Milliyet 4 NİSAN 1978
Milliyet: 4 NİSAN 1978
İŞKENCE TARTIŞMASI
Kontrgerilla için Emekli General ÜNLÜTÜRK açıklama yapmalıdır
Sadi KOÇAŞ / Tümgeneral Memduh ÜNLÜTÜRK / Talat TURHAN
“12 MART’ın” Başbakan Yardımcısı Sadi KOÇAŞ 12 MART’ı anlatıyor,
Devlet örgütü içinde kontrgerilla diye bir yasal örgüt yoktur. Fakat çok inandığım, güvendiğim kişiler, emekli subaylar ve generaller, Zihni Paşa Köşkü‘nde kendilerine «kontrgerilla» adını takanların çağdışı usullerle ifade aldıklarını söylediler
— İstifamızdan birkaç hafta önce General Memduh ÜNLÜTÜRK bana telefon ederek veda etti ve İstanbul’a gideceğini söyledi.
- Kendisine bu mevsimsiz tayinin nedenini sorunca şu cevabı verdi:
“Genelkurmay Başkanı, İstanbul’da çalışmamı emrettiler. 1. Ordu Karargâhında olacağım, kesin yerimi ben de bilmiyorum…”
Bu konuya başlamadan önce, bir hususa açıklık getirmek gerekir. Anılarımızın bu kısmı yayına hazırlanırken, ŞUBAT 1978 başında TBMM Bütçe Karma Komisyonu’nda, bazı üyeler surdan buradan duyduklarına dayanarak, bu olaylara Silahlı Kuvvetlerin resmî kuruluşlarını da bulaştırmaya yöneldiler. Kanımızca üç beş kişinin sorumsuzca yaptıkları bazı işleri tüm Silahlı Kuvvetlere ve onun bir örgütüne mal etmeye çalışmak doğru bir tutum olmaz.
Biz 3 ARALIK 1971’de, hükümetten istifa dilekçemizde de, daha sonra yazdığımız bazı makalelerde de, nihayet son olarak yayınladığımız anılarımızda da Silahlı Kuvvetlere hiç değinmedik. Hatta birkaç kez şu ya da bu kişinin, “Silahlı Kuvvetler demek olmadığını” açıkça belirttik. Anılarımızı da bu konuyu gün ışığına çıkarmak için yayınladığımızı daha başta belirttik.
Örneğin, başlıca hedef olarak ele alınan Genelkurmay Özel Harp Dairesi’nin (eski adı ile Seferberlik Tetkik Kurulu) bizim hükümette bulunduğumuz ilk zamanlarda hiçbir eyleme karıştırılmadığını, hatta adlarının bile duyulmadığını özellikle belirtmek isterim. Bu daire, çalışması tamamen düşmana dönük, kanunu ve kadrosu bulunan, bildiğimiz kadarı ile hiçbir yasa dışı eyleme teşebbüs ettirilmemiş bir örgüttür.
“Atatürk’ten 12 MART’a” adlı anılarımızda açıkladığımız gibi, 30 AĞUSTOS 1922’de muzaffer ordularına verdiği ünlü, “İlk Hedefiniz Akdeniz’dir” takip emri ile beraber, Başkomutan Gazi Mustafa Kemal’in verdiği ikinci bir emir de, “Düşmana bile işkence yapanlara ölüm cezası verileceği” hakkındaki büyük emridir.
Türk ordusunun gelenekleri arasında “işkence” yoktur. Ve bu eylem hep “çağdışı” kabul edilmiştir. Şu ya da bu kişilerin suçlarını, Türk ordusuna mal etmeye çalışmaktan dikkatle kaçınmak lazımdır.
Özellikle 1974’lerden sonra TÜRKİYE’de bir işkence edebiyatı doğdu. XX. Yüzyılda daha çok demir perde ve bazı dikta rejimlerinde uygulandığını duyduğumuz ve okuduğumuz türden bir işkencenin, 12 MART’tan sonra ülkemizde de yapıldığını belgeleyen bu eserler içinde, bizim de araştırmalarımıza, işkence görenlerle yaptığımız görüşmelere uyan örnekleri verenleri var. Ama bir kısmı da, genişletilmiş hayal ürünleri anımsaması bıraktı.
Böyle bir edebiyat türüne ait eserlerin yayınlanması gerçekleri millete göstermesi bakımından ne kadar haklı ve doğru ise, eğer hayal ve abartmalar yapılmışsa veya uydurulmuşsa, bunlar da uygar bir ülke için o kadar çirkindir. Zira bu tür bir işkencenin uygulanmış olması gerçekten çağdaş uygarlık için yüzkarasıdır.
İşkence değil ama poliste öteden beri kötü ve kaba muamele yapıldığı haberleri, bize daha iktidarımızın ilk günlerinde ulaşmıştı. Başbakanın, benim ve İçişleri Bakanı’nın bu gibi hallere engel olmak için kesin emirler yazmış olmamızın nedenleri bu idi. Evvelce de değinmiştim. Bir Turhan SELÇUK’a tokat atılması olayını bu konuda ibret olacak şekilde ele almamızın nedeni, bu çirkin ve uygar bir topluma yakışmayan zihniyeti ve eylemi, daha başında önlemek kararımızdı.
Poliste bu alışkanlığın devam ettiği haberleri üzerine bazılarım mahkemeye vermiş, bazılarını mahkemeye vermiş, bazılarını görevden almıştık. İSTANBUL Sıkıyönetim Komutanlığının Sıkıyönetim Kanunu’ndaki yetkisine dayanarak bu görevden alma kararlarına karşı çıkışı, bu olaylar üzerinedir.
Verdiğimiz emirlere rağmen, işkence iddiaları bitmemişti. Ben ilk uyarıyı Sayın Ekrem ACUNER’in Sarp KURAY’a işkence yapıldığı hakkındaki bir basın toplantısından öğrenince durumu Sıkıyönetim Kurmay Başkanlarından sordum. Yalan olduğunu söylediler.
Bir süre sonra MBK(*) üyelerinin bana ve Başbakan’a yazdıkları bir mektup üzerine tekrar araştırdık. Bazı tutuklulardan sordurdum. “Evet, bana işkence yapılmıştır” diyen çıkmadı. Hepsi, “Duyduğuma göre” diye anlatıyordu. ERENKÖY’deki ünlü “Zihni Paşa Köşkü ve Kontrgerilla” adı o zaman daha hiç duyulmamıştı(**). Bu yüzden direkt bir araştırma olanağımız da yoktu. Bir sonuç alamayınca, yeni bir yazılı emirle “ki ben yazdım, Başbakan imzaladı” ilgilileri uyardık.
Buna rağmen konu kamuoyunda konuşulur hale gelmişti.
KONTRGERİLLA KONUSU
Burada bu kontrgerilla örgütü denen eyleme bir açıklık getirmek isterim. Gerçekte devlet örgütü içinde, yasal olarak hiç bir zaman böyle bir örgüt kurulmamıştır. Ne teşkilât kanunu vardır, ne kadrosu.
Konuyu araştırdım. ERENKÖY’de adı geçen köşke, gözleri kapalı olarak götürülen bir kısmı ile konuştuğum, bir kısmının Sıkıyönetim Mahkemesi dosyasındaki ifadelerim okuduğum, bir kısmının da yayınlarını okuduğum bazı kişiler bu konunun tek ve birinci elden tanıklarıdır. İçlerinde çok yakın tanıdığım, çok güvendiğim, inandığım kişiler, emekli subaylar, hatta generaller vardır.
Konunun bu yolla ve 1974’lerde bana ulaşan kadarı ile bile çirkin, tüyler ürpertici olduğunu baştan kabul etmek gerekir. Burada çeşitli çağdışı usullerle ifade alan bazı kişilerin birbirlerine rütbeleri ile hitap ettikleri ve kendilerini “Genelkurmay kontrgerilla örgütü mensupları” olarak tanıttıkları, bir iki kişiye sırtlarım dayayarak, bazı kuvvet komutanlarına bile çamur atacak suçlamalarda bulundukları İSTANBUL Sıkıyönetim Mahkemesi tutanakları ile sabittir.
ÜNLÜTÜRK AÇIKLAMAYAPMALIDIR
Bu dinlediklerim arasında da bazıları ve sonra başından aldığımız bilgilere göre, bu yasa dışı örgütün başı Tümgeneral (halen emekli) Memduh ÜNLÜTÜRK imiş. Yakın tanıdığım olan bu generalin, 1971 sonlarında istifamızdan birkaç hafta önce bir gün Bakanlığa telefon ederek “veda için beni arayıp bulamadığını, o gün İstanbul’a hareket etmek için telefonla vedasını yeter görmemi rica ettiğini” hatırlıyorum.
Konunun Önemli bir yönü olmadığı için her akşam yazdığım notlarıma bu hususta bir şey yazmamıştım. Kendisine teşekkür etmiş ve bu mevsimsiz tayinin nedenini sormuştum.
— Sayın Genelkurmay Başkanı bir süre İSTANBUL’da çalışmamı emrettiler, deyince:
— İSTANBUL’a gelirsem seni nerede bulabilirim? soruma da;
— 1. Ordu Karargâhı’nda olacağım. Kesin yerimi ben de bilmiyorum, demişti.
Şimdi bu iki ayrı olayı birleştirince ortaya araştırılması ve aydınlatılması gereken bir durum çıkmaktadır ve bu durumu aydınlığa kavuşturabilecek kişilerin başında da Sayın General ÜNLÜTÜRK vardır. Uygar bir insan olarak tanıdığım bu generalin gerçekleri olduğu gibi açıklayarak, bu çirkin suçlamadan kurtulması en büyük temennimdir.
SUÇLANAN KİTAP
Bu konu çok önemlidir, önemi nedenine kısaca değinmek isterim.
1960’larda Londra’da elime “Özel Harp” diye İngilizce bir kitap geçmişti. Kitap İsviçre’de, Genelkurmayın İsviçre ordusunun ve ulusunun eğitimi için yayınladığı bir nevi resmi talimnameden tercüme edilmişti. Düşman işgaline uğrayan bir ülkede, muntazam ordu dışında teşkilâtlandırılmış gerillaların düşmanla, özellikle düşman gerisinde yapacağı uğraşının taktiği ve tekniği niteliğinde idi.
Konuyu bizim Kurtuluş Savaşımızda başlangıçta uyguladığımız çete savaşı sistemi ile karşılaştırmış ve gayenin de, usul ve tekniğin de aynı olduğu sonucuna varmıştım. İkinci Dünya Savaşı tecrübeleri ne daha mükemmel cihazlarla pekleştirilmiş ve geliştirilmişti.
Bu kitabı fırsat bulup Türkçeye çevirmeyi düşünmüş, ama bir süre sonra ordudan ayrıldığım için ilgilenmemiştim. Sonradan bu kitabın (veya bir benzerinin) Genelkurmay’ca tercüme ettirildiğini görmüştüm. Gayesi tamamen düşmana dönük yararlı bir yayındı.
İşte bugün konuyu tam bilmeyen bazı kişilerce sanki kendi halkımıza karşı uygulanacak bir mücadeleymiş gibi yanlış değerlendirilen ve suçlanan kitap budur. Aslında kitabın kendi halkımıza karşı bir yönü de yoktur.
ASIL SUÇLULAR…
Ama ülkede huzuru bozan anarşistlere, zorbalara, hatta hırsıza ve şehir eşkıyasına “Gerilla veya Komando” adı takılınca, ordunun düşmana dönük eylemleri, böylesine ters ve yanlış değerlendirilebilir. Aslında gerilla ve komando, özel eğitim görmüş çok güçlü ve üstün nitelikli askerlere verilen addır.
Kontrgerilla bunun aksidir. Düşman gerillalarına karşı savaşma usulüdür ve özel, güçlü bir eğitim konusudur. Ama kendi halkımıza dönük bir yönleri yoktur.
Ama iki üç sorumsuz ve kendini her şeye muktedir sanan kişi, devletin kanunlarını ve mahkemelerini yeterli görmez ve kalkar kendi kendilerine bir soruşturma örgütü ve usulü icat eder ve buna da “Kontrgerilla” adını takarlarsa ve buna mensup bazı kendini bilmezler soruşturmaya tabi tutulanların gözlerini korkutmak için kendilerini böyle yasa dışı bir örgütün mensupları olarak tanıtırlarsa sonuç bu olur ve bu sonuç bir suçtur. Suçlu kimdir ya da kimlerdir? Herhalde iki üç kişi değil. Bu örgüt ve kişiler ne olmuşlardır? Bunun, bugün dahi mutlaka araştırılması ve aydınlatılması gerekir.
Duyduklarımıza ve okuduklarımıza göre bu yasa dışı örgüt, İSTANBUL Sıkıyönetim Komutanlığı ile bazı MİT mensupları tarafından Genelkurmay Başkanının emriyle kurulmuş, “daha doğrusu, böyle bir örgüt varmış ve onun adına eylemde bulunuluyormuş havası verilmiş” ve iddialar doğruysa açıkça suç işlenmiştir.
Eylemde adı geçen büyükleri tamamen, küçükleri kısmen tanıyorum. Bir zamanlar şüphelendikleri kişiler arasında olduğum için ben kendilerinden bir soruşturma yapmayı doğru bulmadım. Ama hepsine halisane tavsiyemiz, bu çirkin, yasa ve çağdışı suçlamasından kurtulsunlar.
Zira bu, “adam sen de” denilip geçilecek türden bir suçlama değildir. Tarihin bu çeşit hareketlere karşı hükmü çok ağır olur.
(*) Y.n.: MBK = Milli Birlik Komitesi
(**) Y.n.: Oysa ki 12 HAZİRAN 1973 günü 3 No’lu İSTANBUL Sıkıyönetim As. Mahkemesi aracılığıyla Başbakanlığa gönderdiğim dilekçede, işkence ve Kontrgerilla konusunda Parlamento araştırması isteminde bulunmuş durumdan Gn. Kur. Bşk. Ve K.K.K.’ının da haberdar etmiştim.