Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a açık mektup
CUMHURBAŞKANI ORG. CEVDET SUNAY
SAYIN SUNAY’A AÇIK MEKTUP (1)
1970
Sayın Cevdet Sunay,
Yeni yıl nedeniyle yayınlanan mesajınızda diyorsunuz ki:
“Türk milleti, Milli Kurtuluş Savaşını, büyük kurtarıcımız aziz Atatürk önderliğinde kırk
sekiz yıl önce yaptı, ve kazandı. Bugün ikinci bir kurtuluş savaşında söz edilmesi,
hem Atatürk’ ün, hem şehitlerimizin ölümsüz hatıralarına hem de devletime karşı bir
saygısızlıktır.”
Atatürk’ün “Tam Bağımsızlık” ilkesinin yeniden gerçekleşmesi için, tek çıkar yolun bir
ikinci kurtuluş savaşı vermek olduğuna inanan, yıllardan beri hayatı ve geleceği
pahasına bu davanın kavgasını verenlerden biri olarak, sizi uyarmak için kendimi
görevli saydım.
“Tam Bağımsızlık demek, elbette siyaset, maliye, iktisat, adalet, askerlik, kültür… gibi
her alanda tam bağımsızlık, tam özgürlük demektir.
Bu saydıklarımızın her hangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk ulusun ve ülkenin
gerçek anlamıyla bütün bağımsızlıktan yoksunluğu demektir.” (2)
Atatürk’ün tanımlanması ile günümüzün somut gerçeklerinin tam bir zıtlaşma içinde
bulunduğu, yıllardan beri çeşitli çevrelerce ortaya konmuş ve kanıtlanmış bir
gerçektir.
Elimizi kolumuzu bağlayan ikili anlaşmalar yürürlükte kaldıkça politik bağımsızlıktan;
bir yılda 450 milyon borç faizi ödemek durumunda kalan ve 2014 yılına kadar borçlu
bir ülkede mali bağımsızlıktan; yeraltı ve yerüstü servetleri dünya kapitalistemperyalizminin
işbirlikçisi kompradorlarca sömürtülen, endüstrileşmesi montaj ve
ambalaj sanayii uyduluğuna terk edilen bir ülkede ekonomik bağımsızlıktan; yabancı
makamlara yargı kapitülasyonu tanınan bir ülkede adli bağımsızlıktan; ABD eski
Cumhurbaşkanı Johnson’un mektubunda açıkça belirtildiği gibi elindeki silahı milli
hedefler için kullanmak hakkından yoksun bir ülkede askeri bağımsızlıktan; ve
sonuçta nüfusunun yarısı okuma-yazma bilmeyen bir ülkede ABD ‘barış’ gönüllüleri
kol gezer ve yabancı uzmanlar Milli Eğitim Bakanlığında tünerken kültürel
bağımsızlıktan söz açmak, hem Atatürk’e hem Milli Kurtuluş Savaşı şehitlerine, hem
devletimize karşı bir saygısızlıktır.
Atatürk’ün “Tam Bağımsızlık” ilkesiyle kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin
Sunay niyetimi anladı. Soruşturma açtırmadı, zamanım bekledi. O zaman 12 Mart 1971 muhtırasından
sonra geldiğinde kendimi Ziverbey İşkence Köşkü’nde buldum. Orada işkence seansında en az on
dakika filmim çekildi. Bu filimin izleyicileri arasında Sunay’ın da bulunmasının büyük bir olasılık
olduğunu düşünüyorum.
Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi’nde MİT’İ ve dönemin İstanbul MİT Bölge Başkanı olan Turan Deniz’i
ağır ölçüde eleştirmem üzerine Turan Deniz avukatım Hidayet Ilgar’la görüşme gereğini duymuştu.
Gerek T. Deniz ve gerekse ben doğal ömrümüzü tamamladık. Bazı tarihsel gerçeklerin aydınlanması
için Turan Deniz’in avukatıma söylediklerini açıklaması onurlu bir davranış olabilir…
c) Sunay aslında gerektiğinde yaşamı boyunca saf değiştirip kişisel konumunu hep gözetip
Cumhurbaşkanlığı’na kadar yükselme becerisini göstermiştir. Onu bulunduğu makama getirenler ise
kendilerine Sunay’dan bir zarar gelmeyeceği anlayışı içinde olmuşlardır.
Örneğin 12 Mart 1971 sonrasında Başbakan Yardımcılığı yapan Sadi Koçaş, “Sunay, 12 Mart
Muhtırasından sonra en olumsuz yolu seçti. Derhal muhtırayı verenlere iltihak, daha doğrusu iltica etti.
Eğer 12 Mart Muhtırası doğru ise o duruma neden engel olmamıştı? Yanlış ise bu delalet nedendi?”
(Milliyet, 14 Nisan 1978) diye kanısını açıkladı.
Görüldüğü gibi Sunay’a açık mektup yazdığım 1970 yılından sekiz yıl sonra Koçaş bu değerlendirmeyi
yapabilmiştir…
2. Muammer Aksoy, Atatürk’ ün Işığında Tam Bağımsızlık ilkesi, Abadan a Armağan, AÜSBF, 1969.
bekçiliğini gençliğe emanet edilmişti. Basiretsiz, yeteneksiz, ödüncü ve oportünist
politikacıların eliyle yaratılan bugünkü ortam karşısında, emanetin bekçileri “Tam
Bağımsız Türkiye” sloganıyla kavga veriyorlar. Bu kavganın adıdır İkinci Kurtuluş
Savaşı… Gerçek Atatürkçülerin zaferine dek bu mücadele sürecektir. Bizim kişisel
yargımız değil tarihi determinizmin verisi böyledir.
Bu çok yönlü ve karmaşık savaşı anlamak yeteneğini kazanmalıyız. Bu mücadelede
düşman hem içerde, hem dışarıda bulunur. Dış düşman, emperyalizmin ve
sömürünün her türlüsü ile onun uygulayıcısı mihraklardır. İç düşman ise bu
sömürünün yurttaki maşa ve işbirlikçisi olan kompradorlar, onların gerici destekçisi
ırkçı, faşist ve dinci kara gericiliktir; bu desteklerle yaşayan karşı-devrimci iktidar
güçlendir.
27 Mayıs’ı gerçekleştiren güçler, 14’ler, 22 Şubat’çılar 11’ler, Genç Kemalistler, 21
Mayıs’çılar, boykot ve işgalle üniversite ve tüm eğitim sorununun düzeltilmesini
isteyen öğrenciler, inançları uğruna sokaklarda kurşunlanan gençler, mütegallibenin
toprağını işgal eden köylüler, emekçiler, işçiler, işsizler, yargıçlar, boykottaki polis
öğrencileri, iktidara alet polisin kurşununu yiyen emekçiler, bütün yurtta boykot
eylemini yürüten öğretmenler, direnen memurlar, aydınlar, yazarlar, 69’lar(3) ve bu
güçlerin düşün ve eylem koşutunda olan tüm namuslu insanlar, bütün vatandaşlar,
gerçekte bilinçli, ya da bilinçsiz “İkinci Kurtuluş Savaşı”nın birer eri olarak görevlerini
yapıyorlar.
“Türkiye Amerikalılarındır!”
Sayın Sunay,
Kişiliğinizi bilenlerden biriyim. Sizi eleştirirken 1950–1960 döneminde Genelkurmay
sorumlu makamlarında bulunduğunuzu ve bu dönemin sonlarında Genelkurmay 2.
Başkanı olduğunuzu saptamanız şarttır. O günlerde Genelkurmay Başkanınız Org.
Rüştü Erdelhun idi. Ve siz, onun karşı oy notu yazmadığınız tüm uygulamalarından
sorumlu bulunuyordunuz. O dönemin aşırı teslimiyeti içinde, Erdelhun’un 1958’lerde,
İzmir’de SIX ATAF(4) Karargâhında yapılan bir toplantıda Amerikan generallerine,
3. O dönemde bir bildiriyle öne çıkan 69 genç deniz subayı, 12 Mart 1971 darbesinden sonra İstanbul
Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi’nde açılan 84 sanıklı davayla TSK’dan tasfiye edilmiştir.
4. 6. Taktik Hava Kuvveti.
27 Mayıs’tan-28 Şubat’a F/17
“Bu memleket bizim değil, sizindir!”dediğini biliyoruz.
İşte böyle bir ortamda tezgâhlanan ikili anlaşmalara -ki bağımsızlığımıza gölge
düşürdüğü artık açıkça belirgindir- bugün karşı çıkmasını bilenler gerçek
vatanseverlerdir.
27 Mayıs’ı kendi deyiminizle “Fırsatı bir daha kaçırmam” duygusu içinde
karşıladığınız biliniyor. Bir takım olaylar, emekli olmanızı önlediği gibi sizi K.K.K.’ya
kadar getirdi. O günlerde sizi gerçek bir 27 Mayıs’çı havası içinde görüyoruz. K.K.K.
olarak altında imzanız bulunan ve Kara Kuvvetinin durumunu eleştiren emrinizi
herhalde anımsayacaksınız. Bu emirde en ilericiden daha ilerde ve solda
bulunuyordunuz.
M.B.K. devrinde bazı Komite üyelerinin kişiliğinize yönelik davranışlarından müteessir
olmuştuk. İçlerinde masanıza yumruk atacak kadar cesur olanlar vardı. (5) Ve ben bu
olayın tanığı olmak üzüntüsünü tatmıştım. Daha sonra makamınıza yaraşır bir güç
kazandırmak için Silahlı Kuvvetler Birliği üyeleri olarak size yapılan yardımlarımızı
unutmuş olacağınızı tahmin etmiyorum.
“Silahlı Kuvvetler Birliği” Gizli Örgütü Başkanı idiniz
6 Haziran 1961(6) olayından sonra gücünü fiilen gördüğünüz ve bulunduğunuz
makama rağmen karşı çıkmaya cesaret edemediğiniz ve sonradan “Albaylar Cuntası”
diye kınanan örgüte girdiniz. Yani bizim “Silahlı Kuvvetler Birliği”nin Başkanı oldunuz.
Bu Başkanlığa “evet” derken arkadaşlarımıza “şeref sözü” verdiğinizi de herhalde
anımsıyorsunuz. Bertrand Russell’in deyimiyle o sıra “Şehvet tutkusu kadar iktidar
tutkusu”(7) içinde bulunan Sayın İnönü’nün ve CHP ileri gelenlerinin bütün iyi
niyetimize karşın bizleri bölmek ve hatta karacı-havacı diye ikiye ayırıp birbirine karşı
kırdırma tertiplerine engel olmadığınızı da herhalde kabul edersiniz.
30 Ağustos 1961 saat 15.00’de sayın İnönü ile yaptığınız gizli görüşmeyi Silahlı
Kuvvetler Birliği örgütüne bildirmenizin bir tek, anlamı vardı: İnönü’ye rağmen bizim
safımızda olmak…
5. Yüzbaşı rütbesinde bir komite üyesinin GKB Cevdet Sunay’ın masasına yumruk atıp tehdit
etmesine tanık oldum. Ne yazık ki Sunay makamına ve kişiliğine yönelik bu tavır karşısında tepkisiz
kalmıştı.
6. Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İrfan Tansel’in Washington’a atanmasının Silahlı Kuvvetler
Birliği Örgütünün ültimatomuyla geri alınması.
7. Y.n.: İktidar adlı yapıttan.
Seçimlerden sonra “Mürted”de aldığımız kararları(8) Silahlı Kuvvetlerin başı olarak
parti liderlerine “Çankaya Protokolü” adı altında dikte ettiren sizsiniz. Olayların garip
cilvesine bakınız ki, bugün protokolün son hükmünün kaldırılması -yani siyasi affın
gerçekleşmesi-sizin Çankaya’da oturduğunuz bir döneme rastlamış, dün tam tersini
savunduğunuz ilkeleri bugün Anayasa değişikliği halinde onaylamak zorunda
kalmışsınız… (9) Dünden bugüne bu kadar çelişkili bir duruma düşmenizin anlamı
üstünde lütfen kendiniz düşününüz.
19 Ocak 1962’de saat 17.00’de Genelkurmay’daki tarihi toplantıda ben de vardım.
Birkaç gün önce bizim yanımızda bulunan birtakım sayın generallerle birlikte siz de
susarken gerçeği birkaç albayın sesi dile getirmişti. Ama oportünist politikacı
entrikalarında başarıya ulaşmıştı ve siz yeni bir safa geçişinizi:
“Ben sizin namınıza İnönü’ye kendisini desteklediğinizi söyleyeceğim” tümcesiyle
belirtip toplantıyı terk etmiştiniz. (10)
Gene o dönemde Silahlı Kuvvetler’in bütününe kumanda edecek makamda
bulunmanıza karşın Genelkurmay Kışla Komutanlığı’ndan kişisel emniyetinizi
sağlamak için özel bir bölük kurduğunuzu da anımsamalısınız.
Bu noktada bilginiz dışında bulunan husus, özel bölüğünüz kumandanının hakkınızda
uygulanacak işlem için emir konusunda bize başvurmasıdır.
22 Şubat 1963 ile 21 Mayıs 1963 ve ondan sonraki dönemde Silahlı Kuvvetler
üzerinde aldığınız tertiplerden söz açmayacağım. Hatta 21 Mayıs’ın şahsımızla ilgili
talihsiz öyküsü de şimdilik bizde saklı kalsın. Bugün işgal ettiğiniz mevki bakımından
bu olayların açıklanmasını daha ilerdeki bir tarihe bırakmak düşüncesi bulunduğunuz
makama duyduğum saygıdan ileri gelmektedir.
1961’de Sayın Em. Korg. Hüseyin Ataman’dan boşalan Milli Savunma
8. 21 Ekim 1961’de İstanbul’da alman “Müdahale Kararı” Ankara Grubunca “Mürted Protokolü”yle
onanmıştır. Özetle: Türk Silahlı Kuvvetleri 15 Ekim 1961 günü yapılmış olan seçimlerden sonra
gelecek yeni Türkiye Büyük Millet Meclisi toplantısından evvel duruma fiilen müdahale” etme kararı
almıştır.
9. Çankaya Protokolü için bkz.
a- Dündar Seyhan, Gölgedeki Adam, s. 155–160.
b- Talat Aydemir, Talat Aydemir Konuşuyor, s. 108–109.
c- Emin Aytekin, İhtilal Çıkmazı, s.134–135.
d- Can Kaya İsen, Geliyorum Diyen İhtilâl, s. 168.
e- Bedii Faik, İhtilalciler Arasında Bir Gazeteci, s. 168.
10. a- Dündar Seyhan, Gölgedeki Adam, s. 155–160.
b- Can Kaya İsen, Geliyorum Diyen İhtilâl, s. 168.
Bakanlığı, Devlet Başkanı Sayın Gürsel tarafından Sayın Org. Muzaffer Alankuş ve
size Hariciye Köşkünde aynı anda önerilmişti. Anımsıyorsanız bu olayın tek tanığı
bendim. Milli Savunma Bakanlığını kabul etmemenizin ağzınızdan çıkan ifade ve
gerekçesini de gene bugün işgal ettiğiniz makama duyduğum saygıdan
açıklamayacağım.
Daha sonraki bir tarihte de Silahlı Kuvvetler Birliği’nden üç üye, size Devlet
Başkanlığı önerdiğinde “kandil yağlarından” ve “kabaktan” söz etmiştiniz(11) ama
bugünkü soyut demokrasiye olan tutkunuzu dile getirmemiştiniz.
İşte bu noktadan başlayıp gelmiş bulunduğuz Cumhurbaşkanlığı makamı eşiğinde
politikacıların her biri kendi çıkar hesabını yapıp art niyetlerinin gerçekleşmesi için
sizin vaktiyle taşımış bulunduğunuz apoletlerden yararlanmayı düşünüyordu.
1960’lardan sonra da Devlet Planlama Teşkilatının konforu içinde askerlik yapmanın
yolunu bulan Bay Süleyman Demirel ve arkadaşları emperyalizmin karşı-devrim
stratejisinin gerçekleşmesinde en büyük engel olarak Slh. K.’leri görüyorlardı. Sizin
Cumhurbaşkanlığı makamına getirilmeniz, Slh. K’leri yatıştıracak bir önlem olarak
düşünülüyordu. Slh. K. ise kendi içinden çıkmış, 27 Mayıs’tan beri eylemlerinde çeşitli
görevlere getirilmiş bir eski askerin Çankaya’da bulunmasında olumlu bir hava
seziyordu. Sizin Genelkurmay Başkanlığı makamından Cumhurbaşkanı makamına
geçişiniz, soyut demokrasi koşullarına değil, ihtilâl şartlarına göre yürürlüğe girmiştir.
(12) Bu konudaki gerçekleri Millet Partisi Genel Başkanı Osman Bölükbaşı kamuoyu
önünde açıklamıştır.
Ne var ki, sizin Çankaya’ya yerleşmenizden sonra Bay Süleyman Demirel karşıdevrimin
edebiyatını yoğunlaştırmak cesaretini bulmuş ve hatta “200.000 sivilin bir
günde silahlanmasından” söze-der olmuştur.
Karşı-devrimi teşvik
Sayın Cevdet Sunay,
27 Mayıs 1960’tan bu yana gelişen çizginizde bugün bulunduğunuz yer ilgi çekicidir.
Türkiye ise bugün gerçek bir bunalımın içinde
11. “Ben mi Devlet Başkanı olacağım? Ben içi boş bir kabağım, kandilimin yağı çoktan tükendi”
demişti Cevdet Sunay.
12. O dönemde Paris Büyükelçisi Suat Hayri Ürgüplü’nün oğlunun düğününde bağlı olduğu çevrelerin
Sunay’a yaptığı önerinin kabulü sonucu İtalya’ya uğramasının Sunay’ın Cumhurbaşkanı olmasına
etkisi Loca Sırrı olduğu için hâlâ karanlıktadır.
kıvranıyor. Sosyoloji bilimine göre, bir toplumda bu ölçüde huzursuzluk işaretleri
görülürse o toplum bazı geleceklere gebedir. Bu doğum suçlamalarla önlenemez.
Sosyal olayları suçlamayla önlemek gibi bir formül henüz keşfedilmemiştir. (13) Siz ise
çelişme içinde bulunmakta ısrar ediyorsunuz. Hem demeçlerinizde “köy sahipliği
toprak köleliği” kurumunun varlığını itiraf ediyorsunuz, (14) hem de toprak reformu için
bilinçli mücadele verenleri kınıyorsunuz; bir yandan irticadan şikayet ediyor, öte
yandan da ilticaya karşı çıkanları suçluyorsunuz. Yaşama kavgası veren işçi sınıfı ve
emekçiler, öğretmen, memuru kınamak yerine, onlara devlet istatistiklerindeki asgari
geçimi sağlamak yolunda ağırlığınızı kullanmalısınız. Bugün Türkiye öyle bir haldedir
ki, Anadolu köylüsü açlık ve sefaletin pençesinde kırılırken İstanbul’un jet sosyetesi
yılbaşını yurt dışında dünya jet sosyetesi ile kucak kucağa geçiriyor. (15) Bu durum
içinde Anayasa’da ‘sosyal adalet’ ilkesi bulunmasının bir anlamı yok bizce. Gerçek bir
‘ülkücülük’ içinde, vatanseverlik anlayışıyla, yurt ve emekçi halk çıkarları için öne
atılanları suçlamakla, ister istemez karşı-devrimci saflara destek verir duruma
düşüyorsunuz.
Bu durum, makamınızın tarafsızlığı ile bağdaşmadığı gibi, yukarıda grafiğini, kabaca
çizdiğimiz 1960’dan bu yana gelişinizle de ters düşüyor.
Öyle anlaşılıyor ki danışmanlarınız ve istihbaratçılarınız bulundukları yerlerdeki
konumlarını sürdürmek için sizi gerçeklerden uzaklaştıracak bilgileri taşımakta
kendilerince yarar bulmaktadırlar. Bizler kulaklara hoş gelmeyecek gerçekleri
pervasız söyleyecek kişileriz. Uyanlarımızdan yararlanmanız umudunu saygılarımla
sunarım.
Talat Turhan