K.K.K. Orgeneral Cemal TURAL’a Açık Mektup(1)
.K.K. Orgeneral Cemal TURAL’a Açık Mektup(1)
KUZGUNCUK 4 ARALIK 1965
Saat: 04:45
Akşam: 5 ARALIK 1965
(Kur. Alb (E) Selçuk ATAKAN, Kur. Yrb. (E) Talat TURHAN)
Giriş
Orgeneral Cemal TURAL’ın “22 ŞUBAT ve 21 MAYIS suçlarının affını doğru bulmadığına“ dair gazetelerde çıkan açıklamasını okuduğumuzda hayret ve dehşet içinde irkildik. Haberin doğruluğuna inanmadık, inanmak istemedik. Ancak, Başbakan Süleyman DEMİREL’in haberi doğrulayıcı beyanları karşısında bazı hususları aydın, uyanık ve saygıdeğer vatandaşlarımıza açıklamak için kendimizi vazifeli addettik.
Şu hususu öncelikle belirtmek isteriz ki açıklayacağımız fikirlerin yanında ve safında çok insan vardır. Zamanın darlığı sebebi ile onlarla istişare edemediğimizden bildiri imzamızı taşımaktadır. Fakat biz onların da düşüncelerine tercüman olduğumuza dair kesin inanç taşıdığımızdan müsterih bulunmaktayız.
Bizi bu bildiriyi yazmağa sevk eden sebep, demokrasiden, adaletten ve haktan yana olmamızdır. Yoksa bir gurubun veya zümrenin savunmasını yapmak iddiasında değiliz. Kuvvetimizi de bu mefhumları destek almamızdan buluyoruz. Muhatabımız Orgeneral Cemal TURAL’dır. K.K.K Org. Cemal TURAL değil.
Orgeneral Cemal TURAL’ın onaylamadığımız tutum ve davranışlarına yıllardan beri karşı olduğumuzu bizleri tanıyanlar bilirler. Bundan daha önemlisi, bizler bu kanaatlerimizi demir parmaklıklar gerisinde çeşitli ve gayri kanuni manevi eza ve işkence altında ve hakim karşısında da söyleyebilmek cesaretini gösterebilmiş kişiler olarak bugün de konuşmakta kendimizde hak görmekteyiz.
Anayasa Düzeni
Cemal TURAL’ın bu mektubu yazmaya yetkili olup olmadığı hususu ilk ele alacağımız konu olacaktır. Cemal TURAL’la aynı akademik kariyere mensup bulunmaktayız. Buna rağmen kendisine hak vermemize imkân yok.
Çünkü 27 MAYIS1960: “Anayasa ve Hukuk Dışı Tutum ve Davranışlarıyla Meşruluğunu Kaybetmiş Bir İktidara Karşı” yayılmış ve 1961 Anayasası bütün müesseseleriyle gerçek demokrasiyi getirdiğinden halkımızın tasvibine mazhar olmuştur.
1961 Anayasasına rağmen 1960/1965 devresi bir intikal devresi olmasından İhtilallerin Kanunları hükmünü icra etmiş, “İhtilal Kendi Evlatlarını Yemiş” ve bu badirede en büyük kaybı ne yazık ki Türk Silahlı Kuvvetleri vermiştir.
1965 Seçimleri yeni yapılmış ve netice alınmıştır. TÜRKİYE’nin kaybedecek zamanı yoktur. Bu sebeple yaraları sarmak zamanı çoktan gelmiş ve geçmiştir. Bugün en ağır şekilde suçlanan insanların hapishane koğuşlarında sabahlara kadar yurt sorunlarını tanığı olduğumuzdan onlardan yana çıkıyoruz.İnsanların ne kadar önemli makamlar işgal ederlerse etsinler zaman zaman hislerinin esiri oldukları da bir gerçektir. Bırakalım bu konuda tarih hükmünü versin. Ancak şu kadarını ifade etmeden geçemeyeceğiz.
Tabii Senatör
1- Suphi KARAMAN, 21 MAYIS 1963 olaylarından önce Milli Emniyetin haberi olduğunu Parlamentoda açıklamıştır.
“Devleti her türlü teşebbüse ve komploya karşı korumakla görevli olan Milli Emniyet Teşkilatının başında bulunan bir şahsın bu tutumunu tarih önünde tespitte fayda görüyorum. Bunun sorumluluğunun da kime ait olduğunun da açıklanmasını istiyorum”.
Suphi KARAMAN
2- “21 MAYIS 1963 teşebbüsünü Sayın Alparslan TÜRKEŞ tarafından önceden haber alınıp ve ilgililere bildirdiği 21 MAYIS 1963 duruşma zabıtları içinde yazılıdır”. Bu gerçekler karşısında kesin hükmü tarihe bırakmanın uygun olacağı kanaatini paylaşmakta olduğumuzu açıklamak isteriz.
TÜRKİYE’nin Demokrasiden başka bir yönetimle idare edilemeyeceği tartışılmayacak kadar açıktır. Bunun aksi bu devletin kurucusu Büyük ATATÜRK’e karşı olmak demektir. ATATÜRK eserlerini Türk gençliği’ne emanet etmiş ve gençlik imtihanını başarıyla vermiş, emanete layık olduğunu kat ve kat ispat etmiştir. Demokrasilerde parlamentoların ve Milli İradenin değerini biliyoruz. O diyor ki; “Milletin İrade ve Emeline Uymayanların Talihi Hüsrandır, İzmihlaldir”. Büyük önderimiz annesi Zübeyde hanımın mezarı başında da Milli İrade için canını vermeğe and içmiş ve bize yönümüzü göstermiştir.
“ Hâkimiyeti milliye ilelebet devam edecektir. Validenin ruhuna ve bütün ecdat ruhuna müteahhit olduğum vicdan yeminini tekrar edeyim. Validemiz metfeni önünde ve Allah’ın huzurunda aht ve peyman ediyorum. Bu kadar kan dökerek milletin istihsal ve tespit ettiği hâkimiyetin muhafaza ve müdafaası için icap ederse validemin yanına gitmekte asla tereddüt etmeyeceğim. Hâkimiyeti Milliye uğruna canımı vermek, benim için vicdan ve namus borcu olsun”.
Aziz ATA’nın namus borcunun bugünkü sahiplerinin gücüne inancımız tek tesellimiz olmaktadır.
Sayın Prof. Dr. İlhan ARSEL
“İktidarı, fiili meşru ve hukuka uygun” deyimleri ile ayırdıktan sonra G. FERRO’nun “The Principles of Power” adlı kitabında atıf yapıyor ve
“şayet hükümet edenlerle idare edenler iktidarın sınırları ve kullanılması konusunda belli prensipler ve kaideler üzerinde böyle bir mutabakata vasıl olmuşlarsa iktidarın meşruluğundan bahsedilebilir” diye yazıyor.
Ve nihayet Pierre MENDES FRANCE “gerçek demokrasi kurmak için şekli bir demokrasi yerleştirmek yetmez. Yardımcı bütün şartların bulunması gerekir” diye yazmakta.
Tabii bu misalleri çoğaltmak mümkün… Biz bu yola girmeksizin sizin son mektubunuzu yukarıda belirtilen prensiplere uygun bulmadığımızı ifade etmek isteriz. Bu kanaatimizin yanlış olmasını da demokrasi adına gönülden dilemekteyiz. Aksi halde bugün hapishanede yatan ve affına karşı olduğumuz genç subaylar kadar sorumlu olmanız kanunlarımızın hükmü icabı olacaktır.
Sizin bizce bilinen ve hassasiyetle izlenmekte olan bir kısım davranışlarınız hakkınızda vasıl olduğumuz kanaati teyit eder mahiyette olmasına rağmen konuyu kişiselleştirmek için, burada sadece basına intikal eden, tevil edilmesine rağmen kamuoyunun dikkat nazarından kaçmayan Kara Kuvvetlerine yayınladığınız ettiğiniz emirde GREV hakkındaki görüşünüzün de Anayasa düzene aykırı olduğunu hatırlatmakla yetineceğiz.
Demokrasilerde Baskı Grupları’na gereksinim vardır. Bunların rolleri tartışılmayacak kadar kesindir. Bu gruplar dışında ve Parlamento üzerinde Demokles’in kılıcı gibi duran gizli güçlerin bulunduğu bir ülkede demokrasiden bahsedilemeyeceği hakikatini bizden daha iyi bilebilecek durumda olduğunuzu hatırlatmak isteriz.
Hiyerarşi
Biz Silahlı Kuvvetlerden ayrıldıktan sonra eğer bir değişiklik olmadı ise siz EMİR KOMUTA ZİNCİRİ içinde Genel Kurmay Başkanına bağlı bir makamda bulunuyorsunuz. Bu gerçeğe karşın direkt olarak siyasi kanala mektup yazarak Yüce Meclisin kanaatine tesir etmek gayesine matuf davranışınızı onaylamamıza da imkân yok.
Hükümet demokratik yoldan işbaşına gelmiş ve AF’ı programına almış olduğuna ve kanun yapma görevi Yüce Meclisin olduğuna göre sizin müdahalenizi izaha imkân var mıdır?
Adalet Tarihi’nden Dünyadaki AF konusu tetkik edildiğinde görülecektir ki Af’larda öncelik daima Siyasi suçları kapsamayan bir Af düşünmeniz ve bunu empoze etmeye çalışmanız doğru mudur? Siyasi suçlar kanunlarımızda belirtilmiştir. 21 MAYIS 1963 olayları suçlularının da siyasi suçlu oldukları mahkeme hükmü ile sabit olduğuna göre hangi yetki ve hukuki bilginizle suç vasfını değiştirmek istiyorsunuz?
22 ŞUBAT 1962 suçlusu deyiminizi anlamaya imkân yok. Yüce Meclisten çıkan bir kanunla 22 ŞUBAT 1962’ye katılanların affedildiğini bilmiyor musunuz?
Anayasa’mız Devleti Sosyal bir hukuk devletidir. (Birinci kısım, madde 2) diye tanımlamakta ve bireylere “Sosyal adalet” (ikinci kısım madde 10) vaat etmektedir.
Bizim kanaatimiz odur ki Sosyal bünyedeki değişiklikler bir zaman devresini kapsarlar. Bu bakımda Anayasa’nın bireylere vaat ettiklerinin yapılabilmesi uzun zaman isteyecektir. Bu zaman içinde Sosyal bünyenin hasta olduğunu kabullenmemiz gerekecektir. Son senelerde sık sık çıkan afları biz bu yönden kıymetlendiriyoruz.
“İnsanların maddi ve manevi varlığını gerekli şartları hazırlar” (anayasa ikinci kısım 10. madde) hazırlamakla görevli Devletin, vatandaşın cehaleti neticesi işlenen suçları bu cehaleti giderinceye kadar af etmesi gerekmez mi? Devlet kendi emniyetini korumakla mükellef değil midir? Bilindiği halde tedbir alınmayan bir suçtan icracılar kadar yöneticiler sorumlu sayılmaz mı? Bu ikinciler dışarıda iken birincilerin affı gerekmez mi?
Bu millet Silahlı Kuvvetlerin siyasete karışmasının büyük mahzurlarını yakın tarihte görmüş, 1912 Balkan Harbinde ÇATALCA önlerine kadar gelen Bulgar’lara yenilgiyi asla unutmamıştır.
“Türk Silahlı Kuvvetleri her türlü siyasi tesir ve düşüncelerin dışında ve üstündedir. Bundan ötürü Silahlı Kuvvetler Mensuplarının siyasi parti ve derneklere girmeleri bunların siyasi faaliyetleri ile münasebette bulunmaları, her türlü siyasi gösteri, toplantı işlerine karışmaları ve bu maksatla nutuk ve beyanat vermeleri ve yazmaları yasaktır”.
Hükmü kanunla belirtildiğine göre ve sizin de Silahlı Kuvvetler mensubu olduğumuz tartışılamayacağına göre Askeri Ceza Kanunu’nun 148’ci maddesini ihlal etmiş olmuyor musunuz?
Silahlı Kuvvetlerin siyasetten uzak tutulması gerekçesi ile cezalandırarak kanı, canı, iliği, kemiği ile bağlı olduğu ocağından uzaklaştıranlar “Kanunlar karşısında fertlerin eşit” olduğu gerçeğini ifade de fayda görürler. Yargı yetkisine kimsenin şaibe düşürmeye hakkı olmaması lazım geldiği düşüncesinde bulunanların safında olduğumuzu söylemek isteriz.
Bundan yüzyıllarca önce söylenmiş fikirlerle bu kısmı tamamlamak istiyoruz.“Suçları önlemek istiyor musunuz? Öyle ise, hürriyeti ilmin meşalesi altında yürütün!Şayet siz, ilmin meşalesini uzatır ve onu cömertçe aydınlatırsanız, cehalet ve iftiranın bu nurdan kaçacağını göreceksiniz Adalet idarecilerin titremeye başladığını ve ortaya müthiş korku ve kuvvet memba olarak kanunların kaldığını müşahede edeceksiniz. Münevver insan, ahkâmını sarih, nimetleri vazıh ve temeli ammenin selameti olan kanunların meydana gelmiş olduğunu görmekle kalbi sevinçle dolacaktır”.
Dikkat nazarınızdan kaçmayacağı gibi biz kanunu ve meşruiyeti müdafaa ediyoruz. Biz dün de aynı düşüncede idik. Nitekim mahkeme kararı ile suçsuzluğu sabit olan ve beraat eden ATATÜRK’ün Okulunda Kartalların Yuvasında okuyan 1459 Harbiyelinin “Disiplin Kurulu Kararı” ile sokağa bırakılmasında da zamanında karşı olmuştuk. Tekrar edelim, yasama ve yargı organları üstünde kuvvet tanımıyoruz. Bu inanışımızın ızdıraplarımıza sebep oluşunun kıymeti yok. İnsanlar fani ve gelip geçicidir. Yolumuz üstündeki engelleri temizlemek ve gelecek nesillere hizmet uğrunda yok olmak direktifini ATATÜRK’ten almış bulunuyoruz.
Orgeneral GÜRSEL’in Tarihi Mektubu İle Karşılaştırma
Stratejinin ana ve değişmez kurallarını eski asker olmak sebebi ile biliyoruz. Asker olduğumuz için bilmemiz gereken diğer “bir hususta da, bir muharebenin kendinden öncekilerin koşullarına benzemediği” gerçeğidir. Bir muharebede başarı sebebi olan faktör örnek alınarak kendinden sonrakinde kullanmak hatasına düşen Kumandanlar zaman zaman hüsrana uğramışlardır.
Bu kuralı yaygınlaştırmak mümkündür. Orgeneral Cemal GÜRSEL, Kara kuvvetleri Komutanı iken 3 MAYIS 1960’da kaleme alıp zamanın Milli Savunma Bakanı Ethem MENDERES’e gönderdiği tarihi mektubu hatırlamamız olanaklımıdır?
O mektup, Türk Silahlı Kuvvetleri iç hizmet kanununun 35’ci maddesinin “Silahlı Kuvvetlerin vazifesi Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti’ni korumak ve kollamaktır”.
Uygulama zamanının geldiğine dair kanaat getirdiken sonra yazılmıştır. O mektup Orgeneral Cemal GÜRSEL tarafından Emir Komuta Zinciri içinde bağlı bulunduğu zamanın Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Rüştü ERDELHUN’un görevlerini yerine getirmediği kanaatine varıldıktan sonra kaleme alınmıştır. Ve nihayet Orgeneral Cemal GÜRSEL, mektubu kaleme aldıktan sonra siyasete karıştığını zimmen kabul ederek, bulunduğu makamı kendiliğinden terk edebilmek büyüklüğünü göstermiştir.
Sayın GÜRSEL’in görüşlerindeki büyük isabet 27 MAYIS 1960’ta getirmedi gerçekleşmedi mi? Bugünkü Anayasa 27 MAYIS’ın eseri değil mi? Anayasa’ya evet diyen vatandaş 27 MAYIS’ı onaylamış olmuyor mu ve nihayet bugün en uygar milletlere örnek olacak nitelikte bütün kurumlarıyla ile işleyen Demokratik düzen 27 MAYIS’ın eseri değil mi? Bugün 3 MAYIS 1960’ın şartlarından koşullarından söz etmemiz mümkün müdür?
Olayların Geçmişi
1- 1958 yılında 66’cı Tümen Komutanı iken sizi Tümgeneral Cemal TURAL ziyarete gelen ve 27 MAYIS 1960’ı hazırlayanların görevlendirdiği ve sizin düşüncenizi öğrenmek isteyen subaya (Kurmay Albay Faruk ATEŞDAĞLI) verdiğiniz yanıtı herhalde hatırlayacaksınız. Biz susulması lazım gelen yerde susmasını bilecek kadar sağduyuluyuz. Bu nedenle susuyoruz. Ancak bir sual sormak isteriz:
a- O gün verdiğiniz cevaptan dolayı bugün pişman mısınız? (2)
b- 1960’tan sonraki davranışlarınızda bu pişmanlığınızın rolü oldu mu?
Dikkat ederseniz pişman olmanız halini düşünmek bile istemiyoruz.
2- 27 MAYIS 1960 günü siz de habersizler arasında bulunuyordunuz. Takdir edeceğiniz gibi habersizleri çeşitli kategorilere ayırmak mümkün… Fakat siz o gün 2. Kolordudan İSTANBUL’a geldiğinizde ihtilali yapanlara söylediklerinizde şimdilik açıklamıyoruz. (3)
Ancak bizi düşündüren aksi bir tesadüf var:İSTANBUL’da 27 MAYIS’ta emir telakki ettiğiniz iki komite üyesini yurda dönerken ta KAPIKULE’de karşılayıp gözaltına aldırıp hapishaneye göndermenizle 27 MAYIS günü davranışınızı size yakıştıramadığımızı bu vesile ile ifade etmek isteriz.
3- 21 EKİM 1961, 22 ŞUBAT 1962 devresi hakkında herkes bir şeyler biliyor. Bizler içinde olduğumuz için takdir edeceğiniz gibi daha fazlasını biliyoruz.
Bu dönemde düzenlenen protokollerde Tuğgeneral Refik TULGA başta olmak üzere emri komutanız altında bulunan hemen hemen bütün komutanların imzaları var. Fakat sizinkisi yok.
Bu durumda iki ihtimal düşünülebilir:
a- Haberiniz yoktu. Bu takdirde siz 1’ci Ordu komutanı olarak askıda kalan bir kumandan durumuna düşmüyor musunuz?
Eğer bu ihtimal doğru ise müteakip davranışlarımız bu yenilginizin hissi payı düşünülmez mi?
b- Haberiniz vardı: Bu takdirde siz 22 ŞUBAT 1962’nin olmasını onaylamış olmuyor musunuz?
Eğer böyle ise 22 ŞUBAT’a kininiz neden?
4- 22 ŞUBAT 1962’de önceki evrede bugün çok yakını olduğunuz bir General (4) Sizin emekli olmanız gerektiğine ait raporlar gönderdi ve bildiğiniz üzere bu kimse bugün olduğu gibi o günde mahiyetinizde bulunuyordu.
Bugün bu raporları kale almayan insanlar sayesinde makamınızı işgal ettiğinizi niçin unutuyorsunuz? Bildiğiniz gibi o devirde SKB Sizin hakkınızda olduğu gibi başkaları hakkında da zayıf karakterli insanların verdiği raporlara istinaden birçok kıymetli General ve subayı emekli ederek büyük bir hata işlemiştir. Aynı hatayı sizin içinde işleyemez miydi?
5- 22 ŞUBAT1962’den sonra karargahınıza atanan bazı subaylara hakaret ettiğiniz bir gerçektir. Bu subayların o zaman sizi mahkemeye vermiş olmalarının 22 ŞUBAT 1962 ve 21 MAYIS1963’e olan kininizde rolü olmuş mudur?
6- 21 MAYIS 1963’den sonraki tutumunuza çok ayrıntılı olduğu için şimdilik girmeyeceğiz. Ancak şu kadarını da söylemeden geçemeyeceğiz.
a- MAMAK Askeri Hapishanesinde mensubu olmaları ile her zaman iftihar ettikleri okulun marşını, (Harbiye Marşını) söyledikleri için, dünkü silah arkadaşlarınızı üç hafta ziyaretçiden mahrum edişinizi unutamıyoruz.
b- Hapishane’de emrinizdir diye “İngilizce Ders Kitabı”nı dahi sokmayan Hapishane Müdürü Piyade Binbaşı Nurettin IŞILDAR’ı da unutmamıza imkan yok…
Ordunun Disiplini Konusu
Mektubunuzda affın 22 ŞUBAT 1962 ve 21 MAYIS 1963’cüleri kapsaması durumunda, ordu düzenindeki disiplinin sarsıntıya uğrayacağı mütalaasında bulunuyorsunuz.
Bu konuda size hiç katılmıyoruz, çünkü: 21 MAYIS 1963 suçluları Harbiyeli dahil 200 kişi kadardır. Silahlı Kuvvetlerin büyük kitlesi karşında bu rakam hesaba katılmayacak kadar küçüktür. Bu fikre karşı ihtimaller düşünmeksizin bu mektubu yazıp büyük bir hataya düşmüş olduğunu kabul etmek istiyoruz. Silahlı Kuvvetlerin disipline karşı ileri sürülen bu sebebin çok hafif kaldığını herhalde şimdi anlamış olacaksınız…
YASSIADA ve İdamlar
Bu günlerde fısıltı gazetesi mektubunuzda savunduğunuz fikirleri bir başka yönden ilgililere yaydığını duymaktayız. Onlar derler ki;
“Bunlar (21 Mayıs’çılar) idamları yapan ve yaptıran insanlardır. Siz bunları nasıl affedebilirsiniz”.
Biz bu haberin kaynağını henüz tespit etmiş değiliz. Tabiatıyla bu faaliyetin sizin mektubunuzla koordineli bir çaba olup olmadığını da şimdilik bilmiyoruz.
Her ihtimale karşı aşağıdaki hususları açıklamakta fayda mülahaza ederiz;
O tarihte idam hükümlerinin tasdiki için yetkili organ 2’ci Milli Birlik Komitesiydi. Bu kurum dışında çeşitli art niyet ve düşüncelerin tesiri altında rivayetler çıkararak daha önce işlenen bir temayı ortaya sürmek demode bir usuldür. Eğer böyle ise 2’ci M.B. K. sini gayri meşru kabul etmek ve dolayısıyla de bugünkü düzeni inkâr mevzu bahistir ki, buna kimsenin gücü yetmeyeceği gibi esasen bu fiilin kanunen de suç sayılmakta olduğu malumdur. Propagandistlerin çok akıllı olması bilinen gerçeklerdendir. Bu branşta silahlar her zaman aynı ölçüde geri tepmezler. Hesaplı olmak gerektiğini ilgililere hatırlatırız. Bu sırada Siz İSTANBUL Sıkıyönetim Komutanı idiniz. O sırada verdiğiniz emirlerin dinlenilmeyi bir yana konuyu soruşturmaya bile cesaret edemediniz.
Sonuç
Biz demokrasiden, adaletten ve meşruiyetten yana olduğumuz için bugüne kadar susmamıza rağmen bu açıklamayı yapmayı vazife addettik. Bu davranışımızdan dolayı büyük bir kalp huzuru ve vicdan rahatlığı içinde bulunuyoruz.
Kamuoyunun bizden yana olacağını kuvvetle tahmin etmemiz ve basında bugünlerde gördüğümüz yazılar ve gençlik örgütlerinin bizim gibi düşündüğünü bilmekten mutluyuz.
1960/1965 intikal devresinin geçmiş olduğunu, o devre ait olayların “İhtilallerin Kanun’larına” tabi olarak cereyan ettiğini ve bugün unutularak yaraların sarılma zamanının geldiği fikrini paylaşıyoruz.
Gerçek demokrasi istiyor ve demokrasiden yana çıkıyoruz. Demokrasi düzeni içinde herkesin kendi sorumluluğunu ve yetkisini bilerek geleceğin mutlu, huzurlu ve müreffeh TÜRKİYE’sinin inşasına yardımcı olmasını diliyoruz.
Bu idealin gerçekleşmesinde eski hesapların kapanması gerektiğini, dünün hesap ve kini ile meşbu olmanın ve bu yöndeki davranışların memlekete hizmet olmadığı kanısını taşıyoruz. Az Gelişmiş veya kibar deyimiyle Gelişmekte Olan Ülke olmaktan kurtulmamamızın, geçmişten ders alıp geleceği düşünmek, planlamak ve bu yönde çaba sarf etmek olduğu tezini savunuyoruz.
Tarafsız iki vatandaş olarak objektif olmaya azami gayret göstermemiz herhalde sizin ve konu üzerine eğilenlerin dikkatlerinden kaçmayacaktır.
Hürmetlerimizle
KUZGUNCUK 5 ARALIK 1965 saat 04–45
Selçuk ATAKAN (E. Kur. Alb.) Talat TURHAN (E. Kur. Alb.)
Kaynakça ve Açıklamalar
(1) Orgeneral Cemal TURAL bir darbe düşlüyor ve bu konudaki girişimleri suskunluk içinde izleniyordu.
(2) Komiteye girme önerimi kabul etmemişti
(3) İhtilalci bir Kurmay Yarbay ve bir Kurmay Binbaşı karşısında esas duruşa geçerek “İhtilali yapanlar Komutanım”dır demiştir
(4) Tümgeneral Faruk GÜVENTÜRK