MEHMET BEŞERİ
TALAT TURHAN..
Türkiye’nin Atatürk’ün ölümünden hemen sonra başlayan emperyalizmle yeniden kölelik anlaşmaları geliştirme süreci, özellikle 1946’dan sonra hızlanmış, adına “Marshall Planı”, “Truman Doktrini” denilen ABD patentli reçetelerle, bir zamanlar dünyanın bütün mazlumlarına örnek olmuş bir millet, adım adım emperyalizmin kucağına oturtulmuştur.
Atatürk’ün ordusu, daha bu anlaşmaların adı dahi geçer geçmez kesin tavrını almalı, böyle bir işe asla müsaade etmeyeceğini belirtmeliydi.
Yapmadı, yaptırmadılar.
Türkiye’nin NATO’ya girmesi, aynı zamanda Türk ordusunun da NATO’nun emir ve komutası altına girmesi demekti ki, hiçbir bağımsız millet ve onun silahlı kuvvetleri böyle bir olaya asla yanaşmaz ve girişmezdi.
Yapmadı, yaptırmadılar.
Neden?
Nedenleri çok uzun. Ancak burada kısacık da olsa değinmemiz gerekmektedir.
Bir Türk devleti olarak kurulan Osmanlı, 1.Murat zamanında başlatılan “pençik sistemi” ile savaşlardan ve daha sonraları ise hemen her yerden topladığı Hıristiyan çocuklarını saraya, Enderun’a yeniçeri ocağına doldurmuş; bu dönme devşirmeler, aradan çok geçmeden Osmanlı Devleti’nin bütün kurum ve kuruluşlarını ele geçirmişlerdir. Fatih Çandarlı’nın kellesini aldıktan sonra, devlet yönetiminde bir tane dahi Türk çocuğu bırakılmamıştır.
“Muhteşem” dönem, Anadolu Türkmenleri için en facialarla dolu bir süreç olarak tarihin kanlı sayfalarında yerini almıştır.
Kendi kuruluş felsefesine aykırı icraatlarda bulunan, varlık sebebi olan Türkmenleri sürekli dıştalayan, dıştalamak ne kelime her fırsatta tenkil uygulayıp katleden Osmanlının bu şekilde mevcudiyetini devam ettiremeyeceği belli olmuştu.
Yönetici dönme devşirmeler için ne gam? Zayıfladıkça varlıklarını devam ettirebilmek için, asıl özlerine dönerek kültürel ve dinsel aidiyetleri bulunan yabancı ülkelerle işbirliği yapmakta bir an dahi tereddüt etmediler.
Böylece, Anadolu Türkmenlerinin tepesine balyoz indiren “yerli” dönme-devşirme saray, ayan, mütegallibe, zorba takımının yanında, Avrupalı ve Rus efendiler de yerlerini almış bulundular.
Garibim Türklerin, ne içeride, ne dışarıda bir tane dahi güvenecek dalları kalmamıştı.
Osmanlının son 100-120 yılı ise Türkmenler için tam bir yok oluş süreciydi. 1804 Sırp isyanı ile başlayan canını-ırzını-malını-mülkünü- yerini-yurdunu-vatanını-toprağını kaybetme süreci Anadolu’nun düvel-i muazzama tarafından işgali ile doruk noktasına ulaşmış, Türklerin tarih sahnesinden silinmeleri gerçeği, neredeyse milletin büyük bir çoğunluğu tarafından dahi kabullenilmiş bir hale dönüşmüştü.
Bütün bu gelişmeleri çok iyi tahlil eden; milletinin cevherinde bulunan özelliklere sonuna kadar inanan bir adam ortaya çıktı ve yüzlerce yıldan beri horlanan, aşağılanan, her türlü zulme, gadre, alçaklığa lâyık görülen Türk milletinin sinesine dönerek, MİLLİ KURTULUŞ SAVAŞI’nı başlattı.
Bunların hangi zorluklar içerisinde başarıldığını yazmaya gerek dahi duymuyorum.
Yaşanan acıları, zulümleri, yangınları, yoklukları hepiniz biliyorsunuz.
Yani tüm imkânsızlıklara rağmen verilen bir mücadele ve kurulan bir cumhuriyetimiz vardı. Bu cumhuriyetin en büyük teminatı ise milletin ordusu olan Türk Silahlı Kuvvetleri idi.
İşte bu silahlı kuvvetler, Atatürk’ün ölümünden sonra, Türkiye’nin bağımsızlığına halel getirecek anlaşmalara ve girişimlere seyirci kaldı. Sonraları ise seyircilikten oyunculuğa terfi etti ve emperyalizmin ülkemiz ve diğer yerlerdeki politikalarını uygulamada önemli roller aldı.
TSK, emir ve komutasını emperyalizme ve onun en önemli askeri gücü olan NATO’ya teslim ettikten sonra, içerisinde NATO’ya bağlı olarak bir yığın gizli ve kanlı işler çeviren örgütler de kuruldu.
GLADİO-KONTR GERİLLA bu örgütlerin en ünlüsü ve işlevi en fazla olanı idi.
Bu örgütün faaliyet alanı sadece TSK bünyesi ile de sınırlı değildi. Siyasi partilerden, derneklerden, sendikalardan, üniversitelerden, basın-yayından, spordan, mafyadan, magazine kadar hemen hemen toplumun bütün kesimleri içerisinde uzantıları bulunuyordu.
Önceki gün kaybettiğimiz TALAT TURHAN, diyebiliriz ki ömrünün tamamını bu KONTRGERİLA-GLADİO’ya karşı mücadele içerisinde geçirdi.
1940 Kuleli Askeri Lisesi’nde başlayan öğrenciliğini, bütün engellemelere ve 1963’de 4-5 ay Mamak cezaevindeki misafirliğine rağmen 1964’de kurmay albay rütbesiyle emekli olana kadar sürdürdü. Bu tarihten itibaren de yazlıkta bir kenara çekilip, torunlarla, kazlarla-tavuklarla uğraşmak yerine sürekli bir araştırma, yazma faaliyetlerine girişti… Ordu içerisinde yurtsever-Kemalist kesimlerle birlikte hareket etti. Hiçbir namuslu davranış cezasız kalmaz gerçeği gereği, adına BOMBA DAVASI denilen düzmece-komplo tiyatrosunun baş sanığı olarak, 1972-74 yılları arasında yeniden cezaevlerine ve işkencehanelere konuk edildi. İşkence yapanların “BİZ KONTRGERİLLAYIZ, ADAMIN ANASINI …” sözlerini asla unutmadı ve bütün ömrünü, bu alçakların küresel ve bölgesel ilişkilerinin teşhir edilmesi ve açığa çıkarılması için harcadı.
Şahsen ben, kontrgerillayı, gladio’yu, küresel çeteleri, Mehmet Eymür’ü, istihbarat örgütlerini ve işlevlerini öğrenip anlamaya çalışırken eserlerinden epeyce yararlandım.
Tıpkı son kitabı SARMAŞIK-FETÖ’NÜN DOLARLARI’ndan Feto’nun ne mal olduğunu, uluslarlarası ilişkilerini, vb.ni öğrenmekte faydalandığım gibi…
Toprağı bol olsun.
29.TEMMUZ.2017
MEHMET BEŞERİ