GEHLEN
GEHLEN
Hitler’in Sığınağından Pentagon’a
İLERİ YAYINLARI
Birinci Basım EKİM 2005
“Gehlen’in Anıları”, İstihbarat ve Örgütleri
Üzerine Talat Turhan’ın Genel Bir Değerlendirmesi(1)
(Talat TURHAN’ın Önsözü)
İleri Yayınları General Reinhard Gehlen’in anılarını yeniden basmakla yayın alanına önemli bir katkıda bulunuyor. Gehlen özellikle 2. Dünya Savaşı’nda istihbarat örgütlerine başkanlık yapmış, bu arada Almanya’nın yenilgisinden Batı Almanya’nın kuruluşuna kadar geçen süreçte kendi adını taşıyan “Gehlen Örgütü”nü ABD’yle daha doğrusu CIA’yla birlikte kurmuş ve yönetmiştir.
Anılarında da kesinlikle görüldüğü gibi, Gehlen Örgütü, ClA’nın kucağında doğmuş oradan beslenmiş ve yönlendirilmiştir, (sf. 160, 168–172, 175, 180, 183, 211, 212, 232, 236, 242, 246, 250, 256, 271,’272, 288) Gehlen’in bir özelliği de Hitler Almanya’sının İstihbarat Başkanı iken burnu iyi koku aldığı, bir istihbaratçının en önde gelen özellikleri olan öngörü ve önsezisi gelişmiş olduğundan, zamanında Hitler istihbaratını ABD’ye teslim edip itibar kazanması sonucu CIA desteğiyle kendi adına örgüt kurarak yıllarca başında kalabilmiştir.
Bu dönem ABD istihbarat örgütü OAS’ın CIA’ya dönüştüğü yıllardır. CIA kurulurken Hitler Almanya’sının iç ve dış istihbarat örgütleri GESTAPO, ABWEHR, OKW’nin deneyiminden yararlanmıştır. Bu konuda kuşkusuz deneyimli bir istihbaratçı ve gönüllü bir işbirlikçi olan Gehlen’in önerileri etkileyici olmuştur. O günden bu güne CIA’nın Nazi metotları uygulamasının anlamı kanımca bu yönlendirmeden kaynaklanmaktadır. ABD, eski Alman istihbaratçılarından, SS’lerden de geniş ölçüde yararlanmıştır. Çünkü anılan istihbarat örgütleri, aslında mükemmel bir şekilde organize olmalarına ve görevlerini yerine getirmelerine rağmen Alman Nazizminde Führer’in mutlak otoritesi Alman yenilgisinde başlıca etken olmuştur. Bir kitaba ek olarak koyduğum “Gestapo Örgütü Şeması”nı önsöz’e ek olarak ilgilerinize sunuyorum. (Ek 1)
Gehlen aslında meslek hayatının başlangıcında istihbarata fazla ilgi duymamaktadır. Nitekim 17 yıl topçu, piyade, istihkâm, zırhlı birliklerde; üç yıl da Orgeneral Halder’in emir subayı olarak çalışmış, geçmişteki görevlerinden büyük bir deneyim kazanmıştır (s. 69–70). Bu yeteneğini 1 Nisan 1942’de atandığı Alman Genelkurmay 12. Daire Başkanı -Fremde Here Ost- (s. 67) olarak yaşama geçirme şansını yakalamıştır. Ancak Hitler, komutanların ve istihbaratçıların aşağı yukarı önerilerini hiç dinlememektedir. Bu olgu rejimin diktacı niteliğinden kaynaklandığı kadar, Führer’in karakteriyle de ilintilidir diye düşünüyorum (s. 71, 77, 108–110, 113, 117. 121, 122, 129, 130. 132–134,137, 140–142, 298).
Kuşkusuz, bir istihbaratçı olarak Gehlen de Hitler’in davranışını içinden onaylamamakta, Hitler de Gehlen’e sıcak bakmamaktadır. Gehlen’in bu konudaki duygularından bazıları:
Hitler, Stalin’i örnek almıştı, ortak yönleri, ikisi de vicdandan yoksun kimselerdi, (s. 71)
Ülkemize yıkım ve utanç getiren askeri facianın temel nedeni, Adolf Hitler’in askerî gerçekleri ve stratejik olasılıkları doğru bir şekilde tespit etmeye yarayacak olan, eğitimden yoksun oluşuydu. Buna rağmen kendisi bir savaşçı olarak sahip olduğu dehasından sonuna kadar emindi, (s. 71)
Hitler atacağı her adımı dikkatle ölçmek yerine, tehlikeli bir kumarbaz gibi davranmayı tercih etmiş, ne yaparsa yapsın kaybedeceği gerçeğine sırt çevirmeye başlamıştı, (s. 71)
İstihbarat özetleri yayımlıyor, düşmanın muhtemel hareket şekillerini tespit ediyorduk. Ancak olaylar tahminlerimizi tamamen doğrulamasına karşın, büyük komutan Hitler raporlarımızı ciddiye almamakta ısrarlı davranıyordu, (s. 110)
Hitler … kendi düşünceleriyle çelişen her tür karşı düşünce onu tamamıyla deli ediyordu. …Führer yalnızca kendi düşüncelerine uyan cümleleri duymaktan hoşlanırdı.” (s. 129)
Kuşkusuz Hitler de Gn. Gehlen’i onaylamamaktadır:
…1945 Ocak ayı sonundaki başarısız Ardennes saldırısından sonra, Guderian, Hitler’in karargâhına gitmişti. Döndüğünde, heyecanla bana (Gehlen’e) Führer’in haritaları ve durum raporlarını nasıl yere fırlatarak, böyle şeyler yazdığım için bir tımarhaneye gönderilmem gerektiğini söylediğini aktarmıştı, (s. 90)
Sonuçta Gn. Gehlen, 10 Nisan 1945″de görevinden uzaklaştırıldı…
Propagandanın etkisiyle ilahlaştırılmış eğitimsiz, kültürsüz, megaloman Hitler’e üstün bir eğitimden geçmiş ve savaşta büyük deneyim kazanmış komuta kademesinde iyi gözle bakmadıkları görülüyor:
Yaşlı kurmay subaylar, rejime ve onun ideolojisine karşı düşmanca davranışlar sergilemelerine rağmen, yeni kuşak subaylar arasında durum hiç de böyle değildi. Yeni oluşturulan ve her birlik ve birimde bulunması şartı getirilen -Hitler’in Sovyetlerin “‘komiser” ilkesinden benzer olarak geliştirdiği – “Nasyonal Sosyalist Lider Subayı”- kadrosu hakkında bu durum özellikle dikkat çekmekteydi. (s. 135-36)
Görüldüğü gibi, Stalin’i taklit eden Hitler, Sovyet birliklerindeki ideolojik denetimi sağlamak için kurulan komiserlik kurumunu kendi ideolojisine uyarlayıp orduda egemen kılmak için, “Nasyonel Sosyalist” bir komiserlik kurumuyla orduyu siyasete sokup, birlik ve bütünlüğünü parçalamakta da bir sakınca görmemiştir. (5 no’lu dipnota bakınız – s. 339)
Gn. Gehlen bu oluşuma karşı çıkarken bir anlamda da onaylamaktadır:
Modern savaşlarda psiko-politik öğe baskı altına alınamaz. Eğer buna dikkat edilmezse, bir ülkenin silahlı kuvvetlerine sağladığı imkânlar ne denli büyük olursa olsun, o ülkenin silahlı kuvvetleri harcanmaya mahkumdur. … Bana göre politika sadece siyaset adamlarını değil, ordu mensuplarını da ilgilendirir. Ordu mensupları, savaş yıllarında olduğu kadar, barış döneminde de politik olayları yakından izlemek zorundadırlar, (s. 127–128)
Aslında kapitalist dünya görüşünün egemen olduğu ülkelerde başlangıçta Silahlı Kuvvetler mensuplarının politikayla uğraşmaları onaylanmadığı için ceza kanunlarıyla yasaklar getirilmiştir.
Bu konuya belki de tek örnek oluşturuyorum. 1950’lerden günümüze değin süregelen “Karşı Devrimci” oluşumun sonucunda kurmay yarbayken “Kemalizmi savunduğum için” tutuklanıp 3,5 yıl yargılandım ve sonuçta Askerî Ceza Kanunumun 148’nci maddesi uyarınca politika yapmaktan 4 ay hapishanede yattığım kadar(!) mahkûm oldum2.
ABD, kurtuluş savaşı vererek bağımsızlığına kavuşan mazlum ulusların kullandığı “Gerilla Sava§ı” yöntemlerini çıkarı için çok tehlikeli bulduğu için, 1946 yılında Panama’da kurduğu daha sonra dünyaya yaydığı okullarda, kontrgerilla yöntemlerini kuramlaştırdı. Özünde gerilla ve kontrgerilla savaşları halkı kazanmak zorunluluğunda olduğu için, politik bir nitelik taşımaktadır. Bu nedenle ABD resmi talimnamesi olan FM 31–16 Counterguerrilla Operations’da şeması verilen “Özel Savaş”ın alay çapında yer üstü birliğinde, alaydan bölüğe kadar her birimde “Political Commissioner”lik kadrosu bulunmaktadır. Hem SSCB’ deki Komiserlik kurumunu eleştireceksiniz hem de işinize gelince çifte standart uygulayacaksınız…
“Political Commissioner” bizim talimnamelerimize “Siyasi Şube Müdürü” şeklinde tercüme edilerek geçirilmiştir. Political Commissioner ne iş
yapacaktır? Soğuk savaş döneminde antikomünizmi düşman seçip ve seçtirip psikolojik savaş yöntemleriyle ABD çıkarlarını kollayacak ve kollatacaktır3.
“Özel Savaş”ın yeraltı örgütlemesini ABD, NATO’yu kullanarak gerektiğinde “vatanseverlik” yapıyorum diye kendi ülkesinde ABD çıkarları adına işbirlikçilik yapacak istihbarat, sabotaj ve terör ajanlarını köylere kadar örgütlemiştir4.
Gladio örgütlenmesi diye de anılan ve 1990 yılında foyası meydana çıkan ABD, NATO bağlamında ve diğer müttefiklerinde sabotaj ve terör yöntemlerini ihraç ettiğine göre, bugün terörle nasıl mücadele edecektir? “Political Commissioner”ler ne iş yapacaklardır.
1965 yılında Genelkurmay Başkanlığınca yayınlanan aslı CIA basım evlerinden birinde basılan “Counter-Incurgency Warfare” adlı kitap Türkçeye “Ayaklanmaları Bastırma Hareketleri” diye tercüme edilmiştir5–6.
Bu kitapta özellikle askerin siyasetle uğraşması önerilmektedir…
Gn. Reinhard Gehlen anılarında kuşkusuz birçok olay ve bilgiyi saklamıştır. Genelde anı kitaplarında yazılmayanlar yazılanlardan daha önemlidir diye düşünürüm7.
Gehlen, Gladio örgütünün koşutu olan Batı Alman yeraltı örgütünü de kurmuş, yönetmiş, kamuoyunun saflığına güvenerek kendi adını vermiştir: “Gehlen Harekâtı”… Anılarında bu çök önemli görevini (!) açıklamamaktadır.
Özetlersek, Gehlen:
—Alman Genelkurmay 12. Daire Başkanı ve askerî istihbaratçı olarak görev almış (1942–1945).
—2. Dünya Savaşından sonra CIA’yla işbirliği halinde Gehlen Örgütümü yönetmiş (1946–1955).
—Batı Alman devleti kurulunca Alman istihbarat örgütü BND’ye başkanlık yapmış ve (1955–1968);
—CIA denetiminde NATO ya bağlı Batı Alman yer altı örgütü Gehlen Harekâtı’nı kurmuş ve emekli oluncaya kadar yönetmiştir.
26 yıl yeraltı ve üstü istihbarat örgütlerini yöneten Gehlen, kuşkusuz ABD yandaşlarına göre kahraman, bazı çevrelere göre de ömrü boyunca CIA ya hizmet ettiği için haindir. Ancak 20. yy.a damgasını vuran büyük bir istihbaratçı olduğu da bir gerçektir. Anıları dikkatle okunmalı ve dersler çıkarılmalıdır. Kitapları halen istihbarat örgütlerinde ders kitabı olarak okutulmaktadır.
Gehlen Hitler Almanya’sının arşivini ABD’ye teslim etmeden ön hazırlıklarını yapmış, ailesini güvenilir yerlere kaçırmış, kendisi ve ekibi için tedbirler almış ve zamanı gelince de Hitler Almanya’sının düşmanı olan ABD’ye sığınmıştır. Kendi deyimiyle esir (!) olmuştur (s. 51–64, 142-147). İstihbarat tarihinde belki de bir ilki başarmıştır. Şöyle ki; hem arşivi düşmanına teslim ediyor, hem de ekibini birlikte ABD’lilere teslime ikna etmeyi becerebiliyor.
Böylece dört dörtlük CIA işbirlikçiliğine adım atıyor.
Gehlen anılarında ihanetin tanımlamasına da gereksinim duyuyor: “Bana göre; ihanetin ahlâk açısından haklı görülebileceği tek ortam, ulusal bir mecburiyetin söz konusu olduğu ortamdır. Bütün riskleri göze alan arkadaşlarımla birlikte, Hitler’in ülke menfaatlerine zarar verecek düzeydeki liderliğinin neticesinden böyle bir mecburiyetin kaçınılmaz olduğunu kabul ediyorum.” (s: 134-135)
Londra’da yayımlanan bir gazetede “Hitler’in Generali Şimdi Dolar Uğruna Casusluk Yapıyor” başlıklı bir yazıyla Gehlen suçlanıyordu, (s. 188) 8 (s. 268–271)
Gehlen’in amansız bir antikomünist olması; 26 yıllık istihbarat yaşamı boyunca ona büyük avantaj sağlamıştır. Bilindiği gibi Hitler Almanya’sının da ABD’nin de ortak yanı, anti-komünist olmalarıydı, (s. 188, 293–314)
Genelde istihbarat, karar vericilere doğru kararlar almalarına katkıda bulunmak için yapılır. İstihbarat çarkını harekete geçirmek için doğru olan, iktidarın istihbarat örgütünden bu doğrultuda istekte bulunmasıdır. Çoğu kez iktidarda bulunanların yeterli istihbarat kültürü ve donanımından yoksun olmaları, inisiyatifin istihbarat örgütüne geçmesiyle sonuçlanır. İstihbarat örgütü başı kendi eğilimi doğrultusunda iktidarı yönlendirir. Bazı durumlarda her türlü şantaj yöntemi de uygulanıp iktidar istihbarat örgütünce güdülür… Bu olgu “Görünmeyen Hükümet” ya da “Derin Devlet” olarak tanımlanmaktadır9.
Bu sakıncayı önleminin tek yolu eski istihbarat örgütünün başının iktidarın başına getirilmesidir. George Bush ve Putin örneklerinde olduğu gibi.
Gehlen diyor ki:
“Anlaşılması gereken konu; politikayla amaç arasındaki ilişki nedeniyle, aktif politikacının bir durum muhakemesi yaparken, sübjektif etkiler altında kalabileceğidir… bir istihbarat değerlendiricisi kendisine ait birçok sorunu bulunan deneyimli bir politikacınınkinden çok daha keskin ve açık bir gözle durumları değerlendirebilecektir. Bunu kavrayan… bir politikacı, düşlerden uzak, doğru kararlara ulaşabilecektir.” (s. 298–299)
Gehlen’in bu saptaması politikacı istihbaratçı sürtüşmesine ışık tutmaktadır.
Hitler tarihsel deneyimlerden ders almadığı gibi ne istihbaratçılarının ne de komutanlarının önerilerini göz ardı ettiği için, Almanya’nın ve kendisinin sonunu getirmiştir.
Napoleon, Rusya seferinden hezimetle dönmüştür. Çünkü Rusya’nın coğrafi derinliğine dalan bir ordunun ikmal hatları uzadıkça savaşın devamı güçleşmekte yenilgi kaçınılmaz olmaktadır, (s. 104)
Gehlen’in yazdığına göre Sovyetler, Almanya’dan 32 kat daha büyüktür (s. 92). Alman Genelkurmayı ordunun gücüne güvenmekte ancak Moskova istikametinde bir harekât önermektedir (s. 116). Hitler ise “Kafkasya’da petrol yataklarının ele geçirmeyi” (s. 76). Tıpkı Napoleon’da olduğu gibi ikmal hatları uzadıkça uzamış, bu olumsuzluğa kış koşulları tüm ağırlığıyla eklenince Stalingrad önlerinde Almanya’nın yenilgisi kaçınılmaz hale gelmiştir. “Rusya harekâtı sonucunda zayiat 7 milyon 530 bine yükseldi.” (s. 92)
“Hitler… Askerî ve stratejik meselelerde ideallerin ne derece realist olduğunu kavrayacak düzeyde keskin bir anlayıştan mahrum bulunmaktaydı. Büyük harekâtları zaman ve yer bakımından değerlendiremiyor, gereğine göre nasıl kullanabileceğini düşünemiyordu.” (s. 129–130). Ve “stratejik geri çekilme kararlarını kabul etmekten kaçınıyor” (s. 132). Çünkü ta 1938’den beri Hitler “Generallerimi frenlemek yerine savaşmaları için onları kırbaçlamak durumunda kalıyorum.” diyerek Alman Silahlı Kuvvetleri’nin komuta kademesini küçümsüyordu. Bu koşullar bir yandan Alman ordusunun huzursuzluğunu arttırıp Hitler’e suikast girişimine kadar sürüklenmiştir (s. 133-134). Kuşkusuz, ordusuyla çatışan bir liderin “savaşı kaybetmesi kaçınılmazdı.” (s. 133).
Gerçekte asıl suçlu faşizmdir. 1975 yılından beri yayımlanan tüm yazı, kitap ve konferanslarımda faşizmi eleştiriyorum10. Savunmamda “ABD’nin az gelişmiş ülkelere faşizm ihraç ettiğinden” söz ediyorum -1975- (s. 183).
Günümüzde ABD saldırganlığına karşı tüm dünyada başlayan “Küresel Başkaldırı” da yapılan protestolarda W. Bush ile Hitler arasında koşutluğu simgeleyen pankartlar taşınmaktadır. Halklar yanılmaz. Gerçekte ABD saldırganlığı Hitler’e rahmet okutacak boyuta ulaşmıştır. Terör bahanesiyle “önleyici savaş” doktrinini benimseyen ABD yönetiminin uygulamaları faşizmi boyutlandırmıştır görünüyor. Aslında ABD yörüngesine giren ve günümüze kadar tüm istihbarat örgütlerini “işbirliği yapmak” paravanası altında kontrolüne alan CIA, bugünlerde strateji değiştirdi. CIA istediği zaman, istediği yerde saldıracak. Tıpkı W. Bush gibi kirli geçmişine rahmet okuturcasına… Hiçbir yasal ve etik kural tanımadan… CIA’nın yeni Başkanı Porter Goss diyor ki11:
“Her geçen gün daha fazla global hale geleceğiz. Her yerde yeni istasyonlar ve üsler oluşturacağız. Elemanlarımızı Washington’daki ofislerden çıkarıp dünyanın dört bir köşesinde sahaya süreceğiz.”
Bu strateji değişikliği bir yandan, CIA’dan beslenmeye alışmış istihbarat örgütlerinin suyunu keserken diğer yandan işbirlikçi istihbaratçıları işsiz bırakacaktır. Daha da önemlisi halklar ne yapacaktır? Koyun gibi boğazlanma sırasının kendilerine gelmesini mi bekleyeceklerdir? Eğer gerçekten Atatürkçü iseniz yolunuz bellidir. “ılımlı İslam” tuzağına girmişseniz yeni bir “Katrina kasırgası” sizleri sürüp, götürecek ve mahvedecektir. Yeniden tok sesle gürlüyorum. Ya İstiklal, Ya Ölüm!
1977 yılında bir dergiye yazdığım “İşkence, Siyasi Cinayetler ve Güvenlik Örgütleri” başlığı dizi yazının bir bölümüne “Ortadoğu’da Şeytan Üçgenleri” ara başlığını koymuştum. Yazıya eklediğim şemada bölgedeki CIA güdümündeki yerli istihbarat örgütleri arasındaki ilişkiyi ve işbirliğini açıklamaya çalıştım. Şemada görüldüğü gibi bu ağın bir ucu batıda Alman istihbarat örgütü BND’ye diğer ucu doğuda Pakistan istihbarat örgütüne kadar uzanıyordu… Zaman ve Gehlen’in anıları beni doğrulamaktadır. (Ek–2)
Aradan geçen 27 yıllık süreçte kuşkusuz, değişime koşut olarak üçgenler yer değiştirdi. Ancak yerli istihbarat örgütleri üzerinde CIA’nın egemenliği artarak devam etti. Özellikle NATO ülkelerinde CIA yeraltına da GLADIO türü örgütlenmelerle egemen oldu. Derin devlet adacıkları oluştu. Bu yapılanmanın başını General Reinhard Gehlen çekti.
1959–60 yılları arasında Kurmay Albay Naci Aşkun, Dörtyol’da komutanımdı. Hep istihbarat görevlerinde çalışmış, 9 subay olayında (1960 öncesi) hapis yatmış, kuşkulu ancak çok kültürlü, yetenekli ve akıllı bir komutandı. Bir istihbaratçıda bulunan tüm niteliklere sahipti. Mesai dışında arkadaşlık yaptığı tek kişi bendim. Ölünceye kadar dostluğumuz devam etti. 1960’dan sonra MAH Başkanlığı’na getirildi. 1962 yılına kadar bu görevini sürdürdü. İstihbarat örgütünün iç yüzünü Tümgeneral olan Naci Aşkun’un sohbetlerinden biliyorum13.
22 Şubat 1962 günü Türk Silahlı Kuvvetlerinde başarısız bir başkaldırı yaşandı. Ertesi gün Genelkurmay Başkanı Orgeneral Cevdet Sunay, Naci Aşkun’u makamına çağırır ve sitem eder:
Ben sana istihbarat örgütünün bir bölümünü subayların izlemesine ayır dediğim halde beni dinlemediğin için 22 Şubat’ı yaşadık. Şimdi emir veriyorum Aslında yasal olarak böyle bir yetkisi yok örgütünün büyük bir bölümünü subayların izlenmesine ayıracaksın…
Onurlu bir general olan Naci Aşkun’un yanıtı tarihseldir:
Yarın sabahtan itibaren bu görevin ifasına başlayacağım. Unutmamalısınız ki siz de Silahlı Kuvvetler mensubusunuz: ilk izlenecek kişi siz olacaksınız.
Naci Aşkun servise döner, istifa etmeye kararlıdır. Bu durumu üstü örtülü bir şekilde bir emirle örgütüne yansıtır14. Daha sonra Gelibolu’ya atanır ve istifa ederek. Silahlı Kuvvetlerden ayrılır15.
Naci Aşkun ölünceye kadar dertliydi, kendisini suçluyor ve namuslu bir iktidarın kendisinden hesap sormasını istiyordu. Ulusal çıkarlar doğrultusunda gözünün bebeği gibi yönettiği örgütün başına kendinden sonra gelen kişinin CIA’yla çok yakın ilişkiye geçtiğini biliyordu… Naci Aşkun bu yanılgısının hesabını soracak gerçek bir iktidarı boşuna bekledi. Sunay, Tağmaç, Demirel dönemiydi. Bu başlangıç Türkiye’yi CIA yönlendirilmesindeki 12’li darbelere kadar sürükledi…
Aşkun’dan sonra Fuat Doğu örgütün başına geçmişti. Sunay’la yazmaktan çekindiğim çok özel ilişkiler içine girmişti. Böyle bir kişiliğin Gehlen’den uzak durabileceğini düşünebilir misiniz? Nitekim Gehlen hayranı Fuat Doğu, sık sık onu ziyaret ediyor, deneyimlerinden yararlanıyor ve işbirliği olanaklarını en üst düzeye çıkarmak için Gehlen’in önerilerini alıyor buna karşı da BND, MİT’e eğitim ve teknik yardımda bulunuyordu. Bir keresinde Fuat Doğu sınıf arkadaşım olan bir istihbaratçı generalle birlikte Gehlen’i ziyaret etmişti. Generalle sohbet sırasında Gehlen’den bir ilah gibi söz edildiğini duyunca tüylerim diken diken olmuş, tartışmaya girmenin yararsız olacağını bildiğimden susmayı yeğlemiştim. Kuşkusuz Gehlen de Türkiye’yi sık sık ziyaret ediyordu. Bu ziyaretlerin birini anılarında açıklamaktadır (s. 289).
Gehlen döneminde, Türkiye’yle olan ilişkilerin yanında telsizlerin dinlendiği anlaşılıyor:
… Şifreli Türk istihbarat telgrafları hakkında bilgi sahibi oluyorduk. (Diğer zamanlarda Türk Dışişleri Bakanlığı Rusya hakkında bize ilginç bilgiler geçmekleydi) -1942lerden söz ediyor- (s. 105)
Naci Aşkun döneminde Demokrat Parti döneminde gelişen (1950–1960) Türk istihbarat örgütü ile CIA arasındaki kirli ilişkiler temizlenmiş gerçekten de örgüte Milli bir nitelik kazandırılmıştı. Ancak kendinden sonra başa dönülmüş CIA’yla ilişkiler artırılmıştı. Tam bu sırada benim de katıldığım MİT’in sivilleşmesi tartışmaları ülkenin gündemine oturtuldu16.
Gerçekte MİT içindeki CIA yanlısı masonik kanat, MİT’teki askerleri pasifize etmek için fırsat kolluyorlardı. Kurmay Albay Sabahattin Savaşman17 ABD casusu diye yakaladılar ve mahkûm ettirdiler. Örgütteki askerler Savaşman’a sahip çıkmaktan korktukları için zaman içinde tasfiye edildiler. Sabahattin Savaşman yazdığı kitapta örgüt içinde üst düzeyde çalışmış bir kişi olarak CIA-MİT ilişkisini ayrıntılarıyla açığa vurmaktadır18.
Savaşman mahkeme kararından sonra yaptığı açıklamada19:
Bu MİT’in mahkûmiyetidir. Benim değil. Her gün yüzlerce en gizli bilgi Amerika’ya Almanlara veriliyor… CIA, MİT içinde dönen çarkın bir dişlisidir. Bu dişli sökülüp atılmadıkça MİI” gerçek niteliğine kavuşamaz.şeklinde konuşmuştur.
Naci Aşkun’dan duyduğum sır ulusal onurumu zedelemişti. Bulduğum ilk fırsatta belki de Türkiye’de ilk kez Genelkurmay Askerî Mahkemesi’nde “Genç Kemalistler Davası”nda yargılanırken CIA-MİT ilişkisini Kurmay Yarbay rütbesi taşırken 1964 yılında duruşma tutanağına geçirttim. O dönemde tabu olan bu konuyu dillendirmek kolay değildi…
MİT, Bomba Davası ile beni bertaraf etmeye çalıştı ise de başaramadı. Bir kitabımda Milli Emniyet Hizmetler Başkanlığının İstanbul Bölgesi Başkanı Turan Deniz’in nereden bakarsanız yasadışı bir yazısını “Bomba Davası” mahkeme dosyasından alarak yayımladım. Turan Deniz, başta ben olmak üzere 6 kişinin, “Memleket içindeki anarşik olayların planlayıcısı” olduğunu iddia ediyordu20. Bu iddia mahkeme kararı ile doğrulanamadığı için Turan Deniz müfteri durumuna düştü. Kitaplarımda kendisini açıklamaya çalıştım. Sessiz kaldı; günahı mezarında O’na eşlik ediyordur…
Turan Deniz ailesini 1937 yılından bu yana tanıyorum. O yıllarda babam Diyarbakır’da yargıçtı. Turan Deniz’in babası Korgeneral Galip Deniz ise Umumi Vali idi. Ve de günün koşullarında olağanüstü yetkilerle donatılmıştı. Sur dışında bulunan birkaç yapıdan biri Umumi Valilik Konağıydı ve de 93 odası bulunduğu dillerde dolaşırdı. Galip Deniz ailesi halk arasında at gezisi yaparlardı… 13 yaşında olmama karşın, Deniz’in kızıl saçlı kızının at üzerinde duruşunu hala anımsarım. Açlık, yokluk ve yoksunluk içinde halkla alay edercesine Arap, İngiliz atlarıyla dolaşan yöneticiler bir anlamda bugünkü sorunların da müsebbibi oldular… Galip Deniz dünyalığını yaptı. Oğlu ise bir paşazade olarak kapitalist düzenin tüm nimetlerinden yararlanarak terki dünya etti…
MİT yeni binasına taşınmadan önce Ankara’nın değişik bölgelerinde kirayla oturuyordu. İlginç değil mi? Etlik’te MİT’in kiraladığı binanın sahibi Turan Denizdi… Deniz o tarihte MİT görevlisiydi… Bozuk düzenle bu ölçüde bütünleşmiş pragmatist kişileri özveri gerektiren bir meslekte yüceltirseniz istihbarat etiğini de yozlaştırırsınız… Kuşkusuz bu türden kişilerin görev yaptığı bir örgüt kamuoyunda güvenilirliğini kaybedecektir21–22. Örnekler çoğaltılabilir.
Gehlen’in CIA bağlantısını saptamak için kaynak aradığım bir dönemde konferans vermek üzere Almanya’nın Duisburg kentine gittiğimde, kentin zengin olan kütüphanesinin bilgisayarlı arşivinde Gehlen’le ilgili sadece bir kitap buldum. “General Reinhard Gehlen – The CIA Connection Mary Ellen Reese”23 Kitap ABD’de bir üniversitede İngilizce yazılmıştı. Kitabı getirip bir yayınevine verdim. Tercüme edilip yayımlandı24. Ülkemizde, bu kitap sayesinde Gehlen yeterince tanındı.
Kuşkusuz Gehlen’in anılarının en gerçekçi bölümlerinden biri Hitler hakkındaki tespitleridir. Ancak Hitler’i yaratan sapık ideoloji Faşizm ya da Nazizm gerektiği şekilde irdelenmemiştir.
Emekli Kurmay Albay İbrahim Artuç. Hitler adlı kitabında Gehlen’i doğrulamaktadır25.
Hitler karargâhının istihbarat başkanı General Gehlen’in bu cephedeki -doğu- Rus yığınağı konusundaki değerlendirmelerini de elinin tersiyle iter: ‘Bunlar, korkudan şaşırmış bir insanın abartmalarıdır’ …
General Guderian, Hitler’e Rus taarruzunun yakın olduğunu bildirir…
Hitler küplere binmiştir ‘Hayal görüyorsunuz” diye bağırmaya başlar. ‘Hiç duraksamaksızın General Gehlen’i tımarhaneye kapatmak lazım, der” Guderian da gerilememiştir. ‘Öyleyse beni de tımarhaneye kapatın. Çünkü ben de öyle düşünüyorum’ der.
Aslında İkinci Dünya Savaşı içinde Hitler Almanya’sını irdeleyip Gehlen’i bu çerçevenin içerisine oturtmanın meraklıları için en sağlıklı yol olduğunu düşünüyorum26.
Genellikle tüm istihbarat örgütleri yasalara uymaktan hoşlanmazlar. Özel savaş kuramında yasa tanımazlık kurala bağlanmıştır. FM 31-15 Resmi talimnamesinin 9. maddesi27
Bir gayrinizami kuvvetin yeraltı unsurları kaide olarak kanuni statüye sahip değillerdir.
Yukarıdaki kuram Made in USA kaynaklıdır. Bu ülke mi dünyayı demokratikleştirecektir?
CIA ekolünden yetişme Gehlen de aynı kanıdadır:
Operasyonel konularda alınan kararların ivedilikle uygulanabilmesi için, servisin teknik ve ekonomik imkanlarını kullanmada da esneklik getirmesi gerekir. Bu sebeple, hükümetler iki alternatifle karşı karşıyadırlar:
Ya istihbarat servisini var olan devlet hizmetleri kurallarının girdabına sokacaklar, ya da bu konuda gizli servis için bir istisnalık yaratacaklardır, is. 172)
Örneğin CIA’nın örtülü operasyonlarına, devlet ve hükümet başkanlarına varıncaya kadar suikast düzenlenmesine göz yumulması gibi diğer devletler de aynı yolu mu izleyeceklerdir?
Gehlen, KGB’den örnek verip bir ajanın “zehir püskürten bir silahla öldürdüğünü, … bu gibi ölümlerin, tıbbi inceleme sonunda kalp krizi olarak belirlendiğini” açıklıyor (s. 259). Sanki bu yöntemlerden haberi yokmuş gibi…
İstihbarat dünyasında değişik örgütlerin varlığı, istihbaratın tek elde toplanması ya da örgütler arası koordinasyon sorunu hep tartışılır. Gehlen, B. Almanya’da istikrarın sağlanmadığı bir evrede “Gehlen Örgütü”nü tek elden yönetmesine karşın, istihbarat örgütlerinin işbirliği içinde çalışmasına sıcak bakmakta (s. 168), sonuçta Batı Almanya’nın üç servisi (BND, BTV, MAD)28arasında “özerk bir işbirliği idealdi” şeklinde kanısını açıklamaktadır (s. 284). Benim de kanım aynı doğrultudadı29.
MİT içerisinde askerlere savaş açıp MİT’i ele geçirmek isteyen Amerikancı, mason, rambocu kanadın iki önemli temsilcisi Hiram Abas ve Mehmet Eymür’dür. Bu iki kafa dengi silahşorun içyüzünü kitaplarımda anlatmaya çalıştım30.
Yukarıda “Gehlen’in Anıları”nın istihbarat örgütlerinde ders kitabı olarak okutulduğunu yazmıştım. Mehmet Eymür kitabında beni doğrulamaktadır31. Kitabın bir bölümünün ara başlığı “Gehlen ve İstihbarat”tır (s. 77–84). Bu bölümde önemli bir ipucu yakalıyoruz. Şöyle ki Nigel West’in “Games of Intelligence” isimli kitabında: “Bir ülkenin istihbarat servisini teste tabi tutmak için ölçütler” açıklanmıştır. Bunlardan biri: “Cinayetleri Tasvip”tir. Yani bir istihbarat servisi ne kadar cinayet işlerse o kadar makbuldür Nigel “West’e göre…
CIA’nın Number One oluşunu ve de ramboculuğunu istihbarat sayan CIA işbirlikçisi istihbaratçıların, örgütlerine verdiği zarar sayılamayacak kadar fazladır. Bu tavrı demokrasiyle de bağdaştırmak olanaklı değil. Yerli istihbarat örgütleri CIA’nın benimsediği yeni doktrin karşısında ulusal onur ve çıkarlarını korumak için CIA’yla çatışacak şekilde yeniden organize olmalıdırlar.
Eymür, kitabında Hiram Abas’ın “Gehlen’in anılarını birkaç kez okuduğunu, notlar çıkarttığım” ve “Gehlen’in hatıratından önemli mesajlar kapmanın mümkün olduğunu” yazdıktan sonra “Gehlen’in anıları”ndan bizim de yukarıda değerlendirdiğimiz özet görüşler aktarmakta ve Hiram Abas ın Gehlen’den esinlenerek cumhurbaşkanına yazdığı mektubu açıklamaktadır. 20. yy.ın en yetenekli CIA işbirlikçisine duyulan hayranlık aslında çok anlam ifade etmektedir. Ne diyelim “kılavuzu karga olanın…” özdeyişi her şeyi açıklıyor.
CIA tipi operasyonel-rambocu tip istihbaratı benimseyen Hiram Abas, ne yazık ki faili bilinmeyen bir cinayete kurban gitmiş, yani su testisi suyolunda kırılmıştır. Örgütü bile Hiram Abas cinayetinin failini bulamamıştır. Hiram Abas’ın hayranı Mehmet Eymür ise tıpkı Fethullah Gülen gibi (paşalar gibi!) yaşamakta, kurduğu ATIN adlı Internet sitesinde engin deneyimlerini dünyayla paylaşmaktadır…
Tüm sözlüklere baktığımız da “istihbarat’ın, Latince kökenli kelimeden kaynaklandığını görüyoruz.
Informations ve Inteligences (İng., Fr)
Inteligenze (Al)
Intelligenza (İt)
Intelencia (Isp)
Informations hakkında Amiral (E.) Vedii Bilget’in hiçbir yerde yayımlanmamış özgün çalışmasını konuya açıklık ve derinlik getireceği için olduğu gibi yayımlıyor ve kendisine teşekkür ediyorum.
Intelligences akıl demektir. Nasıl ki aklın sınırı yoksa istihbarat konusu da sınırsızdır. Özellikle teknik olanaklardaki akıl almaz gelişmeler, iletişimin küreselleşmesi en çok istihbaratla kullanım alam bulmuştur. İstihbarat akıl olduğuna göre istihbaratçının da önde gelen niteliği akıllı olmasıdır.
Gehlen’in kitabında sözü geçen kavramları algılamakta kolaylık olsun diye birbirinden farklı bilgiler içeren iki ansiklopedinin “istihbarat” sayfasını ekte (Ek 4 ve 5) sunup istihbarata ilişkin bilgileri açıklayıp bir anımı aktararak bu değerlendirmeyi noktalamak istiyorum.
İstihbarat yaşamın her alanında geçerli olan karar verme durumunda olan her birim ya da kişiye doğruyu bulmasını sağlayan bir faaliyettir. Eğer Hitler istihbaratçılarını ve komutanlarını dinleseydi Alman ulusu mahv ve perişan olmazdı.
İstihbarat birçok bakımdan sınıflara ayrılabilir. Ayrıntıya girmeksizin örnekler vermek istiyorum. Günümüzde ve gelecekte güncelliğini koruyacak NSA: National Security Agency, ABD nın en etkin casusluk örgütü olup tüm dünyadaki telefonları ve iletişim ağlarını dinlemektedir. Eğer bir iktidar küresel karar vericilerin direktiflerine uyarak “Telekom’unu satarsa NSA’nın ekmeğine yağ sürer32–33.
İstihbarat, haber ve bilgilerin belirli bir yöntem ve sırayla irdelenmesinden oluşur. Örneğin üzüm haberse istihbaratı şaraba benzetebiliriz.
Gehlen’in de belirttiği gibi (s. 181) istihbarat raporları ilgililerince güvenilirlik ve doğruluk yönünden değerlendirilir. Güvenilirlik sırası A, B, C, D, E, F diye kodlanır. Doğruluk derecesi ise 1, 2, 3, 4, 5, 6 diye sınıflandırılır. Örneğin istihbarat açısından Al en değerli sayılırken. F6 en değersiz olanıdır. Ancak tüm araçlar ve haber kaynakları seferber edilerek sürekli, raporların doğruluk ve güvenilirlik derecesinin yükseltilmesine çalışılır. Büyük birlik karargâhlarında bu görevleri yapan görevli subaya G–2 denilir34. Büyük birlik karargâhlarında G–1 personel, G–2 istihbarat G–3 harekât ve eğitim, G–4 lojistik, G–5 sivil işlerden sorumludur.
Genel karargâhın bu beş şube müdürü Kurmay Başkan’ın emrinde birbirleriyle koordineli çalışırlar35.
Bir kitabımda genelde teknoloji kullanılarak yapılan istihbarata bazı örnekler vermiştim36.
SIGINT: SIGNAL INTELIGENCE: Sinyal istihbaratı.
ELINT: ELECTRONIC INTELIGENCE: Elektronik istihbaratı.
COMINT: COMMUNATIONS INTELIGENCE: Muhabere istihbaratı.
IMINT: IMAGERY INTELIGENCE: Görüntü istihbaratı vb gibi.
Bir de insan istihbaratı: Biyografik istihbarat=HUMINT=HUMAN INTELIGENCE.
1956 yılında Kara Harp Akademisi’nde öğrenci iken istihbarat öğretmenimiz Kurmay Albay Hidayet Uğur idi. Derste biyografik istihbarata kendisinden çok çarpıcı bir örnek vermişti:
Hidayet Uğur, Erzurum Muhabere İşletme Alayımda teğmenken, casus olarak yakalan bir muhabere çavuşu, bağlantılı olduğu merkeze morsla bir haber geçerken suçüstü yakalanıyor. Şifre çözülünce haberde “Teğmen Hidayet Uğur’un karakterinin anlatıldığı” görülüyor. Muhabere çavuşuyla biri kadın olmak üzere dört beş kişi Sovyet casusluğundan yargılanıp idam ediliyorlar.
Kurmay Albay Hidayet Uğur bizlere bu örneği verdikten birkaç ay sonra Moskova’ya ateşemiliter olarak atandı ve gitti.
Kuşkusuz biyografik istihbarat başta ABD olmak üzere dünyanın tüm ülkelerinde yapılıyor. Teknoloji de istihbaratçılara sonsuz olanaklar sunuyor. Özellikle 11 Eylül 2001 baskınından sonra37 başta biyografik istihbarat olmak üzere insanlar paranoya derecesinde gözetim ve denetim altına alınmışlardır. “Terör bahane, istihbarat şahane”; ama asimetrik savaşçılar38 canlarını feda ederek, hispanik paralı askerleri perişan ediyorlar.
CIA’nın kucağında yıllarca Alman istihbaratını yönetmiş, bazılarının örnek aldığı bu kişinin bir özelliği de:
“Hıristiyan kültürünü savunmak idealinin” takipçisidir. Bugün karşımıza çıkan Alman Hıristiyan Demokrat Parti’nin lideri, Gehlen’in yetiştirmesi olmasın?
Saygılarımla…
Talat TURHAN
Kuzguncuk, İstanbul
30 Eylül 2005, 04.00Kaynakça ve Açıklamalar:
1. Emperyalizmin Bataklığında İstihbarat Örgütleri -Doruk Operasyonu- Talat Turhan. Sorun Yayınlan, Üçüncü Baskı. Eylül 2004.
2. Genç Kemalistler Ordusu. Talat Turhan, İleri Yayınları. Birinci Basım. Eylül 2004.
3. Bu konudaki tüm ayrıntılar:
a) Özel Savaş, Terör ve Kontrgerilla, Talat Turhan, Tüm Zamanlar Yayıncılık, Birinci Baskı, Mart 1992.
b) Kontrgerilla Cumhuriyeti, Talat Turhan, Tüm Zamanlar Yayıncılık. İkinci Baskı, Aralık 1994.
c) Derin Devlet, Talat Turhan. İleri Yayınları, Birinci Baskı: Ekim 2005
4. (3)a)’da a.g.e., Şema: 1.
5. Y.n. 1975 yılında İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesinde baş sanık olarak yargılandığım Bomba Davası’ndaki savunmamda anılan yapıt ek olarak mahkemeye verilmiş ve kamuoyuna mal edilmiştir.
6. (3) B’de a.g.e., s. 97-98.
7. Y.n. Jean Jacques Rousseau’nun “itirafları” hariç.
8. Daily Express -Sefton Demler- 17 Mart 1952. 9. (1) de age, sf. 72-87’de yer alan “istihbarat örgütleri ve aşk odaları” bölümüne bakınız.
10. Bomba Davası – Savunma 1 – Yargılayanları Yargılıyorum, Talat Turhan. Sorun Yayınları. Üçüncü Baskı, s. 143–144, Eylül 2004.
11. CIA Atağa Kalkıyor, Milliyet, 24 Eylül 2003.
12. Ortadoğu’da Şeytan Üçgenleri. Talat Turhan, 7 Gün Dergisi, 15 Haziran 1977 (Bu yazımı (1) da age’nin 52–56 sayfalarında 2004 yılında yeniden yayımladım.)
13. 27 Mayıs 1960’tan 28 Şubat’a Devrimci Bir Kurmay Subayın Etkinlikleri, Talat Turhan, Sorun Yayınları, Üçüncü Baskı. Ağustos 2001.
14. Milli Emniyet Hizmeti Reisi Naci Aşkun’un el yazısıyla yazdığı emir ve açılım (13) da a.g.e., s. 59-60’dadır. Ayrıca 1978 yılında Naci Aşkun’a yazdığım bir mektup aynı kitabın 295–298. sayfalarında yer almaktadır.
15. Bir Gizli Servisin Tarihi – Milli İstihbarat Teşkilatı, Tuncay Özkan, Milliyet Yayınları. Birinci Baskı, s. 144–145 ve 152–153, Mayıs 1996. Konuyla ilgili sayfalar Ek 3’dedir.
16. a) (1) de a.g.e.
b) Mehmet Eymür – Ziverbey’den Susurluk’a Bir MİT’çinin portresi, Talat Turhan, Orhan Gökdemir, Sorun Yayınları, Dokuzuncu Baskı, Eylül 2000.
c) Bay Pipo, Bir MİT Görevlisinin Sıradışı Yaşamı: Hiram Abas, Soner Yalçın, Doğan Yurdakul. Doğan Kitapçılık, Eylül 2000.
d) Türkiye’de İstihbaratçılık ve MİT, Erdal Şimşek, Kumsaati Yayınları, Nisan 2004.
17. Y.n. Sabahattin Savaşman, Harb Okulu’ndan devre arkadaşımdı.
18. 3. Adam Anlatıyor – MİT-CIA İlişkisi. Kaynak Yayınları, s. 94.
19. a) (1) de a.g.e.. s. 62.
b) Cumhuriyet. 10 Nisan 1979.
c) (16) b) de a.g.e.. s. 32 (Sabahattin Savaşmanla çekilmiş fotoğraf ve değerlendirmem yer almaktadır.)
20. (10) a.g.e, s. 204.
21. MİT Raporu Olayı. Hazırlayan: Sinan Doğan, Kaynak Yayınları 79, Birinci Baskı, Eylül 1988.
22. MİT’in Yalanlan, Adnan Akfırat (Mahkeme Kararlarıyla), Kaynak Yayınları, Birinci Baskı, s. 339. Kasım 2001.
(12 Yalan: “Talat Turhan. Boğaz Köprüsü’nün Ayaklarına Bomba Koyma Planları Yaptı…” s. 39–40) .
23. Çeteleşme, Kontrgerilla, Gladio, Susurluk., Telekulak, Talat Turhan, Akyüz Yayıncılık, s. 202. Haziran 1999.
24. General Reinhard Gehlen – CIA Bağlantısı. Mary Ellen Reese, Sorun Yayınları, Birinci Baskı. Ağustos 1999. (Türkçeye çeviren: Kerem Özdemir)
25. Hitler ve 2. Dünya Harbi’nin Kaderi, İbrahim Artuç, Kastaş Yayınları, Birinci Baskı, s. 296–297, Ekim 1984. 26. 2. Dünya Savaşı, 2 Cilt, İbrahim Artuç. Kastaş Yayınları. İkinci Baskı. Ocak 2003
27. a) ST 31-15 Gayri Nizami Kuvvetlere Karşı Harekât Talimnamesi b) (3) a) da a.g.e., s.26.
e) (10) da a.g.e.
28. a) BND: Bundesnachrichtendienst: Federal İstihbarat Servisi.
b) BFV: Bundesamst für Verfassungschutz: Anayasayı Koruma Bürosu (24’de
a.g.e., s. 6’ya bakınız.)
e) MAD: Milli Savunma Bakanlığı istihbarat servisi.
29. (1) de a.g.e. s. 248-249’daki şemalar.
Not: Her ne kadar MİT yasası değiştiyse de istihbarat örgütlerinin yapısı birbirine benzer.
30. a) (1) de a.g.e.
b) 16 b) de a.g.e.
c) 16 c) de a.g.e.
d) 21’de a.g.e.
e) 22’de a.g.e.
f) 17’de a.g.e.
g) 13’de a.g.e.
h) Eymür’ün Aynası. Ferhat Ünlü. Metis Yayınları. Birinci Baskı, Şubat 2001
31. Analiz – Bir MİT Mensubunun Anıları, Milliyet Yayınları. Mehmet Eymür. Birinci Baskı. Ağustos 1991.
32. 23’de a.g.e.
33. Echelon – İstihbarat Dünyasının Perde Arkası. Ali Çimen. Birinci Baskı. 2002.
34. Y.n. General Staff ın G harfi alınmıştır.
35. Y.n. Gehlen’in anılarında sık sık G.2 geçmekte ama gereken açıklama yapılmadığı için meslekten olmayanlar konuyu anlamakta güçlük çekebilirler diye bu açıklamayı yapıyorum.
36. 23’de a.g.e.
37. Baskın – 11 Eylül. Talat Turhan. İleri Yayınları. Birinci Baskı. Eylül 2004. (Not: Derleme olan bu kitap ABD Kongre Kütüphanesine girmiştir.)
38. Asimetrik Savaş: Birbirine benzemeyen, denk olmayan organizasyonlar arasında cereyan eden bir mücadele şeklidir. Bir tarafta toplumun güvenliğini sağlamaktan sorumlu olan devlet diğer tarafta yeri yurdu belli olmayan kişiler, örgütler, şebekeler gibi devlet dışı aktörler vardır. Devlet belirli kurallar içerisinde mücadelesini sürdürürken devlet dışı aktörleri bağlayan hiçbir hukuki ve ahlâki kural yoktur. Bu savaşa verilen “asimetrik”‘ adı tarafların benzemezliğinin ve denk olmayışlarının bir ifadesidir. Asimetrik savaşçı, devletin karşısına çıkan kişidir.