3
Kitaplarım

Özel Savaş Terör ve Kontrgerilla-1

Özel Savaş Terör ve Kontrgerilla-1
Birinci Baskı MART 1992
Tümzamanlaryayıncılık

ÖNSÖZ

Soğuk Savaş bitti.

Yaşanan olayı “Üçüncü Dünya Savaşının sonu” diye niteleyenler var.

Batı ile Doğu blokları arasındaki duvarlar yıkıldı; nükleer çatışma korkusu aşıldı; Sovyetler Birliği artık yok. SSCB dağıldı.

Komünist partilerinin tekelleri, yerini çok partili siyasal rejim­lere bıraktı. MOSKOVA ile WASHINGTON tam bir işbirliği içindedir. Soğuk Savaş’ı kazanan ABD oldu.

     “Yeni Dünya Düzeni” kuruluyor. Nedir bu düzen? Tartışılıyor.

     “Zenginler Kulübü” yeni düzenin kurucusu ve egemenidir. Doruklardan gelen ideolojik esintiye göre ABD’nin liderliğinde “küresel bir sistem” söz konusudur. Sistemin iki ayağı var: Birincisi serbest piyasa ekonomisi, ikincisi demokrasi!.. Artık insan hakları ve temel özgürlüklere dayanan bir dünya görüşü gezegenimize egemen olacak; ülkeler arasındaki anlaşmazlıklar Birleşmiş Milletler kapsamında barışçı yollardan çözümlenecek!. Silahlanmaya paydos boruları çalıyor. İnsanlık, uygarlığın ortak paydalarında buluşacak, ortak değerlerini paylaşacak.

Düzenin bir yüzü bu !..

Ya öteki yüzü?

Öteki yüzü, Doğu ve Batı bloklarının bütünleşmesinden sonra daha çarpıcı biçimde ortaya çıkıyor; “Zengin Kuzey” ile “Yoksul Güney” çelişkisinin derinliğinden kaynaklanıyor. Öyle görünüyor ki savaş, iç savaş, darbe, ayaklanma, dikta, terör gibi yöntemleri “Zenginler Kulübü” yoksullara bırakmaktadır. Evet, serbest piyasa ekonomisi olacak ama yeryüzündeki stratejik maddelerin denetimini ve fiyatını, yeryüzünü ahtapot gibi saran tekeller saptayacak; petrol kaynakları neredeyse Amerika da oradadır; SUUDİ ARABİSTAN’dadır, KUVEYT’tedir, TÜRKİYE’nin Güneydoğu’sundadır; “küresel” serbest piyasa ekonomisinin egemenleri, ülkelerin sınırlarını paspas gibi çiğneyen uluslararası tekellerdir. Bilimsel Teknolojik Devrimin olağanüstü gücünü de seferber eden kapitalizm, gezegenimizde yaşayan dört milyar yoksulun üstüne yeni düzenini cuk oturtmaya çabalamaktadır.

Peki, yeni düzen yerli yerine oturacak mı?

TÜRKİYE gibi, jeopolitik açıdan iki arada bir derede yaşayan toplumlar için “ikiyüzlü yeni düzenin” Anadolu’ya taşıyacağı olasılıklar nelerdir? Kafkasya kaynıyor; Balkanlar fokurduyor. Ortadoğu gezegenimizin en sıcak bölgesidir; ilan edilmiş ya da edilmemiş savaşlar sürüyor; Anadolu’nun Güneydoğu bölgesinde “Olağanüstü Hal” geçerlidir; büyük kentlerde terör, yaşamın bir parçasına dönüşüyor. Silah seslerinin kulağımızın dibinde yoğunlaştığı bu süreçte, çok partili rejim evrensel demokrasinin gerçeklerini içeren sürekli bir hayat biçimine dönüşebilecek mi?

Soru ve sorun bu noktada odaklaşıyor.

Demokrasi açıklık rejimidir; siyasal düzen saydamlaştıkça temel özgürlükler ve haklar hayata geçirilebilir. Karanlıklarda, kuytularda, gölgelerde kalan gizli güç odakları, demokrasiler için her zaman tehdit odakları oluştururlar.

Hele devlet içinde devlet çekirdeği taşımak eğilimi gösteren örgütler gün ışığına çıkarılıp irdelenmeden; demokrasiye geçtik diyemeyiz. Yeryüzünün en sıcak bölgesinde, Amerika’nın elinin altındaki bir ülkede aydınların birincil görevlerinden biri de ” devlet içindeki devlet” in” teşrih“ini yapmaktır. Çarpıcı örnekleriyle soralım: YUNANİSTAN’da Cunta Generalleri yargılanabiliyor. İTALYA’da NATO’nun gizli örgütü Gladio’nun ipliği pazara çıkarılabiliyor. TÜRKİYE’de her şey neden gizli kapaklı? Geçmişte yaşananların üzerine örülen karanlık şal kaldırılmadan, geleceğimizi aydınlık görmek olanakları ne ölçüde geçerlidir?

Talat TURHAN, uzun bir süreden beri çok yakın geçmişin olayları üzerinden bir karanlık şalı kaldırmaya çalışıyor.

Belgeli, örnekli, şemalı, planlı, olaylı, tarihli, somut kanıtlarla süregelen bu çabanın çok satışlı gazetelerimizde gerekli yankılan yarattığı söylenemez. Türk basını, olayların üstüne gitme cesaretini yeterince gösteremiyor; Batı’da olsa, bu konular hallaç pamuğu gibi atılır; gazeteler ve gazeteciler tarafından didik didik edilirdi.

TÜRKİYE’de sis perdelerinin yarattığı karanlığın üstüne gidilmeden, evrensel demokrasinin güvencelerini sağlamak, düşsel bir özlem gibi kalacaktır. Dilerim ki Talat TURHAN’ın kitapları, yalnız bugünün tarihini yazacak olanlara birer kaynak niteliğinde kalmasın; güncel TÜRKİYE’de demokrasinin kurulması için gerekli çabayı göstermek isteyenlerin itici gücünü de oluştursun.

İlhan SELÇUK

SUNUŞ

Kamuoyunda 1973 yılından bu yana Kontrgerilla konusu tartışılmaktadır. Ancak bugüne kadar sorunun aydınlandığı söylenilemez.

Örneğin, bu dönemde de milletvekili olan, Sayın Azimet KÖYLÜOĞLU’nun 1977 yılında TBMM’ye verdiği soru önergesinde Sayın DEMİREL’den Kontrgerilla konusunda doyurucu yanıt aldığını sanmıyorum (1).Oysa on beş yıl sonra bugün iktidar ortağı iki partide bulunuyorlar. Hala sorun askıda. Bir yıl sonra Sayın ECEVİT Başbakan olunca bu kez de Sayın DEMİREL, iktidarı köşeye sıkıştırma taktiğini yeğledi (2–3). Sorunun üzerine gidebilecek iktidar gücüne egemen olamayan Sayın ECEVİT, bu konuda 1973 yılından bu yana öne sürdüğü ve kendisini bağlayıcı savları unutmuş görünmeyi yeğledi ve “Kontrgerilla denilen bir resmi kuvvet yok (4) şeklinde konuşup geri çekildi. Örnekleri çoğaltmak olası ama gereksiz.

1990’lı yıllara kadar dondurulan bu sorun, İTALYA’da Gladio Skandalı patlak verince, tüm NATO ve hatta Avrupa ülkelerine yansıdı. Batı’da başlangıçta “Süper NATO” vb. kod adlarıyla anılan Gladio örgütünün ülkemizdeki koşutunun varlığı yeniden gündeme geldi. Bu evrede bir yıl süreyle yerli ve yabancı basın mensuplarına demeçler verdim. Bazı illerde söyleşiler yapıp gerçeğin aydınlanmasına katkıda bulunmaya çalıştan. Bu yapıt, çabalarımın daha derli toplu olarak, geniş bir okuyucu kitlesine ulaşma özleminin yanında, TBMM’yi harekete geçirmek için kaleme alınmıştır. Nitekim 1990 yılında SHP ve DYP’liler tarafından desteklenen Kontrgerilla önergesi, ANAP’ın engellemesiyle 1991 yılı ARALIK ayına bırakılmıştı. Oysa önergeyi veren partiler bugün iktidardadırlar. Özellikle Güneydoğu Anadolu’daki kuşkulu eylemlerin, Kontrgerilla tarafından yönlendirildiğine ilişkin haberler basınımızda yer almaktadır.

Gerçek demokrasiye yönelmemizin önkoşulunun, 1973 yılından bu yana, tüm istihbarat ve güvenlik örgütlerinin TBMM’ce denetlenebilir konuma getirilmesinden geçtiğini iddia ediyorum. Önerilerimi göz ardı eden politikacılar iktidarlarını yitirdiler, partilerinin kapatılmasını görmek gibi güç durumlara düştüler. YASSIADA’yı, HAMZAKOYU, ZİNCİRBOZAN, UZUNADA izledi.

Ülkemizde yetkili kişiler zaman zaman “Devlet Üzerinde Devlet”in varlığından söz etmek gereksinimi duyarlar. Ama “Karanlık Güçler” bildikleri gibi eylemlerini sürdürmeye devam ederler ve gerektiğinde emperyalist devletlerin buyrukları doğrultusunda demokrasi askıya alındığında, boyun eğmeyi yeğlerler.

Tanımımız doğru ise “Devlet Üzerinde Devlet” veya “Karanlık Güçler” gibi soyut kavramları somutlaştırmamız gerekecektir. Yapıtın bir amacı da böyle bir savın gerçekleşmesine katkıda bu­lunmaktır.

TBMM denetimi dışında tutulan, denetimden kaçan, yasal yetkilerini kötüye kullanan legal, yarı legal, militer, paramiliter sivil her türlü istihbarat ve güvenlik örgütü “Karanlık Güçler” sayılmalıdır.

Aslında tüm dünyada bu tür kuruluşların, örgütlenme biçimi, yapısı ve gelenekleri gereği, zaman zaman denetimden kaçıp Anayasa ve yasaları hiçe sayarak eylemlere giriştikleri bilinen bir gerçektir. Demokrasi geleneği oluşmuş ülkelerde böyle bir durum saptanıldığında, parlamenter denetim işletilip bu tür örgütlerden hesap sorulup yasal çizgiye alınmalarına karşın, bizde bu tür örgütler bugüne kadar denetlenebilmiş değildir. Dış bağıntıları bilindiği halde.

vKontrgerilla da anılan güçlerden biri olmasına karşın, Genelkurmay bu konudaki gerçeği yadsımaya devam etmektedir (5).

Koalisyon hükümetinin Güneydoğu Bölgesi’ne şefkatle yaklaşma ilkesini benimsemesine karşın LİCE, HAZRO, SİLVAN ve KULP’ta güvenlik güçleri halkın üzerine ateş açmaktadırlar. Bu gerçeğin LİCE Kaymakamı Beyazıt TUNÇ tarafından “Askerler sivil otoriteyi tanımıyor, söz dinletemiyorum” şeklinde dile getirilmesi (6) anlayabilene öz bir mesajdır.

SHP ADIYAMAN Milletvekili Sayın Mahmut KILIÇ’ın konuya ilişkin yorumu LİCE Kaymakamı’nı doğrulayıcı nitelikte görünmektedir: “Özel Harp Dairesi’nin adamları ANKARA’dan kalkıp DİYARBAKIR’da, ADIYAMAN’da bu işi yapmıyorlar. Jandarması yapıyor, polisi yapıyor, sivil giysili memuru yapıyor” (7).

TBMM’ye bu konuda verilen beş raporda da varılan sonuç aynıdır: “Askeri otorite sivil otoriteyi dinlemiyor”(8). Özel Harp Dairesi (ÖHD)’nin Yerüstü Birlikleri’nin Komando birliklerinden oluştuğu talimnamelerde yazılıdır. Bunun yanında muvazzaf subay, astsubaylardan oluşan Özel Tim ile sivillerden Vatanseverlerden (!), oluşan yeraltı örgütünün varlığı, 3 ARALIK 1990 günü basın mensuplarına verilen Brifingle Genelkurmay yetkililerince açıklanmış bulunmaktadır.(9)

Aslında bu konuda yalın gerçek de Genelkurmay Brifingiyle açıklanmıştı: “Özel Harp Güneydoğu’da bölücü eşkıyaya karşı devam eden iç güvenlik harekatında görev aldı “(10).

Önümüzde tüm ağırlığıyla duran sorun ÖHD’nin görevlerini iktidarın programı doğrultusunda ve denetim içinde yapıp yapmadığının saptanılmasıdır.

Ziverbey Köşkü’nden söz etmek durumundayım. Çünkü Genelkurmay Brifinginde Gn. Kur. Hrk. Bşk. Sayın Korg. Doğan BAYAZIT, “Ö.H.D’nin Ziverbey Köşkünde kullanılmadığını büyük bir ferahlıkla söylüyoruz” (11) demiştir. Sayın Generalle ne yazık ki aynı kariyerden geliyoruz ve işkence gören bizleriz. Devlet 1973 yılından bu yana öne sürdüğümüz savları hasıraltı etmeseydi bu konudaki gerçek aydınlanabilirdi. Oysa bugün bu şekilde konuşanlar Faik TÜRÜN’lerle koşut duruma düşerler(12).

Yıllardan beri tüm yazı ve yapıtlarımla Savunmamda yinelediğim gibi, Kontrgerilla Örgütü deyimi, ilk kez 12 MART sonrasında Ziverbey Köşkü’nün işkencecileri tarafından kullanılmıştır. İşkenceciler, kurbanlarına, kendilerinin böyle bir örgütün üyesi olduklarını söylüyorlardı. Bu konudaki gerçeğin açıklığa çıkarılması için yaptığım tüm yasal başvurular ve girişimler bugüne kadar yanıtsız bırakıldı. Bu nedenle sorumluları şimdiden tarihin sanık sandalyesine oturttuğuma inanıyorum.

Yargılama süreci dışında da Ziverbey Köşkü’nde düzenlenen aşağılık tertiplerin açığa çıkarılması için girişimlerde bulundum (13 -16).

Yazılarımla Ziverbey Köşkü’nün işkencelerinin baş sorumluları olarak gördüğüm, dönemin Sıkıyönetim Komutanı Faik TÜRÜN ile Köşk yöneticisi Memduh ÜNLÜTÜRK’ü basın önünde açık tartışmaya çağırdım. Her ikisi de tartışmadan kaçıp tarih önünde suçlamalarımın altında kaldılar.

Yıllar sonra Sayın Korgeneral Doğan BAYAZIT, ÖHD’yi savunayım derken, Ziverbey Köşkü’nden söz etmek gibi bir yanlışlığa düşmüştür. Umarım ilerde bu hatasını düzeltir.

Bugünlerde “12 EYLÜL cuntacılarından hesap sorulacağı”ndansıkça söz edilmektedir.

12 MART, 12 EYLÜL’ün anasıdır. Bu anlayışla askeri darbecilerden hesap sorulacaksa, bunun başlangıç tarihinin 12 MART olmasının kesin zorunluluk olduğuna inanıyorum. Oysa 12 MART sonrası işkence ve tertiplerinin baş sorumlusu olmakla kamuoyu tarafından suçlanılan Faik TÜRÜN’ün ardındaki politik güç AP’dir. Sayın DEMİREL o dönemde ona açık destek vermiştir. TÜRÜN bu destekle TBMM’ye alınmış ve Cumhurbaşkanı adayı gösterilmiştir. 20 yıl sonra iktidara yeniden gelen Sayın DEMİREL, TÜRÜN’den nasıl hesap sorabilecektir?

Gerçekçi yanıtı biz verelim: Bu hesabı tarih soracaktır. İşkencecilerin soyundan gelecek kuşakların onların soyadlarını taşımaktan utanç duyup, değiştireceklerine inanıyorum.

Başlangıçta Ziverbey Köşkü’nden kaynaklanan Kontrgerilla tartışması zaman içinde şekil değiştirdi. Sorumlu kişilerin ECEVİT ve EVREN gibi açıklamaları, bu konudaki tartışmaları ve kuşkulan Özel Harp Dairesi üzerinde yoğunlaştırdı. Bu anlamda doğal olarak ÖHD-Ziverbey Köşkü ilişkisinden söz edilemez.

Gladio tartışmasının sürdüğü bir dönemde bu konudaki kanımı, “Türk Gladio’su Özel Harp Dairesi’dir” (17) şeklinde açıkladım.

Elinizdeki yapıtla, günümüze kadar süregelen kavram kargaşasına son vereceğimi, terim cambazlığına sığınarak tartışmadan kaçanları susturacağımı ve sorunu TBMM gündemine yeniden getirerek, demokrasiye katkıda bulunacağımı umuyorum. Bunu başarabilirsem demokrasinin geleceği adına umutlu olacağım.

Özel Savaş Dairesi’nin, Vatansever (!) sivillerden oluşan Yeraltı Örgütü’nü kamuoyu “Kontrgerilla Örgütü” olarak adlandırmaktadır. Aslında Kontrgerilla, Gayrinizamî Harp’in bir bölümü olup, bir yöntemi tanımlamaktadır. İlgililer bu nedenle kavram kargaşasının ardına sığınıp gerçekleri yadsıma yolunu seçmektedirler.

Bu yapıtta, alaturka kurnazlıklara başvurarak gerçekleri soyut suçlamalarla örtbas etmek kolaycılığını seçenlerin maskelerini düşürmek için, bundan sonra Özel Harp Dairesi’nin köylere kadar örgütlenmiş, gizli silah depolan bulunan; istihbarat, sabotaj ve tedhiş ajanlarından oluşan Yeraltı Örgütü’ne “X Örgütü” diyeceğiz.

Okuyucularım yapıtlarımdaki tekrarlar nedeniyle beni eleştirmektedir. Kuşkusuz haklıdırlar. Ancak belleğin kurallarından birinin tekrar olduğunu bildiğim için, bu yola başvurmayı yeğliyorum.

Aynı konuda değişik söyleşileri içeren bir yapıtta tekrarların biraz daha fazla olması doğal olmasına karşın, tekrarlan elimden geldiğince önlemeye çalıştım. Beni bağışlayacağınızı umut ederek saygılar sunuyorum.

Talat TURHAN 26 OCAK 1992

SONUCA DOĞRU

Yapıtı, sonuna eklediğim bir şema ile noktalamak istiyorum. (Şema: 4) Üç bölümden oluşan bu belgenin 1’nci bölümü Özel Harp Dairesi (ÖHD)’nin eski Başkanlarından Sayın General Sabri YİRMİBEŞOĞLU’nun bir makalesinden, 2’nci bölümü KKK’ca yayınlanmış ve uygulamaya konulmuş resmi ST 31–15 talimnamesinden, 3’ncü bölümü ise Genelkurmay Başkanlığı’nca 1990 yılında yapılan Bri­fingden alınmıştır.

Bu yöntemi bilinçle izledim. Sanırım bundan sonra makam ve rütbesi ne olursa olsun kimse gerçekleri yadsımak için laf salatası, salade de mot, yöntemine başvuramayacaktır. Ulaşmak istediğim amaç da budur.

Kangren olmuş bu yaraya neşter atılmalı ve kökü kazınmalıdır. Gerçek demokrasiye geçişin ön koşulu bu sorunun çözümüne bağlıdır.

TBMM konuya angajedir. İktidarın yaşaması ve olası askeri darbelerin önlenmesi bu operasyonun yapılmasına bağlıdır.

Soğuk Savaş, 2’nci Dünya Savaşı’ndan sonra komünizm tehlikesinin abartılmasıyla ABD emperyalizmince doktrine edilerek yararlanılan bir kavram olmuş, AGİK sürecinde, 1990 Paris Şartı ile teorik olarak sona erdirilmiştir.

Başkan BUSH, geçen yıl CIA Başkanı’nın değişmesi töreninde, “CIA’nın hedefi Soğuk Savaş kavramlarından sıyrılarak 21. yüzyılın karmaşık sorunlarına adım atmaktır” şeklinde konuşmuştur. Bu CIA’ya verilen yeni bir direktiftir.

Soğuk Savaş, Özel Savaşı ve yöntemlerini beraberinde getirmiştir. Bu amaçla ABD’nin hegemonyası altında bulunan ülkelerle, NATO ve bazı Avrupa ülkelerinde Yerüstü Birlikleri (Komando Birlikleri) ile Yeraltı Örgütleri (X Örgütleri) kurulmuştur. İTALYA’daki Yeraltı Örgütünün kod adı Gladio’dur. Ülkemizdeki koşutuna kamuoyu Kontrgerilla Örgütü demektir. Yetkili kişiler ise vatanseverlerden oluştuğunu iddia ediyorlar…

Özel Savaşı yürütmek için TÜRKİYE’de 1952 yılında kurulan örgütün adı, Özel Harp Dairesi’dir. Daire Genelkurmay’ın kontrolünde olup, ST 31–15 talimnamesine göre “Yasalara bağlı değildir,” Gayrinizami Harp, İstikrar Harekatı, Psikolojik Harp, Özel Harp Dairesi’nin işlevleri arasındadır. Bu faaliyetlerden daha azı askeri hedeflere, daha çoğu sivil halka yöneliktir. “Yasalara bağlı olmayan” bir askeri, yarı askeri örgütün Psikolojik Harp yöntemleriyle halkın beynini yıkayıp, istikrar yöntemleri (destabilisation) uygulayıp Mukavemet Harekatı (Resistance Operations) yönetmesi demokrasi ile nasıl bağdaşabilir? İktidarın, yanıtını araması gereken ilk soru budur…

Bu oluşumla hem ülke halklarının, ABD emperyalizminin değer yargıları doğrultusunda beyinleri yıkanmakta, hem de ulusal değer ve çıkarlar göz ardı edilmektedir. Hedef seçilen ülke ya da onların deyimiyle Ev Sahibi Ülke (Host Country), ABD çıkarları tehlikeye girdiğinde darbe ortamı hazırlanıp darbe yaptırılmakta ve darbelere destek sağlanmaktadır. 12’li darbelerin Amerikancılığı bu yapının doğal sonucudur.

TBMM’nin bazı üyeleri, İç Hizmet Kanunu’nun 35’inci Maddesi’nde yer alan “TSK’nın görevi Cumhuriyeti korumak ve kollamak” deyiminin kaldırılmasıyla askeri darbelerin önlenebileceği gibi bir iyimserlik içindedirler. Bu doğrultuda girişimlerde bulunmuşlardır, ama sonuç alamamışlardır.

Özel Harp gibi kuramlardan ve yeraltı örgütlerinden kurtulmadıkça askeri darbelerin önlenemeyeceğini kesinlikle iddia ediyorum. Bu nedenle ÖHD yeniden düzenlenmeli (re-organisation) ve onun sivil halka yönelik tüm işlevlerine son verilmelidir. Buna zorunluluk da vardır. Mademki Soğuk Savaş bitmiştir, o halde onun ürünü olan Özel Savaşa ne gerek var?

Genelkurmay Başkanlığı 1990 yılında, “dünyadaki yeni gelişmeler karşısında askeri stratejilerde değişiklik meydana geldikçe, ÖHD’nin görevleri yeniden gözden geçirilecektir” şeklinde bir açıklama yapmışta. Evet, Özel Harp Dairesi’nin görevi yeniden gözden geçirilmelidir.

Ama kanımıza göre bu önerinin gerçekleşmesi TÜRKİYE açısından olanaksız görülmektedir. Değişen dünya stratejisinde bize verilen rolde bir sapma olmaması için, hem Özel Harp’e hem de örgütlerine daha fazla gereksinim duyulmuştur emperyalistlerce…

AKKA – Avrupa Konvansiyonel Kuvvet İndirimi Antlaşması gereğince MERSİN Limanı dahil, 39. paralelin güneyinde kala Güneydoğu Anadolu Bölgesi hem konvansiyonel silah indirin açısından hem de paramiliter güçler -Kontrgerilla- açısında antlaşmanın kapsamı dışında bırakılmıştır. Tüm TÜRKİYE’de AKKA’ya göre paramiliter güçler indirim kapsamı dışında tutulmuştur.

ABD Güneydoğu Anadolu’da bu kadarı ile de yetinmemiş IRAK’taki Kürtlerin sığınmasını bahane ederek, IRAK’ın kuzeyinde! 36’ncı paralel ile TÜRKİYE sınırı arasındaki bölgeyi de denetimine almıştır. Çekiç Güç bu amaçla oradadır (1). Marifetleri ortada ABD emperyalizmi, Ortadoğu’daki petrol çıkarlarını korumak ve düşman ilan ettiği İslam Radikalizmini engellemek için, ne ölçüde barbarlaştığını IRAK’ta akıttığı masum kanlarıyla gösterdi. ABD esi Adalet Bakanı Ramsey CLARK kurduğu mahkemede AB yönetimini yargılarken, biz ABD’nin dümen suyunda kalamayız.

Neden ülkemizdeki paramiliter güçlere AKKA’da ayrıcalık tanınmıştır? Çünkü tüm baskılara karşın, halkımız bilinçlenmekte ve demokratik muhalefet gelişmektedir. Bu gelişmeyi engelleme için yeraltı örgütünün lağvedilmesi değil, güçlendirilmesi gerekmektedir.

     Şema-4’te görüldüğü gibi yeraltı örgütleri, Mukavemet Harekatı yürütürler. Bu tür harekatın hedefi ideolojiktir. Bu nedenle iç düşman, dış düşman ayrımı yapılmaz. Peki dünkü düşman  komünistler idi, ya şimdi?

Ev sahibi ülkede (Host Country) ABD çıkarlarına ters düşen her kişi ve örgüt düşman sayılmaktadır. Sayın General Sabri Yirmibeşoğlu’nun makalesine göre “… mevcut siyasi iktidara karşı n basit direnişten başlayarak şiddet kullanmaya kadar” giden bir çizgi üzerindeki herkes ‘düşman’ sayılmaktadır. Bu anlayışa göre ABD yandaşı siyasi iktidarlar yaşatılacak; direnenler, ulusal çıkarları gözetenler, ulusal kurtuluşçular, tam bağımsızlıkçılar, antiemperyalistler iç düşman sayılacaktır.

Bu nedenle de “tek eri kendi memleketinin vatandaşlarına karşı savaşmaya hazırlamak” komando eğitiminin amacı haline gerilmiştir… Bu anlayışla yetiştirilenler (ya da güvenlik örgütü mensupları) ST 31–15 Talimnamesinde açıklandığı gibi işkence yapacak, insanları kötürüm haline getirecek ve öldürecektir. İşte dünya liderliğine soyunan uygar ABD’nin öğretisi… Oysa savaşta bile esirlere işkence yapamazsınız CENEVRE Antlaşması’na göre…

ST 31–15 Talimnamesinde Mukavemetçilerin, yeraltı örgütü mensubu kişilerin işlevleri sayılmaktadır. Yeraltı Örgütü’nde bu amaçla köye kadar inmiş hücre tipi birimler bulunmaktadır. Ülkemiz 20 yıldır terör sarmalına alınmıştır. Bu durumda suçlular yakalanamıyorsa, bu işin örgütünü ilk önce yasalar çerçevesine almak sonra da geçmişini denetlemek zorunluluğu vardır. Çıkarın ortaya da şu dolarla beslenen Vatansever Köstebekleri tanıyalım. Onlara gereken sıfatı Türk halkı versin…

Bir ABD’li yetkili “Oltaya yakalanmış balığın yeme gereksinimi yoktur” demişti. Olta deyimi hafif kalır. Komünizm tehlikesini abartarak, ABD, sömürdüğü ülkelere zoka yutturdu. Bugün de etnik, dini, mezhepsel vb özellikleri kullanarak finanse edip eğittiği Gladio türü yeraltı örgütleri aracılığıyla, sömürüsünü sürdürmeyi garanti altına almak çabasındadır…

Sayın DEMİREL 1990 yılında; “TÜRKİYE’nin dış politikasını ABD ‘nin dümen suyunda” görüyordu. Şimdi bu doğrultuda girişimlerde bulunmak durumundadır.

Demokratikleşme, “X örgütü”nün, Kontrgerilla Örgütü’nün, ortadan kaldırılmasına bağlıdır. Başarılması güç, fakat zorunlu bir ulusal görev.

Demokratikleşme sürecine katkıda bulunmak için şimdilik Sayın DEMİREL ile Sayın İNÖNÜ’ye somut bir öneri getirmek istiyorum:

12 EYLÜL sonrasında, faşist devletlerde bile benzeri az bulunan iki uygulama ile Kontrgerilla yöntemleriyle halk denetime alınmıştır. Bu amaçla Çok Gizli iki yönerge çıkarılmıştır. Bozulmuş olan devlet düzeninin onarımına katkıda bulunmak için:

  • 15 OCAK 1981 gün ve 81/2 sayı,  J–800–1 ÇokGizli Başbakanlık Yönergesi’nde yer alan vatandaşların fişlenme, izlenme uygulamalarına son veriniz ve 1980 darbecilerinin halka reva gördüğü yöntemleri açıklayınız ki, 12 EYLÜL gerçeğini halkımız daha iyi anlasın.
  • Genelkurmay Başkanlığı tarafından benzeri amaçla çıkarılan 15 KASIM 1985 tarihli Çok Gizli 33-5 Yönergesini yürürlükten kaldırınız.

Noktalarken, 1975 yılında Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi’nde yargılanırken belirttiğim bir hususu 17 yıl sonra yinelemek zorunluluğu duyuyorum: “TSK’lerinde Türk Subayına leke sürmekten kaçınmayan illegal Kontrgerilla Örgütü’nün hıyanetlerinin tüm boyutlarıyla saptanılmasını, TÜRKİYE’nin gündemindeki en yaşamsal sorun olarak görüyor ve yetkili kişileri göreve çağırıyorum” (2).

Gladio Örgütü’nün pisliklerini ortaya çıkarıp sorunu dünya genelinde güncelleştiren İtalyan Savcı Felice CASSON’a, gerçek dışı açıklamalarıyla beni bu çalışma içine sokan yetkili kişilere, görüşlerime yer veren iç ve dış basın ve yayın organlarıyla köşe yazarlarına, yapıtın oluşmasında katkıda bulunan tüm emekçilere, böyle bir çalışmayı öneren ve bana yardımcı olan arkadaşlarıma ve yapıtımı okumak zahmetine katlanan okuyucularıma teşekkür ediyorum. Eleştiri ve katkılarınızı bana yazılı olarak ulaştırırsanız çalışmalarıma güç katacağınızı anımsatmak istiyorum.

İSTANBUL – 26 OCAK 1992

 

İçindekiler

ÖNSÖZ……………………………………………………………………………………… 9

SUNUŞ…………………………………………………………………………………….. 11

Birinci Bölüm

GLADIO, KONTRGERİLLA, DEV-KURT VE ÖTESİ…………………………………. 19

Bölüm İçi Ek: Türk Gladio’su Özel Harp Dairesi’dir……………………………………………. 21

İkinci Bölüm

GLADIO TARTIŞMASININ TÜRKİYE BOYUTU………………………………………. 43

Üçüncü Bölüm

KARANLIKTAN AYDINLIĞA…………………………………………………………..… 81

Dördüncü Bölüm

GİZLİ NATO ÖRGÜTÜ VE TERÖR…………………………………………………..… 95

Beşinci Bölüm

KONTRGERİLLA GERÇEĞİ…………………………………………………………… 111

Bölüm-İçi Ek: Ansiklopedik Bilgi……………………………………………………….. 120

Altıncı Bölüm

POLİTİK ‘İSTİKRAR HAREKÂTI’…………………………………………..…………… 127

Yedinci Bölüm

SONUCA DOĞRU………………………………………………………………………. 145

 

Etiketler
BENZER YAZILAR
SARMAŞIK

1 Haziran 2017

DİRENİŞ

1 Haziran 2017

Derin Devletin Peşinde

1 Haziran 2017

Talat Turhan
Türkiye

1924 Yılında Elazığ’da doğdu. O tarihte babası Elazığ Müdde-i Umumisi (Savcı) idi. Baba tarafı Rize ilinin Çayeli ilçesinin tanınmış ailelilerinden (Şerifoğulları)’na mensuptur. Anne tarafı Elazığ Harput’un tanınmış ailelerinden (Efendigiller) ‘dendir.....