KONTRGERİLLA KÖŞKÜNE GİRDİK
KONTRGERİLLA KÖŞKÜNE GİRDİK
Cumhuriyet: 11 EKİM 1975
Anlatan Talat TURHAN
Yazan Şükran KETENCİ
Fotoğraf Erdoğan KÖSEOĞLU
“Büyük bir bahçe içinde, bahçesinde yüksek çam ağaçları ve müştemilat olarak hücreleri bulu narı bodrum katı hariç, 3 katlı ahşap eski bir köşk. Civarında birkaç cami var, bunlardan biri pek yakında. Civarda olduğu anlaşılan Boğazköy Şan Sinemasının ses ve reklâmları zaman zaman duyuluyor. Köşkün kurt köpeklerinden birinin adı Olga”…
Bomba davası sanıklarından emekli Yarbay Talat TURHAN, 3 TEMMUZ-1 AĞUSTOS 1972 tarihleri arasında kaldığı, gözleri kapalı olarak getirilip götürüldüğü ve ağır işkence gördüğünü belirttiği “Kontrgerilla” merkezini çeşitli dilekçelerde böyle tanımlıyordu…
Geçen yıl sahip değiştiren ERENKÖY’deki “Ziverbey (Zihni Paşa) İşkence Köşkü”nde birlikte bulduk ve yeni sahiplerinden içini gezmek için izin istedik. Evin yeni sahibi İbrahim ATEŞOĞLU, köşkte hücrelerin bulunduğunun doğru olmadığını söyledi. Ancak ısrar edince binayı gezebileceğimizi bildirdi,
Siz burada kalmışsınız!
Talat TURHAN, dış kapıdan girer girmez, soldan gidilen merdivenlerin bodruma indiğini söyledi. Küçük mutfağı, tuvaleti, bodrum katındaki hücre olarak kullanılan odaları, girmeden ebatları biçimleri ile tanımlamaya başladı.
Ev sahibi şaşırmıştı. “Siz burada kalmışsınız” diyebildi. “Benim adım Talat TURHAN, Bir ay burada işkence gördüm. Gözlerim bağlı idi. Ama ayaklarımı bağlayan zincir boyu ile kafamda mesafeleri hesaplamıştım. Burada işkence gören diğer arkadaşların da anlattıklarını birleştirerek, Köşkün tam planını çizmiştik” cevabını verdi.
“Özel işkenceler müştemilata ait binalarda kireç kuyusu, havuz, çarmıh odalarında yapılıyordu. Bina bakımsız ve pisti… En üst katın banyosunda fayans köşeleri TÜRKİYE’de bulunmayan özel irtibat parçaları ile çevrilmişti. Bina bakımsız ve pisti…”
diye anlatmaya başladı.
Binayı bir yıl önce 6 milyon lira karşılığında satın alan İbrahim ATEŞOĞLU’da Köşke taşınmadan önce ciddi bir onarımdan geçirdikleri karşılığını veriyordu…
Adalet Partisi (AP) İSTANBUL Senatör adayı ve eski Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Faik TÜRÜN, “Ziverbey (Zihni Paşa) İşkence Köşkü”ndeki işkence iddiaları ile ilgili çelişkili açıklamalarından birinde, “Çok Önemli kişileri rahat etsinler diye gönderdik” demişti…
Bomba davası sanıklarından emekli Yarbay Talat TURHAN, bir ay işkence gördüğünü öne sürdüğü ERENKÖY’deki kendi deyimiyle “İşkence Köşkünü” ilk kez gezerken, “Ben de demek ki o çok önemli kişilerden biriydim” diyor ve bunu kanıtlayacak bir başka olaydan, gözaltına alınması kararından söz ediyordu;
“1. Ordu Sıkıyönetim Komutanlığına gönderilen 1 HAZİRAN 1972 tarihli MİT yazısı üzerine alındım. Elimde fotokopisi bulunan ve Turhan DENİZ(1) imzasını taşıyan yazıda anarşik olayların planlayıcısı ve cunta faaliyeti içinde bulunduğuma değinilerek, elde edilecek belgelerle birlikte ve ivedilikle MİT bürosuna sevkim isteniyordu…”
Eller, Ayaklar Zincirliydi…
“Tuvalete gözler bağlı, el ve ayaklar zincirli getiriliyorduk. Kapı, açıktı. İlâçlı su verildiğinden, kapı önündeki lavabodan su içmek yasaktı, bir gün hastalandım ama”…
Yasalar ve FAİK TÜRÜN
“644 sayılı MİT yasasına göre, MİT’in böyle bir istemde bulunma yetkisi yoktu. Sadece istihbarat yapmakla yükümlü bir örgüttü. Oysa Orgeneral Faik TÜRÜN yasa dışı bu isteğe uyarak imzaladığı 3 TEMMUZ 1972 tarihli yazı ile ve bir operasyonla alınmamı emrediyordu. Bu arada CİA uzmanlarının kitaplarında yer alan bir uygulama unutulmamış, evim, çevrede korku uyandıracak bir biçimde arandıktan sonra, hakarete uğrayarak götürülmüştüm. Gözaltına alındığım günden, serbest bırakıldığım güne kadar geçen 700 gün içinde, başta Kontrgerilla merkezinde bir ay, hücrede bir ay ve koğuşlarda bana ve görebildiğim diğer tüm tutuklulara yapılan muamelenin hepsi yasa dışıdır. Yasa dışı bu uygulamaların da tek yasal sorumlusu, bu konuda tek yetkili olan zamanın Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Faik TÜRÜN’dür.”
FAİK TÜRÜN ve İŞKENCE
“Orgeneral Faik TÜRÜN işkence yapılmadığını söylüyor. Tutuklu kaldığım 700 gün içinde toplam 12 saat güneşe çıkarıldım. GÖZTEPE’deki Kontrgerillada sadece bir kez birkaç dakika, SELİMİYE’de hücrede iken günde 10 dakika ve koğuşta iken hiç havalandırmaya çıkarılmadım. Oysa TÜRKİYE’nin de imzalamış olduğu CENEVRE sözleşmesine göre esirler bile günde en az 2 saat havalandırmaya çıkarılırlar”.
Talat TURHAN’ın savunmasında, ERENKÖY’deki bir köşkte bir ay süre ile Kontrgerillada işkence gördüğünü ve alınan ifadelerinin işkence altında, gerçek dışı olduğunu belirtmesi üzerine, Savcı ifadelerin Emniyet Müdürlüğünde alındığını öne sürmüştü.
Bunun üzerine Talat TURHAN, ifadeler Savcının dediği gibi gerçekten Emniyet Müdürlüğünde alınmışsa, nöbetçi tüm polis ve müdürlerin tanık olarak dinlenmesini, Emniyette alman parmak izlerinin getirilmesini istemişti. Bir ay kaldığı “Kontrgerilla” merkezinde parmak izi alınmamıştı. Bu dilekçesi de, mahkemeye ve Savcılığa, Sıkıyönetim makamına verdiği çeşitli konulardaki 50 kadar dilekçesi gibi cevapsız kalmıştı.
Oysa Milli İstihbarat Teşkilatı’ndan (MİT) Sıkıyönetim Komutanlığına gönderilen, yasalara aykırı belgede de İvedilikle Büromuza Sevki sözcükleri yer alıyordu. Yazılı belgeden de saptanacağı üzere götürülmesi istenen yer Emniyet Müdürlüğü değil, MİT’le ilgili bir büro idi…
Emekli Kurmay Yarbay Talat TURHAN anlatıyordu köşkü birlikte gezerken:
“İki el kollarımı kıskaç gibi sıkarken, arabaya bindirilirken bağlanan gözlerim çözülmeden, önce uzun bir bahçeden geçirildim, sonra birkaç merdiven çıktık, tekrar dar merdivenlerden indirildim. Bodrumda bir odaya götürüldüm. Burada gözlerim açıldı.
Önce göğsüme levha konarak resmim çekildi”.
Ayaklarıma Pranga Vuruldu
“Bu seremoniyi diğerleri izledi. Ellerime zincir, ayaklarıma pranga vurulmuştu. Elimdeki zincir 3mm kalınlığında, 3 santimlik 18 halkadan oluşmuştu. 45 santim kadar çekiyordu. 8 yaparak bileklerime sarıldı ve arasına bir kilit vuruldu. Ayaklarıma vurulan ve somyaya bağlanan zincir ise 105 santim kadardı”.
“Oda korkunç bir rutubet ve küf kokuyordu. Bu mevsimde bodrum katı da olsa böyle kokmaması gerekiyordu. İçerdeki kişi, yanımdaki komodinin üzerinde duran plastik üstü açık sürahideki suyu bu rutubetli yerin, köhneleşmiş ahşap tabanına serpti. Pis bir plastik su bardağının yarısını da bana bıraktı. Sonradan odada rutubeti yaratan bu ıslaklık için, her gün düzenli yere su serpilecekti. Kapı üzerime kilitlendi.
Kapıda dışardan nöbetçinin gözlediği bir delik vardı. Yüz mumluk bir ampul yanıyordu ve siz, elleriniz ayaklarınız, zincirli olduğu halde, yüzünüzü battaniye ile örtmeden sırtüstü yatmak zorunda idiniz. Kıpırdamaya kalksanız eski somyanın gıcırtısı nöbetçiyi uyarıyordu”.
Cevap: Okkalı bir Küfür
“Uyandığımda tuvalete çıkmak ihtiyacında olduğumu hissettim. Mehmet’e seslendim. Okkalı bir küfürle cevap verdi. Beklemeli idim. Ama ne kadar? Bu başka bir işkence idi.
Ama Mehmet gene mazurdu. Benim tuvalete gitmem için yetkili şahsa haber vermesi gerekiyordu. Eğer bu ihtiyaç uygunsuz bir saatte ise küfürle o da karşılaşacaktı. Kapı anahtarı Mehmet’te değildi. Ne kadar sürdü bilmiyorum, kapı açıldı, somyanın ayağındaki kilit açıldı. Sağ ayağım zincire vurulup kilitle bağlandı, gözlerim bağlandı ve dışarı çıkarıldım.
Her ayak sürüyüşünde 15 santimlik mesafe alınıyordu. Sonradan her tuvalete ve sorguya çıkarılışım, ya da oda değiştirişim aynı biçimde oldu. Tuvalet 1,5 metrelik pis bir yerdi. Ayaklardaki zincirler bu pis yerlere sürülüyordu.
Tuvalette istediğiniz kadar kalamazdınız ve kapı açık duruyordu. Eller zincirli olduğu için törelerimize göre taharet yapmanız da söz konusu değildi. Affedersiniz tuvalete çıkmanın insanı bu derece mutlu edeceğini tahmin edemezdim.
Bir başka gün içirdikleri pis sudan ishal olmuştum. Tuvalete gitme isteğim bir gece boyunca kabul edilmedi. Sabaha kadar kendimi tutmak zorunda kaldım. Sabah karnımdan çıkan seslerden halime acıdılar. İlaç almama izin verdiler. Yine de ishal bana dört sıkıntılı gün geçirtti…
…Masaya oturduğum zaman zorla bir su içirtmişler, bu arada bir şeyler koklatmışlardı. Namluların uçlarını omuzlarımda hissediyordum. Sorguda gözlerim bağlı idi. Birden bayılmıştım. Bunun bir narko analiz olup olmadığından haberim yok.
Ancak suratıma inen sayamadığım kadar çok tokatla kendime gelmiştim… Bana kâğıt kalem vererek suçlarımı itiraf etmemi istiyorlardı. İçirilen ilâç nedeni ile kişiliğimde farklılık hissediyordum. Korkunç ithamlar telkin edilerek yönlendiriliyordum. İstedikleri biçimde suçlan itiraf etmem gerektiğini kavramıştım. Yine de yazdıklarımdan memnun olmuyorlar, sorgular birbirini izliyor, günler geçiyordu.
Sorguda istedikleri cevapları alamadıkça, arkamda sesleri işitilen komandolarla işkence yaptırmakla tehdit ediyorlardı, biri ‘Burası CİBALI karakolu değil cümleciğini sık sık tekrarlıyordu’. 7 TEMMUZ 1972 günü sorgumu yapan Albay(2). Hazırladığım kaçıncı itirafnameden yine memnun olmayarak, “sen artık çok oldun” dedi.
Falakaya yatırıldım. Bütün dünyam yıkılmıştı. Bu işkence ne kadar devam etti bilemezdim. Ayaklarıma indirilen sopaların ağrısını duymaz olmuştum…
“Aldıkları çeşitli ifadelerde, Silâhlı Kuvvetlerin üst kademesindeki Komutanları suçlattılar. Suçlatmalar Bülent ECEVİT’e kadar uzandı. Ancak duruşmalara sadece 14 sahifelik ifadem getirildi. Oysa çeşitli kişilerin suçlatıldığı 36 sayfalık ifadem iddianamede yer almadı. Anlaşılan oynanmak istenen oyunların bir bölümü için ortam uygun değildi…”
Kaynakça ve Açıklamalar
(1) Y.n.: O tarihte İSTANBUL bölgesi MİT başkanı
(2) Y.n.: Aslında T. Slh. K.’lerinden Bnb. rütbesiyle ayrıldıktan sonra MİT’te çalışmaya başlayan Eyüp ÖZALKUŞ deşifre edilebileceğini ‘hayal bile etmediği için pervasızdı’. Oysa bu kişiyi saptadım. Güçlükle de olsa ilk kez ismi “Kel Eyüp” diye Mahkemede duruşma tutanağına geçirttim.