Makale ve Yazılar Yazı

Hapisteki Subaylarımız Bir Yıldönümünün Düşündürdükleri

Hapisteki Subaylarımız
Bir Yıldönümünün Düşündürdükleri

DÜNYA: 22 MAYIS 1967

Talat TURHAN

            “Beni okuyup anlasalardı, doğrusu kendilerinden korkum olurdu. Lâkin zalimler hiç okumazlar”.
            BECCARIA

 21 MAYIS 1963 olayının dördüncü yıldönümünde cezaevi köşelerinde unutulan 24 subayın durumlarını gözden geçirmenin lüzum ve zamanına olan inancımız etkisi ile bu yazıyı kaleme almış bulunuyoruz. Hukuki, sosyal ve politik yönleri ile tarihe mal olmuş olayların eleştirmesine girişmek savında olmadığımızı da belirtmek isteriz.

21 MAYIS 1963 hükümlülerinden 780 sayılı Af Kanunu’nun kapsamına girenler ile meşruten tahliyeden faydalananlar bugün hürriyetlerine kavuşmuş bulunuyorlar. Geride, ölüm ve müebbet hapis hükümlüsü olup Af Kanunu ile cezalan 15 yıla indirilen 24 subay, cezaevlerinin demir parmaklıkları ardında çile doldurmaktadırlar.

10’u ANKARA, 14’ü TOPTAŞI kapalı cezaevlerinde toplanan subayların üçü Albay, üçü Yarbay, ikisi Binbaşı, beşi Yüzbaşı, onu Teğmen-Üsteğmen ve biri de Harbiyelidir.

Gençlerin çoğunlukta olduğu bu topluluğun, bir an önce topluma yararlı birer unsur olmasını istemeyen bir kişi dahi bulunabileceğini tasavvur edemiyoruz.

Elbette çözümlenmesi zorunlu olan bu sosyal gerçeği sonuca ulaştırmanın çıkar yollan vardır. Kanımız odur ki;

Konunun polemik yapılmaksızın sarılması gereken son yara olarak ele alınmasında iktidar ve muhalefetin ortak görüşe ulaşması ile sorunun kolayla halli olanaklıdır.

Bu sayede, demokratik hayatımızın gelişmesinde özlemi çekilen huzur ikliminin oluşması için olumlu bir adım atılabileceği gibi, ihtilâl sonrası dalgalanmaların sönmüş olduğunun kabulü anlamına gelen böyle bir uygulama geçmişin arınmasını da sağlanmış olacaktır.

Yetkili kurum ve ilmi otoritelerin dışında, yetkisiz ve sorumsuz kişi ve çevrelerin kişisel kanılan nedeni ile yapmış oldukları etkiler ve yazışmalar sonucu oluşan kuşkulara karşı ardına kadar açık tutulan kapılar, arkadaşlarımızı hukuk kurallarına adalet ve eşitlik kavramlarına uymayan bir uygulamanın kurbanı yapmıştır. Bu konuda ilim otoritelerimizin, Türk gençliğinin ve basınımızın ilme ve kamuoyuna tercüman olan uyarı ve uğraşılarının, arkadaşlarımızdan yana olduğu güncelliğiyle belleklerimde yaşamakta oluşu, haklı bir davanın savunucusu olduğumuza dair olan inancımızı pekiştirmektedir.

T.C.K.’nın 146. maddesi hiçbir tereddüt ve şüpheye düşmeyecek ölçüde “Anayasanın tebdil ve tağyiri ile ihlâl” kastını manevi ve maddi unsur olarak kapsamına almıştır. Kanun sistematiğinde devletin şahsiyetine karşı işlenen cürümlere bir kül olarak bakmanın ve bir af tasarrufunda ayrıcalığa sapmamanın gereği açıktır. Hukuk açısından ortak bu mihver etrafında toplanınca T.C.K.’nın 146. maddesine siyasi suçlar dışında bir tanımlama yapmaya ve 21 MAYIS 1963 hükümlüleri siyasi suçlu değildir demeye vardıran hissi ve duygusal gerçekler ileri sürmek “Kanunların ruhu üzerinde” (L’esprit de Lois) yazarı MONTESQIE’nun ufak olmuş kemiklerini bile ürpertir. Böyle bir tanımlama ilme yöneltilen bir saldırı olarak nitelenebilir ancak…

21 MAYIS 1963 hükümlüleri yetkili yargı organı yoluyla ve T.C.K. 146. maddesinin tescil ettiği kararla siyasi suçludurlar. Böyle olunca “YASSIADA hükümlüleri” ve “21 MAYIS 1963 hükümlüleri” şeklinde yapay Bir ayrıma gidip çeşitli etkenlerle sonuçlara varmak ceza hukukunun “Kanunların eşitliği ve umumiliği prensibini” ihlal ettiği gibi toplumun inançlarında sarsıntılar doğurabilir.

21 MAYIS 1963 hükümlülerinin bir kısmının cezaevlerinde tutulmalarının olası ihtilâl girişimlerine karşı rejimi koruyacak bir tedbir veya emniyet sübabı sayılması fikrinin geçerli gösterilmiş olduğunu da bilmekteyiz,

Gelişmekte olan bir toplumda ihtilâller yöneticilerin örgütlü tutumları yanında, demokratik düzenin tüm kurallarıyla uygulanmasıyla önlenebilir.Bunun sonucu toplum, tam anlamı ile huzur atmosferinde demokrasiden politik ve ekonomik çıkar ve eşitlik sağlayabilir. Bu ortama ulaşmak için 24 kişiyi rehine tutmakta fayda umanlar sanırım ki kendileri ve eylemleri ile çelişmektedirler,

Kaldı ki 21 MAYIS 1963 hükümlülerinin büyük bir kısmının ceza evlerinden çıktıktan sonra normal hayatlarını yaşadıkları gerçeği karşısında, diğer bir kısmını içerde tutmakta fayda umanların tezleri bu yönden de askıda kalmaktadır.

Kuramsal olarak bakıldığında ve konuya değinildiğinde de görülecektir ki, aynı suçu zaman ve yer açısından değişik durumlarda işlemiş olanların aftan yararlanışı hukuki temeli olmayan ayrıcalığa bağlanmıştır. Bu gerçek kabul olunduktan sonra hasıl olan durumun sürdürülmesindeki yararın aftan bu yana geçen zaman içinde değerini yitirdiğini düşünüyorum. Kabul edilebileceği gibi bu tükenme iki yönde olmuştur. Bunlardan birincisi konu üzerinde olumsuz etkileri olduğuna inanılan ünlü mektuptaki (Orgeneral Cemal TURAL) kuşkuların yersiz olduğunun zaman içinde meydana çıkmış olması, ikincisi ise, mektup sahibinin gerçek niteliğinin kamuoyunca anlaşılmış olmasıdır… Bu bakımdan bizce bu konuda en önemli olan milli irade üzerinde en ufak bir zan ve kuşkunun bulunmaması ve kamuoyundaki olumsuz etkilerin giderilmesi için soruna bir an önce eğilmenin zorunluğuna duyulan inançtır.

TÜRKİYE, 27 MAYIS 1960 sonrasının politik bunalımlarından kurtulmuş, normal sayılabilecek ihtilâl sonrası olayların etkilerinden sıyrılmış olup yeni Anayasamızın gösterdiği yönde topluma ekonomik, sosyal, kültürel ve politik katkılar vererek huzuru, eşitliği kardeşliği sağlayacak demokratik düzenin üstünlüklerinden yararlanmak çabası içinde bulunuyor. Kanımca hapiste olan 24 subay bu süreçte küçümsenemeyecek kadar bir pürüzdür. Hapiste yatan aydınlarının sayısı ile bir ülkedeki rejimin sağlığı arasındaki bağıntıların keyfiyet olarak da değerlendirilmesi gereğine inanmakta toplumsal yarar olduğu da düşünülebilir.

Aslında hükümet programında belirlenen “Geçmiş devrin tamamen tasfiyesi” deyiminin tek taraflı uygulanması olgusu bile bizleri yanılgının giderilmesi zorunluluğuyla karşı karşıya bulundurmaktadır. 21 MAYIS 1963 hükümlüsünün de bu geçmiş devir kapsamı içinde olması gerektiği hukuka uygun düşecek bir gerçektir. Böyle bir sonuca varılması hükümet programı koşutunda siyasi suçlar konusunda nesnel bir değerlendirmeyi ifade edecektir.

Hiç kuşkusuz bilinmektedir ki, siyasi suçların öncelikle af kanunlarından faydalanmaları ve topluma kazandırılmaları uygar dünya ceza hukuku kuram ve uygulaması yönünden bütün gelişmiş uluslarca kabul edilmektedir. Gerçekte bu güne kadar Dünya’daki uygulamada aşırı sağ ve aşırı sol diktatörlükler dışında, demokrasilerdeki örneklerin, bir kaç yıl cezaevlerinde tutulan siyasi hükümlülerin cezaları affedilerek salıverilmeleri yönünde olduğu kesinlikle göze çarpmaktadır. Bu konuda yakın tarihteki uygulamalarda da siyasi hükümlülere kademeli af uygulandığı bilinen bir gerçektir. Konuya bu yönüyle baktığımızda da 21 MAYIS 1963 hükümlülerinin kademelenme yönüyle süresinin dolduğuna inanıyoruz.

Çoğunluğu genç olan bu 24 subayın hayata atılmaları ve tahsillerini sürdürme olanaklarını daha uzağa bırakmaksızın, çektikleri sınırsız ızdıraplarının yeterli görülerek afların çabuklaştırılmasını TBMM’den bekliyoruz.

Yaşadığımız demokratik düzen içinde birbirlerini bütün yönleri ile tanıyan kişilerin bir kısmının cezaevlerinde her türlü hürriyetlerinden yoksun kılınmış halde bulundukları, bir kısmının da çeşitli yönetim kadrolarında iş başında bulundukları göz önünde tutulursa, geride kalan koşulların etkisiyle derin ayrışmalar içinde bulunmalarının düzenin doğasına da uymayacağı açıktır.

Yazımı bir anı ile bitirmek istiyorum; 21 MAYIS 1963 olayının duruşmaları sırasında tanık olarak dinlenen bir Tabii Senatöre (Mucip ATAKLI), Yargıç sanıkları tanıyıp tanımadığını sorduğunda:

“Bunlar 27 MAYIS yapanlardır. Hepsini tanıyorum” yanıtını almıştı. Bir 27 MAYIS’çı 27 Mayısçıları tanıyordu elbette. 27 MAYIS’çılar neden 21 MAYIS’çı olmuştu? İhtilallerin kanunu böyleydi de ondan…

Bu yönden çıkarılması istenilen af 21 MAYIS’ın değil 27 MAYIS’çıların affıdır. Dava 27 MAYIS’çıyım diyenler için bir şeref borcu, 27 MAYIS’ın getirdiği düzenden gerçek anlamı ile yararlananlar için bir vicdan borcu olmalıdır.

Bu iki borcun ödenmesini beklemek ve istemek zamanı gelmiş ve geçmiştir. Bu nedenle ilgilileri göreve çağırıyoruz.

Etiketler
BENZER YAZILAR
Talat Turhan
Türkiye

1924 Yılında Elazığ’da doğdu. O tarihte babası Elazığ Müdde-i Umumisi (Savcı) idi. Baba tarafı Rize ilinin Çayeli ilçesinin tanınmış ailelilerinden (Şerifoğulları)’na mensuptur. Anne tarafı Elazığ Harput’un tanınmış ailelerinden (Efendigiller) ‘dendir.....