NTV Gaste Programı 29.12.2009
NTV Canlı Gaste Programı (Can Dündar – Talat Turhan Söyleşisi) 29 Aralık 2009
Can Dündar: Kontrgerilla, Özel Harp Dairesi, Gladio, Çeteleşme Türkiye’nin gündemine yeniden dönen bu konuları ilk gündeme getiren isimlerden biri Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan’dı. 12 Mart döneminde Ziverbey’de tanıştığı kontrgerilla’yı, askeri mahkemede savunma yaparken gündeme getirdi. Sonra ki 40 yıl boyunca yazdığı makalelerle, kitaplarla konunun takipçisi oldu. Elimde gördüğünüz “Çeteleşme” kitabı bu konuda yazdığı pek çok kitaptan sadece bir tanesi. Ayrıca internet sitesinde kontrgerilla’yla savaşa devam ediyor. Çoğumuz yazılarımızda, konuşmalarımızda, haberlerimizde onun bilgilerinden yararlandık.
Nitekim 17 yıl önce hazırladığımız ve bu güne ışık tutması için tekrar yayına verdiğimiz kısa belgeselde 7 Ocak 1997’de onun teşhisleri yer almıştı. Nadiren televizyona çıkan Emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan bizi kırmadı Kontrgerilla’yı ve bugün süren tartışmayı değerlendirmek üzere “Canlı Gaste”ye konuk oldu.
Can Dündar: Sayın Turhan, yayınımıza hoş geldiniz.
Talat Turhan: Teşekkür ederim.
Can Dündar: Efendim Kontrgerilla’yı, Gladio’yu ilk gündeme getiren isimlerden birisiniz. Benimki dahil pek çok çalışmaya öncülük ettiniz. Bugün konu yeniden gündeme geldi. Önce şunu sorayım: Bugün sivil bir savcının soruşturma yaptığı yer, sizin yıllar yılı hesap sorulmasını istediğiniz kontrgerilla mı? Yani şu anda kontrgerilla’dan hesap mı soruluyor? Yoksa işin içinde başka bir hesaplaşma mı var?
Talat Turhan: Benim dile getirdiğim kontrgerillanın aslında Özel Harp Dairesi’yle ilgili olup olmadığı bugüne kadar ortaya çıkarılmış değil1. Çünkü ben 12 Haziran 1973 günü Başbakanlığa, Genelkurmay Başkanlığına, Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na bir dilekçe vererek bize işkence yapanların kontrgerilla olduklarını söylediklerini belirterek ve bu yerde bir Parlamento Araştırması yapılmasını talep ettimEk-1. O günden bu yana birçok kere TBMM’nde bu konuda önergeler verilmiş olmasına karşın bu konu aydınlığa kavuşturulamadı. Daha sonra bu tartışmalar boyut kazandı. Nasıl kazandı? Şimdi bir ay süreyle bir Em. Kurmay Yarbayı alıyorsunuz, akıl almaz derecede işkence yapıyorsunuz, sonra çok kötü cezaevi koşullarında yaşatıyorsunuz. “Bomba Davası” adlı bir davada yargılıyorsunuz. Duruşmanın ileriki safhalarında bir belge çıktı dosyadan. MİT İstanbul Bölge Başkanlığı Sıkıyönetim Komutanlığına yazı yazıyorEk-2 Tutuklanacak şahıslar. Bir kere MİT tutuklama emri veremez. MİT zaten İstanbul bölgesi Sıkıyönetim’in emrinde. Bölge müdürü Sıkıyönetim Komutanı’na emir veremez. Bir de benimle beraber altı kişiyi Türkiye’deki terörün planlayıcılarıdır ve bir cunta faaliyetinde bulundukları tespit edilmiştir. Duruşmanın bütün evrelerinde bu iddiayı doğrulayacak hiçbir delil ortaya çıkmadı. O zaman ne yapmak isteniliyordu? Bomba Davası’nı çok iyi incelemek gerekir. Bomba Davası’nda Türkiye’de ilk kez Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları Marksist-Leninist bir cunta üyesi olarak yargılanmak istenmiştir. Bu aslında 27 Mayıs 1960’ı, 12 Mart 1971 anlayışı ile yargılama girişimidir. Başlangıçta beni basamak olarak kullanmak istediler yukarıda açıkladığımız komutanlara ulaşmak için. Daha sonra içerde 10 ay yattıktan sonra siyasi durumun gelişmesine göre ki Faruk Gürler Cumhurbaşkanı adayı olup da seçilemedikten sonra Askeri Savcı bir ek iddianame düzenledi. Orada Genelkurmay başkanı Emekli Orgeneral Faruk Gürler Marksist-Leninist cunta başı, Hv. K.K. Orgeneral Muhsin Batur ve Dz. K.K. Oramiral Kemal Kayacan cunta üyeleri diye suçlandılar.
Can Dündar: 1971’den bugüne gelirsek karşı karşıya olunan konular mı?
Talat Turhan: O günkü dengeler içinde Kuvvet komutanlarını mahkemeye getiremediler. Fakat bu durum Org. Faruk Gürler meselesi değil. Karşı devrimcilerin bir özlemi var, bir Genelkurmay Başkanı’nı yargılamak istiyorlar. Bugün de bu özlem devam ediyor. Pasif kalınarak bu tertibin önlenmesi olanaksızdır diye düşünüyorum. Tavır almak gerekir diye düşünüyorum. Neden bu özlem devam ediyor? Çünkü 27 Mayıs 1960 devrimi DP döneminin son Genelkurmay Başkanı Orgeneral Rüştü Erdelhun’u tutukladı ve Yassıada’da (Yüksek Adalet Divanı’nda) yargılayıp mahkûm etti. Kanımca bugünkü davalarda 37 yıl önce başlatılan TSK’ya yönelik yıpratma faaliyetleri günümüzdeki davalarda boyut kazandırılarak başka davalarla karşımıza çıkıyor. Orgeneralden teğmene kadar görevli ve emekli subaylar tutuklanıyor. Bu duruma tepki göstermeksizin katlananlar, son Balyoz tutuklamaları karşısında ülkemizde eşine rastlanmayacak bir şekilde YAŞ kriziyle iktidarla pazarlığa oturdular. Gece yarısı yasası diye anılan, askerlerin sivil yargıda yargılanması yasasına tepki veremeyenlerin, yaşadığımız sonuçların tarihsel yükümlülüğü altında kalacaklarını ifade ederken, bu sürecin emekli bir Genelkurmay Başkanı’nın yargılanmasına kadar gidebileceğini iddia ediyorum eğer koşullar ve süreç böyle devam ederse… Geçmişte de DP Parti iktidarı Emekli Orgeneral Mustafa Muğlalı’yı yargılayıp müebbet hapse mahkûm etti. Karşı devrimci iktidarlar döneminde de, yineliyorum bir Genelkurmay Başkanı’nı yargılamak özleminin süregeldiğini sezinliyorum. Ergenekon sürecinden bu yana, biraz önce örneğini verdiğim gibi basının her kesiminden yazarların yazmış oldukları makalelerinde Bomba Davası’yla Ergenekon ve daha sonraki davalarla ilişki kuruyorlar2. Haksız da sayılmazlar. 12 Mart döneminde tümgenerallerin, yarbayların, yüzbaşıların, teğmenlerin, gençlerin, aydınların, yazarların, öğretmenlerin ve işçilerin işkence yöntemlerine günümüzde olduğu gibi, uydurma suçlarla yargılanmalarına göz yumanlar, kanımca bugünkü durumun sorumlularıdır. Bomba Davası’nda 1972–75 yılları arasında, yargılandığım süreç içinde TSK’da belirli bir değişim olduğunu gözlemledim. Bu olayın kökenine inmek için, emekli olduktan sonra TSK’da yayınlanan üç kitabı tespit edip savunmamda kullanıp kamuoyuna mal ettikten sonra tanıyı koydum. O
Cumhuriyet Gazetesi 15 Şubat 2011
Serkan Aksuyek
Gözlem Gazetesi 16 Ocak 2010
Bu konuda Gazete yazarlarının Bomba Davası ile Ergenekon’u birleştiren yazıları okumak için web sitemdeki Ergenekon bölümünü ziyaret ediniz www.talatturhan.com/Ergenekon bölümü
günden beri günümüze kadar da mücadele vermeye çalışıyorum. Bu üç belgeden birincisi ST 31–15 Gayri Nizami Kuvvetlere karşı Harekât Talimnamesi, ikincisi ST 31–16 Counterguerilla Operations, üçüncüsü Ayaklanmaları Bastırma Harekâtı. 4283 sayfalık savunmamı, bu üç kitaba dayanarak yaptım. Oradan İşkence Köşkündeki Kontrgerillacılardan Özel Harp Dairesi’ne doğru yöneldim.
Can Dündar: Sayın Turhan şimdiye kadar söylediklerinizi kısaca özetleyebilir miyim? Sizin Bomba Davası’nda yargılanmanızın arka planındaki asıl amaç; o dönemdeki Genelkurmay Başkanı’nı yargılamaktı ve kontrgerilla bunda bir araç olarak kullanıldı diyorsunuz. Bugüne kadar baktığımızda nasıl bir benzerlik görüyorsunuz?
Talat Turhan: O zamanki işkencecilerin Özel Harp’çi olup olmadığı bilinmiyor bu gerçeği sürekli yineliyorum. Özel Harp Dairesi Eski Başkanı Emekli Orgeneral Kemal Yamak yazdığı kitapta beni onaylamaktadır3.
Can Dündar: Peki bugüne bakarsak.
Talat Turhan: Bu üç belgeden söz ettim. Bu üç belgeyi de savunmamla birlikte mahkemeye vererek Türk ve dünya kamuoyuna mal ettim. Bu belgelerden birinde, ST 31–15 Gayri Nizami Kuvvelere Karşı Harekât adlı talimnamede bir yeraltı örgütünden söz ediliyor. O yeraltı örgütünün şemasını dün siz televizyonda gösterdiniz. Özel Harp’in Komando birliklerinden oluşan görünür yanı dışında bir de vatanseverler (!) sivillerden oluşan bir yeraltı bölümü var. Yer altı bölümünün ABD dolarlarıyla beslendiği Özel harp Dairesi eski başkanlarından Em Org. Kemal Yamak kitabında itiraf etmektedir. O şemada yeraltı örgütlenmesi gösterilmektedir. Bu ikinci bölümünde Özel Kuvvetler Komutanlığı kontrolünde olduğu, süreç içinde açıklandı. Bu talimname var oldukça Türkiye’de de ve dünyanın herhangi bir yerinde haktan, hukuktan, demokrasiden, insan haklarından, sosyal hukuk devletinden söz edilemez. Bu yeraltı örgütü ne yaparmış? Bu yeraltı örgütünün yapacağı eylemler ST 31–15 talimnamesinde açıklanmaktadır. Açık ve gayri nizami faaliyetler şu hususları içine alır: Adam öldürme, bombalama, silahlı soygun, işkence, kötürüm hale getirme, adam kaçırma suretiyle tedhiş, olayları tahrik, misilleme ve rehinelerin alıkonulması, kundakçılık, sabotaj, propaganda ve yalan haber yayma, zorbalık. 1965 yılında ABD’nin FM 31–15 adlı talimnamesinden aynen tercüme edilerek yürürlülüğe konulan bu talimnamede yazılanlara ek olarak; “kaide olarak bir yeraltı örgütünün kanuni statüye tabi olmadığı” kuralı da belirtiliyor4. Biraz önce açıkladığım eylemleri Özel Harp Dairesi’nin eski başkanlarından Tuğgeneral Sabri Yirmibeşoğlu Mart 1976 yılında yayınlanan “Modern Savaş Uygulamaları, Cephesiz Savaş ve Cephe Gerisinde Savaş” başlıklı makalesinde benzeri bir biçimde teyit etmektedir5.
Can Dündar: Bugün de etkin mi? Kontrgerilla bugün de faaliyette mi?
Talat Turhan: 1990 Yılında ortaya çıkan Gladio olayı6 İtalya’da Felice Casson adlı değerli bir savcının Carabinieri denilen üç İtalyan Jandarması’nın, bu örgüt tarafından öldürüldüğünü saptamasından sonra, bu konu üzerinde NATO ülkeleri olmak üzere dünya medyası bu konunun üzerine yoğunlaştı. Kuşkusuz Türkiye’de bu sürecin dışında kalamadı. Fakat ülkemizde sizin de bildiğiniz çok kuşkulu olaylar süregeliyor. Başbakanlara düzenlenen suikastlar bugüne kadar açığa çıkarılamadı7. Bir resmi talimnamede bunlar yazıyorsa, somut olarak da 12’li darbeler öncesinde bu türlü faili saptanamayan olaylar süre geliyorsa kamuoyunun kuşkusunun sözünü ettiğimiz örgütlere odaklanması doğaldır.
Can Dündar: Böyle bir kuşku hâlâ geçerli diyorsunuz. Kontrgerillayı onun kitabını yazan Talat Turhan’la konuşuyoruz. Sayın Turhan biraz önce 1971’deki olayı anlattınız. Onu anlatırken bir ifade kullandınız. Dediniz ki; o zaman amaç Genelkurmay Başkanı’nı yargılamaktı. Şimdi de öyle. Ne demek istediniz?
Talat Turhan: Bakın 1975 yılının Mayıs ayı başlarında bir Holding patronunun konağında yemekli özel bir toplantı düzenleniyor. Toplantı, Holding patronunun amacı doğrultusunda gerçekleşiyor. Patronun devletin görevlisi ve emekli orgenerallere emir verecek kadar gücü olduğu görülüyor. Yemeğe, Harp Akademileri Komutanı Orgeneral Turgut Sunalp ve eşi, Emekli Orgeneral Rüştü Erdelhun ve eşi, Emekli Oramiral Celal Eyiceoğlu (12 Mart 1971 darbesinin imzacılarından, o tarihte Japonya’ya Büyükelçi olarak atanmış durumda) ve eşi, davetliler. Patron, Orgeneral Turgut Sunalp’e dönerek: “27 Mayıs’ı bütünüyle sonlandırdık. Şimdi yapmamız gereken önemli bir görev var; DP iktidarının son Genelkurmay Başkanı Sayın Rüştü Erdelhun’u, Harp Akademileri Günü düzenleyerek onore edeceksiniz” der. Sunalp verdiği yanıtta; Akademiler günü’nün genellikle Temmuz aylarında düzenlendiğini, kendisinin ise Ege Ordu Komutanlığı’na atandığını, Mayıs ayı sonunda göreve başlayacağını söyler. Patronun yanıtı hazırdır: “Ağam işine bak. Bu sene de Akademililer Günü’nü Mayıs ayında düzenler öyle gidersin” der. Ziverbey İşkence Köşkü müdavimlerinden Sunalp, aldığı talimat gereğince 1975 yılının Mayıs ayı içersinde Akademi Günü düzenler ve en yaşlı mezun sıfatıyla Rüştü Erdelhun’a bir onur paketi sunarak görevini tamamlar. Yemekte Patron bu sefer Celal Eyiceoğlu’na döner: “Amiralim Japonya’ya Büyükelçi olarak atandın gidiyorsun. Devlet size iyi bakar ama biz özel sektör daha iyi bakarız. Japonya’da Holdingimizin çıkarlarını gözetirseniz, karşılığını fazlasıyla alırsınız” der. Gerçekten de Eyiceoğlu, Büyükelçiliğe başladıktan yaklaşık üç ay sonra büyük miktarda Japon malı lastik ithal edilerek Holdingle Japonya arasında ilişki başlamış olur. Holding kazancına kazanç ekler… Büyükelçi de ödüllendirilir. Daha sonraki dönemde de Holding’le Japonya arasındaki ilişkiler artarak devam eder. Tam bu sırada sen bunları nereden biliyorsun diye sorulabilir. Holding patronunun bulunduğu semtte Celal Eyiceoğlu’nun arkadaşı Emekli Deniz Albayı Mithat Adam oturmaktadır. Bu saygıdeğer kişi aynı zamanda Holding patronunun dostudur. Celal Eyiceoğlu Mithat Adam’dan söz edince toplantıya çağrılır. Yukarıda sözünü ettiğimiz bu konuşmaları dinleyen Mithat Adam’ın tüyleri diken diken olur. Bana ilk ve son kez olmak üzere ve her zaman her yerde açıklama yetkisiyle bu konuşmaları anlattı. Ne yazık ki 1960 yılında çok iyi niyetlerle çıkarılan OYAK Kanunu sonucunda, holding patronlarıyla generaller arasında bu tür akçeli ilişkiler kuruldu. Öylesine ki; özel sektör, karlı işlerinde bile OYAK’ı hissedar yapıp uzun sürede sermayelerini asker ortaklığıyla garanti altına almak yolunu seçtiler. Bu konu beni başka bir açıdan da fazlasıyla ilgilendirmektedir. Çünkü kontrgerilla örgütlenmesi içinde her kesimden insan bulunduğu gibi, işadamları da yer almaktadır. Bu yapıyı bilmeden, çözmeden, irdelemeden politik arenada özgürlük, demokrasi, insan hakları, NATO ve totoculuk yapan politikacıların sözlerine inanmamamız gerekir. Gerçek demokrasiye tüm bu karanlık ilişkilerin çözümünden sonra ulaşabileceğimiz inancıyla, toplum olarak demokratik haklarımızı kullanmanızı öneririm. 20 Ocak 1970 günü Devrim Gazetesi’nde dönemin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a bir açık mektup yazdım8. Aslında bu açık mektupla bilinçli olarak “Cumhurbaşkanı’na hakaret suçu”nu da işliyordum. Bu kişiyi daha yakından kamuoyuna tanıtmak istiyordum. Sunay niyetimi anladığı için adamları aracılığıyla bu mektubun intikamını Ziverbey (Zihni Paşa) İşkence Köşkü’nde almayı yeğledi. Bu açık mektubuma Emekli Orgeneral Rüştü Erdelhun yanıt verdi9. Bu yanıtını da Çetin Altan Akşam Gazetesinde 23 Ocak 1970 günü yayınladığı makalesinde10a “Asker Dostların İlginç Açıklamaları” başlığı altında yanıt verdi. Aynı şekilde bu yanıta İlhami Soysal 19 Şubat 1970 günü Akşam Gazetesi’ndeki yazısında “Bu vatan Kimin” başlığı altında yer verdi10b. Biraz önce sözünü ettiğim Cevdet Sunay’a yazdığım açık mektupta Sunay’ın Genelkurmay 2. Başkanı olarak, Rüştü Erdelhun’un parafe ettiği tüm kararlarından sorumlu olduğunu belirttim. 1958 yılında İzmir’de NATO, SIX-ATAF’ta Karargâhında yapılan bir toplantıda DP dönemi Gn. Kur. Bşk. Org. Rüştü Erdelhun’un ABD generallerine hitaben; “Bu memleket bizim değil sizindir” dediğini de yazmıştım. Rüştü Erdelhun tevilen benim bu iddiamı doğrulamakta ve tarihe bir belge sunmaktadır11. 27 Mayıs’ı karalamayı moda haline getirenler, kendi çıkarlarını gözeterek 27 Mayıs’ı eleştirenlerin kervanına katılmak yerine, o dönemin eleştirisini tarihçilere bırakarak kendilerine, “Bu vatan bizim mi Amerikalıların mı” sorusunu sormalıdırlar. ABD uyduculuğunu yeğleyen Said-i Nursi ve Fettullah Gülen12 yandaşlarına söyleyeceğimiz şey; “Bu VATAN BİZİMDİR ve BİZİM KALACAKTIR” özdeyişidir. Somut olarak örneklediğim bu karanlık ilişkiler ağının varmış olduğu nokta, günümüzde yaşadığımız olaylar diye düşünüyorum.
Can Dündar: Siz bu son operasyonu bunun bir devamı olarak mı görüyorsunuz? Ya da bu amaca yönelik bir şey mi?
Talat Turhan: Yayına girerken “Çeteleşme” adlı kitabımı gösterdiniz. Bu kitabın sonunda bir şema göreceksiniz13. Üç değişik belgenin tarafımdan yorumlandığı bu şemanın ortasında ST 31–15 talimnamesindeki yeraltı örgütü olduğu gibi alınmıştır. Bu resmi belgeyi14 teyiden Özel Harp Dairesi eski başkanlarından Tuğgeneral Sabri Yirmibeşoğlu’nun Mart 1976’da “Silahlı Kuvvetler Dergisi”nde yayınlanan bir makalesindeki şemayı aktarıyorum. Bu iki belgenin birbirini teyit ettiği açıkça görülüyor. Şemanın üçüncü bölümünde Genelkurmay Başkanlığı’nca 3 Aralık 1990 günü basına yaptığı öz sunuşunda açıkladığı şema var. 1965, 1976 ve 1990 tarihli resmi, yarı resmi üç belgeyi yorumladığımda “Devlet Terörü”nün hangi yöntemlerle uygulamaya konulduğu anlaşılıyor. 12’li faşist darbeleri öncesi “istikrarsızlaştırma=destabilizasyon” dönemindeki aydınlanmamış olaylar ve cinayetlerdeki kuşkunun odağında, ABD kaynaklı bu oluşumun bulunduğunu düşünüyorum. Bu yapılanma aynı şekilde 12’li darbeler sonucu “İstikrar Harekâtı” yöntemleriyle istikrarı sağlıyor. ABD çıkarlarının korunması amacıyla ST 31–15 simgeli talimnamede, “Suçsuz kişilerin adi suçlarla suçlanması” önerisi var olduğu sürece “olağanüstü yargıya” yönelik kuşkular sürecektir. Ergenekon sürecinin siyasi bir istikamete yönlendiğini düşünenlerin sayısı, hem yurt içinde hem de yurt dışında her geçen gün artıyor. Ergenekon ve onu izleyen davalar, güvenirliliğini yitiriyor özellikle de asker kişilere yönelik değişik uygulamalar nedeniyle… Ergenekon Davası süreci, gördüğüm kadarıyla Orgeneral İlker Başbuğ’un Genelkurmay Başkanlığı döneminde kadar Genelkurmay ile uyum halinde sürdürülüyor. Örneğin; Bülent Arınç’a suikast düzenlenmesi olayında, başlangıçta Arınç da kendisine bir suikast yapılacağını tahmin etmediğini söyledi. Daha sonra olay “Kozmik Oda”nın aranmasına kadar genişletildi. Sırası gelmişken Aldo Moro’nun öldürülmesi olayını gündeme getirip İtalya’ya yönelelim. Orada Glaido’nun arkasında P–2 Mason Locası’nı görüyoruz. P–2 Mason Locası’nın üyeleri kimlerden oluşuyor? Aslında olay bu boyutta araştırılırsa doğru tanı konulabilir.
Can Dündar: Peki burada Genelkurmay’ın tavrını nasıl yorumluyorsunuz? Talat Bey siz diyorsunuz ki; burada Genelkurmay’a karşı bir provokasyon var.
Talat Turhan: Genelkurmay başkanları Hilmi Özkök’ten bu yana TSK’nin hak ve hukukunu korumaktan uzaklaşmaya başladılar. Ondan sonra gelen Orgeneral Yaşar Büyükanıt ise bilinen ama çözülemeyen Dolmabahçe mülakatı mutabakatından sonra susmayı yeğledi. Ancak genelkurmay başkanları sustukça TSK yıpranıyor. Orgeneral İlker Başbuğ en çok eleştiri alan genelkurmay başkanı olarak tarihe geçecek. Döneminde gerek kendi hukukunu gerekse TSK’nin hukukunu koruduğu söylenemez. Sayın İlker Başbuğ hakkındaki yayınları topladım. Bırakın yandaş medyayı, medyanın tüm kesimlerinden çok ağır eleştiri alıyor15. Bu eleştirilere karşı ya kendini savunması ya da istifa etmesi gerekirdi.
Can Dündar: Yani siz kontrgerilla’nın ortaya çıkarılması gerektiğini söylüyorsunuz ama bu yapılanın bu olmadığını düşünüyorsunuz.
Talat Turhan: Özel Harp Dairesi’nin, bu bahsettiğimiz Seferberlik Tetkik Kurulu’nun birkaç yerde özel büroları var. Eğer tümünde arama yapılsa o zaman diyeceğiz ki; bu bir tasfiyedir. Ankara’da Arınç’a yönelik suikast kuşkusu bahanesiyle TSK’nin en gizli bölümüne girip arama yapılıyorsa ve bunun sonucu kamuoyuna açıklanmıyorsa, olayda iktidarın TSK’ya yönelik bir kastı söz konusu olduğunu düşünebiliriz. Oysa ki “Kozmik Odanın” aranmasından sonra bu konuda bir ilerleme olduğu görülmemektedir.
Can Dündar: Burada başka bir amaç var diyorsunuz.
Talat Turhan: Bu arada fişlenen kişiler ortaya çıkarsa, yargılamayı sonuna kadar götürüp kamuoyunun kuşkularının giderilmesi gerekir. Önemli olan tüm bu çabaların ülkenin çıkarlarına mı, ABD’nin çıkarlarına mı hizmet ettiğinin saptanılmasıdır. Türkiye açısından bu soru hayati önem taşımaktadır. Eğer CIA dolarlarıyla Türkiye’de bu tür kuşkulu olaylar oluyorsa, o zaman bu gizli örgütün tasfiye edilmesi en radikal çözümdür. Ama öyle değilse bu gizli örgütü göz ardı edip, Özel Kuvvetler Komutanlığı’nda görev yapanları hedef alan ABD güdümlü bir karşıdevrimci süreç işliyor demektir. Çünkü Özel Kuvvetler Komutanlığı ve çok değerli elemanları günümüz Türkiye’sinde çok yararlı görev yapmaktadırlar. Onlar şaibe altında bırakılmamalıdır. Orgeneral Kemal Yamak son kitabında ABD’den her yıl 1 milyon dolar aldığını yazdı16. Eğer emperyalist bir ülke olan ABD’den para alarak “yeraltı örgütü” yönetiliyorsa, bu örgüt tabiî ki ABD çıkarlarını korur.
Can Dündar: Size çok teşekkür ediyoruz. Daha uzun bir süre sizinle konuşmamız gerekir, çok ayrıntılı bir konu.
Talat Turhan: Gayet tabi, bu konuya açıklık getirebilmek için TBMM’deki girişimlerden bile sonuç alınamadı. Ama gerekirse 24 saat program yapabilirim.
Can Dündar: Tekrar teşekkür ederim verdiğiniz bilgiler için. Talat Turhan’ın teşhisi bu. Orada üzerine gidilen şey kontrgerilla değil. Asıl kontrgerilla’nın üzerine gidilmesi lazım. Ama şu anda yapılan operasyon daha çok TSK’yı gözden düşürmeye yönelik bir operasyon ve işin sonunda da Genelkurmay Başkanı’nı yargılama amacı bulunuyor. Bundan kuşkulanıyor Talat Turhan ve Genelkurmay’ın kendisini savunması gerektiğine dikkat çekiyor. Son derece önemli saptamalardı bunlar.
Not: Genelkurmay Başkanı Orgeneral Işık Koşaner ülkemizde bir ilki başararak Hasdal Askeri Ceza ve Tutukevinde bulunan General, Amiral ve Muvazzaf Subayları ziyaret etti. Ziyaret etmesiyle dolaylı yoldan tepkisini gösterip beklenen meslek dayanışmasını ve vefa duygunsu gösterdi. Burada üzerinde önemle durmamız gereken gerçek bu tavrın kendi özgür iradesiyle sergilenip sergilenmediğini saptamaktır. Benim tanık olduğum 27 Mayıs’tan günümüze kadar gelen süreçte genellikle TSK’nin radikal kesimini oluşturan genç subaylardan yukarıya doğru bir tepkinin gelmesi söz konusudur. Nitekim 12 Mart cuntasının başkanı Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç “Altımı tutamıyorum” diyerek bu olguyu itiraf etmek gereğini duymuştur.
Önemle gözlemlemememiz gereken gerçek Sayın Orgeneral Işık Koşaner’in gösterdiği tepkinin sürüp sürmeyeceğidir. İzleyip göreceğiz…
Can Dündar, Hay aksi! Milliyet 24 Şubat 2011
Tam da zamanında çıktı Wikileaks belgesi…
Site, 8 yıl öncesinden bir belge sızdırıverdi.
Tarih: 3 Ocak 2003…
ABD’nin Savunma ve Dışişleri Bakan Yardımcıları Ankara’da, AKP hükümetiyle görüşüyorlar.
Konu: Yaklaşan Irak işgali…
Hükümet güvenoyu alalı daha 3-4 ay olmuş.
Amerikalıların acelesi var. Irak için “kuzey seçeneği”ne hazırlanıyorlar. Bunun için de Ankara’yı sıkıştırıyorlar.
Yayınlanan belge, sopanın ucundaki havucu ele veriyor:
“İşgale destek karşılığı para…”
Düğünde geline takılan takılar uluorta birer birer sayılır ya; belgede vaatler de aynen öyle sayılıyor:
“MF ve Dünya Bankası’ndan 2 milyar dolarlık yardım…
Arap ülkelerinden 1 milyar dolarlık petrol…
ABD savunma fonundan 500 milyon dolarlık teçhizat…”
Ama Amerikalıların bir şartı var:
“Çabuk karar verin. Size hafta sonuna kadar vakit…”
Belgeden öğreniyoruz ki Başbakan şaşırıyor:
“Nee? Hafta sonuna kadar mı?”
Arşivden ertesi günkü (4.1.2003, Milliyet) yazıma baktım:
“Kaça Gireriz Savaşa” başlıklı yazıda şöyle sormuşum:
“Amerikalıların yoksul arabacının atim ezmiş TIR şoförü edasıyla ‘Ziyanınız neyse veririz’ diye kartvizit bırakması sizi de utanca sürüklemiyor mu?”
Amerikan gazetelerinde Türkiye’nin, Sam Amca ile sokakta pazarlık yapan bir fahişe gibi çizildiği günlerdi. Kevaşe:
“Kocaoğlan! Torpidonu limanıma sokabilirsin, ama bu sana 15 milyar dolara patlar” diyordu.
Sonrasını biliyoruz:
“Savaşa katılmazsak barış masasına oturamayız” diyenler, Türkiye’nin bu işbirliğinden çok para kazanacağını öne sürenler, Irak koalisyonuna girebilmek için adeta yırtındı. Komşu Müslüman ülkenin işgali için havaalanları, limanlar hazırlandı. Erdoğan, Meclis grubuna baskı yaptı.
Kamuoyu, Köşk, asker direndi. Biz “Tarih sizi affetmez” diye yazdık. Nihayet tezkere, bir avuç cesur milletvekili sayesinde reddedildi.
Erdoğan çok kızdı; “Hayır” oyu verenleri cezalandırdı. Sonradan da:
“Hata oldu. Denklemin dışında kaldık; orada olmalıydık” dedi.
31 Mart 2003’te Wall Street Journal’daki makalesinde “Cesur Amerikan askerlerinin en az kayıpla ülkelerine dönmeleri için dua ettiğini” yazdı.
Biz ki Büyük Ortadoğu Projesi’nin eşbaşkanıydık.
Müslüman komşu uğruna büyük ortağımıza mahcup olmuştuk.
Amerikalılar limanlarda beklettikleri gemileri geri çektiler; küfrederek basıp gittiler.
Sonrasındaki işgal ve yağma malum…
İşgale gerekçe sayılan nükleer silah iddiasının ise yalan olduğu daha geçen hafta çıktı ortaya…
Şimdi tam da biz İslam dünyasının örnek ülkesi, rol modeli vs. ilan edilmişken, Başbakanımızın fotoğrafı Ortadoğu meydanlarını süslerken, yetkililerimiz ABD elçisine diklenirken ve hepimiz bunlarla gururlanırken, aynı hükümetin, 8 yıl önce, Müslüman komşumuzu işgal için Amerikalılarla para pazarlığı yaptığımızı hatırlatan bu belge tatsız olmadı mı?
Benim asıl korkum, Sudan Devlet Başkanı El Beşir’in resmi ziyaretinin tutanaklarının da yayımlanması…
Bu aralar Arap diktatörlerini “Halkının sesine kulak ver” diye öğütlerken, daha 3 yıl önce, soykırım suçlusu bir diktatörle ortaklık yaptığımız anlaşılırsa ayıp olmaz mı?
Kaynakça ve Açıklamalar
- Milliyet 16 Kasım 1990, Rafet Ballı Söyleşi “Türk Gladio’su Özel Harp Dairesidir”.
- “1970’lerin Bomba Davası bugünün Ergenekon’uydu”, Gözlem Gazetesi, Serkan Aksuyek 16 Ocak 2010
- “Gölgede Kalan İzler ve Gölgeleşen Bizler” Kemal Yamak, Doğan Kitap, Ocak 2006
- “ST 31–15 Gayri Nizami Harekât Talimnamesi”, K.K.K.’lığı Yayınevi 1965
- (Modern Savaş Uygulaması Cephesi ve Cephe Gerisinde Savaş) Tuğ. Gen. Sabri Yirmibeşoğlu, K.K.K.’lığı Dergisi, Mart 1965, sayı:257, (bkz: “Özel savaş Terör ve Kontrgerilla” ve “Çeteleşme” Talat Turhan, Akyüz yayıncılık, Haziran 1999, kitap sonlarındaki ekli şema)
- “Gladio Devlet Çetesi,” Milliyet, 13 Kasım 1990, (bkz: “Çeteleşme” Talat Turhan, Akyüz yayıncılık, Haziran 1999, sayfa: 516)
- Bülent Ecevit Suikastı: 29.05.1977, Turgut Özal Suikastı: 18 Haziran 1988
- Sunay’a mektup, Devrim Gazetesi 20 Ocak 1970, (bkz: “27 Mayıs 1960’dan 28 Şubat 1997’ye Devrimci bir Kurmay Subayın Etkinlikleri”, Talat Turhan, Sorun yayınları, 2001, sayfa: 255)
- “Bomba Davası Savunma–1” , Talat Turhan, Ocak 1986, sayfa: 423, Devrim Gazetesi 16 Şubat 1970.
10a. Çetin Altan, Akşam Gazetesi 22 Ocak 1970, (bkz: “Bomba Davası Savunma–1”, Talat Turhan, 1986, sayfa: 415)
10b. İlhami Soysal, Akşam Gazetesi 10 Şubat 1970, (bkz: “Bomba Davası Savunma–1”, Talat Turhan, 1986, sayfa: 420)
- Rüştü Erdelhun’un doğrulaması, bkz: “Bomba Davası Savunma–1, Talat Turhan, 1986, sayfa: 423
- “Çeteleşme”, Talat Turhan, Akyüz yayıncılık, 1999
- “Çeteleşme”, Talat Turhan, Akyüz yayıncılık, 1999, bkz. kitabın sonundaki şema.
- ST 31–15 İddianame bkz. 13’te a.g e.
- “İlker Başbuğ’a 45 soru”, Cumhuriyet Gazetesi, 1 Aralık 2010
- “Gölgede Kalan İzler ve Gölgeleşen Bizler” Kemal Yamak, Doğan Kitap, 2006