1
Yurtiçi Basın

İKİBİN’E DOĞRU 4 .1.1990

İKİBİN’E DOĞRU 4 Şubat 1990

Kontrgerilla mı, İslamcılar mı?

AKSOY SUİKASTI / TEZGÂHIN PERDE ARKASI

Doruk Operasyonu’ndaki 1500 CIA ajanı. ClA’nın “Kirli İşler Dairesi”. Faili meçhul cinayetin şüphelisi: Devlet. Eski MİT Başkanımın irticayı hedef alan raporu ve şüpheli ölümü. CIA Ajanı Herbert MARCUSE. ABRAMOWIZT ve Asil NADİR niçin geldiler? İRAN Radyosunun ölüm listesindeki AKSOY, Dünya İslam Cemaatimin kararı, RABITA, HİZBULLAH ve İslam’a çağrı. Suudi ARABİSTAN, İRAN, LİBYA. Harbi miyiz, mücahit mi? Kenan EVREN’in ilahiyatçı yaveri ve mektup. Süleymancılar, Nurcular, Ölüm Mangaları. HORZUM? ÖZAL suikastı?

Türkiye Hukuk Kurumu Başkanı Prof. Muammer AKSOY’un katle­dilmesi büyük üzüntü yaratı, suikastı kimin tezgâhı, perde arkasında neler var? Olası senaryolar? 2000’e Doğru konuyu uzmanlarıyla konuştu. Em. Kur. Yrb. Talat TURHAN, “Kontrgerilla” ile işkence köşklerinde tanıştı. Ve konunun uzmanı oldu. Dergimiz yazarlarından Turan DURSUN eski Sivas Müftüsü, İslam âlemini ve İslam’ı derinleme­sine biliyor, AKSOY suikastını, bu iki değerli uzmanla Genel Yayın Yön. Doğu PERİNÇEK tartıştı.

Doğu PERİNÇEK: Değerli hukuk profesörü Mu­ammer AKSOY’un öldürülmesi üze­rine kamuoyu, “perdenin arkasında kim var?” sorusu üzerinde duruyor. Bu konudaki tahlilinizi rica edebi­lir miyiz?

Talat TURHAN: Bazı ülke­lerde terörde belirgin bir tırmanış olduğunu görüyoruz. Bunu bir te­sadüfe bağlayamayız. Çünkü her ül­kede aynı senaryo ile karşılaşıyoruz. Tırmanan terör, terörün aşamaları, derken sıkıyönetim, ondan sonra askeri darbe! Ve askeri dar­beden sonra emperyalist denetimin pekişmesi. Bu zincir, klişe halinde devam ediyor.

“Doruk Operasyonu” adlı kitabımda bir gazeteye gönderme yaparak be­lirttim: Doruk Operasyonunda 1500 CIA ajanının anarşi çıkarmak için TÜRKİYE’de bulunduğu! 14 CIA ajanın çıkardığı “Dirty Action (Kirli Harekât)” adlı dergide yazıyor. Bunun örneklerine YUNANİSTAN gibi darbe sürecine girmiş başka ülkeler­de rastlıyoruz. O zaman bu terörü yapan güçlerin bilerek ya da bilme­yerek bir yere hizmet ettiğini kabul etmek zorundayız.

FAİLİ MEÇHUL CİNAYETLER = DEVLET TERÖRÜ

Bir ülkeye getirilen emperyalist devletin ajanları, o devletin ajanla­rı ile ilişki halindedir. Bunu artık sa­ğır sultan bile duydu. 1960’tan önce Türk Milli Emniyet Teşkilatının (MAH) parasının Amerika tarafından öden­diği sizin yayınlarınız içinde var. Özel Harp Dairesi’ni de ABD finan­se ediyor. Hasan Esat IŞIK ABD’den bunun için her yıl 150 milyon dolar geldiğini söyledi. Büyük devletlerin istihbarat örgütleri küçük devletle­rin istihbarat örgütleriyle devamlı olarak ilişki halindedir. Eski bir CIA ajanı Philip AGEE;

“Biz el attığımız ülkelerdeki insanları satın alırız, küçük ülkeler­de en kolay da polisi satın alırız. Bu işi de çok ucuza mal ederiz” diyor.

İstihbarat örgütleri terörden haberdarsa ve terörü kendileri yapıyorlar­sa, o terör olayının faili meçhuldür. O kadar çok faili meçhul cinayet kaldı ki 1980 öncesinden.

1 MAYIS 1977 olayları gibi büyük bir olay zaman aşımından karanlık­lara gömülmüştür. Bunu devlet te­rörünün çok somut bir olgusu ola­rak görüyorum. 34 vatandaştanız bu olayda hayatını kaybetti. Eğer 334 vatandaşımız hayatını kaybetseydi, devlet terörü bir başka istikamette noktalanacaktı. Çünkü 1 MAYIS’tan sonraki dönemde, 5 HAİZRAN 1977’ye kadar geçen süreç içinde TÜRKİYE’de çok yoğun olaylar yaşandı. “Sheraton Oteli”nden dürbünlü silah­la Bülent ECEVİT’i vuracaklar dendi. Yürütmenin başında olan kimse muhale­fet liderinin öldürüleceğinden söz ediyor. Peki, kim öldürecek? Seçime giden bir ülkede çok ciddi bir istih­barat var, ama araştırılmıyor.

Kara Kuvvetleri Kumandanı o dönemde emekliye sevk ediliyor. Orgeneral Namık Kemal ERSUN’un emeklilik sebebini, ne kendisi, ne başkası ka­muoyuna açıklayamadı. Eğer geç­miş olayların sorumlularını ortaya çıkarmazsanız, gelecekteki olayların sorumlularından da hesap soramaz­sınız, örgütlerin içine adam sızdır­ma, olayları yönlendirme ve sorum­luları karanlıkta bırakma devlet te­rörünün boyutları.

ORGENERAL FAİK TÜRÜN’ÜN TURGUT SUNALP’A TUZAĞI

Beyin damarları kireçlenmiş bir adam halen konuşuyor. Bu adam Kültür Sarayı yangınından dolayı 22 kişiyi mahkeme önüne getirdi. İdamla yargılandılar. Hepsi beraat etti. 10 AĞUSTOS 1972 günü İSTANBUL Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Faik Türün, Korgeneral Turgut SUNALP’e bir tuzak hazırla­dı. Turgut SUNALP de zaten yapısı itibarıyla bu tür tuzaklara girmeye müsait bir insandır. TÜRÜN, SUNALP’e

“Ben Askeri Şura’ya gidiyo­rum. Sen, ben oradayken Sıkıyöne­tim Komutanı Muavini olarak Sabotaj Davası’nı açıkla” diyor.

Çünkü Faik TÜRÜN ANKARA’da işkence tez­gâhında aldığı ifadeleri kullanarak, rakiplerini bertaraf etmeyi düşünmektedir çünkü kendisine Genel­kurmay Başkanlığı önerilmişti. Anılarında, “ba­na vaat edildi” diyor. Bu vaadi ya­pan kişi, o zamanki iktidarın başı Süleyman DEMİREL. Burada rakip gördüğü Org. BATUR, Org. GÜRLER gibi kişileri okka altına götürmek için benim de yargılandığım Bomba Davası’nda 1 ay işken­ce altında ifadeler alıyor. Bu ifade­leri mahkemelere getirmiyor, ama kulislere götürüyor. Org. Cevdet SUNAY’a veriyor. Org. Faik TÜRÜN, Org. SUNAY’a Org. GÜRLER için “Kara Kuvvetleri’nin başındaki kişi Marksist/Leninist cuntanın başı” diyor, önünü boşaltmak için dev­letin bütün güçlerini kendine vaat edilen zirveye çıkmak için seferber ediyor. Bir yandan da kendisi ANKARA’da Askeri Şura’da iken İSTANBUL’da Bomba Davası’nı “Komünist­ler Reichstag yangını gibi Kültür Sarayı’nı yaktılar” diye açıklıyor.

Eğer dosyayı ciddi olarak inceler­sek, Kültür sarayı “İhmalden yanmıştır” diye rapor var. Bu olayı, gelişen so­lu baltalamak için yararlanılan bir devlet provokasyo­nu olarak görüyorum. İhmalden çı­kan bir olay sola karşı kullanılıyor. Daha vahimi 22 insan tutuklanıyor, idamla yargılanıyor, işkence görü­yor, sonra da “Hadi güle güle be­raat ettiniz” deniyor.

“Sabotaj davasında” üç dava bir arada görüldü, Kül­tür Sarayı’nın yakılması, EMİNÖNÜ arabalı vapurunun bombalanması, Marmara gemisinin batırılması.

EMİNÖNÜ Gemisi gerçekten bir bombayla batırıldı. Ama kullanılan bomba sadece Deniz Kuvvetleri’nde bulunan özel bir yapıdaydı.

“KİRLİ İŞLER DAİRESİ”

CIA’nin şemasında bu tür işleri yapmak için Dirty Action (Kirli Harekât Dairesi) diye bölüm var. Ül­ke içindeki tertipleri FBI, ülke dışındakileri de bu bölüm düzenliyor. Bu “Kirli İşler Dairesi” ne yapıyor? Adam öldürüyor, hükümet deviri­yor, seçimlere müdahale ediyor, darbe yaptırıyor, darbe yönlendiri­yor. Bunun dışında devlet terörü yapmak için Kontrgerilla imajı var.

Kontrgerilla bir örgütün adı de­ğil, bir örgütün kullandığı yöntem biçimi. Bu örgütün adı da özel Harp Dairesi. Bu örgütün amacı, ülke işgal edilirse, işgalciye karşı mukavemet, siz bir ülkeyi işgal etti­ğinizde de işgal edilen ülkede düze­ni kurmak.

Düşman kavramı çarpıtılmış. “Benim düşmanım komünizmdir” diyor. O zaman düşmana uyguladı­ğı yöntemleri komünistlere uygulu­yor.

Arnavut BAHATTİN, yani Bahattin ÖZÜLKER eski MİT Başkanı. Emekli Koramiral’dir. Cumhurbaşkanımız Fahri KORUTÜRK altı ay uğraştı bu kişiyi MİT Başkanı yapabilmek için. Yoksa biliyorsu­nuz, çok pasif bir cumhurbaşkanıydı. Özülker bir rapor hazırladı. MİT’in olaylara bakışını eleştirdi. “Kaynakta hep solcuların görüldüğü­nü oysa en büyük tehlikenin en ya­kın tehlike olduğunu belirtti. Bu da irticaydı”. Bu tespitler bütün istihbarat örgütünü alarme etti. ÖZÜLKER bu raporu yazdıktan bir hafta son­ra SAMSUN’da bir otel odasında ölü bulundu. Yanında Süleyman YENİLMEZ vardı. 12 MART 1971’in ünlü işkencecisi. Bir ilaç var, çaya atılıyor. Üç dakika içinde aşırı taşikardi yapıyor ve arkasından ölüm. Otopside ne ol­duğu anlaşılamıyor.

Hiram ABAS “140 eyleme katıl­dım” diyor. Hangi yasada var bu. İstihbarat akılla yapılan bir iş. “Intelligence” adı üstünde zekâ de­mek. Kol gücüne dökülünce Ramboculuk oluyor.

Özel Harp Dairesi’nin şemasına baktığımızda köylere kadar inmiş sabotaj timleri görüyoruz.

KIŞKIRTICI AJAN

Bir de devletin kışkırtıcı ajanlar suretiyle yönettiği terör var. Güven­lik güçlerinin çeşitli örgütlere sızdır­dığı ajanlar var. O ajanlar örgütle­ri terör mekanizmasının içine itiyor­lar, kendi amaçları, istikametleri yönünde kullanıyorlar. Bir yandan ülkede istikrarsızlık yaratılıyor. Di­ğer yandan yönetimdeki kişilerde bu aksiyonları kendi çıkarları yönün­de kullanarak bir taşla iki kuş vu­ruyorlar. Böylece kendi emniyetle­rini sağlıyorlar. Burada halka ku­rulmuş tuzak vardır. 1968 yılından bu yana dünya farklı bir terörizm olgusuyla karşı karşıya. Bireysel te­rörizmin 20. yüzyıldaki en büyük beyni olarak Herbert MARCUSE’u gö­rüyorum.

ABD, büyük imkânlar sağlaya­rak karşısındaki sosyalizmi fikir dü­zeyinde bulandırmak için MARCUSE’un beynini kullandı. Bir enstitünün başına geçirilen MARCUSE’un kitap­larının etkisi ilk olarak ABD’deki gençlik hareketlerinde görülüyor. 1968 olaylarında Herbert MARCUSE öne çıktı. Bunun tahlili yapılma­dı. O yıllarda Paris’te yürüyen genç­ler üzerinde üç M yazılı pankartlar taşıyorlardı. MARKS, MAO ve MARCUSE. Bireysel terörizmin ideologu MARCUSE, MARKS ve MAO’nun yanı­na konulmuş. İki büyük sol liderin yanına bir ajanı koymak en büyük saptırmadır.

MARCUSE CIA AJANIYDI

1968’i değerlendirirken MARCUSE’un portresi gözler önüne serilmelidir. Kitaplarından çok azı Türkçeye çevrildi. Bunlardan bir tanesi de “Tek Boyutlu İnsan”. O kitapta ve­rilen mesaj şuydu:

“Bugünkü dev­letler çok iyi örgütlenmişlerdir. Kendilerini korumak için bütün olanak­lara sahiptirler. O halde günümüz devletlerini yıkmak için örgütlü bir mücadele olanağı yoktur. Herkes bulunduğu yerde düzene başkaldırırsa, düzen yıkılır”.

Bana göre en büyük tuzak budur. MARCUSE, genç­liğin üçüncü peygamberi mi, yoksa ajan mıydı? Ölümünden sonraki ya­yınlardan anlaşılıyor ki, MARCUSE bir CIA ajanıydı. Peki, o zaman bir CIA ajanı, MARKS’la MAO’nun ya­nında ne arıyor?

BİREYSEL TERÖRÜN AĞABABASI ABD

MARCUSE’un arkasında olan dev­let ABD olduğuna göre dünyadaki bireysel terörizmin ağa babalığını ABD yapıyor. Yazdığım kitap­larda ABD’yi belki de Kaddafi’den daha önce, terörist devlet olarak ilan etmiş bulunuyorum, İsrail’in bireysel terörün dışına çıkan terörü­nü ABD’ninkinden farklı görmü­yordum.

1970’li yıllardan beri kavram kar­gaşası anarşizmle komünizmi aynı gibi göstermeye başladı. Oysa 19. yüzyıl’ın anarşist teorisyenlerini biraz okuyanlar, Marksizm Leninizm’in, anarşizmin ve nihilizmin karşısında olduğunu görürler.

Gerillacılık ile terörizm arasında­ki farkı da iyi belirlemek zorunda­yız. Eğer gerillacılık bir “Ulusal Kur­tuluş Savaşı” ile noktalanacaksa, bu­nu anarşizme benzetmek çok büyük saptırmadır. Ulusal kurtuluşun ar­dındaki şiddet meşru, makbul ve kıymetlidir. Türk Kurtuluş Savaşı da Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri’nin, efelerin faaliyetleri ile başlamış­tır. Gerillacılık ve çetecilik bireysel terörü birbirinden ayırmak lazımdır.

Bütün yetkililer, kışkırtıcı ajanın varlığını yadsıdılar. Ben yapmış ol­duğum bir yayında polis kitapları­na dayanmak suretiyle, ajanların tiplerini, görevlerini, yapacağı işle­ri açıkladım. Bu ajanlar bir ideolojisi olan kişiler düzene karşı tehlikeli olmalarını engellemek için kul­lanılır.

YALMAN, İPEKÇİ, AKSOY

Abdi İpekçi öldürüldükten bir gün sonra bir gazeteci bana Abdi İPEKÇİ’yi kimin öldürdüğünü sordu.

“Sen Ahmet Emin Yalman olayını öğren. Onu hangi zihniyet sahiple­ri öldürdüyse, Abdi İpekçi’yi de ay­nı zihniyet sahipleri öldürdü” diye yanıt verdim.

Zaman içerisinde AĞCA ortaya çıktı.

Gerçektende failin aynı zihniyetin adamı olduğu gö­rüldü. YALMAN’ı vuran Hüseyin ÜZMEZ de sağcıydı.

Muammer Hoca, hayatı boyun­ca ATATÜRK’çü düşünceyi, tam ba­ğımsızlığı savundu. TÜRKİYE bağım­lılığa doğru kaydı. Daha bağımlı ol­mak için de girişimler içerisinde. Bugünkü dünya koşullarında ba­ğımsız olmak çok zor diye bir dü­şünce ileri sürülebilir ama ittifaklar ancak ulusal onuru korumak şartıy­la yapılabilir.

Sonra Hoca demokrasiyi savunu­yordu, hukukun üstünlüğünü savu­nuyordu, sosyal demokratlar için­de etkinliği olan bir insandı.

10–15 yıl önceye baktığımız za­man aynı nitelikte insanların öldü­rüldüğünü görüyoruz. Bu cinayet­lerin failleri meçhul kaldı. Cavit Orhan TÜTENGİL, Bedri KARAFAKİOĞLU, Bedrettin CÖMERT, Doğan ÖZ.

Bir ülkede bu çapta cinayetlerin faili meçhul kalıyorsa, onun suçlu­su o günkü yönetimdir. Eğer o ci­nayetlerin hesabı verilseydi, bugün Muammer AKSOY’un vurulması olayını görmeyecektik. Geçmişin bulguları örtbas edildiği için, bugün aynı olaylarla TÜRKİYE yeni bir te­rör evresine girdi. Belki bu bir istikrarsızlık başlangıcı. Bunun değişik yöntemleri var. Soygunlar, adam Kaçırmalar, polis vurmalar, öğret­men vurmalar, belediye reisi vurma­lar vb. gibi.

Senaryo bundan öncekiler gibi devam ederse, toplumda bir dalga­lanma, bir korku, bir endişe, bir “nereye gidiyoruz” havası oluşa­cak. Bu da bir iktidar boşluğu ya­ratacak.

İKTİDARIN KENDİSİ BOŞLUK

— Doğu PERİNÇEK: Bugünün tablosuna baktığımız zaman bir iktidar boşluğu var mı? Kim iktidar boşluğu yaratmayı da­ha fazla ister?

Talat TURHAN: İktidarın kendisi boşluk, İktidarın başındaki kişi 20. yüzyılın sonunda, şu kadar yıllık cumhuriyette nazardan söz ediyorsa, o kişi bir boşluk içinde.

— Doğu PERİNÇEK: Bu olayda amaç AKSOY’un or­tadan kaldırılması mıdır, yoksa da­ha geniş çaplı bir plan mı gelişiyor?

Talat TURHAN: TÜRKİYE’nin 6 aylık geçmişine baktığımızda tırmanan bir terör görmesek, “AKSOY’u yok etmeye yönelik bir hare­ket” diyebilirdik. Ama bu olayı tır­mandırılan terörün bir parçası ola­rak görmeyi daha doğru kabul ede­rim.

Doğu PERİNÇEK: Bir de işçi hareketinde büyük bir kıpırdanış görülüyor. Bir genel grev beklentisi var. Bunu önlemek için bir eylem yapılmış olabilir mi?

Talat TURHAN: Bugünkü iktidar işçinin değil, işverenin yanın­dadır. İktidardaki önemli kişiler iş­verenin yanında yetişmişlerdir. Bu nedenle bu olasılık her an için var­dır. Enflasyonu düşürmeye söz ver­diler. Enflasyonu yapay olarak düşürmek söz konusuysa, emekçilere baskı olacak demektir.

Doğu PERİNÇEK: Fail ANAP iktidarı mıdır? Yoksa onu da bertaraf etmek iste­yen bir güç olabilir mi?

Talat TURHAN: Bugüne kadar yapılan kamuoyu araştırma­larında gerçeklik payı varsa önü­müzdeki seçimde bu iktidar gidici. Gidici olan bir iktidar kalıcı olmak için bazı tertiplere başvurabilir.

Doğu PERİNÇEK: Asker gelirse, iktidar onlara kalmaz ki?

Talat TURHAN: Varlıkları­nı askere borçlular. Asker ve 12 EYLÜL rejimi olmasaydı ANAP olma­yacaktı. Bu nedenle 12 EYLÜL rejimi­nin getirdiklerine karşı çıkmamakla direniyorlar.

ORDU İÇİNE KAPANMAYI YEĞLİYOR

— Doğu PERİNÇEK: Bir darbe senaryosu olabilir mi? Bu başarılabilir mi?

Talat TURHAN: 10 yılda bir darbe olur sözü var. TÜRKİYE’nin bir toplumsal dinamiği var. 12 MART 1971 ve 12 EYLÜL 1980’de TÜRKİYE iki kez geri vi­tese takıldı. Bir araçta bir geri vite­se mukabil 4–5 tane ileri vites olur. TÜRKİYE’de bir darbe olursa geçmiştekilere tepki gösteren onlardan farklı bir yapıda olur. Slh. K’ler 12 EYLÜL1980’de darbeye çok aktif katılmış ol­manın sıkıntısını çekmekte, bu nedenle içine kapanmayı yeğliyor. Ancak siyasi iktidar Slh. K’ler bazı sloganlar­la tahrik etmeye yeltenmektedir. Bunlardan bir tanesi Genel Kurmay’ın, Milli Savunmaya bağlı olup olmaması sorunudur.

ABRAMOVVİTZ VE ASİL NADİR

— Doğu PERİNÇEK:  ABRAMOWITZ’in TÜRKİYE’ye gelmesinin sizce bir anlamı var mı?

Talat TURHAN: ABRAMOWITZ’in çok önemli bir özelliği var. Adam istihbaratçı. TÜRKİYE’de de­ğişiklik söz konusu olan dönemler­de, istihbaratçılar gelir. COMMER, istihbaratçılığın ötesinde Vietnam’da “Wolf Planı” gereğince 20 bin kişinin katledilmesini fiilen yürüten bir adamdır: Bu olay ilk önce genç­lerimizi yaraladı. Onlar gençlik he­yecanı içinde COMMER’in arabasını yaktılar. Dü­zen öyle öç aldı ki o arabayı yakan gençlerden, çoğu bugün hayatta de­ğil.

Doğu PERİNÇEK: Son zamanlarda TÜRKİYE’de bir Asil NADİR geldi ve haber lekeli kurmaya yöneldi. Bunda bir anlam görüyor musunuz? Bir is adamı mı geldi, yoksa kim?

Talat TURHAN: KOSKOTAS olayına bakmak lazım. YUNANİSTAN ile 10 yıl fark da olsa çok bü­yük paralellikler var. PAPANDREOU’nun “Namlunun Ucundaki Demok­rasi” adlı kitabı okunduğu zaman bu paralellik daha iyi görülür. KOSKOTAS’ı da ABD PAPANDREOU’yu yıkmak için kullanıyor.

Zaten televizyon gibi önemli bir iletişim aracını elinde tutan devlet, bununla yetinmeyip basının, da önemli kısmını eline geçirmeye ça­lışıyorsa, bunda ileriye dönük bü­yük hesaplar var demektir.

— Doğu PERİNÇEK: Son cinayetle sizin kuşkuları­nız nerede toplanıyor?

Talat TURHAN: TÜRKİYE yeniden istikrarsızlık sürecine sokulmuştur diyorum. Bu sürece so­kan TÜRKİYE’nin bağlı olduğu emperyalist mihraklardır. Baş sorumlu bu mihrakın istihbarat örgü­tü CIA ve ona bağımlı olan güçler­dir. Olaya tek boyutlu bakmamak gerekir. Başarılı bir dış politikanın amacı önce çevresindekilerle dost­luk sağlamaktır. Oysa TÜRKİYE bir düşmanlık çemberi ile sarılı. Bu bir anlamda Türk dış politikasının if­lası demek. TÜRKİYE dışarıdan yönelen bir tehdit altındadır. Yükselen terör bağlantılı bununla.

NATO’ya 1952 yılından beri üye­yiz. Bugün Türk Silahlı Kuvvetleri’nin modernizasyonu için 36 milyar dolara ihtiyaç var. ABD yardı­mı hiçbir zaman yılda 1 milyar do­lar olmadı. 500 milyon dolar civa­rında kalıyor. TÜRKİYE’yi NATO’da en güçsüz duruma getirilmiş. İleri teknolojiyi en az kullanan ülke ko­numuna düşürülmüşüz. Kelle sayısı artık bir gücü ifade etmiyor. TSK bu ka­dar büyük bir modernizasyon ihtiyacı içindeyse, TÜRKİYE içinde bu­lunduğu paktların ihanetine uğra­mıştır diyebiliriz. Ayrıca dış politi­kada bir merkezin papağanı konu­munda olmak, fikir üretememek, kendilerine verilen alan içerisinde kalmak gibi bir sorun var. Gelişen dünyada ATATÜRK’ün “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesinden başka slo­gan üretilememiştir. Dış politikada­ki bu zafiyetten faydalanmak iste­yen dış güçler vardır.

TURAN DURSUN: İSLAMCILARIN AKSOY’U YARGILADIĞINA EMİNİM

Doğu PERİNÇEK: Sayın Turan Dursun son olay­la ilgili olarak sizin de görüşlerinizi alabilir miyiz?

Turan DURSUN: Muammer AKSOY, “ATATÜRK’çü Düşünce Der­neği” kurmuştu. Bu dernek Türk-İslam sentezcilerine, “İlim Yayma Cemiyeti, Aydınlar Ocağı” gibi İslamcı kesime karşı, laikliği savun­mak amacındaydı. Bundan dolayı Muammer AKSOY’un İslamcı kesim­ler tarafından yargı konusu yapıldı­ğına kesinlikle eminim. Ve birçok­ları “163. madde kaldırılsın” der­ken Muammer AKSOY, “Hayır. 163. madde kaldırılamaz. Bu TÜRKİYE’nin laikliğine en büyük tuzaktır” di­yerek sesini olabildiğince yükselt­miştir. Hatta bana anlattı bir kere­sinde. İlhan SELÇUK’u ikna etmeye çalışmış, başaramayınca üzüntüyle “Bu kuşak şeriatın ne, demek olduğunu bilmiyor, İslamı düşünce ve inanç özgürlüğü sanma yanılgısı içindeler” demişti, özetlersek, Mu­ammer AKSOY İslamcı kesimin hedef alabileceği bir kişiydi.

ZAMANLAMA

Zamanlama da çok iyi yapılmış. AZERBAYCAN olaylarının doruğa çık­tığı bir zamanda işlendi bu cinayet. İslamcı kesim, gelecek tepkiyi hesaba katarak bu zamanlamayı yap­mıştır. İslamcı duyguların kabardığı an seçilmiştir.

İslam’ın kendisi baştan sona te­rör mekanizmasıdır. İslam’ın bu mekanizması içinde bağımsızlık da yaşamaz. Muammer AKSOY bağım­sızlıkçı olduğu için İslam’ın genel stratejisi yönünden onun seçilmesi isabetlidir.

MÜMAŞAT’TAN CİHAD’A

İslam aşamalar belirlemiştir, ön­ce mümaşat aşaması vardır. Yani İslam inananlarına “biz güçleninceye kadar barış içinde birlikte yürüye­ceksiniz” der. MUHAMMED’in ilk za­manlarında bu yapılmıştır. Köprü­ler atıldıktan sonra kıran kırana bir savaş olmuştur.

İslam bundan sonra cihad döne­mine, yani doğrudan vurma, saldır­ma, kırma, öldürme aşamasına ge­çer. Fakat bu aşamalar ülkelere ve şartlara göre değişir. Dünyada mü­maşat aşamasını bırakan ülkeler vardır. TÜRKİYE’de mümaşat şimdi­ye dek bırakılmamıştır. TÜRKİYE’nin kendine özgü bir yapısı vardır. “La­iklik, İslam için çok önemli bir en­geldir”. Laik ortam içinde İslamcılar ancak mümaşat yolunu seçebilirler­di. Sizinle konuşurken demokrat olur, çağdaş olur ama yine de fırsat kollar, sırası gelince ortaya çı­kar yapacağını yapar.

İSLAMCILAR EKONOMİK TABANA OTURDU

Yalnızca TÜRKİYE değil dünya in­sanları bir İslam sorunuyla karşı karşıyadır.

  1. yüzyıla kadar İslamcılar bir cemaat niteliğinde değillerdi. Son­ra bu cemaat ekonomik tabana ka­vuşmuştur. Hem de çok güçlü.

SUUDİ ARABİSTAN, İRAN, LİBYA

Doğu PERİNÇEK: Bu ekonomik taban nedir?

Turan DURSUN: Bunlar va­kıflar. İslam ekonomik kuruluşla­ra dayanır. Bu ekonomik yapıya ki­mi devletler de güç vermiştir. Me­sela bir SUUDI ARABİSTAN, KADDAFI. “İslam’a Çağrı Cemiyeti”nin merke­zi LİBYA’da. Bu cemiyetin yaptığı harcamalara baktığınız zaman şaşar kalırsınız. Burada senin ülkende, Yıldız Sarayı’nda birçok kongrele­ri “İslam’a Çağrı Cemiyeti” finanse et­miştir. Dünyanın dört bir yanından gelen uzmanların masraflarını kar­şılıyor, bildiriler, broşürler basıyor. Düşünülemeyecek kadar çok geniş bir harcamayı üstleniyor. O bırakı­yor, Rabıtat-ül Alem ül İslami alı­yor. Onun da finansörü İran. Bir ayağı da PAKİSTAN’da. Ekonomik durumu kötü olan PAKİSTAN bu ör­güte güç veriyor. Rabıt at ül Alem ül İslam ise SUUDI ARABİSTAN’dan destekleniyor. Çok ilginçtir bunların bir kısmı Şii, bir kısmı Sünni’­dir. Ama burada fark ortadan kal­kıyor. Geçenlerde Kemal KAÇAR Şii­ler için “Onlar Müslüman değiller­dir” derken, Tayyar ALTIKULAÇ İs­lamcıların temsilcisi olarak “Hayır, Şii ve Sünni hepsi birdir” dedi. Bu bilinçli olarak yapılıyor.

AKSOY’U ÖLDÜRME KARARINI DÜNYA İSLAM CEMAATİ ALDI

“İlim Yayma Cemiyeti”ne gittiği­niz zaman orada çeşitli İslami ke­simlerin bir karışımını görürsünüz. Liderleri orada hep var. Alt kesim­de “Süleymancısı”, “Nurcusuna” karşı­dır. Üst kesimde liderleri kol koladır. Birlikte kararlar alırlar, stratejileri saptarlar. TÜRKİYE’de laiklik nedeniyle kendilerine özgü bir yapı­lanma içine girmişlerdir. Mümaşatı kullanmışlardır. Vurmadan kır­madan yana olmamışlar. “Laiklik dinsizlik değildir. İslam’da düşün­ce özgürlüğü vardır, İslam akıl di­nidir. Kimsenin hakkına dokun­maz” biçiminde sergilemeye çalış­mışlardır.

“İslam’ın en çok korktuğu şey, Marksizm, komünizm değil, laiklik­tir. Muammer AKSOY’un da temsil­ciliğini, savunusunu yaptığı laiklik­tir”.

Doğu PERİNÇEK: TÜRKİYE’de mümaşatı kullanı­yorlar dediniz. Bir cihad durumu ortaya çıkacak mı?

Turan DURSUN: Muammer Aksoy’un öldürülmesi İslam cema­atinin dünya çapında aldığı kararın bir parçasıdır. Burada mümaşatı kullananlar bunu örtbas etmeye ça­lışacaklardır.

“TÜRKİYE DAR-ÜL HARB Mİ?”

Dünya İslam Cemaati TÜRKİYE’de cihad dönemini başlatmak isti­yor. Bunların kendi aralarında ya­yınları, kullandıkları bir iletişim dili vardır. Bu dili sol aydınlar anlamaz. Mesela size deseler ki, “Türkiye’de Müslümanlar harbi midir, değil midir?” veya “TÜRKİYE Dar-ül Harb midir?” diye sorsalar anlamazsınız. Süleymancılar, TÜRKİYE’nin Dar-ül Harb olduğunu, İslam hâkimiyeti olmadığını, bu nedenle düzenle uyuşulabileceğini savunur. İnsanlar har­bidir, tutuklanmış durumdadır. Ama diğerleri cihadı savunur.

Şu anda Diyanet Yayınlarını oku­yan kaç tane aydınımız vardı? Bir örnek vereyim, alın Anglikan Kili­sesine Cevap adlı kitabı, orada “dünyada tek adaletli düzen şeriat düzenidir” diyor. Şeriat düzeni açık açık savunan bir resmi kuruluş. Devlet bütçesinden para alan bu kuruluş kendisini bunu söyleyecek güçte görüyor. Niye? Bir Diyanet Vakfı var, hükümetler kuracak, hükümetler devirecek maddi güce sahip. Onun yanında AL BARAKA’sı var, FAİSAL FİNANS’ı var. Böyle bir durumda gelince cihad yapabilirim diyorlar. Hatta hutbelere, vaazlarda bunlar söyleniyor. Camilere git­sin aydınlar her cuma günü. Hacı Bayram Camisi’nden yayılan konuşmalara bakın burada cihad na­raları atılıyor.

İSLAMCILAR KULLANAN DURUMA GEÇTİ

Muammer AKSOY’un öldürülme­sinde genel terörün dışında bir özel­lik vardır. Uluslararası ekonomik güce erişmiş oları İslâm cemaati artık kullanılır durumda değil, kulla­nan durumdadır.

Bence Muammer AKSOY’un öldü­rülmesini uluslararası İslam cema­ati yapmıştır, yaptırmıştır.

İRAN RADYOSU’NUN ÖLÜM LİSTESİNDE AKSOY VARDI

— Doğu PERİNÇEK: Bugüne kadar insanları hedef alan böyle tutumları olmuş mudur?

Turan DURSUN: Kuşkusuz. İRAN Radyosu, Salman RÜŞDI ola­yında Aziz NESİN, Yaşar KEMAL, Muammer AKSOY ve benim adımı vererek “Bunlar öldürmelidir” de­di.

Doğu PERİNÇEK: İlhan ARSEL var mıydı?

Turan DURSUN: İlhan ARSEL için Cemalettin KAPLAN fetva ver­di. Bu MUHAMMED’in izlediği yön­teme de uygun bir yöntem.

Doğu PERİNÇEK: İslam cemaatinin uluslararası bağlantıları var mıdır?

Turan DURSUN: Bunları dünya içindeki etkin güçlerden so­yutlamak mümkün değildir. Bunların kendilerine özgü bir yapılan var­dır. 1931 yılında NEW YORK’ta Din­ler Kongresi’nde alınan kararda dünyanın neresinde hangi din güç­lüyse orada o dini destekleme kararı alındı. Fakat bazı gelişmeler sonun­da İslam’ın ayrı bir güç olarak or­taya çıktığı görüldü. Çünkü İslam’­ın bütün dinleri bir kenara iten özel­liği var. Kuran İslam “Tanrı katında İslam’dan başka din ve yö­netim yoktur” diyor. Kimi İslam grupları da bir takım zamanlar koy­muşlardı. Mesela NUR’cular 1990–92 yıllarını İslam’ın dünyada egemen­liği için eylem yapma yılları olarak ilan etmişlerdir. Fakat şimdi çok ör­gütlü bir İslam cemaati olduğu için alınan üst düzey kararlar birbirle­rinden haberli olarak alınır.

Doğu PERİNÇEK: Başıbozuk bir davranış olmaz mı?

Turan DURSUN: Hayır, ke­sinlikle olamaz. Yapamazlar. Yap­tıkları zaman çok zor duruma dü­şerler. Hedef seçilmemiş bir kimse­yi kimse öldüremez.

Doğu PERİNÇEK: Ya bu provokasyon “irticaya” karşı bir harekata yol açar ve ordu kuvvetlerini kendi üstlerine çeker ve bunun altında kalırlarsa, bu da bir hesap değil mi?

Turan DURSUN: Terör res­mi devletin işine gelmez. Bugün devletteki İslamcılar hükümetten daha güçlüdür.

HATMEHACEGAN’DA VALİLER, JANDARMA KOMUTANLARI

— Doğu PERİNÇEK:  Ordu da var.           

Turan DURSUN: Zaten İs­lamcılar ondan çekiniyor. Fakat or­dunun ne kadarını İslamcılar ele ge­çirmiştir. Bu bilinmiyor. “Türk Si­lahlı Kuvvetleri de bizdedir” diyor­lar, ilginç bir şey söyleyeyim. İslam aydınları toplanıp, kongreler yapar, bir tane çağdaş gazeteci yok. İSATNBUL’da birtakım toplantılar yapılır, hiç kimsenin haberi bile olmaz, di­din Hatmehaceganlara perşembe günleri bir tarikat toplantısıdır, za­man zaman vali yardımcısı, jandar­ma komutanı bulunmuştur. “Zeyrekli Mehmet Efendi”, şimdi yaşamıyor, halifeleri var. Yaşadığı zaman bir yanında Necmettin ERBAKAN, öbür yanında Alparslan TÜRKEŞ oturuyordu. Orada asker var, emniyetten kimseler var. Böy­le bir yapı içinde açık açık “geliyo­ruz” diyorlar.

EVREN’İN İLAHİYATÇI YAVERİ

“Ak-Doğuş dergisini” alın bakın tüyler ürpertici mesajlar var. “Şeyh Sait’in” ATATÜRK’e karşı fetvasını ya­yımlamışlardır.

ATATÜRK’ü sevimsiz duruma getir­meyi de başarmışlardır. Bunu en başta Kenan EVREN yapmıştır. EVREN’e gelen bir mektuba tanık ol­dum. Kendi sınıf arkadaşı Albay Arapça yazılmış bir mektubu bana çevirtti. İstanbul’dan yazılan mektupta EVREN’e İslam cemaatinin dı­şına çıkarsa başarılı olamayacağı anlatılıyordu. Helikopter kazasında ölen bir yaveri vardı. İlahiyatçıydı ve birçok şeyi o yaptırıyordu. Din derslerini zorunlu kılan anayasanın 24. maddesini onlar koydurdular. Yani

“İslam cemaati TÜRKİYE’yi ele geçirmek için ne gerekiyorsa onu yapa gelmişler, kurumlarını ona gö­re oluşturmuşlardı”. Sıra korkutma­lara gelmiştir. “Muammer AKSOY’un ölümü laik güçlere gözdağı verme amacını taşıdığı gibi uluslararası cihad hareketinin bir parçasıdır”.

KAABIN PLANLI ÖLDÜRÜLÜŞÜ

— Doğu PERİNÇEK:  İslam başlı başına bir terör ör­gütüdür dediniz. Bunun İslamın köklerinde kaynağı var mı?

TURAN DURSUN:  İslam a evet demek, inanç özgürlüğüne de­ğil teröre evet demektir. İslam dünyasında toplu ateşle yakmalara tanık olunur. EBUBEKİR döneminde ateş havuzları açılmıştır. MUHAMMED yakılması buyruğunu vermiştir. Dikkat çeken kimseleri öldürerek diğerlerine gözdağı verme yöntemi baştan beri vardır. Muhammed’i şiirleriyle eleştiren genç şair Eşrefoglu Kaab ortadan kaldı­rıldı. Böylece hem KAAB’ın etkisi önlendi, hem de MUHHAMED’i eleş­tirmenin cezası gösterilmiş oldu. Bi­risi kendi başına gidip KAAB’ı öldürseydi MUHAMMED onu cezalandırır­dı. Her şey kararla olur, bu gelenek süregelmiştir. Kaab’ı öldürme göre­vini ona kolay yaklaşabilecek sütkardeşi Meslemeoğlu Muhammed alıyor.

MUHAMMED tek tek kişilerin Öl­dürülmesini emir verdiği gibi, top­lu kıyımlara da karar aldırabiliyordu. Kureyzeoğulları öylesine kırıl­mıştır ki, sabahtan akşama kadar kafalar kesilmiştir.

Muammer AKSOY’un öldürülme­siyle İslam şeriatının ayak seslerini duyar gibiyim. Aydınlarımız aynı aymazlıkta kalmamalı. 163. madde­nin kaldırılırsa, laik devlet laikliğe aykırılığı serbest bırakmış olur, bu­na Meclis’in gücü yetmez.

TALAT TURHAN: “NURCULAR ABD’YE BAĞLI”

Talat TURHAN: TÜRKİYE iç hatlar durumunda olduğundan yalnız CIA’nin değil çevre ülkelerin de istihbarat örgütlerinin av alanıdır. Bunun yanında MOSSAD ve MİT arasındaki ilişkiler var. Hepsi TÜRKİYE’deki kargaşadan pay almaya çalışacaklardır.

Tabii ki CIA her şeye hâkim de­ğil. İran olayı bunu gösterdi. Ama İran olayının bütün belgeleri orta­ya çıkmış değil.

Dinin emperyalist güçlerce kulla­nıldığı gerçektir. Somut örnek ver­mek gerekirse 1977’de Kral HÜSEYİN’in;

“Ülkemi 17 yıldır CIA’dan aldığım paralarla idare ediyorum”

dediği yazıldı.

Demek ki 30 yıldır ABD’nin Truva Atı durumunda.

TÜRKİYE’de tarikatların faaliyetle­ri malum. Bunların içinde Said-i NURSİ’nin ayrı bir yeri var. Müslü­manlığı Halk Partisi’ne ve komü­nizme karşı olmaya oturtuyor. Bu bağlantıyla dini ABD’ye  bağlı­yor.

Terörün teorisyenleri var. İstih­barat örgütleri terörle uğraştığı için teorisiyle de ilgileniyor. Terör de şu­ursuz ve hedefli olmak üzere iki aşa­ma var. TÜRKİYE’de terör devam edecekse hedeflerin belirlendiği ka­naatindeyim. Seçilmişlerden bir ta­nesi de demek ki Muammer AKSOY’dur.

Turan DURSUN: “SEÇİLMİŞ HEDEFLERİN İLKİ”

— Doğu PERİNÇEK:  Çok ilginç seçilmiş he­def deyimini ikiniz de kul­landınız.

Turan DURSUN: Bence bu olay başka seçilmiş hedeflerin ilkidir. Seçilmiş hedef olduktan sonra bir İs­lamcı için yapılamayacak şey olmaktan çıkar. Tövbe suresine bakacak olursanız, an­nenizi, babanızı, kardeşinizi bir tarafa, Allah’ı ve peygamberi bir tarafa koyar. Ailenizden biri seçildikten sonra sizin göreviniz gidip onu öldürmektir. Hatta be­nim babama söylediler, o da laf olsun diye, “Şeriat bunu emreder” dedi.

Bu cinayetlerin arkası ge­lecektir. Bunlara karşı olan resmi güçlere destek olmak gerekir.

İSTANBUL’UN İKİNCİ FETHİ

— Doğu PERİNÇEK:  Ama bunların devleti ele geçir­diğiniz söylüyorsunuz.

Turan DURSUN: Devletin laik kesimiyle ittifak yapılabilir. Bu­gün iktidarda olanlar, başbakan da­hil şeriat gelsin istemezler, çünkü iş­lerine gelmez. Fakat kullanılmaktan da geri kalmazlar. Bunu dindar gö­zükerek yaparlar, öte yandan İslam’dan kendilerini tasfiye edeceği için tedirginlik duyarlar.

Eğer bir darbe olursa 12 MART 1971 ve 12 EYLÜL 1980’den farklı olacağı konusunda Talat Bey’e katılıyorum. Bel­ki 27 MAYIS 1960 çizgisine daha yakın bir darbe olacaktır. İslamcılar ne kadar orduda çalışma yapmış olurlarsa ol­sunlar ordudaki dinamizmi tam ola­rak ellerine geçirmiş olamazlar. İle­ride bu durum değişebilir. Her ke­sime yatırımlar yapıyorlar. Benim önerim bunlara karşı kim savaşıyor­sa onlarla güç birliği yapmak yö­nünde.

Aydın kesim, İslamcılara karşı olanlar, İslamcı kesimin küçük bü­yük tüm toplantılarını izlemeli. O toplantılar izlendiği zaman yapıla­cak analizler, çözüm yolları çok da­ha gerçekçi olacak.

TÜRKİYE Cumhuriyeti’nin bir bakanın “Kuran Tercüme­leri Kongresinde”, Bu toplantı yeri olarak fetih şehri olduğu için İstanbul seçildi. “Burada inşallah ikinci bir fetih olacak o zaman İslam hayatın bütün alanlarını kaplayacaktır” denildiğine ürpererek tanık oldum, ora­da bir tek laik gazeteci yoktu.

BÜYÜKELÇİ: ‘BİZİM OĞLANLAR’

Talat TURHAN: Ölüm mangaları olayına parmak basmak istiyorum. Ölüm Mangaları varsa ölecek insanlar da olacaktır. Bu mangalar AAA rumu­zuyla tarif ediliyor. Alliance (İttifak) – Article (Bir inanç uğrunda kendini feda eden in­sanlar) Antikomünizm. Yani ko­münizmle mücadele için kendini fe­da eden insanlar örgütü var. Bu ör­güt cinayet işlemek için militer, res­mi, para militer ve gayri resmi ola­rak faaliyetlerini sürdürüyor. Neden bir benzeri TÜRKİYE’de olmasın? Bunların doğru tanısı konmalıdır. Bu örgütler varsa nerededir? A ör­gütü içinde mi, B örgütü içinde mi yoksa devlet terörü içinde mi bunun da doğru tanısı konmalı.

“12 EYLÜL” adlı eserinde Mehmet Ali BİRAND yazdı. Amerikan Büyükelçi­si 12 EYLÜL’den sonra “Our boys have done it” diyor. Türk ordusunun generalleri ABD’nin oğlanları mı­dır? Bu söze kamuoyunun ayağa kalkması gerekirdi. Kimseden ses çıkmadı. Herkese yansıyan bu onur­suzluğun hesabı sorulmalıdır.

— Doğu PERİNÇEK: Bir varsayım da şu. Muammer AKSOY, Emlak Bankası’nın avuka­tıydı. Biliyorsunuz, Emlak Banka­sı HORZUM ihtilafı var, HORZUM 12,5 yıla mahkûm oldu. HORZUM’un yaptırdığı söyleniyor.

Talat TURHAN: Bu olay si­yasal cinayet değilse, olasılıklardan biri de budur.

— Doğu PERİNÇEK:  Turgut ÖZAL suikastı ile bir pa­ralellik kurulabilir mi?

Talat TURHAN: Ben Tur­gut ÖZAL suikastının açıklığa kavuş­tuğuna inanmıyorum. Buna kendi­si de inanmıyor.

Turan DURSUN: Ben Mu­ammer AKSOY olayını yepyeni bir bütünün parçası olarak görüyorum. İlk amaç göz korkutmadır. İkincisi de, bu bir provadır.

Etiketler
BENZER YAZILAR
Talat Turhan
Türkiye

1924 Yılında Elazığ’da doğdu. O tarihte babası Elazığ Müdde-i Umumisi (Savcı) idi. Baba tarafı Rize ilinin Çayeli ilçesinin tanınmış ailelilerinden (Şerifoğulları)’na mensuptur. Anne tarafı Elazığ Harput’un tanınmış ailelerinden (Efendigiller) ‘dendir.....