DARBE OLASILIĞI
DARBE OLASILIĞI
KUZGUNCUK 2 EYLÜL 1992
Talat TURHAN
Son günlerde bazı yabancı basın organlarında TÜRKİYE’de darbe olasılığı yeniden gündeme getirildikten sonra konu bir süre Türk Basınında da yoğun şekilde tartışılmaya başlandı. Sorun tartışma boyutundan da öteye geçerek 27 EYLÜL 1992 tarihli Milliyet Gazetesinde manşete çıkarılarak halktan demokrasiye destek vermeleri istendi. Bu amaçla da TBMM Başkanı Hüsamettin CİNDORUK’a gönderilmek üzere bir mektup örneği verildi. Aynı gazetede ertesi günü yine konu manşette idi. Bu kez de Meclis Başkanı “darbeye karşı direniriz” şeklinde bir demeç vermek gereksinimini duyuyordu. TÜRKİYE’nin protokolündeki 2. sırayı işgal eden bir kişinin kuşkusuz durup dururken bu derecede yaşamsal bir konuda tavır alması göz ardı edilmemesi gereken olgudur.
Aslında askeri darbelerin anavatanı Latin Amerika’dır. Oradaki darbeleri BOLİVAR’dan başlayarak “Monroe Doktrinini” kadar, “Monroe Doktrininden” 2. Dünya Savaşı sonuna kadar, 2. Dünya savaşından da günümüze değin üç ana başlık halinde incelememiz olanaklıdır. Bu türden özellikle sonuncusunun TÜRKİYE ile çok belirgin koşutluğu bulunmaktadır. Çünkü bu dönemde (1945 sonrası) dünya genelinde Amerikan Emperyalizminin çıkarlarına hizmet için düzenlenmektedir. ABD askeri darbelerin kuramını geliştirip hegemonyası altına aldığı ülkelere ihraç etmekle kalmayıp bu amaçla Gladio türü yeraltı örgütleri kurup, finanse ederek denetiminde tutmaktadır. Tüm NATO ülkeleri yanında İsviçre, AVUSTURYA ve İSVEÇ gibi ülkelerde de bu tür örgütlerin varlığı 1990 yılında tüm açıklığıyla ortaya çıkmıştır. Gelişmiş Batı ülkelerinde komünist bir istilayı ya da iktidarı engellemeye yönelik bu tür örgütler demokrasi geleneği yerleşmemiş ülkelerde anılan örgütler
“ABD yanlısı Askeri Darbelerin oluşması için ortamı hazırlamak, darbe sonrasında da onu yaşatmak gibi bir işlevi bulunmaktadır”.
TÜRKİYE’de 27 MAYIS 1960, 12 MART 1971, 12 EYLÜL 1980 tarihlerinde üç askeri darbe yaşandı. Bu süreç içersinde yaşanan, açığa çıkan ya da çıkmayan bir sürü darbe girişimlerini şimdilik konumuzun kapsamı dışında tutuyorum.
27 MAYIS’tan sonraki TÜRKİYE’nin ABD Büyükelçisi olan Fletcher WARREN’in gözlemlerine bakmakta yarar görmekteyim. WARREN’in ilk saptaması “Türk Ordusunun darbeci olduğu” şeklindedir. O günden bu güne geçen süreç WARREN’i doğruladığı gibi, Latin Amerika laboratuarında “Prononciamento” diye tanımlanan askeri darbelerin zincirleme reaksiyonu oranın pratiğiyle de doğrulanmaktadır. Bazı çevreler bu konuda tüpten çıkan diş macununun tekrar tüpe sokulamayacağı şeklinde bir tanımlama ile gözlemlerinde haklıdırlar.
WARREN’in raporuna dönelim. Ona göre 27 MAYIS’tan sonra kurulan Milli Birlik Komitesi “çok genç, tecrübesiz ve üstlendiği misyondan başı dönmüş bir grup olarak” nitelendirmekte ve “şu andaki işlerimizden biri de, MBK içindeki kilit kişilerin kimler olduğunu araştırmaktadır”. ABD Büyük elçisinin bu sözlerinin yer aldığı raporun tarihi 11 AĞUSTOS 1960’dır. Yani darbeden 2,5 ay sonra bile ABD büyük elçisi MBK’si içinde adam aramaktadır. 27 MAYIS’a ABD’nin onun yerli iş birlikçilerinin karşı çıkmalarındaki temel öğe kanımızca bu hareketin ABD’nin bilgisine karşın onun kontrolü dışına çıkmasında yatmaktadır.
WARREN devam ediyor, MBK Hükümetine “ortalamanın üstünde” not verdikten sonra
“kabinede ABD’nin bazı yakın dostlarının bulunduğunu, kabine üyelerinin arasında eğitim, ticari ve ideolojik bağlarla ABD’ye meyletmiş üyeler bulunduğunu, geçici hükümetin ABD’ye, MENDERES Hükümeti kadar yakın olamayacağını, hükümet içinde ABD’ye karşı şüpheci bir eğilimin bulunduğunu… MENDERES döneminde hiç karşılaşmadığımız ölçüde sıkıntı ve güçlükler yaşayacağız”. Şeklinde kanısını belirtmektedir.
1960’lardan 1980’lere kadar uzanan askeri darbeler dönemine sayısız gerekçeler bulunabilir. Ama WARREN’in de belirttiği gibi temel neden “TÜRKİYE’nin düzeni her bakımdan ABD’nin dümen suyuna oturtulmasıdır”. Bu amaçla da ABD’nin kontrolü altına aldığı ülkelerdeki uzun erimli son hedefi o ülkelerin iktidarlarının, muhalefetinin ve bürokrasinin sivil ve asker kanadının ABD işbirlikçilerinden oluşmasıdır. Kuşkusuz bu yargımızı ekonomiden soyutlamak da olanaksızdır. Dünya genelinde sosyalist enternasyonal ütopik bir teoride kalmasına karşın günümüz de kapitalist enternasyonalizm altın çağını yaşamaktadır. Bu amaçla yıllardan bu yana az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin ekonomileri dünya kapitalizmine entegre edilmeye çalışılmaktadır. Günümüzde yanı yöntemler dünkü sosyalist ülkeler için de uygulamaya konulmuştur.
Demokrat Parti iktidarından bu yana ABD güdümüne sokulmaya çalışan TÜRKİYE Ekonomisi Dünya bankası ve IMF reçeteleri doğrultusunda birçok kereler operasyona alındı. Ancak, bunların içersinde en önemli olanı kanımca 24 OCAK 1980 tarihinde Süleyman DEMİREL iktidarınca alınan ekonomik kararlardır. Eğer ABD Süleyman Demirel iktidarında bu kabaraları uygulamam gücünü görseydi büyük bir olasılıkla 12 EYLÜL darbesine vize vermezdi.
“Askeri darbe ve ondan sonraki kurulan yapay demokratik düzen Türk Halkına serbest piyasa ekonomisi diye yutturulurken ülkemizin, ABD’nin kucağına oturma süreci tamamlandı”.
Bu olguyu tehlikeye sokacak her girişim ABD açısından bir darbe nedeni olabileceğini iddia edebiliriz. ABD ve Batı dünyası yanında da TÜRKİYE’de ki serbest teşebbüs ve serbest Pazar sisteminden emin bulunmaktadır. Nitekim JAPON İş Konseyi Delegasyon başkanı “Ryoichi Kawai” bu hususu açıklamıştır. (1989 yılında)
TÜRKİYE Ulusal Kurtuluş Savaşını başarmış tüm olumsuz koşullara karşın bağımsızlığını uzun süre korumuş ve o koşullarda ekonomisini kalkındırmış onurlu bir ülkedir. Bu ülkeyi her anlamda bağımlılık batağına itmekte çıkar umanlar ülkemizdeki bugünkü kaosun gerçek sorumlularıdırlar. Hiçbir olguyu seçeneksiz düşünemeyeceğimize göre kanımca serbest piyasa ekonomisini de seçeneksiz olarak dünya halklarına yutturmağa kalkmak aymazlıktır. 1989’lu yıllarda ABD’de “Georgetown Üniversitesi”nde düzenlenen bir panelde CEZAYİR, MISIR ve TÜRKİYE için üçlü ekonomik birlik önerilmiş ve çözüm olarak “uluslar arası ekonomik ilişkilerde yeni bir model geliştirmek” önerilmiştir. Pek yakın bir tarihte serbest piyasa ekonomi modelinin teorisyeni olan Milton FREIDMAN, kendi modelini eleştirirken TÜRKİYE’nin iktidarıyla, muhalefetiyle ve ilim çevreleriyle bu modeli teslim olması hıyanet olmasa bile tarihsel bir yanılgı olarak değerlendirilmelidir. Prof. Mümtaz SOYSAL açıklamaya çalıştığım bu olguları 1988 yılında yayınlanan bir makalesinde dile getirmektedir.
“Güney Amerika Toplumlarını için için yiyen, kemiren çökmüş TÜRKİYE’ye de başlamıştır”…
TÜRKİYE’deki kronik darbe tartışmalarının tam şu sırada yeniden başlaması rastlantı değildir… IMF ve onun arkasındaki uluslar arası büyük sermaye, Latin Amerika’da gösterdiği büyük başarıyı burada da gösterip TÜRKİYE’yi de “Darbeler Ülkesi” durumuna sokmayı başardı… IMF, sosyal güvenliğin zaten zayıf olduğu toplumlarda sosyal güvenlik giderlerinin daha da kısılmasını savunup toplumdaki uçurumları büyütür… Yüzeydeki görüntüler ve yaşanan olaylar ne olursa olsun, ortaya çıkan bu bunalım provasının temelinde ekonomik modelin iflası yatıyor.
Yine o dönemde bir panelde görüş açıklayan Prof. Memduh YAŞA;
“Gelir dağılımı ile sosyal farklılıkların arttığını” belirtmiş ve “uçurumun kenarına gediğimizi, bir sabah 03:00’da radyodan anlarız şeklindeki konuşması DGM tarafından soruşturmaya alınmıştır. Gene aynı dönemde Business İnternational’in TÜRKİYE raporunda TÜRKİYE’nin gündeminde ya kalıcı demokrasi ya da yeni bir askeri darbeye gidiş var”
denildi.
Açıklamalarımdan anlaşılacağı gibi ülkemizdeki darbe tartışmaları 1960’lı yıllardan günümüze değin süre gelmektedir. Ekonomik çöküş ve yönetsel kargaşa sürdüğü sürece de devam edeceğe benzemektedir.
Sırası gelmişken ÖZAL’dan söz etmek istiyorum. ÖZAL 1986 yılında “alternatifimiz yoktur” dedikten sonra;
“iki yılda tahmin edilemeyecek kadar dış politikada sonuç aldık. Bir KIBRIS meselesi eskisi kadar gündemde midir?” ve “ÖZAL inşallah enflasyonu bu sene hep aşağıya çekecektir. Çünkü şartlar buna müsait” ve “önümüzdeki sene inşallah yılbaşı sonu itibarıyla (1987’yi kast ediyor) enflasyonun yüzde yirmi beş civarına geleceğini kuvvetle ümit ediyorum”.
Politika ileriyi görme sanatıdır. Bu anlamda en başarılı politikacı öngörülerinde yanılmayan kişidir. Bu anlayışla ÖZAL’ı değerlendirirsek tüm görüşlerinin zamanla doğrulanmadığını görmekteyiz. Özellikle enflasyon konusundaki süregelen yanılgısı bugün Türk toplumunun her alanını etkisi altına alan kaosun temel nedeni olduğunu düşünüyorum.
1989 yılında yayınlamış olduğum araştırma türü bir yazıda o gün gündemde bulunan “Darbe olasılığını” işledim. Daha sonra da bu yazıyı “DORUK OPERASYONU” adlı yapıtımda yayınladım.
12 MART 1971 yarı Askeri Muhtırasal Darbesine karşı ilk direnecek organ TBMM olmasına karşın o dönemde Başbakan olan Süleyman DEMİREL’in darbecilerle işbirliği yapmaya kalkışması kendi açısından gerekçesi ne olursa olsun demokratik yanılgıların en büyüğüdür.
1973 Yılında 12 MART Darbesiyle ilgim dolayısıyla idam istemiyle İSTANBUL Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi’nde yargılanırken sorgum sırasında CIA’nin bulunduğunu duruşma tutanağına geçiren ilk kişiyim. Benden iki yıl sonra bir gazeteye yapmış olduğu açıklamada Dışişleri Eski Bakanı İhsan Sabri ÇAĞLAYANGİL beni doğruladı. Daha sonra çeşitli kaynaklar bu gerçeği teyit ettiler.
12 EYLÜL 1980 darbesi üzerine fazla konuşmaya gerek yok. Bu darbenin üzerine “Made İn USA” damgalı olduğu birçok kaynaktan açıklandığı gibi bütün dünya da bu gerçeği kabul etmiş bulunuyor.
14 Yıl CIA ajanlığı yaptıktan sonra insanlığa karşı suç işlediği bilincine varan CIA ajanı Philippe AGEE yapmış olduğu hıyanetleri “CIA Günlüğü” adlı iki ciltlik bir yapıtta toplamıştı. Aynı kişi 1988 yılında TÜRKİYE’deki askeri darbelerde CIA’nin rolü için şunları söylemektedir:
“Faşizmin en büyük destekçisi CIA’dir. Yunanistan, TÜRKİYE, Güney KORE, FİLİPİNLER, İRAN ENDONEZYA’da CIA duruma müdahale edip ve işkence yapılmasında da başrolü oynamıştır”.