Kontrgerilla Cumhuriyeti-2
Kontrgerilla Cumhuriyeti-2
İkinci Baskı ARALIK 1994
Tüm Zamanlar Yayıncılık
ÖNSÖZ YERİNE
KAPIDAKİ ZİNCİR
İlhan SELÇUK
Kontrgerilla var mı?
Yok mu?
Tartışma sürüyor. Aradan kaç yıl geçti? Bir sonuç yok. Neredeyse bu konu ‘bir
varmış, bir yokmuş olacak…
İki İstanbullu Tepebaşı’ndaki Meclisi Mebusan Kıraathanesi’nde bahse tutuşmuşlar…
İkisi de inatçı.
Biri:
—Kapalıçarşı’nın demiş, Nuruosmaniye tarafındaki kapısında bir zincir asılıdır.
Öteki:
—Öyle bir zincir yoktur.
Vardır, yoktur, derken iş büyümüş; “haydi gidip bakalım” demişler; Nuruosmaniye’ye
ulaşmışlar, Kapalıçarşı’nın kapısına varmışlar, görmüşler ki zincir asılı duruyor, ama
“yoktur” diyen inatçı diretiyor:
—Hani nerede?
Kahve ihvanı, adamı yakalamış, zinciri kafasına vur-lar, ama nafile! Bizimki, “inadım
inat adım Kara Murat” diyerek söylediğinde diretirmiş:
—Yoktur, yoktur, yoktur.
Kontrgerillanın tezgahından kaç kişi geçti? Kaç kişi işkence gördü? Yüz mü? Bin mi?
On bin mi? Bilinmiyor. Ziverbey Köşkü’nden kaç kişi geçmişti?
Kapalıçarşı’nın Nuruosmaniye tarafındaki kapısında eskiden bir zincir vardı.
Şimdi var mı?
Kontrgerilla konusunda çok kitap yayımlandı. Bu konunun uzmanı, dostum Talat
Turhan’dır; incelemeleriyle, anılarıyla, araştırmalarıyla çoğu karanlık soruyu
aydınlattı.
Kontrgerillanın kökeni Amerika’dır. Soğuk Savaş döneminde “komünizm korkusu”
sermaye düzenlerinin karabasanıydı. Çin ve Vietnam gibi ülkelerde gerilla
savaşlarının sonuçları ortalığı allak bullak etti; klasik savaşın kurallarını altüst eden
yöntemlere, düzenli ordular karşı koyamıyorlardı; kontrgerilla kuramı bu gerekçeyle
geliştirildi. Eğer düşman (namı diğer komünist) gerilla savaşını yeğliyorsa, kontrgerilla
ile yanıt verilecekti. Bizim Genelkurmay’da bu amaçla ‘Özel Harp Dairesi’ kuruldu;
ama özellikle 12 Mart döneminden bu yana “kontrgerilla” başka marifetleri meslek
edindi.
12 Mart ve 12 Eylül, sözde kontrgerillayı aydınlara karşı işkence yöntemleriyle
yürüttü.
Peki, ne oldu?
Sonuç ortada!
Ziverbey Köşkü’nde beni sorguya çeken emekli albay, sözde kontrgerillacıydı; bir
aylık işkence sürecinden sonra, son gün söyledikleri ilginçti:
“-Seni şimdi gönderiyoruz, ama izleyeceğiz. Bundan böyle gözümüz üstünde olacak.
Bu teşkilatta 22 albay ve general bulunmaktadır. Teşkilatı Mahsusa gibidir, bak
görürsün bu teşkilat neler yapacak!..”
“Teşkilat” yapacağını yaptı.
12 Mart’ın ikinci perdesi 12 Eylül’de açıldı; Diyarbakır Hapishanesi bugün sonuçlarını
derlediğimiz bir okul görevi üstlendi; memleketin canına okuyup emekli oldular o
generaller; “Özel Harp Dairesi”nin olanaklarını dar kafalarının yörüngesinde
kullanmışlardı…
1990’ların dünyası çok değişik.
Sovyetler yıkılınca, komünizm ürküşü sermaye sınıfının karabasanı olmaktan çıktı.
21’nci yüzyıla az bir şey kaldı.
Sosyalizmin gerilla yöntemleriyle gerçekleşmesine dönük kuramlar geriye itildi;
‘devrim ihracı’ndan vazgeçildi, çünkü ihracatı yapacak firma yok! Her ülke katılımcı
demokrasi içinde derinleştikçe sosyalizme giden yollar emekle döşenecek.
Bu yollarda devlet içinde devlet gibi yuvalanmış hiçbir örgüte yer yoktur.
Kontrgerilla Türkiye’ye bir hayır getirmedi, bundan sonra da getiremez; ama, “faili
meçhul cinayetler” sürdükçe kuşkular da silinemeyecek.
(Cumhuriyet, 9 Aralık 1992)