Cumhuriyet 20.11.1985
Cumhuriyet 20 KASIM 1985
Türk Silahlı Kuvvetleri gizli örgütü ve Muhsin Batur
Sayın Batur;
Türk Silahlı Kuvvetleri gizli örgütü ile sizin ilişkilerinizin tüm boyutları ile açıklanmasını kamuoyuna duyduğum saygıdan zorunlu görmekteyim. Bu nedenle yazacaklarımın sizi rencide etme olasılığım düşünmeksizin gerçekleri belgeleri ile gözler önüne sereceğim. Bu tarihsel görevi yaparken, özellikle anılan örgüt ile olan ilişkilerinizi açıklayıp, bazı gerçekleri göz ardı edişimizi ve bu tavrınızla gözettiğimiz amaçlan açıklayarak bir yandan o dönemdeki niteliğinizi vurgulayıp, tarihin bir dönemine bir ölçüde ışık tutmak istiyorum.
TÜRKİYE’de ilk kez, 24 yıl sonra bu yazımla birlikte yayımlamak zorunda kaldığım 22 EKİM 1961 tarihli MÜRTED Protokolü’nün, sizin de imzanız bulunan sayfasında benim ve ihtilal hastası olarak suçladığınız, Silah ve Silahlı Kuvvetler Birliği gizli örgütünden arkadaşınız olan Talat AYDEMİR kadrosundan bazı kişilerin imzaları görülmektedir, örneğin; 230’uncu Piyade Alay Komutanı P. Albay merhum Cahit AKSOY ve emekli Kurmay Albay Selçuk ATAKAN gibi. Oysaki bu tarihten beş ay sonra, 22 ŞUBAT 1962 olayı ve 15 ay sonra da 21 MAYIS 1963 olayları meydana gelmiştir. Açıkladığım hususlarda kesin olarak görüldüğü gibi, 22 ŞUBAT’tan 5 ay önce bu kadro ile eylem ve fikir paralelinde olduğunuz için, ortak bir protokole imza koyuyordunuz. Bugün, eleştirisini tarihin yapacağı bir olayda, eylemini en kutsal varlığı olan yaşamı ile ödemiş bir örgüt arkadaşınızı “ihtilal hastası” olarak suçlamanızı değil size, hiçbir kimseye yakıştıramam. MÜRTED Protokolü’nde sizin, Talat AYDEMİR’in, benim ve o dönemde ANKARA’da bulunan bütün Generallerin (General Nihat TOLUNAY ve Faik TÜRÜN hariç) imzaları bulunmaktadır. MÜRTED Protokolü denilen bu belgeye imza koyan kişilerin büyük çoğunluğu yaşamlarını sürdürmekte olup, olayın tanıklarıdırlar. Bu olguların varlığına karşın MÜRTED Protokolü’nü göz ardı etmeniz, sanırım hayatınızın en büyük talihsizliği olmuştur. (1)
Şimdi savlarımıza daha da açıklık getirmek için, Silahlı Kuvvetler Gizli Örgütü ile ilişkilerinize Anılar ve Görüşler adlı yapıtınıza dayanarak yeniden bir göz atalım. (Anılar ve Görüşler S: 93–98):
Özetle,
“1961 yılının nisan ayında Mucip ATAKLI aracılığı ile Silahlı Kuvvetler Birliği’ne imza atarak girdiğinizi ve bunun aynı zamanda bir ant olacağını ifade ediyorsunuz”.
Devamla,
“İSTANBUL ve ANKARA’daki toplantıların çoğuna katıldığınızı ve bu toplantıların ateşli simalarının İstanbul’da Faruk GÜVENTÜRK, ANKARA’da Talat AYDEMİR, Emin ARAT, Necati ÜNSALAN ve General Abdurrahman DORUK” olduğunu beyan ediyorsunuz ve
“6 HAZİRAN 1961 olaylarına katıldığınızı ve o günkü legalite içinde Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na tayin edilen General TULGAN’a karşı ‘Sizi komutan olarak artık tanımayacağız” ve Silahlı Kuvvetler Birliği’nin İSTANBUL ve ANKARA’daki ve Milli Birlik Komitesi’nin havacı üyeleri ile temas ve işbirliği halinde eylem ve baskıya (ANKARA üzerinde gösteri uçuşları dahil) geçtiğinizi ve General İrfan TANSEL’in tekrar Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na getirilmesini… General TULGAN, General AZAKLI ve bir kısım kurmay albayların emekliye sevk edildiğini ifade ediyorsunuz. Alıntı yapmak durumunda kaldığımız bu beyanlarınız sahife 88’de yer alan “Tipik bir cuntacı ve ihtilalci değildim” şeklindeki kendinizi savunmanız ile tam bir tezat teşkil etmektedir. Öylesine ki, yasal bir atama olayını ters yüz edebilmek için eylemli bir kalkışmaya en aktif bir biçimde katılarak ihtilalci bir tavır içinde bulunuyordunuz… (Anılar ve Görüşler S: 104-105)’te ise özetle,
“EKİM ayının sonlarına doğru İSTANBUL’dan davet aldığınızı fakat gitmediğinizi, sonradan öğrendiğimize göre bazı general ve subayların katılması ile 21 EKİM Protokolü diye bir yazılı metin imzaladıklarını ve 25 EKİM 1961’den sonraya kalmamak şartı ile yönetime el koymaya karar verdiklerini, sizin işi ciddiye almadığıma…….., başta Cevdet SUNAY olmak üzere komutanların katılmayınca, bu teşebbüsün akamete uğradığım…..”
daha sonra
“Meclisin açıldığım, Cumhurbaşkanı’nın seçildiğini, İNÖNÜ’nün Başbakanlığa getirildiğini, ilk koalisyon hükümetinin kurulduğunu, 1961 yılına girerken huzurlu olarak çok sevdiğiniz mesleğiniz ile uğraşmaktan memnun olduğunuzu”…
ifade ediyorsunuz.
Evet, Sayın BATUR
21 EKİM Protokolü’ne imza atan kişilerin büyük çoğunluğunu ciddiye almamakta çok haklıydınız. Çünkü onlar birkaç gün sonra imzalarının tam tersi bir karar olan ÇANKAYA Protokolü karşısında sessiz kalarak tükürdüklerini yaladılar. İmzalarının onuruna sahip çıkmayan bu kişiler yükseldikçe yükseldiler. Hatta bazıları bir değil, birkaç yönetim kurulunda bulunarak “asalak maaş” almaya devam ediyorlar. (2) Ancak bu açıkladığımız hususlar sizin de çok iyi bildiğiniz gibi İSTANBUL grubuna aittir. Oysa Silahlı Kuvvetler Gizli Örgütü’nün bir de ANKARA grubu vardır. Nitekim İSTANBUL grubu 21 EKİM 1961 günü almış olduğu müdahale kararını ANKARA grubundan bazı kişilere vermiş ve özel kurye uçağı ile aynı gün ANKARA’ya göndermiştir. 22 EKİM 1961 günü ANKARA grubu MÜRTED’te toplanarak İSTANBUL grubu kararına oy birliğiyle katılmıştır. Yayımladığım belgede sizin de imzanız bulunmaktadır. O tarihte Tuğgeneral rütbesinde bulunuyor ve ESKİŞEHİR’de kadrosu Korgeneral olan 1 ‘inci Taktik Hava Kuvveti Komutanlığı’nı deruhte ediyordunuz. O dönemde alçakgönüllülüğünüzü kaybetmemiş olacaksınız ki, Kurmay Yarbay Talat TURHAN’ın hizasına imza atmakta bir sakınca görmemişsiniz. Hatta Talat AYDEMİR’in grubuna mensup bazı albayların da sizin üzerinizde bir yere imza koymalarına ses çıkartmayacak ölçüde ihtilalci bir görüş içinde bulunmuşsunuz. Gayet doğal, bir gizli örgütte hiyerarşi sökmez. Oraya üye olan herkes, tek oy hakkına sahiptir. Yayımladığımız belge de, bunu açıkça kanıtlamaktadır.
22 EKİM 1962 günü MÜRTED Protokolü’ne imza koyan bütün Generaller, albaylar içinde en genç rütbeli bir-iki Yarbaydan biri de bendim. Örgütün tüm faaliyetlerine aktif olarak katıldım. Bugün de katıldığım eyleme, tarihi süreç içindeki doğruluk ve yanlışlığına bakmaksızın özeleştirimi yaparak sahip çıkıyorum. Oysa MÜRTED Protokolü’ne imza koyanlar, tıpkı 21 EKİM İSTANBUL Protokolü’ne imza koyan sayın kişiler gibi imzalarının onuruna sahip çıkmak cesaretini kendilerinde bulamadılar. Ancak imzalarının onuruna sahip çıkan birkaç kişi, bu davranışlarının hesabını kimi darağacında, kimi işkence evlerinde, bir kısmı ise hapishanelerde çürüyerek verdiler.
Örneğin; Silahlı Kuvvetler Birliği’nin tipik bir küçük burjuva kaypaklığı olduğunun en somut kanıtı, bu örgütün üyesi olan Korgeneral Fikret KÖKNAR’ın Garnizon Komutanı olduğu bir dönemde, onun bilgi ve görgüsü altında, benim Silahlı Kuvvetler Birliği örgütü eski bir üyesi olarak, “Ziverbey (Zihni Paşa) İşkence Köşkü”nde işkenceye gönderilmeme seyirci kalışıdır. Onun yanında, benim işkence altında olduğum dönemde, Silahlı Kuvvetler Birliği eski üyesi olan Orgeneral GÜRLER, Kara Kuvvetleri Komutanı, siz, Hava Kuvvetleri Komutanı, Oramiral KAYACAN ise Donanma Komutanı ve İSTANBUL ili Sıkıyönetim Komutan Yardımcısı idiniz. Şimdi vurgulayarak bir gerçeği açıklamak istiyorum. Bu ve benzeri cuntasal örgütlenmelerin dün olduğu gibi bugün de ulusa hiçbir yararı olmamıştır, olmayacaktır. Emekçilere ve vatansever tüm kişiler ile siyasal parti ve demokratik örgütlere ülkemizin gerçek demokrasiye dönüştürülmesinde yasal olarak kavga vermelerini tek seçenek olarak öneriyorum. Böylece günah da çıkartmış oluyorum. Bu kanımı aynı doğrultuda 10 yıl önce yargı önünde de açıklamıştım. Yineliyorum.
Tekrar başa dönelim. 21 EKİM 1961’de İSTANBUL’da, 22 Ekim 1961’de ANKARA-MÜRTED’te, 15 EKİM 1961 günü yapılan seçimlere müdahale kararı alınıyor ve parlamentonun açılmaması öneriliyordu. Gerekçesi ise, seçimle gelen kişilerin nitelikleri ile 27 MAYIS 1960’da devrilen kişilerin nitelikleri ve dünya görüşleri arasında paralellik bulunması, çoğunluğu bu kişilerden oluşan bir parlamentonun 1961 Anayasası gibi sosyal içerikli, emekten ve özgürlüklerden yana bir yasayı uygulayamayacağı, ülkenin yeniden geçmişte olduğu gibi bir kısır döngü içinde zaman kaybedeceği endişesiydi. İhtilalci nitelikteki bu kararda yer almama karşın, bugün demokrasiyi savunuyorsam da, gerçek değerlendirmeyi tarihe bırakıyorum. Ancak bir kanımı da açıklamamın sırası gelmiştir. Şöyle ki;
“gerçekten 1961’den sonra gelen siyasi iktidarlar, bir yandan ÇANKAYA Protokolü ile Silahlı Kuvvetler, vermiş olduğu sözleri tutmaması nedeni ile ordu içindeki devinimlerin tarihsel suçluların durumuna düşerken, diğer yandan 1961 Anayasası’nı uygulamak şöyle dursun, onu değiştirmek için yoğun bir çaba harcayarak ülke içindeki siyasal kargaşanın teşvikçisi ve tahrikçisi durumuna düşüp iki kez Türk Silahlı Kuvvetleri’ni politikanın içine çekmişlerdir”.
Buna karşın, her iki olayda da parlamento içinden ne yazık ki bir Mirabeau çıkmamıştır. Bu durumda eğer alman müdahale kararları uygulanmaya konulsa idi, belki bugün ülkenin daha iyi bir siyasal ortamda bulunacağı bir varsayım olarak düşünebilinirdi. Ancak Silahlı Kuvvetler Birliği üyelerinin çoğunun ipliği pazara düştüğü günümüzde, bu konuda da iyimser olamıyoruz.
Gerçekte İSTANBUL ve ANKARA grubunun müdahale kararları SUNAY’ın önüne götürüldüğünde, örgüt tüzüğü gereğince SUNAY için tek seçenek vardı onu tasdik etmek. Çünkü bu örgütün Başkanı olarak veto hakkı bulunmadığı gibi, sadece tek oyu vardı. SUNAY, bu yola başvurmaksızın, her zaman yaptığı gibi ilk önce “Genişletilmiş Komuta Konseyi”ni toplamak sureti ile kararlan sulandırdı, daha sonra da parti liderleri ile komutanları bir araya getirip ÇANKAYA’da pazarlığa oturarak İNÖNÜ’nün de katkısı ile parlamentonun açılması sağlandı.
21 EKİM 1961 ve MÜRTED Protokolleri’ne imza koyup da, ÇANKAYA Protokolü’nü içine sindirenler, gerçekte demokrasiden yana tavır almayı kişisel çıkarlarına uygun görmüşlerdir. Fakat hiçbir gerekçe göstermeksizin üç-dört gün önce attıkları imzalarını görmemezlikten gelmelerini gerek kendi kişiliklerine yüklediği sorumlulukları ve gerekse tarihsel suçluluklarım sürekli olarak göz ardı etmişlerdir.
Sayın BATUR;
Siz, bu kişilerden önde gelenlerden birisi olduğunuz için, 22 EKİM 1961 günü MÜRTED’te seçimler sonucu teşekkül edecek parlamentoya müdahale kararı alıyorsunuz. Birkaç gün sonra da ÇANKAYA Protokolü’ne imza atarak hayatınızın en büyük çelişkisini yaşıyorsunuz. Bu durumda doğal olarak MÜRTED Protokolü’nü şahsınız açısından es geçmekte yarar görüyorsunuz. Çünkü bu tutumu benimsemezseniz, ÇANKAYA Protokolü’ne sahip çıkamazsınız. Nitekim geçen yıl İNÖNÜ’nün ölüm yıldönümü ile Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan bir yazınızda ÇANKAYA’da, İNÖNÜ’den “ilk demokrasi dersi aldığınızı” beyan ettiniz. MÜRTED Protokolü’ne imza atarken ihtilalci olan siz, birkaç gün sonra İNÖNÜ’den nasıl demokrasi dersi aldığınızı söyleyebilirsiniz? Sizin statünüzde bir kişinin birkaç gün içerisinde iki uç (ekstrem) arasında tahterevalli oynamasının inandırıcı açıklaması olanaksızdır. Gerçekleri gizlemenin, size bir şey kazandırmayacağını geç de olsa algılayacağınızı umarım. Kuşkusuz o dönemde başta bulunan kişilerin böylesine keskin dönüşler yapacak yapıda olmasına karşın, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin genç subayları 27 MAYIS düşüncesinin sahip ve izleyicisi idiler. Bunlar, başlarındaki kişiler gibi dönmesini bilmedikleri için, Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde bulunan ve imzalarının onuruna sahip çıkan albayların hiyerarşisi içine girmeyi yeğlediler. Olaylara böylesine bir perspektif içinde bakılmaksızın, 22 ŞUBAT 1962 ve 21 MAYIS 1963 olaylarını değerlendirmek olası olmadığı gibi, ucuz kahramanlık edebiyatı yapılmasına bizler gülüp geçeriz.
8 EYLÜL 1964 günü Genelkurmay Askeri Mahkemesi’nde, Askeri Ceza Kanunu’nun 148’inci maddesi (3) gereğince yargılanırken, yapmış olduğum savunmamın ikinci bölümünde, 27 MAYIS 1960 – 22 ŞUBAT 1962 olaylarını değerlendirdim (Sayfa 10–16). Bu bölümden MÜRTED Protokolü ile ilgili kısmı aşağıya çıkartıyorum;
“Silahlı Kuvvetler içerisindeki bu huzursuzluk alt kademeye intikal ederek, bölücü tohumların ekilmesi, şahsi davranış ve gayretlerin meydana çıkması sonucunu doğurdu. Bu espri içerisinde 15 EKİM 1961’de genel seçimler yapıldı. Seçim sonucunda meydana çıkan durumu görüşmek üzere MÜRTED’te toplanıldı. Yapılan görüşmelerden sonra, bu yapıda bir meclisin ülke meselelerini halledecek güçte olmayacağını ve olumlu bir gayret sarf edilemeyeceği kanaatine varıldı. Toplantıda bulunan tüm personel tarafından benimsenen bu kanaat, bir tutanak ile tespit edildi ve imzalandı. Bu tarihte ANKARA’da bulunan ve bugün Silahlı Kuvvetlerin üst kademelerini işgal eden generallerimiz, attıkları imzalara ve verdikleri sözlere sadık kalmamışlardır. İçeriği bugüne kadar açıklanmamıştır. Bu belgeye göre, MÜRTED toplantısına kanlan kişiler, birbiri aleyhinde çalışmayacaklarına dair bir de şeref sözü vermişler ve imza koymuşlardır. Hâlbuki netice tamamen aksi şekilde ortaya çıkmış, gruplaşmalar meydana gelmiş, memleket çeşitli badirelere sürüklenmiş, sokaklarda bırakılan ‘genç Harbiyeli’, bu davranışın kurbanı olmuştur”.
Sayın BATUR;
MÜRTED’te imzalanan bu ikinci protokolü, bu kadar belgesel açıklamamdan sonra anımsamış olmalısınız. Lütfen bir özeleştiri yaparak birbirlerine kalleşlik yapmayacaklarına namus sözü vermiş bu kişilerin ne ölçüde antlarına sadık kaldıklarını ve bu arada kendi durumunuzu da kendiniz saptayınız. (4)
Sayın BATUR;
1960’lı yıllarda sizinle Silahlı Kuvvetler Gizli Örgütü’nün aynı ilkelerini paylaşmış olacağız ki, bu örgütte birlikte bulunduk. Oysa o dönemden bugüne kadar geçen süreç içerisinde özellikle 1970’li yıllardan sonraki dönemlerde tam bir karşıtlık içerisinde olmamıza karşın (Anılar ve Görüşler) adlı yapıtınızın 372’inci sayfasında değindiğiniz. Fakat ismini özenle gizlediğiniz “Bomba Davası”nda Faik TÜRÜN ve ardındaki güçler, Orgeneral Faruk GÜRLER’i cunta başı, sizi ve Oramiral Kemal KAYACAN’ı cunta üyeleri olarak suçlayıp benim yanımda sanık sandalyesine oturtmak istediler. (5)
Bu zorunlu beraberliği asla kabul edemeyeceğim için “Bomba Davası”nda “affı kabul etmeme” dilekçesi verme bir yana, kararı da temyiz etmiş bulunuyorum. 10 yıldan bu yana sonuçlanmayan bu davanın akıbetini de merakla beklemekteyim. Ancak anılarımız ve yankılarının davaya yeni bir boyut getirmiş olmasını gözlemlemenin de huzuru içinde bulunarak sizlere teşekkür etmek isterim. Çünkü açık yüreklilikle yazılan anılarınızın bir bölümünde zamanında bize atılan ön anayasa taslağı ve devrimci kadro listesi gibi suçların sizler ya da altınızda olduğunu beyan ettiğiniz cunta tarafından işlenildiği, zamanında öne sürdüğünüz iddialar paralelinde açıkça ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Sayın BATUR;
Siz ile ben, neden aynı potaya konulamayız? Çünkü siz, yapıtınızın 272’inci sayfasında belirttiğiniz gibi, “ılımlı reformist”siniz, ben ise devrimciyim. “Ilımlı reformist” olma savınıza karşın, gerçekte o da değilsiniz. Nitekim o dönemde Yankı dergisine muhtıracı komutanlar olarak siz “İdareyi maslahatçılar reform yapamazlar” derken. GÜRLER ise “Anayasanın öngördüğü reformlar, ATATÜRKçü görüşle mutlaka yapılacaktır” şeklinde beyanat vermesine karşın ve “Anılar ve Görüşler” adlı yapıtınızın 39 ayrı sayfasında “reform” sözcüğü geçmesine karşın, sorumluluğunu taşıdığınız ve devamlı savunduğunuz o dönemde hiçbir reform yapılmadığına göre ben, sizi “ılımlı reformist” olarak bile nitelendiremiyorum.
Sayın BATUR;
1985 yılı HAZİRAN ayında 1’inci baskısı yayımlanan yapıtınızda “ılımlı reformist”siniz, 13 KASIM 1985 günü yayımlanan General Celil GÜRKAN’ın anılarına yanıt yazınızda “sosyal demokrat düşünceli sade vatandaş” olduğunuzu ifade ediyorsunuz. Eğer gerçekten bu noktaya gelmişseniz, sizi gönülden kutlarım. Ancak demokrat veya sosyal demokrat olmak savında olan bir kişinin insana ve insanlar arasındaki eşitliğe ve özgürlüklere saygı duyması gerekir. Bir yandan generalleri dahi küçük görürken, bir yandan da sade vatandaş olduğunuzu iddia ediyorsunuz. Sosyal demokrat olabilmek için, bu çelişkiden kendinizi arındırmanız gerekir.
Sayın BATUR;
27 MAYIS’a ve onun en büyük eseri olan 1961 Anayasasına başlangıçta sahip çıkmanıza karşın, anılan anayasanın sorumluluk taşıdığınız 12 MART döneminde daha önce karşı çıktığınız güçlerin istekleri doğrultusunda değiştirilmesine göz yummak zorunda kaldınız. Yapıtınızın 60 değişik sayfasında bu konudan söz edişiniz, savımızın açık bir kanıtıdır.
Sayın BATUR;
Ben halen, 1961 Anayasası’na olan bağlılığımı koruduğum gibi, bu anayasanın getirdiği sosyal hak ve özgürlükler ile hukuk düzeninin daha ilerisinde bir anayasa sistemi düşlemekteyim. Görüyorsunuz ki, bu konuda da sizinle beraber olmamız söz konusu edilemez.
Sayın BATUR;
Yapıtınızın 194, 272, 300, 314, 329, 499, 557, 569, 573, 570, 577’nci sayfalarında reform, inkılâp, ihtilal, devrim gibi sözcüklerin, tıpkı günümüzde olduğu gibi bir kavram kargaşasına dönüştürüldüğünü üzülerek gördüm. Bu noktada sözü uzatmaksızın bir hususa değinmek istiyorum. Yapıtınızın 329’uncu sayfasında ATATÜRK’ü “en büyük Türk reformisti” olarak nitelerken, sayfa 569’da ise, “ATATÜRK’ün en büyük devrimci olduğunu” ifade ediyorsunuz. Sonra da kendinizi ATATÜRK’çü sayıyorsunuz. Bu çelişkiden de kendinizi kurtarmalısınız. Neden mi? Açıklayayım; Size göre ATATÜRK, en büyük Türk reformisti, siz ise ılımlı reformistsiniz. Kaldı ki ATATÜRK’ü en büyük devrimci olarak niteleyen de gene sizsiniz. “Ilımlı reformist”lik ile devrimcilik arasında en küçük bir bağıntı bile olamayacağına göre, bu yönden de ATATÜRKçü sayılmamanız gerekir.
Sayın BATUR;
Tüm bu eleştirilere karşın yapıtınızın kutlanacak yönlerinin de bulunduğunu ifade etmek isterim.
- Yapıtınızda gizli olması gereken Milli Güvenlik Kurulu toplantı tutanaklarını yayımlıyorsunuz. Bu hizmetiniz, bir yandan demokrasideki açıklık kavramına uygun düşerken, diğer yandan da o kurulu teşkil eden kişilerin dünya görüşlerinin, hukuk anlayışlarının, ekonomik bilinçlerini ve kültürel kapasitelerini ortaya koyuyorsunuz. Gerçekten bu kişiler içinde seçkin bir yeriniz olduğunu belirtmeliyim. Nitekim 24 MART 1973 günü Genelkurmay Başkanlığında yapılan Orgeneraller toplantısında (“Anılar ve Görüşler” S: 432-436) söylediğiniz sözlerde gerçek payı varsa… Sizden sonra cuntacılık ve darbeciliğe heveslenenlerin sonlarının hüsran olacağım varsayarak, demokrasi adına iyimserliğe kapılabiliriz. Orgenerallere karşı diyorsunuz ki;
“Bana göre anarşinin durdurulması hariç, 12 MART’ın hemen hemen hiçbir isteği yerine getirilmemiştir. Diğer taraftan muhtırayı tesadüfen ben kaleme aldım. Fakat hiçbir zaman üçüncü maddesinin işletilmesini istemedim. Sebebi de af edersiniz… Biz memleket idaresine ait hiçbir şey bilmiyoruz. Bu orgeneral ve korgeneral kadrosu ile idareye el koyarsak memleketi batırırız”.
Evet, Sayın “ılımlı reformist” Batur; bu konuda size tüm içtenlikle katılıyorum. Bu nedenle de TÜRÜN’ün, “Ziverbey (Zihni Paşa) İşkence Köşkü”nde 50 yaşından sonra faşizmin ne olduğunu falaka altında tanıdıktan sonra darbecilik ve cuntacılık batağının ne demek olduğunu algıladım ve demokrasiye daha bir içtenlikle gönül verdim.
- Sayın BATUR, yapıtınızda ülkemizde sürekli demokrasinin üzerinde “Demokles’in kılıcı” gibi duran güçlerin varlığını ortaya koyarak demokrasi adına faydalı bir işlevi yerine getiriyorsunuz.
- Sorumluluğunu hâlâ paylaştığımız ve tek savunucusu kaldığınız 12 MART döneminde işkencenin varlığını kabul etmenizdeki gerçekçi tutumunuzu saygı ile karşılıyorum. (Sayfa 371–375).
Sayın BATUR;
Yapıtınızda iyi bir zamanlama yaparak “tipik cuntacı ve ihtilalci” olmak imajınızı silip demokrat görünmek istemiştiniz, ama 1–15 AĞUSTOS 1985 tarihli ve 27 sayılı “Yeni Gündem” dergisine yaptığınız açıklamada, “Demokrasi ütopyası için devlet mi çoksun?” diyerek, demokrasiye olan inançsızlığınızı farkında olmaksızın ifade ediyorsunuz. Bu çelişki de sizin adınıza büyük bir talihsizlik olmuştur. Sayın Batur,
“Demokrasi bir ütopya değil, kökü Milat’tan Önce’ye ATİNA Şile’sine kadar dayanan iki bin yıllık bir gerçektir”.
Sayın BATUR;
Tüm hayatım boyunca insanları değerlendirirken, kendime göre bazı ölçütlere bağlı kaldım. Bu anlayışla değerlendirmemi yaparken;
“dürüst, ahlaklı, erdemli olanlar ile kültür ve beyin kapasiteleri üstün olanlara özel bir yakınlık duydum. Makam ve rütbe taşıyan kişilere de bu ölçütler içinde saygı duyarım”.
Hâlâ Generallere tepeden bakan bir tavır içinde olduğunuz için, ben, Sayın MUMCU gibi nezaket gösterip sizi evime ne acı kahve, ne de tatlı kahve içmek için çağırmıyorum. Bu nedenle de on binlerce sahifelik “Bomba Davası”nda sizi yargılamak isteyen güçlerin niyetlerinin tümünü öğrenmekten yoksun kalacaksınız.
Ancak “(…) davası” olarak geçiştirdiğimiz, kanıma göre Türk demokrasisi ve ülkemin tüm legal örgütlerine olan saygımdan, anılan davadaki hesaplaşmanın sonuçlandırılması gerekliliğine inandığımdan, pek yakında “Bomba Davası gerçeği” başlığını taşıyan bir özet yazı ile Talat TURHAN yanında Muhsin BATUR’u sanık yapmak isteyenlerin tertiplerini açıklayacağım.
Saygılarımla.
Kaynakça ve Açıklamalar
(1). MÜRTED Protokolü’nde imzası olan kişileri açıklamaya davet ediyorum.
(2). Hürriyet, 3 KASIM 1985 PAZAR sohbeti – Emin ÇÖLAŞAN, “Haftanın Konuğu Turgut SUNALP”.
(3) Askeri Ceza Kanunu Madde 148: Siyasi bir partiye üye olmak, siyasi amaçlı toplantı yapmak, nutuk söylemek, yazı yazmak, siyasi toplantılara katılmak, siyasi mahiyette beyanname hazırlamak veya hazırlanmış beyannameyi imzalamak, yayın organlarına ulaştırmak veya dağıtmak gibi. Özet olarak, askeri şahısların siyasi faaliyetlerini men eden ve cezalandıran bir yasadır.
(4) Türk Silahlı Kuvvetler Birliği Gizli Örgütü ‘y/e ilgi/i yayınlar:
a- Genç Kemalistler Davasında Talat TURHAN’ın savunması 8 EYLÜL 1964.
b- Ve Talat AYDEMİR konuşuyor. 21 EKİM Protokolü – MÜRTED Protokolü (Sayfa 108–109).
c- “Gölgedeki Adam” – Emekli Kurmay Albay Dündar SEYHAN
(Sayfa 130–135). Silahlı Kuvvetler Birliği Talat TURHAN’ın açıklamaları.
(Sayfa 155–160). Silahlı Kuvvetler Birliği ve CHP.
Genelkurmay Başkanlığı’ndaki toplantı (Sayfa 165). d. “İhtilal Çıkmazı” Emekli Kurmay Albay Emin AYTEKİN.
Cemal TURAL ve Silahlı Kuvvetler Birliği (Sayfa 120–123).21 EKİM Protokolü.
SUNAY ve Silahlı Kuvvetler Birliği (Sayfa 166–170).
e- “İhtilalciler Arasında Bir Gazeteci” – Bedii FAİK. Silahlı Kuvvetler Birliği (Sayfa 101–103). SUNAY, Silahlı Kuvvetler Birliği’ne sahip çıkıyor. (Sayfa
103–104).
Silahlı Kuvvetler Birliği’nin kudreti. (Sayfa 104–105).
21 Ekim MÜRTED Protokolleri. (Sayfa 105–106–175–172–176).
f- “Geliyorum Diyen İhtilal” Silahlı Kuvvetler Birliği (Sayfa 15–17) MÜRTED (Sayfa 20) 21 EKİM Protokolü (Sayfa 18–26).
g- “Üç İhtilal Hikâyesi”
21 EKİM Protokolü (Sayfa 147) ÇANKAYA Protokolü (Sayfa 150–160)
(5)
a- İSTANBUL 1 ‘inci Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcısı Süleyman TAKKECİ’nin hazırladığı 21 OCAK 1975 gün ve Sayı: 1975/5 S. T. Esas: 1973/79 sayılı esas hakkında mütalaa.
- 3 KASIM 1985 gün 43 sayılı Nokta Dergisi 26–35 sayfaları arasında yer alan aydınlanmayan olaylar/Bomba Davası-Yıldızlar Savaşı adlı yazı.