurtulabilmenin tek yolu da gerçek demokrasi’nin kurulabilmesi ve yaşatılmasıdır… Gerçek demokrasi elbette halkı depolitize etmek anlayışıyla bağdaşmaz.

12 MART’ta CIA parmağı olduğu en yetkili kişiler tarafından bile bugün kabul edilmektedir.

Böyle bir durumda Anayasa Değişikliği ve Yasa Değişiklikleri sonucu oluşturulan 12 MART Hukuku’nun yasallığı görecelidir.

Gerçek eleştiriyi tarihçi yapacaktır.

Bu kadar geniş kapsamla bir konudaki düşüncelerim, belki denizde bir damla olarak kabul edilebilir.

Bu anlayışla yazdıklarımın ne tam, ne de mükemmel olmadığını kabul ediyor ve sizlere başvuruyorum.

Her türlü tamamlayıcı açıklama, öneri, bilgi, belge ve yergiyi, yeni çalışmalarıma güç katacağı inancıyla, lütfedip adresime yazarsanız minnettar kalırım. Saygılarımla…

Talat TURHAN
Yenigün Sok. No. 11
81200 KUZGUNCUK-İSTANBUL

(Cumhuriyet, Pencere, 31 Ocak 1986)

Talat TURHAN’ın Kitabını Okuyun!

İşkence mişkence, politika molitika, hukuk, mukuk, anayasa, mana yasa, demokrasi memokrasi konusunda her Allahın günü konuşuluyor. TÜRKİYE de neler olup bitiyor? Bu işlerin bir yerüstü vardır, bir de yeraltı. Yeraltını bilmeyen üstünü hiç bilemez; bunun içindir ki kitabı okuyun.

Hangi kitabı?

Talat TURHAN’ın kitabının, adı “Bomba Davası Savunma–1”. Genel Dağıtım Kastaş A.Ş., Başmusahip sokak Talaş Han 16/101, CAĞALOĞLU, İstanbul. Fiyatı KDV dahil 1300 TL.

İlk sayfada şu sözler yer alıyor:

     “Nazi toplama kamplarından kurtulabilen bir Alman profesörü diyor ki. “İlk önce geldiler, komünistleri alıp götürdüler. Ben sesimi çıkarmadım. Beni ilgilendirmiyordu. Sonra Yahudileri aldılar toplama kamplarına, işkenceye götürdüler. Ben yine sesimi çıkarmadım. Çünkü bana göre bir şey yoktu. Sonra sosyal demokratları vurmaya, hapse atmaya, toplama kamplarına götürmeye başladılar. Ben yine sesimi çıkarmadım. Çünkü bana dokunan yoktu. Bir gün kapım çalındı. Beni alıp toplama kampına götürdüler, işkenceye… Hiç kimse ses çıkarmadı. Çünkü ses çıkaracak kimse kalmamıştı…”

Talat TURHAN’ı bilmem tanıtmaya gerek var mı? Eğer tanımayan varsa, kitabını almalı, tanımalıdır. Çünkü tanınması gereken kişileri tanımadan, bilinmesi gereken olayları bilmeden ülkemizin nereden gelip nereye gittiğini anlamak olanaksızdır. Sözgelimi işkence konusu bugünlerde güncelleşti. SHP gerçekler aydınlansın diyor; ANAP yöneticileri işkence olayını örtbas etmek istiyor.

Neden?

Bu soruya yanıtı, Talat TURHAN’ın kitabındaki önsözün bir yerinde buluyoruz:

     “Zaman içinde emperyalist çıkarlara uyarlı bir uydu kapitalizmin maşalığını yapan işkencecilerin art niyetleri ortaya çıktı. Bugün her biri bir idare meclisinde ya da bir patron uydusu olarak asalak maaş alırken, suçluların telaşı içinde bir yandan birbirlerini suçlarken, diğer yandan kendilerini savunma çabası içine düşmüşlerdir. Kuşkusuz dünün “İşkenceci”lerinin bugünün “İşkembeci”si olması bir rastlantı değildir. Çünkü bilinçli ya da bilinçsiz olarak emperyalist çıkarları korumak için onları bu tertiplere itenler, bu kişileri elbette yemleyeceklerdir. İnanıyorum ki devletin tüm güçlerini kişisel ihtiras ve kinlerini tatmin için kullanan bu zavallılardan bir gün mutlaka hesap sorulacaktır ve yazdıklarım bu amaca katkıda bulunduğu ölçüde bir anlam ifade edecektir”.

Talat TURHAN’ın kitabı 12 MART’ın ünlü “Bomba Davası”ndaki savunmasının giriş bölümünden oluşuyor. Ne var ki bu bölüm, bir roman kadar heyecanla ve merakla okunabilecek olaylar ve bilgilerle doludur; yaşadığımız hayatın bir parçasıdır. İşkencenin görünen nedenlerine ve görünmeyen kökenlerine inmektedir. Yalnız bu kadarla kalmıyor Talat TURHAN, 12 MART döneminden bugünü de haber veriyor. TÜRKİYE’nin düzenini kendi çıkarları doğrultusunda değiştirmek isteyen iç ve dış güçler ittifakının kimi davaları kullanarak bugüne nasıl ulaştıklarını anlamak bakımından bu kitap aydınlatıcı bir belgedir.

Ülkemizde olan bitenler yalnız TÜRKİYE’ye özgü değildir, dünyadaki kimi devletlerde bizimkine benzer işler oluyor, olaylar yaşanıyor, işkenceler tezgâhlanıyor. Nasıl oluyor bu? Talat TURHAN da kitabının 171’inci sayfasında bu konuyu gündeme getiriyor;

     “CIA ajanı DAVID’in kitabı ile Faik TÜRÜN’ün açıklamaları arasındaki paralelliği bir rastlantı sayamayız. CIA ajanı DAVID’in kitabı sadece Faik TÜRÜN’e rehberlik etmemiştir. Diyebiliriz ki 12 MART sonrası uygulamalarının tümü DAVID’in önerileri doğrultusunda gerçekleştirilmiştir. DAVID bir anlamda 12 MART’ın ideologudur”.

Öyle midir?

Merak eden kitabı alır, okur. Daha da ötesi bu kitabı okumak bir yurttaşlık görevi sayılmalıdır. Çünkü bu ülkeyi karanlığa doğru sürüklemekten korumak yurttaş bilincinin ışımasıyla gerçekleşebilir.

İlhan SELÇUK