Mümtaz Soysal (Milliyet 1.2.1978)
Mümtaz Soysal (Milliyet: 1 Şubat 1978)
İşkence İhracı ve Devletin Sonu
Çantasını açıp dosyalarını çıkartırken pek sevinçliydi. “Şebeke yavaş yavaş meydana çıkıyor” dedi. “Şebeke” adını verdiği eğitim sistemi, insanların bir kısmını öbür insanlara nasıl eziyet edecekleri konusunda yetiştirmek üzere kurulmuştu. “İşkence bilimi” dediği bir bilim türemişti ve bu “bilim” bazı devletlerin resmi okullarında askerlere okutulmakta, bazı devletlerin askerleri de çok uzak yerlerden gelip “işkence diploması” almaktaydı. Genç adam Amerika’dan yeni dönmüştü ve araştırmalarına İngiltere’de devam edecekti. İlk bakışta, Batı dünyasının bu gelişmiş ülkeleri “Şebeke”nin dışında görünmekteydi. Biraz derinlere inmezseniz, işkence eğitimiyle onların uğraşmadığını ve bu korkunç bilimin yalnız Üçüncü Dünya ülkeleri arasında gelişmekte olduğunu sanabilirdiniz. Örneğin, Allende’yi deviren darbeden sonra, Şili ordusunun İşkence uzmanlarını Brezilyalılar eğitmişti. Portekiz’deki Salazar diktatörlüğünün gizli polisi işkence eğitimini yine Brezilya’da görmüştü, 1973 yılının Aralığında Pakistan basınında yayınlanan haberlere göre, bu İslâm devletinin federal güvenlik kuvvetlerine işkence dersi veren örgüt, İran’ın ünlü “Savak” örgütüydü. İki yıl öncesine gelinceye kadar, Amerikan gölgesi altındaki Güneydoğu Asya’nın bütün peyk devletleri, Güney Vietnam’dan tutun da Tayland’a kadar, “işkence uzmanı” olarak yetiştirmek istedikleri subaylarını Formoza’daki Milliyetçi Çin yönetiminin okullarına yollamışlardı. Kısacası, başka eğitim alanlarında pek geri kalmış görünen Üçüncü Dünya, sıra işkence eğitimine gelince ön plana fırlamış gibiydi. Ama genç araştırmacı, bu ilk plandaki şebekenin gerisinde nasıl bir eğitim ağının bulunduğunu, öğretmenlerin nerede yetiştirildiğini, yavaş yavaş ortaya koymak üzereydi. Elindeki dosyalar, Amerika Birleşik Devletleri’nin çeşitli bölgelerine dağılmış birtakım askeri okullara ilişkin “ders” programlarıyla doluydu: Panama kanal bölgesinin Fort Gulic Okulu, Kuzey ve Güney Amerika’dan gelme personeli yetiştiriyor. California Eyaleti’nin Warner Springs Okulu. Deniz Kuvvetleri personeline “dayanıklılık” eğitimi veriyor. Maine eyaletinin Redington Okulu. O da aynı eğitimle meşgul. Kuzey Carolina eyaletinin Cherry Point Eğitim Merkezi. Deniz piyadelerinin uçuş personelini eğitiyor. “Her şey Kore Savaşı’ndan sonra başladı” diyor genç adam, Esir düşen Amerikalıların, Çinlilerce kullanılan sorgu yöntemleri karşısında çabucak çöküp bülbül gibi Ötmeye başlaması Washington’daki askeri uzmanların gözünü açmış. Birtakım askeri okullara “sorguya karşı koyma ve işkenceye dayanma” dersleri koymuşlar. Özellikle havacılar, paraşütçüler ve gerillacılar gibi düşman eline düşme ve sorguya çekilme tehlikesiyle daha çok karşılaşabilecek olan personel için böyle bir eğitimden geçme zorunlu sayılmış. Sonra, Vietnam’daki savaş kızıştıkça, Güneylilerin ve Amerikalıların esir aldığı komünist gerillaların sorguya çekilmesinde aynı “teknikler” kullanılmaya başlanmış. Zamanla, çeşitli yerlerde uygulana uygulana “verimliliği” iyice ölçülebilen bir “bilim” doğmuş: Uykusuzluğun ve dinlenmenin, sertlikle yumuşaklığın, “iyi adam”la “kötü adamların sırayla kullanıldığı, doktor muayenesinden sonra elektrik şoklarının verildiği, insan kişiliğinin çökertilmesi için psikolojideki en son gelişmelerin hesaba katıldığı bir bilim. İşte “kontrgerilla” denen hikâyenin temelinde bu “bölüm”e dayanan bir eğitim yatıyor. Bu eğitim, basit bir işkence eğitimi değil. Öğretilen tekniklerden de daha önemli olan nokta şu: insanlar, karşılarındakileri, yani sorguya çekilmek üzere kendilerine teslim edilenleri düpedüz “düşman” olarak görmeye alıştırılıyorlar. Bunun için “aynı milletten olma”, “aynı halkın çocuğu olma” gibi duygusal engellerin aşılması gerek. Bu ise, komünizmi en azılı düşmandan da daha tehlikeli bir “düşman” olarak göstermekle oluyor. Böylece, bu ideolojiyi benimsemiş olan insanı, babanızın oğlu da olsa, “düşman” olarak görmeye başlıyorsunuz. Eldeki belgelere göre, örneğin altı haftalık ve 195 saatlik bir “işkence kursu”ndaki zamanın yüzde yirmisi bu çeşit ideolojik “beyin yıkama” derslerine ayrılmış. Dış düşmanla yapılacak bîr savaşa hazırlanmak üzere verildiği söylenen bu eğitimin tehlikesi şurada: Kendi İç muhaliflerini ezmek isteyen rejimler, bu “muhalifleri “düşman” olarak gören kişilerin “uzmanlıklarına başvurmadan edemiyorlar. Elde bu amaç için yetiştirilmiş personelin bulunması, kolay kolay karşı konamayacak bir rahatlık sağlıyor. İşkence teknikleri, rejim düşmanlarına karşı kullanılmaya başlıyor. Ama iş burada durmamakta. Uzmanlıklarım kullanmaya başlayan insanlar açısından bakarsanız, ortada bir savaş vardır ve bu savaşı en iyi yürütebilenler kendileridir. Onlara göre, kendi dışlarında kalan herkes, hatta başlangıçta kendilerine emir vermiş olanlar bile, fazla yumuşak, fazla yavaş ve fazla hoşgörülüdür. Oysa “düşman”a bunların hiçbirini göstermemek gerekir. O halde, işlerin yönetimini doğrudan doğruya onlar ele almalı, “düşman”ın ezilmesini doğrudan doğruya onlar başarmalıdır. Böylece, önce dış, sonra da iç düşmanlara karşı düşünülmüş bir eğitim, bir avuç insanın beyninde yarattığı dengesizlikler yoluyla, devleti de içinden kemirmeye başlamakta, onun kurulmuş düzeni dışına çıkıp devlet içinde başka bir devlet yaratmaktadır. Çok çelişkili bir sonuç bu: Kendini en kestirme yoldan kurtarmak isteyen devletin kendi kendini yok etmesi.