4
9
Kitaplarım

Çeteleşme

Çeteleşme
Birinci Baskı HAZİRAN 1999 İSTANBUL
Akyüz Kitabevi

SUNU

1998 yılı başında yayınevi “Özel Savaş, Terör ve Kontrgerilla” ve “Kontrgerilla Cumhuriyeti” adlı yapıtlarımın tükenmek üzere olduğunu hatırlatarak yeni baskı yapmak için izin istedi. Bana bir süre tanınmasını diledim. Çünkü yapıtlarıma konu olan sorunlar güncelliğini koruyor ve Dünya genelinde işlevselliğini sürdürüyordu. Bu nedenle gerek yurt içinde ve gerekse yurt dışında yayınlar süregelmekteydi ve konular Internet’te yer almıştı.

Tüm bu oluşumu kapsayan yeni bir yapıt yapabilmek için altı ay eve kapanıp kaynak çalışmasına giriştim. Okuduğum yapıtlar ve taradığım dosyalardan çıkardığım özetler bir klasörü doldurdu. İstediğimi yapabilmek için daha fazla zamana gereksinim olduğunu algıladığım için, geçen yıl EKİM ayından bu yana “Özel Savaş, Terör ve Kontrgerilla” adlı yapıtımı güncelleştirmeye çalıştım. Bambaşka bir yapıt oluştu… Aslında, “Kontrgerilla Cumhuriyeti” adlı yapıtımın “Özel Savaş ……… “nın devamı niteliğinde olmasına karşın, genellikle okuyucular tarafından ayrı bir yapıt gibi algılandı. Anılan yapıtın yayına hazırlanması döneminde İSTANBUL dışında olduğum için, editör en azından benim bağışlamam olanaksız hatalar yapmıştı. Bu yanlışın sorumluluğunu yüklenerek geç kalmış da olsam özür dilerim. Tüm hatalarına karşın özellikle “Kontrgerilla Cumhuriyeti” adlı yapıtın ismi tutmuş ve kamuya mal olmuştu… Öylesine ki “Kediler Cumhuriyeti” adında bile kitap yazılıp yayınlanmıştı.

Aslında “Kontrgerilla Cumhuriyeti” ya da “Kontr­gerilla Cumhuriyetleri” tanımlaması Emperyalizmin güdümüne giren tüm ülke düzenlerinin ilk aşamada ortak adı olabilir… Küreselleşme olgusu geliştikçe, AVRUPA ülkeleri ve TÜRKİYE düzeni için “Bilderberg Cumhuriyeti”(1)  betimlemesi daha doğru olabilir…

ABD’nin kuramlaştırdığı, CIA finansman, destek ve kontrolünde, Avrupa ülkeleri için NATO denetimindeki “YERALTI ÖRGÜTLERİ” neo-faşist ve neo-nazistlerden oluşmaktadır. ABD uyduluğunun, politikadaki kirlenmenin, bürokrasideki satılmışlığın, mafyalaşma ve çeteleşmenin oluşmasının temel nedeni İTALYA’daki Gladio örneği, tüm açıklığıyla ortaya koymasına karşın, bizler ‘Susurluk Kazası’ şansımızı bile kullanamayacak kadar kirli ilişkilerin bataklığında bocalıyoruz…

Kuşkusuz bu oluşumun birinci sorumluları, iktidar hırslarını TÜRKİYE’nin çıkarlarının üstünde gören, “Kapitalist Enternasyonal”in örgütleri ile bütünleşmiş emperyalist işbirlikçisi politikacılardır…

Düzenin bugünkü tanımlamasını Başbakan Mesut YILMAZ’dan dinleyelim (2)

     “TÜRKİYE MAFYA CUMHURİYETİ’ne dönüşmüş. Bu olayların içinde siyasiler, devlet görevlileri ve mafya vardır. Çete, mafya, devlet bağlantıları konusunda önemli ipuçları yakaladık, tüm çıplaklığıyla ortaya çıkarmağa çalışıyoruz. Bunun için iki, üç aya ihtiyacımız var”

     YILMAZ’ın tanısına kuşkusuz katılmamak olanaksız. Çünkü biz 1973 yılından bu yana iktidarların çeteler tarafından yönlendirilip ve yöneltildiğini savlıyoruz. 25 yıl sonra bir Başbakan’ın ülke düzeni konusunda tanımımıza gelmesinden gurur değil, utanç duyuyoruz…

Çare ve çözüm bulmak konumunda olan kişilerin, açık konuşma durumunda bile kalsalar, şikâyet etme haklan bulunabileceğini düşünemiyorum. Mesut YILMAZ anılan sözleri 20 EKİM 1998 günü söylemiştir. Verdiği üç aylık süre 20 OCAK 1999 günü sona ermiştir…

YILMAZ hükümetinin düşmesinde tanımladığı kirli ve karanlık ilişkilerin rolü tüm çıplaklığı ile aydınlanmış mıdır?

—Devlet yönetiminde devamlılık asıl olduğuna göre, O’nun Başbakan yardımcısı bugünkü Başbakan ECEVİT ‘Çete-Mafya-Devlet’ üçgenini çözümlemek ve ülke politikasını bu kokuşmuşluktan arındırmak için ne yapıyor?..

     Abdullah ÖCALAN’ın yakalanmasını geçmişin olumsuzluklarını perdelemek için kullanmak sayılamayacak kadar sakıncaları beraberinde getirebilir. ÖCALAN öncesi sorunlar en azından ‘Susuzluk Kazası’ temelinde çözümlenmeden, ‘Düzenin Kokuşmuşluğu’ önlenilemez diye düşünüyorum.

Yapıt dokuz bölümden oluşmaktadır, 1’nci Bölümde ‘Ziverbey İşkence Köşkü’ne götürülmem milat kabul edilerek ‘Susurluk Kazası’na kadar geçen süreç içerisinde ‘Çeteleşme’ ve ‘İşkence’ olgusu çerçevesinde 12 EYLÜL 1980 öncesi ve sonrası özetlenmeye çalışılmıştır. Bunu yaparken bu dönemde yaşadığım olumsuzluklarla olaylar özdeştirilmeye özen gösterilmiştir. Kuşkusuz benim için milat 1972’de başlamamaktadır. Bu yıldan önce de sürgün, hapis, haksız emeklilik, yıllarca güvenlik güçlerince izlenme gibi olumsuzlukları yaşadım. Koşullarım elverirse o dönemleri de yapıta dönüştürmek isterim.

  1. Slh. K.’lerinde Kurmay olmak çok güç, çetin, özveri ve özgeci gerektiren bir süreçten geçmeği gerektirir. Ve genellikle de generaller kurmay sınıfından seçildikleri için, Slh. K’lerin yönetimi kurmayların elindedir diyebiliriz. 1944 yılında Kara Harp Okulu’nu bitirip topçu subayı oldum. O yıl 924 kişi mezun olmuştu. 1953 yılında Kara Harp Akademisi giriş sınavını birincilikle kazanmıştım. Bu sonuç aslında önemliydi mezuniyette sübjektif ölçütler ağırlıklı olmasına karşın, giriş sınavında objektif ölçütler geçerliydi. Bu anlamda Kara Kuvvetleri’nde beyin şampiyonu olmuştum. Kendimden söz ettiğim için özür dilerim. Daha sonra yazacaklarımın anlam kazanması için bu ayrıntıya girmek zorunda kaldım. Aradan yıllar geçti 1985’e gelindiğinde 924 Kişilik 1944 devre­sinden T. Slh. Kuvvetlerinde iki kişi kalmıştı:

— Orgeneral Recep ERGUN (Topçu Kurmay: 1944–7)

— Orgeneral Necip TORUMTAY (Topçu Kurmay: 1944–9)

Ben ise Topçu Kurmay Yarbay (1944–8) iken ve sicilim olumlu olmasına karşın, hiçbir gerekçe gösterilmeksizin 42 sayılı yasaya göre keyfi bir tasarrufla Orgeneral Cemal TURAL’ın emriyle emekliye ayrıldım… Topçu deyimiyle iki orgeneralin -ERGUN ve TORUMTAY- çatalına girmiştim. Onlar gibi ben de aynı rütbeye çıkabilirdim ama ‘Emperyalizmin Güdümü’ne sokulmuş düzenle çatışmayı göze almam ve TURAL’ın kompleksleri sonucu kendimi halkımın arasında buldum. Geçmişime baktığımda ne düşünsel anlamda ne de eylemsel manada pişmanlık duymadığımı sırası gelmişken yinelemek isterim.

Rastlantıya bakın ki, Recep ERGUN bir darbe sonrası partisinde ÖZAL’ın yanında yer alırken, Org. Necip TORUMTAY, ÖZAL’a direnecek Körfez Savaşı’na Amerikan emperyalizminin istemleri doğrultusunda girmemizi engelleyecek ve Genelkurmay Başkanlığından istifa edecekti… Son 1944’lü T. Slh. K.’lerinden ayrılmış ve bizim sınıfın nesli tükenmişti. Ben ise karınca kararınca yazmağa çalışıyordum. Yazar olabilmenin en belirgin özelliğinin dinozorlaşmamak ve fosilleşmemek olduğunu düşünüyorum. Ne mutlu gerçek anlamda yazar olabilenlere, yazar kalabilenlere…

Orgeneral Cemal TURAL’ın komplekslerinden söz etmiştim. TURAL öldü ama komplekslerini taşıyanlar hiç eksilmedi… Buna ‘ihtilal’ ya da ‘devrim korkusu’ da diyebilirsiniz. Öyle ki ‘Atatürkçü’ olduğunu savlayan 12 MART darbecileri bu kelimeleri adeta yasakladılar.

Oysaki Gazi Mustafa Kemal’in Adalet Bakanı Mahmut Esat BOZKURT(3), ATATÜRK İhtilali–1967 adlı yapıtında: “ATATÜRK ihtilal deyimini severdi” diye yazmaktadır.

Emperyalist bakış açısından: “Gerilla, çeteci, asi, yıkıcı, mukavemetçi, tedhişçi, ihtilalci ve benzerleri…”(4) eş anlamlı ve düşman sayılmaktadır. Ve de 3 ARALIK 1990 günü Genel Kurmay Başkanlığındaki bir özsunuşta bir Korgeneral bu anlamda: Talat TURHAN profesyonel ihtilalcidir” diyebiliyordu. Aslında 1973’te ‘Bomba Davası’nda yargılanırken benzeri suçlamayı yanıtlamıştım.

     TURAL kompleksine dönelim. 1958 yılında Tümgeneral Cemal TURAL, İSTANBUL’da 66. Tümen Komutanıdır. 27 MAYIS öncesi gruplardan biri adına Kur. Alb. Faruk ATEŞDAĞLI, kendisini ziyarete gider ve komiteye katılmaya davet eder. TURAL, öneriyi kabul etmez. İki yıl sonra 27 MAYIS’ta GELİBOLU’da Kolordu Komutanıdır. Ve de İhtilalciler kendisini İSTANBUL’a çağırırlar… Belki durum değişir diye zaman kazanmak için kulağı telsizde bir kaç kere Koru Dağı’na iner çıkar. Gecikmeli olarak İSTANBUL’a geldiğinde iki ihtilalci Kurmay Yarbay’ın karşısında esasduruşa geçer “İhtilali yapanlar kumandanımdır” der… Bunu hiç unutmaz ve durum değiştiğinde bir yandan kompleksini tatmin için her türlü yönteme başvurur ve K.K.K.1 olduğu zamanda ise darbe yapmak hevesine kapılır. O dönemde bir açık mektupla TURAL’ı uyarmak gene bize düşmüştü… (5)

     Prof. Dr. Hıfzı Veldet VELİDEDEOĞLU, bu anlayışı yapıtın kapak içine aldığım ‘Tabu!..’ başlıklı yazısında açıklamaktadır…

Düzenin emperyalist ve kapitalist bir raya oturtulmaya çalışıldığı bir dönemde düzen dışı kalmam kaçınılmazdı. İyi de oldu. Şimdi elimde en güçlü silah olan kalemim var… Kullanabiliyorsam ne mutlu bana.

Öncelikle yapıta ilgi duyup alıp okuma gereksinimi duyduğunuz için sizlere teşekkür ediyorum. İlk bakışta çok değişik konuların bir yapıt içine alınması yadırganabilir. Ancak özelden genele gidip çok ince ayrıntıları bir gergef içinde işleyip çete ve mafya olgusundan Yeni Dünya Düzeni’nin iç yüzüne projektör tutmağa çalıştım. Kuşkusuz bu kolay olmadı. Kültür birikimlerimin oluşturduğu alt yapı üzerine bir yılı kapsayan yoğun bir çalışma temposunun ürünü olan bu çalışmayı sürdürmeğe çalışacağım. Öne sürdüğüm, belgelerle kanıtlamaya çalıştığım Yeni Dünya Düzeni’nin Masonik ve Siyonist yapısına karşı çıkmayı, anti Masonik ve anti semitik çevrelerin tekeline bırakmanın zamanının geçtiğini düşünüyorum.

Emperyal bir çete, Dünya Egemenliği adına bağımsızlık ve özgürlüğümüzü elimizden alıp, bütün Dünya’yı ahtapot gibi sömürmek için örgütlenmişse ve bu oluşuma katkıda bulunacak işbirlikçileri sistemi içine almışsa, bu yapıya tüm yurtseverler karşı çıkmalıdır diye düşünüyorum.

Gündemden hiçbir zaman düşmeyecek Yeni Dünya Düzeni’nin benim yaklaştığım boyutu bağlamında birçok araştırmacı, akademisyen ve yazarın yeni yapıtlar üreteceğinden kuşku duymuyorum. Bu nedenle beni izlemek isteyenlere katkıda bulunmak için okuyucuyu sıkacak sayıda kaynakça ve dipnot kullandım. Aslında ben bunu hep yapıyorum. Ve de eleştiri alıyorum. Ancak yanlış yaptığım söylenilemez. Çünkü bundan önce yazdığım yapıtlarda kullandığım kaynaklardan yararlanıldığını görüyorum.

Okuyuculara önerim yapıtı iki kez okumalarıdır. Birincisinde “Kaynakça ve Açıklamaları” okunmamalı, ikincisinde kitabın kendisi okunmalıdır.

Araştırma türü yapıt tek başına yazarın ürünü sayılamaz. Bir kere kullandığı her kaynak onun temel aracıdır. Bu nedenle yararlandığım bütün yapıt, yayın ve haberleri üretenler, bana bir anlamda öğretmenlik etmişlerdir. Onlara teşekkür borçluyum. Bunun gibi, INTERNET’ten yararlanmak için akraba ve dostlarımın olağanüstü çaba ve desteklerinden yararlandım. Hele hele dış ve içte birçok önemli kaynağı sağlamakta, dost, arkadaş ve akrabalarımın desteği yadsınamaz…

Bir yazar aslında görünmez bir işverendir. Dizgicisinden kitapevindeki satış elemanına kadar uzanan bir süreçte birçok emekçinin yardımından ya­rarlanır. Grafik, kapak tasarımı için grafikere, bir ajansa ve yayınevine gereksinim duyar. Bu konuda RENK AJANS ve AKYÜZ YAYINCILIK’ın katkıları için tüm çalışanlarına şükranlarımı sunuyorum.

Bazı kişiler yapıtlarından ne kadar para kazanıyorsun diye bana sorarlar. Bu soruya çok üzülürüm. Çünkü bana göre bu soru, özünde pragmatizmi ve çıkarcılığı içerir. Ben bu kavramlardan tiksinirim. Her ne kadar idealizm kavramı dinozorlaşsa da ben bu konuda dinozor olmayı yaşam felsefesi olarak seçmiş bir kişiyim…

Evimde, şu anda kirası 100 milyon TL. olan bir daireyi 30 yıldır kütüphane ve özel arşiv için kullanıyorum. Bu amaçla en az ayda 50 milyon TL. sarf etmem gerekiyor. Bunun yanında günde 6 saat tatil süreleri de dahil olmak üzere çalışıyor ve zaman ayırıyorum. Tüm bunların yapıtlardan gelen para ile karşılanması olanaksızdır. Kaldı ki bir yapıtımda kendisine hakaret ettiğim gerekçesiyle Orhan Kilercioğlu beni mahkemeye verdi. 1992–1999 yılları arasında yargılandım. Ve de Şubat 1999’da 240 milyon TL. tazminat ödedim. Bu miktar, yayınlanan yapıtlarımın tümünden aldığım paradan daha fazladır. Ve ben bu parayı yakın dost ve aile çevremin katkısıyla çok zor ödedim. Destek olması gereken kuruluşlar (!) konuya ‘düşünce özgürlüğü’ boyutunda bile yeterince ilgi göstermediler…

Emekli olduğum 1964 yılından beri emekli maaşımla onurumu ve idealizmimi korumaya çalışıyorum. Bırakın bu tür dinozorlar çoğalsın, onları parayla özdeştirirseniz incitirsiniz…

Ben “Ulusların kendi mukadderatlarım kendilerinin tayin etmesi” ilkesine gönülden inanırım. Bu nedenle bir dinin ya da devletin niyet ve girişimlerinin ulusal çıkarlarımıza aykırı olduğunu algılarsam, buna karşı çıkmağı vatanseverlik sayarım.

Bu anlamda Tevrat’dan bir bölüme yer vermek istiyorum. (6)

YEŞU Bap.1:

“Sınırlarımız çölden ve Libnandan büyük ırmağa Fırat ırmağına kadar Hittilerin bütün diyarı ve gün batısına doğru büyük denize kadar olacaktır.”

Tevrat’ta bizim ülkemizin İSRAİL Devleti sınırları içine alınması hedefleniyor. Dünya’daki kapitali ve ABD yönetimini ele geçiren bir klik, 1920’lerden bu yana CFR örgütü önderliğinde Bilderberg ve Trilateral Commission’u ve bunlara destek veren bir çok örgütü kurup Yeni Dünya Düzeni, Küreselleşme, Globalleşme söylemleri ardına sığınıp Siyonist emellere ulaşmak istiyorlar. Bu istek açıkça simgelerine yansıyor…

Sözü edilen örgütlerin Think-Tank kuruluşları olduğu propagandası bazı çevrelerce kabul görmektedir. Oysaki genelde ekonomik politikalar üretmek, Dünya stratejisini yönlendirmek, Avrupa entegrasyonu ve savunması v.b. gibi konular için görüş alışverişi için yapılan toplantıların tümü gizlidir. Ve bu toplantılara katılanlardan hiçbirinin konular hakkında açıklama yetkisi bulunmamaktadır…

Hani demokrasi açıklık rejimi idi… Küresel Seçkinler’in gizli kapılar ardında alman kararlara ne ölçüde direndiklerini ya da uyduklarını öğrenmek istemez misiniz?

Umudumuzu asla yitirmemeliyiz. Tüm bu oluşuma karşın tek boyutlu bir dünyayı sonsuza dek yönetmek sosyal açıdan bile olanaklı değildir. Ülke nüfusunun çoğunluğunu oluşturan gençler, bu yapıyı demokratik yöntemlerle tersine çevirebilirsiniz…

Yeni Dünya Düzeni içine alman ülkelerde, bu haksız yapıya karşı direnenler olacaktır. Sendikasızlaştırma politikalarının beraberinde getirdiği başta işsizlik olmak üzere olumsuzluklara karşı çıkılacaktır.

Daha da önemlisi bazı ülkeler bu dayatmaya kar­şı çıkmaktadırlar…

Akıllı ve ihtiyatlı bir kurmay hedeflerini saptar ve onlara belirli bir öncelik içerisinde ulaşır. Ben bu yönteme itibar etmeksizin geniş cephede savaşıyor, büyük güç ve örgütleri karşıma alıyorum. Kuşkusuz büyük tepki alacağım.

Karalama kampanyalarının hedefi olacağım. Belki de hayatıma kastedilecek. Tek dayanağım yansızlığım, doğruların savunucusu olduğuma inanmam ve bugüne kadar olduğu gibi bir beklentimin olmaması ve beni onaylayacak okuyucuların bana vereceği güçtür…

Bu anlayışla sizlerden bir isteğim var. Görüş ve eleştirilerinizi bana yazınız ki gelecekteki çalışmalarım için yararlanayım.

Sevgi ve saygılarımla…

  1. Talat TURHAN
    KUZGUNCUK NİSAN 1999

 

Kaynakça ve Açıklamalar

(1) Y.n. Enternasyonalleşen Kapitalizm’in Avrupa ayağını oluşturan ve 1954 yılında kurulan Siyonist ve Masonik çevrelerin denetimdeki kuruluş

(2) Y.n. ‘Siyasilerle çeteler iç içe’- Dürdane KIRÇUVAL’ın haberi-Cumhuriyet: 21 EKİM 1998

(3) Y.n.: “Gerçek bir milliyetçi, yenilmez bir yurtsever, inançlı bir devrimci olan yazar M.E.BOZKURT” (Sh.: 126-127) (Bakınız: ATATÜRK Kaynakçası – Türker ACAROĞLU- İş Bankası Yayınları.)

(4) Y.n.: ST 31-15 GNKKH

(5) Y.n.: Akşam: 6 ARALIK 1965

(6) Tevratı Şerif- Kitabı Mukaddes Şirketi -Sh.216- 

 ÖNSÖZ YERİNE

Soğuk Savaş bitti.

Yaşanan olayı “Üçüncü Dünya Savaşının sonu” diye niteleyenler var.

Batı ile Doğu blokları arasındaki duvarlar yıkıldı; nükleer çatışma korkusu aşıldı; Sovyetler Birliği artık yok. SSCB dağıldı.

Komünist partilerinin tekelleri, yerini çok partili siyasal rejimlere bıraktı. Moskova ile Washington tam bir işbirliği içindedir. Soğuk Savaş’ı kazanan ABD oldu.

     “Yeni Dünya Düzeni” kuruluyor.

Nedir bu düzen?

Tartışılıyor.

     “Zenginler Kulübü” yeni düzenin kurucusu ve egemenidir. Doruklardan gelen ideolojik esintiye göre ABD’nin liderliğinde “küresel bir sistem” söz konusudur. Sistemin iki ayağı var: Birincisi serbest piya­sa ekonomisi, ikincisi demokrasi!.. Artık insan haklan ve temel özgürlüklere dayanan bir dünya görüşü gezegenimize egemen olacak; ülkeler arasındaki anlaşmazlıklar Birleşmiş Milletler kapsamında barışçı yollardan çözümlenecek! Silahlanmaya paydos boruları çalıyor. İnsanlık, uygarlığın ortak paydaların­da bulaşacak, ortak değerlerini paylaşacak.

Düzenin bir yüzü bu!..

Ya öteki yüzü?

Öteki yüzü, Doğu ve Batı bloklarının bütünleşmesinden sonra daha çarpıcı biçimde ortaya çıkıyor; Zengin Kuzey” ile “Yoksul Güney” çelişkisinin derinliğinden kaynaklanıyor. Öyle görünüyor ki savaş, iç savaş, darbe, ayaklanma, dikta, terör gibi yöntemleri “Zenginler Kulübü” yoksullara bırakmaktadır. Evet, serbest piyasa ekonomisi olacak ama yeryüzündeki stratejik maddelerin denetimini ve fiyatını, yeryüzünü ahtapot gibi saran tekeller saptayacak; petrol kaynaklan neredeyse Amerika da ordadır; Suudi Arabistan’dadır, Kuveyt’tedir, Türkiye’nin Güneydoğu’sundadır; “küresel” serbest piyasa ekonomisinin egemenleri, ülkelerin sınırlarını paspas gibi çiğneyen uluslararası tekellerdir. Bilimsel Teknolojik Devrimin olağanüstü gücünü de seferber eden kapitalizm, gezegenimizde yaşayan dört milyar yoksulun üstüne yeni düzenini cuk oturtmaya çabalamaktadır.

Peki, yeni düzen yerli yerine oturacak mı?

Türkiye gibi, jeopolitik açıdan iki arada bir derede yaşayan toplumlar için “ikiyüzlü yeni düzenin” Anadolu’ya taşıyacağı olasılıklar nelerdir? Kafkasya kaynıyor; Balkanlar fokurduyor. Ortadoğu gezegenimizin en sıcak bölgesidir; ilan edilmiş ya da edilmemiş savaşlar sürüyor; Anadolu’nun Güneydoğu bölgesinde ‘Olağanüstü Hal’ geçerlidir; büyük kentlerde terör, yaşamın bir parçasına dönüşüyor. Silah seslerinin kulağımızın dibinde yoğunlaştığı bu süreçte, çok partili rejim evrensel demokrasinin gerçeklerini içeren sürekli bir hayat biçimine dönüşebilecek mi?

Soru ve sorun bu noktada odaklaşıyor.

Demokrasi açıklık rejimidir; siyasal düzen saydamlaştıkça temel özgürlükler ve haklar hayata geçirilebilir. Karanlıklarda, kuytularda, gölgelerde kalan gizli güç odaklan, demokrasiler için her zaman tehdit odaklan oluştururlar.

Hele devlet içinde devlet çekirdeği taşımak eğilimi gösteren örgütler gün ışığına çıkarılıp irdelenmeden; demokrasiye geçtik diyemeyiz. Yeryüzünün en sıcak bölgesinde, Amerika’nın elinin altındaki bir ülkede aydınların birincil görevlerinden biri de “devlet içindeki devlet’in “teşrihini yapmaktır. Çarpıcı örnekleriyle soralım: Yunanistan’da Cunta generalleri yargılanabiliyor. İtalya’da NATO’nun gizli örgütü Gladio’nun ipliği pazara çıkarılabiliyor. Türkiye’de her şey neden gizli kapaklı? Geçmişte yaşananların üzerine örtülen karanlık şal kaldırılmadan, geleceğimizi aydınlık görmek olanakları ne ölçüde geçerlidir?

     Talat Turhan, uzun bir süreden beri çok yakın geçmişin olayları üzerinden bir karanlık şalı kaldırmaya çalışıyor.

Belgeli, örnekli, şemail, planlı, olaylı, tarihli, somut kanıtlarla süregelen bu çabanın çok satışlı gazetelerimizde gerekli yankıları yarattığı söylenemez. Türk basını, olayların üstüne gitme cesaretini yeterince gösteremiyor; Batı’da olsa, bu konular hallaç pamuğu gibi atılır; gazeteler ve gazeteciler tarafından didik didik edilirdi.

Türkiye’de sis perdelerinin yarattığı karanlığın üs­tüne gidilmeden, evrensel demokrasinin güvencelerini sağlamak, düşsel bir özlem gibi kalacaktır. Dilerim ki Talat Turhan’ın kitapları, yalnız bugünün tarihini yazacak olanlara birer kaynak niteliğinde kalmasın; güncel Türkiye’de demokrasinin kurulması için gerekli çabayı göstermek isteyenlerin itici gücünü de oluştursun.!(*)

Y.n.:(*) “Özel Savaş, Terör ve Kontrgerilla” adlı yapıtın önsözü İLHAN SELÇUK – Mart 1992 

SON SÖZ YERİNE
DIŞ BASIN
TÜRKİYE BÜLTEN (*)
BAŞBAKANLIK BASIN-YAYIN VE ENFORMASYON
GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

14.04.1998
LOS ANGELES TIMES TÜRKLERİN KİRLİ SAVAŞI AÇIKLANDI,
ANCAK PAPA SUİKASTININ HALA KARANLIKTA KALAN NOKTALARI VAR

WASHİNGTON,   13/04(BYE) Tirajı pazar günleri 1,4 milyon olan Los Angeles Times gazetesinin 12 Nisan 1998 tarihli sayısında, Martın Lee imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında yayımlanan yorumun çevirisi şöyledir:

Türk güvenlik kurumları yirmi yıl boyunca aşın uç sağ görüşlü Ölüm Mangalarını ve bombalama, adam kaçırma ve diğer terörist faaliyetlerde bulunan uyuşturucu bağlantılı suç çetelerini desteklediler.

Parlamento tarafından hazırlanan 120 sayfalık raporun basına sızdırılan kısmında, bu gizli ittifak tarafından Kürtlere ve Türk rejim muhaliflerine karşı yürütülen savaş anlatılmaktadır.

İnsan Hakları savunucularının uzun süredir şüphelendikleri konuları teyit eden rapor son yıllarda gerçekleşen 14 bin faili meçhul cinayetin büyük bölümünden güvenlik güçlerinin sorumlu olduğu kanaatine varmaktadır.

Parlamento araştırmasının büyük bölümü cinayet ve uyuşturucu kaçakçılığından aranan Abdullah Çatlı isimli sabıkalı suçlu üzerinde yoğunlaşmaktadır. Çatlı’nın devlet tarafından desteklendiği, 1996 yılında geçirdiği araba kazası sonucu kız arkadaşı ve bir polis müdürü ile birlikte hayatını kaybetmesi üzerine ortaya çıktı.

Türk güvenlik güçleriyle işbirliği yapan bir Kürt aşiret reisi ise kazadan canlı olarak kurtuldu.

Arabanın enkazından Çatlı’nın Türk Gizli Servisi ile ne kadar içice olduğuna dair deliller çıktı. Arabada bulunan tabancalar, susturucular, uyuşturucular ve devlet onaylı silah ruhsatının yanında Çatlı’nın üzerinden farklı isimler adına hazırlanmış altı adet kimlik ve bir yeşil pasaport çıktı.

1960’lardan bu yana Türk toplumunu rahatsız eden Bozkurtlar isimli Neo-Nazi Terör Örgütünün bir lideri olması Çatlı ile Emniyet Teşkilatı arasındaki bağlar daha da büyük bir skandala dönüştürmektedir.

Elvis Presley’e benzeyen Çatlı, bir kabadayı olarak geçirdiği gençlik yıllarında katıldığı sokak çetesinin şiddet olaylarıyla başladığı çete yaşantısından sonra Bozkurtların acımasız tetikçisi görevine geldi. Hızla yükselen Çatlı, 1978 yılında grubun ikinci adamı oldu. Yedi sendika savunucusunun öldürülmesi olayıyla ilgili olarak aranmaya başlanan Çatlı, aynı yıl yeraltına indi.

Çatlı’nın yakın işbirlikçilerinden biri olan Mehmet Ali Ağca, Papa İkinci Jean Paul’e 13 Mayıs 1981’de suikast girişiminde bulununca, Bozkurtlar Dünya genelinde kötü şöhrete ulaştılar.

     Çatlı daha önce, Ağca’nın bir Türk hapishanesinden kaçmasına yardımcı olmuştu. Ağca, bir gazetenin yazı işleri müdürünü öldürmek suçundan ömür boyu hapis cezası çekiyordu. Çatlı, Ağca’ya sahte kimlik kartı sağladı ve Papa’ya girişilen suikasta kadar Ağca’nın hareketlerini yönlendirdi.

Parlamento Raporuna göre bu süre içinde Çatlı, gizlice Türk Hükümetinden maaş alıyordu.

Rapora Çatlı’nın 1985 yılında yaptığı yankı uyandıran itirafın konmadığı bariz olarak görülüyor. Çat­lı, 1985 yılının eylül ayında Roma’da yapılan mahkeme sırasında verdiği yeminli ifadesinde Papa’ya karşı kullanılan silahı Ağca’ya kendisinin verdiğini kabul etti.

     Çatlı ifadesinde ayrıca Alman Gizli Servisinin kendisine gelerek, Bulgar ve Rus gizli servislerini suçlamasına karşılık büyük miktarlarda para vermeyi önerdiğini söyledi.

Bulgar bağlantısının soğuk savaş döneminden kalma bir yanılgı olduğunu gösteren ikinci delili ise eski CIA analizcilerinden Melvin Goodman ortaya koydu. Goodman, Senato İstihbarat Komitesine verdiği ifadede, Papa suikastının arkasında Rus ve onun görevlerini vekâleten yapan Bulgar istihbarat örgütlerinin olduğunu gösterecek şekilde raporda tahrifat yapılması için CIA’nin üst yönetiminden baskı geldiğini söyledi.

     Goodman, 1990 yılında “CIA’nin elinde KGB’yı suikasta bağlayacak bir delil bulunmamaktadır” dedi. Eski CIA direktörü Robert Gates, örgütün raporlarda tahrifat yaptığı iddialarını yalanladı.

     Bozkurtların 1970’li yıllarda başlattıkları bombalı ve silahlı saldırılar sonucu aralarında yetkililerin, öğrencilerin, gazetecilerin, hukuk adamlarının, sendikacıların, sol görüşlü aktivistlerin ve Kürtlerin bulunduğu yüzlerce kişi hayatını kaybetti. Bu dönemde Bozkurtlar, Türk Ordusunun Özel Harp Dairesine bağlı Kontrgerilla Teşkilatı’nın cesaretlenmesi ve koruması altında faaliyet gösterdiler.

Ankara’daki Özel Harp Dairesi, bir Sovyet istilası durumunda sabotaj ve direniş faaliyetlerinde bulu­nacak ve sivillerden oluşacak mangaların oluşturulması konusunda Amerikalı danışmalardan eğitim ve mali yardım aldı. Benzer Kontrgerilla Örgütleri, NATO üyesi ülkelerin hepsinde kuruldu. Ancak bu Kontrgerilla Üyeleri dış düşmana karşı hazırlanmak yerine genelde iç hedeflere yöneldiler.

     Türkiye’de de bu oldu. Kontrgerilla faaliyetleri konusunda üç kitabın yazan olan Emekli Albay Talat Turhan’ın belirttiğine göre, askeri özelliği olan ancak orduya bağlı olmayan gölge birimler dinleme, baskı ve sol görüşlülere işkence yapılması olaylarına karıştılar. Kontrgerilla Örgütü Bozkurtlara silah sağladı.

1980 yılındaki askeri darbeye yol açan siyasi şiddet olaylarının büyük bölümünden Bozkurtlar so­rumludur.

     Çatlı, aranan bir kaçak olmasına rağmen darbe öncesi ve sonrasında Türk gizli polisi tarafından görevlendirildi. Hizmetlerinin karşılığı olarak Bozkurtlar’ın bu komutanına ve onun birçok arkadaşına eroin kaçırma ve büyük kazanç sağlayan diğer yasadışı işleri yapma izni verildi.

Çatlı’nın uyuşturucu kaçakçılığı macerası 1980’li yıllarda Fransa ve İsviçre’de hapse girmesine yol açtı, 1990 yılında hapisten kaçan Çatlı, Türk hükümetinin Kürtlere karşı yürüttüğü acımasız kampanyanın anahtar isimlerinden biri haline geldi. Türk ordusu sözcüsü, (1992 yılında ismi Özel Harekât Komutanlığı(**) olarak değiştirilen) Kontra-Gerilla Örgütü’nün kurt karşıtı operasyonlarda çok önemli bir rol oynadığını kabul etti.

NATO’nun Sovyetler Birliği’ne karşı doğudaki kalesi olan Türkiye, bu özelliği nedeniyle ABD ve NATO için kırk yılı aşkın bir süre stratejik öneme sahip oldu. Soğuk Savaşın güce dayalı politikası sayesinde Bozkurtlar ve onun siyasi uzantısı olan Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) NATO ve Amerikan İstihbarat Örgütleriyle yakın ilişki kurdu.

Çatlı’nın hocası, Albay Alpaslan Türkeş tarafından yönetilen MHP, Sovyetler Birliği’nin bazı bölge­lerini, yeniden doğacak Türk İmparatorluğunun Bayrağı altında toplayacak militan bir Pan-Türkçü görüşü sürdürdü. Türkeş ve arkadaşları, “Türk milleti diğerlerinden üstündür” şeklinde Nazileri andıran sözler ettiler. Türkeş ve arkadaşları, savaş döneminde Adolf Hitler’i savundular, MHP yasaklandı, ancak onun sert sağcı ideolojisi Türk Politikasını etkilemeyi sürdürüyor.

Sovyetler Birliği’nin Müslüman Türki azınlığı arasında Sovyet karşıtı duygular yaratmaları amacıyla CIA bu Türkleri destekledi.

Bu strateji 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla birlikte eskidi, ancak ABD’nin bu politikası Bozkurtlar’ın Soğuk Savaş sonrasında Orta Asya’ya etkin bir şekilde el uzatmaları için istemeden zemin hazırladı.

1995 yılında hükümeti devirip yerine Batı’ya uyuşturucu kaçırmaları için yeni bir güzergâh kullanmalarına izin verecek kişiyi iktidara getirmek için Azerbaycan’a giden aşın uç taraftarı Türkler arasında Çatlı’da bulunmaktadır.

Türk yetkililer şu ana kadar Çatlı’nın kötü şöhretli kariyerinin en fazla tartışma yaratan yönüne değinmiş değiller: Çatlı’nın Ali Ağca ve Papa Suikastıyla bağı.

Nereden bakarsanız bakın Papayı öldürme planını yabancı bir hükümet yapmamıştır. Bu plan Türk Gizli Servisinin koruyucu şemsiyesi altında faaliyet gösteren ancak emirlerini her zaman Ankara’dan almayan kanun kaçağı aşırı uç taraftarı Türkler tarafından yapılmış gibi görünmektedir.

Bu arada Bulgar bağlantısını yayma konusunda büyük bir rol oynayan Amerikan Hükümeti Çatlı’nın Papa suikastıyla veya Türkiye’nin yolsuzluklara bulaşmış güvenlik güçleriyle bağlantısını tartışmıyor.

     Washington, yarattığı Türk Frankenstein’i konusunda sorumluluk da almıyor.

Dış İşleri Bakanlığı sözcüsü Çatlı’nın faaliyetleri için Türkiye’nin iç meselesi” dedi ve daha fazla bir şey söylemeyi reddetti.

Kaynakça ve Açıklamalar

(*) Y.n.: internetten alınmıştır.

URL:http://www.byegm. gov. tr/YAYINLARIMIZ/ DIŞ  BA­SIN/ 998/04/14x04x98.HTM

(**) Y.n.: Doğrusu: Özel Kuvvetler Komutanlığı

 

Sunu………………………………………………………………………………..…… 7-16

Önsöz Yerine (İlhan Selçuk)………………………………………………………… 17-19

Yapıttaki bölümler üzerine açıklamalar……………………………………………20-57

Ekleri…………………………………………………………………………………… 59-69

  1. Bölüm……………………………………………………………………………… 71-176

Kaynakça ve Açıklamaları………………………………………………………… 177-185

Ekleri………………………………………………………………………………… 187-212

  1. Bölüm (Basın Toplantısı 27 Kasım 1990)…………………………………… 213-226

III. Bölüm (Mülkiyeler Birliği Söyleşi ve

Konferansı. Ankara 5 Aralık 1990)……………………………………………….. 227-244

  1. Bölüm (Adana Konferansı 16 Aralık 1990)…………………………………. 245-261
  2. Bölüm (Antalya Konferansı 23 Kasım 1991)………………………………… 263-305

Bölüm dipnotları……………………………………………………………………. 306-309

  1. Bölüm (Bonn Konferansı 18 Eylül 1993)……………………………………. 311-330

VII. Bölüm (Basından Örnekler)

  1. Kısım: Dış Basın…………………………………………………………. 331-380
  2. Kısım: İç Basın…………………………………………………………… 381-410

III. Kısım: Özel Kuvvetler Komutanlığı…………………………………… 441-428

VIII. Bölüm (Ansiklopedik Bilgiler)……………………………………………….. 429-441

  1. Bölüm (Yaşamımın Bir dönemi ve ürünleri)………………………………… 443-509

Ekler…………………………………………………………………………. 511-516

Son Söz Yerine…………………………………………………………….. 517-522

Şemalar……………………………………………………………………… 523-530

 

Etiketler
BENZER YAZILAR
SARMAŞIK

1 Haziran 2017

DİRENİŞ

1 Haziran 2017

Derin Devletin Peşinde

1 Haziran 2017

Talat Turhan
Türkiye

1924 Yılında Elazığ’da doğdu. O tarihte babası Elazığ Müdde-i Umumisi (Savcı) idi. Baba tarafı Rize ilinin Çayeli ilçesinin tanınmış ailelilerinden (Şerifoğulları)’na mensuptur. Anne tarafı Elazığ Harput’un tanınmış ailelerinden (Efendigiller) ‘dendir.....