Güngör Türke
Güngör Türkeli
(22 Aralık 1966, Antalya)
“Yarbayım,
Mektubunuzu cevaplandırmak için Akşamda çıkacak yazınızı bekledim. Yazı çıktığı gün bir mektup yazdım fakat göndermedim. Şimdi yenisini yazıyorum.
Yazıyı iyice okudum. Tümüyle sevdim. Düşüncelerimi mektubun sonunda yazacağım. Önce mektubunuzdaki kimi hususlara değinmek istiyorum izninizle.
‘Hayatınızın hay huy içinde geçiyor’ oluşu ile ‘arzu ettiğiniz halde arzuladığınız ölçüde okuyamıyor’ oluşunuz -açıkça söylemekte fayda var hoş görülemez. Geçen mektubumda kapalı geçtiğim fakat söylemeden edemediğim husus bu noktada idi. Çünkü siz, ‘hayatı hay huy içinde’ geçmemesi gereken, aksiyon adamı olma niteliğinde bir kişisiniz. ‘Hay huy’, tabiatınıza tamamen aykırı. Bizler sizi böyle tanıdık. Bu inancı uyandırdınız bizde. Özür varsa, bize değil size ait. Ya da sizi böyle tanıtanda.
‘Arzu etmenize rağmen okuyamıyor’ oluşunuz da kabul edilemez. Kurtuluş Savaşı öncesi ya da hemen sonrasında yaşasaydınız okumayacak mı idiniz? Üstelik, biz sizi ‘arzu edip ya da inandığı bir şeyi yapmamasına imkan olmayan adam’ olarak tanıyoruz. Soranlara da öyle söylüyoruz. Ayrıca, yazdığınız gibi olmadığınıza, gerektiği için öyle yazlığınıza inanıyoruz.
Yarbayım, bir noktada daha size katılmayacağım. Mektubunuzda, zihniyet itibariyle karşısında olduğunuz insanların her geçen gün ‘Palazlanışı’nın sizi mutazarrır etmediğini söylüyor ve biraz aşağıda olumlu davranışınızın olmadığını ‘hiç’ kelimesi ile niteliyorsunuz. Müsaadenizle belki çizginizin dışına taşıyorum ama, sizi mutazarrır (rahatsız) eden bir şey var gibime geliyor. Bence, o (!) kişilerin hasbelkader bile olsa ön safa geçmeleri inancınızı ve azminizi daha da bilememeli mi? Savaşın tatlı yanı da bu değil mi? Adında savaşınızın konusu bu değil iri yarbayım? O kişiler böyle olmasa ar savaşmak için gerekçemiz ne olacak? Ve yarbayım, böyle bir ortaya da böyle bir savaşın ön safında neden siz olmayasınız? Tahrik etmiyorum. Ve savaş derken, elbette Anayasa ve yasalar sınırları içindeki demokratik savaştan söz ediyorum. Meşru olmayan savaşa karşı olduğunuzu çok iyi biliyorum.
Örneğin, basın kanalı ile sesinizi niçin duyurmuyorsunuz? Akşam da cevap verdiğiniz kişi (çok affedersiniz) ‘bozuntu’ diyeceğim, en ufak fırsatları kendi lehine istismar ederken, siz niçin yüzde yüz haklı olduğunuz savları savunmayasınız, gerçekleri kamuoyuna duyurmayasınız? Ne derseniz deyin, kamuoyunda onlar haklı ve kahraman, siz ise haksız ve suçlu duruma düştünüz. Rahmetli Aydemir’in hatıratı sizleri değil, onların lehine oldu. Çünkü en küçük fırsatları istismarda olağanüstü başarı kazandılar. Damat beyi okuyun, görürsünüz. Bilirsiniz ki, o kişiler tarihi bile yanıltmışlardır ve yanıltabilirler.
‘Tarihin adamı olmak’ ve tarihe yardım etmek için sizlerin de haklı davanızı savunmak zorunda olduğunuzu söylersen kırılmayın bana. Aranıza layık olmadığım halde girdim. Pozisyonuma bağışlayın.
Yarbayım, bugünkü ortam ortaya çıkmanızı gerektiren ortam bence. Bu güne gelene kadar birçok olayların içinde bulundunuz, göreviniz yönünden yakından bildiğiniz ülke sorunları var. Bu sananların mesleğiniz yönünden eleştirilmesi bence savaşınıza hizmet eder. Örneğin petrol boru hattının halka ya da orduya devri, ya da yabancı petrol şirketlerine devri..
Vietnam Savaşı ve Türkiye.. NATO ve Türkiye (askeri ve iktisadi yönden), Amerika ve Türkiye’nin askeri ve iktisadi yönden ilişkileri.. Ordu ve Türkiye’nin kalkınması.. Ve buna benzer bir yığın sorun. Aynı konular her gün tartışılıyor diyeceksiniz. Mademki, sizde 1960 sonrası Türkiye’sinde bir iddia ile ortaya çıktınız, görüşünüzü kamuoyuna duyurmak zorundasınız! Dikkatle takip ediyorum; ne sizin, ne Dündar Albay’ın ve ne de başkasının sesi çıkmıyor. Zaman kaybediyorsunuz yarbayım. Bu millet çabuk unutur. Hele karşısında olduğunuz kişiler sesiniz çıkmadıkça şımaracak ve yok olacaksınız Yarbayım. Yarbayım, anlayışınıza sığınırım. Gönlüm razı olmadığı için bildiğiniz şeyleri yazıyorum.
Siz, ‘Türk ordusunun Talat Turhan gibi bir kurmay subay daha yetiştirebileceğini sanmıyorum’ diye bu topluma empoze edilmiş kişisiniz. Ama o ‘yetişmesi zor’ kurmay subayın sesi çıkmazken, ‘üçkâğıtçı takımı’ her gün gazetelerde boy gösterip kendi propagandalarını yapıyorlar. Niçin gazetelerdeki ciddi yazılar altındaki imzalar arasında Talat Turhan yok? Bence bir boşluk var, yarbayım. Ve bu boşluğun mutlaka doldurulması gerekiyor. Aydın çevre inanın bekliyor bunu.
Akşam’daki yazınıza geliyorum yarbayım, izninizle…
Yazınızı bütünüyle, gerçekten sevdim. Eksiksiz, erkekçe kaleme almışsınız. Tabiatınıza tamamen uygun bir yazı. Etkili olacağı muhakkak. Tebriklerimi sunarım. Ancak:
Dil yönünden ‘Gölgedeki Adam’a verdiğiniz cevaptan çok daha güzel. Dilde özleştiğiniz sürece daha çok ilgi çekeceğiniz gerçek. Eski terimlere ya da kelimelere, sizi okuması gereken okuyucu kitlesi ilgi göstermiyor. Hatta, yazıya başlayınca bakıyor ki, dil eski, okumaktan vaz geçiyor.. Bu yönden de yazınızın aydın çevrelerde sevileceği ve etkili olacağı muhakkak.
Taktik de tam ‘kurmayca’. Sadece o ‘bozuntu’ya değil, pek çok ‘bozuntu’ya cevap vermişsiniz. Yalnız, yarbayım, o domuz avında ölüp de şehitliğe gömülen ‘adam’ın halen orduda görevli ‘Avukatı’nı da cevaplasanız çok çok iyi olacak. Daha ileri gideyim, cevap verilmesi gerekir. Ne kahramanmış göstermeli millete! Bilinen hakikatleri madde madde anlatmanız da çok iyi. Fakat daha da açıklanmasında fayda yok mu yarbayım? Örneğin, Mürted havaalanında özel uçağın niçin beklediği, ertesi günkü kahramanlardan (!) Tansel’in nerede olduğu iyice anlatılsa idi etki derecesi daha iyi olmaz mı idi? Tansel’in o gece Eskişehir 1’nci Hv. Kuv. K. Karargâhında subaylara; ‘evlatlarım, yavrularım’ diye yalvardığını, deli gibi bağırdığını ve subayların, ‘bu adam delirmiş’ dediklerini biliyorsunuzdur. Daha pek çok gerçekler açıklanmalı ki, yine pek çok kahramanın kahramanlığı su yüzüne çıkmalı. Bu konuda olanlar içinde en yetkilisi ve önemlisi, en yüreklisi de sizsiniz. İlhami Soysal’dan kalır yanınız mı vardır?
’22 Şubat’ın çirkin politikacıya indirdiği şamar’ ve ‘atı alanın Üsküdar’ı geçmesi’ bu günkü ortamda pek anlaşılmıyor. Nedeni de yukarıda sözünü ettiğim eylemden yoksun oluştur. 22 Şubat, aslında çirkin politikacıya şamar indirmiştir. Ancak, çirkin politikacı yediği şamarı çirkefliği ve haysiyetsizliğini kullanarak 22 Şubatçılara indirilmiş bir şamar olarak halka düpedüz yutturmuştur. Damat denen, beni doğrular nitelikte değil midir? Yayınlarını sürekli izliyorum. Özetle bir insanın bu kadar haysiyetsiz olabileceğine inanmadığım gibi, bir şerefsizin itibar kazanmasına da akıl erdiremiyorum bir türlü.
İşte yarbayım, diyorum ki, şerefsizler bu kadar itibarı nereden ve nasıl kazanıyorlar da haysiyetli kişiler toplum içinde eriyip gidiyor?. Tüm sitemim de bu noktada. Artık bu noktada savaş gerek. İşte bunun için hayatınızın ‘hay huy’ içinde geçiyor oluşunu yadırgadım.
’22 Şubat’a katılanları rejim aleyhtarı olarak nitelemek çok bayağı bir ithamdır.’ Niçin yarbayım? Bu ‘niçin?’ henüz cevapsızdır. Cevapsız kaldığı sürece de bu ithamdan kurtulmak olanaksızdır. Kabul edin ki, doyurucu bir cevap önde gelenler tarafından verilmemiştir. Verilmiş kabul ediyorsanız da yetersizdir. Ordu mensuplarının dış ülkelerle olan ilişkileri yönünden diğer topluluklardan daha çok bilgi sahibi olduğu görüşünüze kısmen katılıyorum. Elbette ordu mensubunun dış ilişkileri çoktur. Görüşü çoktur ve bu bir kazançtır. Ancak, dış ilişkisi çoktur, dolayısı ile bilgilidir, sonucunu çıkarmak yanlış değilse bile yeterli midir? Ayrıca, samimi olarak çoğunluğunun dışarıdan ‘araba, buzdolabı, kadın çamaşırı’ mı getirdiği, yoksa kendi ülkelerinin gerçekleri ile diğer ülke gerçeklerini eleştirip bir ‘akıl’la geldiği, her zaman tartışılabilir. ‘Yarının Türkiye’si’ konusunu gerektiği gibi ve yazınızın hacmine uygun şekilde yazmışsınız. Burada yine daha önce yazdıklarıma döneceğim. ‘Rüşvetin iltimasın kalktığı’ nasıl bir Türkiye o?.. O Türkiye’ye bugünkü koşullar altında bizi götürecek yol hangisidir? Atatürkçüler nasıl birleşmelidir? Bırakınız birleşmeyi, Atatürkçüler kimlerdir? Yoksa Güventürk Paşa’mız mı? Bir titr’in adamı olarak bunları kamuoyuna açıklamanızı, konuları detaylarıyla eleştirmenizi -size umut bağlamış bizler için istemek aşırı bir davranış olmasa gerek
Yarbayım, yazarken çok samimi duygularımı belirtmeyi ön plan aldım. Babama yazar gibi yazdım. Kırılmayacağınızı umarım.
İyiyim ve iyiyiz. Ve sizlere saygılarımıza sunarız.”1