Küreselleşmenin Şifresi
Küreselleşmenin Şifresi
Birinci Baskı EKİM 2007
İLERİ YAYINLARI
Önsöz
Büyük Önder Atatürk, ulusunu bağımsızlığa taşıyacak olan Kurtuluş Savaşı’na başlarken hedefini çok önceden belirlemişti. Kurtuluş Savaşı da bu ilkelerin doğrultusunda gerçekleştirildi. Atatürk her ne pahasına olursa olsun bu ilkelerden bir kez bile ödün vermedi, ödün vermeyi düşünmedi. Bunlar antiemperyalizm, antikapitalizm ve tam bağımsızlık ilkeleriydi.
Kurtuluş Savaşı daha başlamadan önce Atatürk’ün zihninde oluşturduğu bu kuramlar savaşın ardından da yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin yol gösterici temel ilkeleri oldu. Yani Atatürk daha savaş başlamadan önce devrimci teoriyi kafasında oluşturup pratiği Kurtuluş Savaşı ile yaşama geçirmişti. Oysa Atatürk’ün Altı Ok’una baktığımız zaman bunun tam tersi bir durum görmekteyiz. Altı Ok sanıldığı gibi Anayasa’ya girdikten sonra uygulanmaya başlamadı. Cumhuriyet’in kuruluşundan Atatürk’ün ölümüne kadar uygulanan tüm politikalar zaten Altı Ok’un kendisiydi. Yani Altı Ok önce uygulamaya konulmuş, 5 Şubat 1937 tarihinde Anayasa maddeleri olarak biçimsel özelliğine kavuşmuştu. Atatürk’ün tüm yaşamı boyunca uyguladığı bu ilkeler ne yazık ki ölümünün hemen ardından rafa kaldırıldı. İkinci Dünya Savaşı’nın bitmesiyle birlikte aradığı fırsatı bulanlar (buna Atatürk’ün en yakın silah arkadaşları da dahil), Türkiye’nin yönünü bir kez daha emperyalist Batı kutbuna çevirdiler. Oysaki Atatürk, Hasta Adam’dan devraldığı genç Türkiye’yi kendi ayakları üzerinde duran, tüm dünya ülkelerinin gıpta ile izlediği bir ülke konumuna getirmişti. Soğuk Savaş’ın başlaması ile birlikte Türkiye’nin politikaları artık tamamen Batıya endekslenmiş duruma geldi. Batı, düşmanın komünizm olduğunu söylüyor, Türkiye daha düne kadar kendisini bölmek, sömürmek, sömürge durumuna getirmek isteyen ülkelerin dostu olurken hiçbir anlaşmazlığı olmayan ülkeleri karşısında düşman olarak buluyordu. Türkiye Soğuk Savaş’ın hüküm sürdüğü yıllarda ABD’nin ileri uç karakolu olma konumundan dolayı sıcak savaşın yakıcı soluğunu sürekli olarak ensesinde hissetmek durumunda kaldı.
Tarihler 19–21 Kasım 1990″u gösterirken imzalanan Paris Şartı, Soğuk Savaş’ın bittiğini, komünizmin artık düşman olmaktan çıktığını bildiriyordu. Dünya artık iki kutuplu değildi. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte komünizm tehlikesi de dünya siyaset sahnesindeki yerini terk etmişti. Komünizm tehlikesi ortadan kalktığına göre dünyayı saracak bir barış dönemi beklenebilirdi. Fakat emperyalist hegemonyanın varlığını sürdürebilmesi için barış değil “savaş” gerekliydi. Bush dünyanın yeni bir düzene hazırlandığım tam da bu tarihlerde söylüyordu. Ama Yeni Dünya Düzeni’nin düşmanlarının kim olduğu belli değildi. Doğu Bloğu ortadan kalktığına göre yeni bir düşman bulunması gerekiyordu.
19 Kasım 1990 tarihinde, yani Paris Şartı görüşmeleri sürerken Zaman gazetesine verdiğim bir söyleşide Batının yeni düşman olarak İslamiyeti seçtiğini söylemiştim. Yalnızca 10 gün sonra Zaman gazetesinin manşetindeki bir haber, söylediklerimde ne kadar haklı olduğumu kanıtlıyordu. Avrupa Müttefik Kuvvetler Komutanı Orgeneral John Galvin NATO’nun yeni düşmanının İslam olduğunu birinci ağızdan açıklıyordu. Daha düne kadar Soğuk Savaş yılları sırasında Amerikalılar ile birlikte Sovyetler’e karşı savaşan Afganlar, tıpkı bizim Soğuk Savaş’ın başlamasıyla birlikte birçok düşmanımız olduğunu öğrendiğimiz gibi, sabah kalktıklarında özgür dünyanın önündeki en büyük engellerden biri olduklarını öğrendiler.
Emperyalizmi küreselleştirme yolundaki en büyük adımlara Baba Bush zamanında başlandı. George Herbert Walker Bush kendisini bu konuda gayet iyi yetiştirmişti. CIA Başkanlığı, Başkan Yardımcılığı görevinden sonra nihayet ABD Başkanı olmayı başaran ilk Bush oluyordu. Dede Prescott en fazla senatör olabilmişti.
Kurukafa ve Kemikler’de anlatılacağı üzere hemen savaş borusu çalınmaya başladı. Seçilen ilk hedef ise Irak’tı. Saddam Kuveyt’i işgal ederek özgür dünyanın güvenliğini tehlikeye atmıştı. Durdurulması gerekiyordu. Baba Bush özgür dünyayı korumak adına derhal Irak’a savaş ilan etti.
Oysa 1989–90 yılları arasında Bağdat’ta ABD Büyükelçisi olan April Glaspie, Saddam’la yaptığı görüşmede “Kuveyt’le aranızda anlaşmazlık konusu olan Rumeilah petrol alanı konusunda düzeltmeler yapmanıza ABD itiraz etmez” dediğini itiraf edecektir. Yani Saddam’ın Kuveyt’e saldırısı da aslında bir Amerikan komplosudur. ABD Saddam’ı Kuveyt’e saldırması için ilk önce teşvik etmiş, sonra kendisi bizzat Saddam’a saldırmıştır.
Kuşkusuz Batının İslam düşmanlığı Soğuk Savaşın bitmesi ile başlamıyor. 1096 yılında başlayan ilk Haçlı Seferi’nden bu yana İslam dünyası zaten hep Batılıların tehdidi altındaydı. Tanrı Doğu uluslarını sömürmesi için kendilerine ne de olsa yetki vermişti!
Baba Bush’tan önce ABD’nin karar mekanizmalarının bu konudaki sloganı “İslam to İslam” idi. Bunun en tipik örneğini İran-Irak savaşı zamanında gördük. Bu anlayış, Saddam’ın İran’a yaptığı saldırıyı vaktiyle sonuna kadar desteklemişti. Kendisi savaşmayacağı zaman ise İslam ülkelerini birbirine düşürerek hedefine ulaşmaya çalıştı. 1989 yılında ABD’nin hem İran’a hem Irak’a silah satıp savaşı uzatmaya çalıştığı ortaya çıktı. Oysaki İran, Şah rejiminin devrilmesinden sonra ABD’nin öncelikli hedeflerindendi.
ABD bu oyunu her zaman oynuyor. Bu ne ilk oldu ne de son. Kitabı okuduğunuzda ABD’nin tarih boyunca yaşama geçirdiği komplolardan birkaçını göreceksiniz.
Baba Bush’un bu politikasını bugün Oğul Bush sürdürüyor. Hakkını yememek lazım, o çok daha başarılı oldu. Irak’ı artık tamamen işgal ettiler. Her gün onlarca Iraklı özgürleşmenin en üst düzeyine ulaşıyor. Yüzlercesi ise yalnızca sakat kalmakla yetinmek zorunda. Oğul Bush babasının yarım bıraktığı işi tamamlamakla kalmadı, Afganistan’a da saldırarak küreselleşmeyi daha geniş bir alana yaymayı başardı. Evangelist inançları doğrultusunda hedeflerine henüz ulaşamadılar. Saldırılması gereken daha çok hedef, öldürülmesi gereken milyonlarca insan var. Küresel Seçkinler ve Bush bile tek başına bunun altından kalkamayacağından, hedeflerine yardımcı olmak için her tarafta stratejik ortakları ve işbirlikçi siyasetçileri var. Bugün bu politikalarda ABD’ye en fazla destek veren ülkelerin İngiltere ya da İsrail olması hiç de şaşırtıcı değil. Peki, Küresel Seçkinler’in bu savaşında ona destek veren Müslüman ülkelerin işbirlikçi iktidarlarına ne bahane bulabileceğiz?
Çeteleşme adlı kitabımda yazdığım gibi, Ürdün Kralı Abdullah, 1977 yılında 17 yıldan bu yana CIA’dan aldığı para ile iktidarını sürdürdüğünü itiraf ediyordu. Suud Hanedanlığı ise zaten işbirliğinde tüm sınırları ortadan kaldırmış durumda. Şeyh Mahfouz Bush’ların enerji şirketi Harkon’un 38.000 dolar tutan hissesine tam 1 milyon dolar ödeyerek ailenin zenginleşmesine ve işbirliğinin gelişmesine yeterince katkıda bulundu. Buna bir anlamda rüşvet de diyebiliriz. Bu işbirlikçiliğin karşılığının alındığını 11 Eylül Baskını’nın ardından gördük. Saldırıdan sonraki ilk hafta içinde ABD’de tek bir sineğin bile uçmasına izin verilmezken, her nasılsa, Suud Hanedanlığına ait uçak güle oynaya ülkeyi terk etti. Bugün ABD postalları da Suud Hanedanlığı’nın koruması (!) altındaki Kutsal Toprakları çiğniyor. Hem de Şeriatçı bir iktidarın bütün gücüyle denetimi elinde bulunduğu bir sırada…
Ya Afganistan’da işbaşına getirilen kukla Karzai? O da ABD’ye olan diyet borcunu ödüyor. ABD işgale başlamadan 4 yıl önce Afganistan’da UNICOL adında bir petrol şirketi kuruyor. Ortağı kim dersiniz? Tabii ki daha sonra iktidara getirilecek olan Karzai. Karzai’nin ağzına bir parmak bal çalmıyor, karşılığında ise bütün bir Afganistan işgal ediliyor.
Bugün bu işbirlikçi iktidarlar ağı tüm dünyayı sarmış durumda. ABD desteği ile Irak’ta iktidar olan Celal Talabani ABD işgalinden memnun musunuz sorusuna bakın ne yanıt veriyor: “Nasıl memnun olmam! Irak Cumhurbaşkanı olacağımı rüyamda görsem inanmazdım.” Evet, Talabani ABD’nin yeni işbirlikçi cumhurbaşkanı olarak durumundan son derece memnun. Peki ya yiyecek bir lokma ekmek bulamayan, çocuğuna ilaç alamayan milyonlarca Iraklı? Talabani, işbirlikçiliğinin keyfini sürüyor ama Irak bugün yoksulluk, sefalet ve ölümle pençeleşiyor.
Geçmişte Irak’ın bütünlüğünden yana olduğunu söyleyen ABD bugün 180 derece çark ederek Irak’ı üç parçaya bölmeye hazırlanıyor. Emperyalizmin iktidarda olduğu her yerde durum her zaman böyle oldu. Saddam döneminde böyle bir şeyin olabileceğine kim inanırdı? Ama işbirlikçi iktidarların yardımıyla Küresel Seçkinler her şeyi başaracak duruma erişiyor.
Türk ulusu bu noktada gözünü dört açmalı. Kimlere oy verdiğini, kimleri işbaşına getirdiğini iyi düşünmeli. Küresel Seçkinler iktidarlara kendi adamlarını yerleştiriyorlar. Bir bakıyorsunuz, Türk yurttaşı sandığınız kişinin çift pasaportlu olduğu ortaya çıkıyor. Kimi ABD kimi ise İngiltere pasaportu taşıyor. Bunları geri göndermek de kolay değil. Birisi ABD’ye geri gönderildi ama diğeri bugün çok daha üst makamlara çıkmayı başardı. Bugün Irak’ta yaşananların yarın Türkiye’de olmayacağını kim garanti edebilir. Aman dikkatli olalım, zamanı gelince işbirlikçi iktidarları, kendi adamlarını delikten süpürüp bizzat devreye girebilirler. O zamana kadar hazırlanmak zorundayız.
William Blum “Haydut Devlet” adlı kitabında bir sınıflandırma yapmıştı: Serseri devletler ve serseri adayı devletler. Birinci ve İkinci Körfez Savaşı ile gözdağı verilerek serseri devletler hizaya sokulmaya çalışıldı. Şimdi sıra serseri adayı devletlerin hizaya getirilmesinde. Peki, listenin başı kim? Tahmin edin…
Evangelist sapıklar adım adım hedeflerine yaklaşıyor. Irak’ın işgali tamamlanmış durumda. Aslında Irak’ın işgalinden sonra Türkiye bir anlamda hem ABD hem de İsrail ile komşu olmuş oldu. Tevrat’ta sözü geçen toprakların büyük bölümünü ellerine geçirdiler. Sırada Anadolu var.
Bu oluşumda ABD’nin İsrail kadar bir başka başat müttefiki ise Kürtler. ABD’nin Ortadoğu’da girişeceği her işgal harekâtından önce Kürtler devreye girerek ABD’nin öncü gücü oluyorlar. Türkiye’nin ardından İran’da, Suriye’de ayaklananların hep Kürtler olduğunu gözden kaçırmamak gerekiyor. Konunun çok iyi takip edilmesi gerektiği kanısındayım. Bugün Kürtler Irak’ta fiili anlamda bir ülke kurup Irak’ı bölmeyi başarmışlar ve Türkiye’den parça koparmanın peşindelerse bunda en fazla suçu olanlar Çekiç Güç’ü yıllarca destekleyen iktidarlardır. Çekiç Güç yalnızca Irak’ı bölmekle kalmadı, PKK’lılara da her türü silahı sağladı. Bugün her gün şehit cenazeleri kaldırıyorsak, öfkemiz yüreğimize sığmaz duruma gelmişse, Çekiç Güç’ü ve onun ardındaki ABD’yi destekleyenlerden hesap sormamız gerekiyor.
Türk insanı vatanı için gözünü kırpmadan, bir an bile düşünmeden şehit olmaktan korkmaz.
Gün artık yeni şehitler vermenin değil, şehitlerin hesabını sormanın günüdür.
Gün, PKK’ya M-16’ları, el bombalarım, mayınları vererek katliamlara ortak olan sözde müttefiklerimizin dostluğunu sorgulama günüdür.
1984’ten beri verdiğimiz 30.000 şehit yoksa bunların hesabını bize sorar.
Talat Turhan Kuzguncuk, 16 Ekim 2007
İçindekiler
YENİ DÜNYA DÜZENİ
Atatürk Türkiye’si………………………………………………………………………………….. 15
Yeni Dünya Düzeni Dedikleri………………………………………………………..…………… 22
Yeni Dünya Düzeni’nin Temelleri…………………………………………………………….…. 43
Yeni Dünya Düzeni’nin Liderleri………………………………………………………………….. 61
Küreselleşmenin Türkiye Ayağı…………………………………………………………………. 68
TÜSİAD’ın Girişimleri ve Henry Kissinger’in İçyüzü…………………………………………. 91
R &R DÜZENİ
Rockefeller İmparatorluğu………………………………………………………………………. 109
Rothschild İmparatorluğu……………………………………………………………………….. 116
R&R’nin Gizli Gücü: FED (ABD Merkez Bankası)……………………………………………. 125
Bush’un Psikiyatri Raporu……………..……………………………………………………….. 136
KÜRESELLEŞMENİN ÖRGÜTLERİ
CFR………………………………………………………………………………………………. 145
Bilderberg……………..,………………………………………………………………………… 152
The Trilateral Comission (Üçlü Komisyon) …………………………………………………. 162
İluminati…………………………………………………………………………………………. 167
Skulls&Bones Society (Kurukafa ve Kemikler Örgütü)…………………………………….. 176
YENİDÜNYA DÜZENİ VE TÜRKİYE
Truman Doktrini’nin Doğuşu ……………………………………………………………………. 189
ABD’nin Türkiye’ye Yerleşmesi…………………………………………………………………. 194
DÜNYA TARİHİNİ DEĞİŞTİREN KOMPLOLAR
Küresel Komplo Çağı…………………………………………………………………………… 211
Maine Olayı………………………………………………………………………………………. 213
Lusitania Olayı…………………………………………………………………………………… 217
Pearl Harbor Baskım……………………………………………………………………………… 221
Vietnam Savaşı…………………………………………………………………………………… 226
11 Eylül Baskını…………………………………………………………………………………… 232
Talat Turhan Hakkında……………………………………………………………………………… 255
Yazarın Yapıtları………………………………………………………………………………….. 257
Talat Turhan İçin Ne Dediler?………………………………………………………………….. 257
Kaynakça…………………………………..………..…………………………………………… 272