Özel Savaşın Fikir Babası ABD
Özel Savaşın Fikir Babası ABD
Çağdaş Gazetesi: ARALIK 1993 BURSA
Talat TURHAN
1971 yılının 12 MART günü Genelkurmay ve Kuvvet Komutanlarından (Kara, Hava, Deniz) oluşan dört kişilik bir cunta iktidarda bulunan Adalet Partisi liderine ve Cumhurbaşkanına bir muhtıra vererek Parlamentoyu kapatmaksızın iktidara el koymuş ve kendine bağlı hükümetlere baskı ve destek sağlayarak Reform’lar yapmaya kalkmıştı… Gerçi kuramsal ve yaşamsal olarak genellikle tüm askeri darbeler CIA denetiminde gündeme geliyordu ama TÜRKİYE’deki durumdan kimse memnun olmamıştı. Bu olgu Cunta içinde kutuplaşmaları ve çatışmaları beraberinde getirdi. Cumhurbaşkanı Cevdet SUNAY ve Genel Kurmay Başkanı Memduh TAĞMAÇ ile bazı illerin sıkıyönetim komutanları Cunta’nın daha sağcı ve Amerikancı kanadını oluşturuyor ve rakip saydıkları K.K.K. Orgeneral Faruk GÜRLER, Hava KK. Org. Muhsin BATUR ile Donanma Komutanı Oramiral Kemal KAYACAN’ı tasfiye etmek istiyorlardı. Başlangıçta Org. General GÜRLER’in Genel Kurmay Başkanlığına getirilmesi engellenirse sağ cunta kendi adamlarını Türk Silahlı Kuvvetlerinin kilit noktalarına yerleştirebilecekti. Bu amaçla İSTANBUL Sıkıyönetim Komutanı Org. Faik TÜRÜN’ün olağanüstü katkılarıyla “Bomba Davası” adlı yapay, tümüyle provakatif bir dava tezgâhlandı. Org. Gürler AĞUSTOS (1972) ayında Gn. Kur. Bşk. olmak istiyor, hasımları bunu engellemeye çalışıyordu. “Bomba Davası” ise, MAYIS 1972 başından sahneye konulmuş, o dönemde İSTANBUL’da cereyan eden terör olaylarıyla benim aramda, benimle de Org. GÜRLER, BATUR ve KAYACAN arasında ilişki kurarak Marksist-Leninistlikle niteledikleri bu kişileri “Bomba Davası” sanık yapmayı planlıyorlardı. Bu davanın baş sanığı yapılmış günah keçisi seçilmiştim. Kuşkusuz bu seçim boşuna değildi. Sağ cuntacılar ardındaki politik güç, varlığımdan ve fikirlerimden rahatsız olduğu için beni bu yöntemle ortadan kaldırmayı düşünüyordu.
Bu amaçla 3/4 TEMMUZ 1972 gecesi MİT emriyle gözaltına alınıp, MİT’in daha sonra “Ziverbey (Zihni Paşa) İşkence Köşkü” olarak ünlenen “Teknik Sorgulama Bürosuna” götürüldüm. Sırası gelmişken “Teknik Sorgulama” deyiminin “İŞKENCELİ SORGULAMA” demek olduğunu da açıklamak isterim, bu köşkte bir ay süreyle ellerim zincirli, ayaklarım prangalı ve karyolaya zincirle bağlı tutularak insan idrakinin algılamakta güçlük çekeceği işkenceler gördüm. Benden ve arkadaşlarımdan adından söz ettiğim generaller hakkında ikrarlar alındı. Sağ cunta ve desteğindeki AP İktidarı bu ikrarlarla K.K.K. Orgeneral Faruk GÜRLER’in önünü kesmek istiyordu. Bu amaçla alınan ikrarlar parti kulislerinde dolaştırıldı o dönemde… Ama tüm bu tertiplere karşın Ağustos 1972 yılında Orgeneral Faruk GÜRLER, Hv. K.K’nın aktif desteğiyle Gn. Kur. Bşk’lığına oturdu. Bu kişi KKK’lığı makamına da AP İktidarı’nın arzusu hilafına zorla oturmuştu. Tüm bu tertipler içinde aktif bir rol üstlenen İSTANBUL 1’ci Ordu ve Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Faik TÜRÜN emekliye ayrıldığında AP’den Parlamentoya sokulmuş ve Cumhurbaşkanı adayı gösterilmiştir. Bu olay “İşkenceciler”in kime çalıştığını açıkça göstermektedir.
Kavga kızışmıştı… “Ziverbey (Zihni Paşa) İşkence Köşkü”nde bizlere işkence yapanlar “Kontrgerilla” adlı bir örgütün üyesi olduklarını “Anayasa ve Yasalara bağlı” olmadıklarını, bizleri esir aldıklarını söylüyorlardı.
“Kontrgerilla” deyimi ile bu koşullarda tanıştım. Bir aylık işkence sırasında en ince ayrıntıyı bile belleğimde saklayıp, işkencecilerle yaşamımın sonuna kadar kavga verme kararı aldım. Ama ne yazık ki, yasal tüm başvurularıma karşın bugüne kadar yanıt almış değilim. Mücadelemi kalemimle sürdürüyorum. “Cunta”lar savaşına bağlı olarak, “Bomba Davası” bir yıl bekletildi. Bizler ise, bu süre içersinde çok olumsuz koşullarda Askeri Cezaevinde tutulduk. Org. Faruk GÜRLER, Cumhurbaşkanı olacaksın diye ikna edilerek Gn. Kur. Başkanlığından ayrılıp, sonra da seçilemeyince “Bomba Davası”nda diğer iki Orgeneralle birlikte sanık ilan edildi. Ama mahkemeye getirilmedikleri için “Bomba Davası”nda TSK’nin gerçekleştirdiği 12 MART 1971 Darbesinin hesabını vermek gibi tarihsel bir misyonu yüklenmek bana düştü. TCK 146/1’e göre idamla yargılandığım bu davada mahkemeye çıkarılır çıkarılmaz “Ziverbey (Zihni Paşa) İşkence Köşkü” planı dahil kanıtlar ekleyerek keşif isteminde bulundum. Çünkü tertip içinde görev almış olan As. Savcı Emniyette sorgulandığımızı iddia ediyor, bu sahteciliğe başta Sıkıyönetim Komutanı Org. Faik TÜRÜN olmak üzere tüm yetkililer kanat geriyordu.
Yasalara göre sorgulama yetkisi bulunmayan bir örgütte (MİT) sorgulandığımız ortaya çıkarılırsa, işkenceye dayanan ikrarlardan başka bir kanıt bulunmayan dava başından çökecek tertip düzenleyenlerin maskeleri düşecekti. Mahkeme haklı istemimi kabul etmedi. Bu kez de 12 HAZİRAN 1973 günü mahkeme aracılığı ile Başbakanlığa Gn. Kur. Bşk’lığına ve KKK’lığına bir dilekçe vererek, “Kontrgerilla Örgünü”nün mahiyetinin kurulacak bir TBMM Araştırma Komisyonu ile ortaya çıkartılmasını istedim. 20 yıl içinde demokrasinin varlığı ya da yokluğunun denek taşı sayılabilecek bu yasal istemime de yanıt almış değilim. Gerçekte bu yapılsaydı bazı örgütler üzerinde yoğunlaşan kuşkular bir bakıma giderilmiş olacaktı. Çünkü kendilerinin “Kontrgerilla Örgütü” olduğunu söyleyen işkenceciler iki Generalin denetiminde çoğunlukla MİT elemanları, polis ve subaylardan oluşuyordu.
Konu 20 yıllık süre içinde sürekli TBMM gündemine getirilmiş olmasına karşın bugüne kadar aydınlığa kavuşturulamamıştır. Bugün iktidarda bulunan koalisyon partilerinin bu konudaki tavırları muhalefet ve iktidarda iken 180 derece farklıydı. Yapıtlarımda bu hususa ayrıntıları ile yer vermekteyim. Kuşkusuz iktidar partilerindeki bu çelişik durum bile, iktidarların üstesinden gelemediği bazı gizli güçlerin varlığını göstermektedir. Nitekim yetkililer zaman zaman “Güç Odakları”, “Karanlık Güç” ve “Devlet Üzerinde Devlet” gibi soyut tanımlamalarla sorunu gizlemeyi yeğlemektedirler. İki yıl cezaevinde bir yıl da dışarıda olmak üzere üç yıl sürekli çalışarak beş bin sahifelik bir savunma yapıp 1975 yılında Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi’ne verdim. Mahkeme kararında, benim ve diğer sanıkların savunmalarını yok sayarak, davayı, çıkan bir AF YASASI kapsamına alıp düşürdü. Oysa ben, Af Yasasından yararlanmak istememiştim. 1986 yılında Savunmamın giriş bölümünü iki kitap halinde yayınladım. Birinci kitapta “Kontrgerilla” örgütlerine ilişkin kuramın uluslararası boyutları ile birlikte kanıtlarıyla sergiledim. İkinci kitapta ise, yaşadığım işkenceyle yasadışı yürütülen hazırlık soruşturmasını eleştirdim. TÜRKİYE’de ve dünyada askeri darbeler, sorgulama yöntemleri, işkence, olağanüstü yargının durumu hakkında savunmamın yayınlanmayan bölümünde belgeler açıklamalar bulunmaktadır. Umarım uluslararası hukuk kuruluşları bu belgelere sahip çıkarlar…
Konunun Uluslararası Boyutu
Bilindiği gibi, ikinci dünya savaşı sonrasında soğuk savaş döneminde doğu ve batı blokları oluştu. Bu evrede azgelişmiş ülkeler, SSCB’nin desteğinde kurtuluş savaşları başlattılar. Bu ülkeler gerilla yöntemlerine başvuruyorlardı. Doğal olanı da bu idi. “gerilla savaşı” ile 20 kat güçlü düşmanı yenmek olası hale gelebiliyordu. Bu nokta ABD’yi rahatsız ettiği için, . Özel savaş türü ile gerillaya karşı “Kontrgerilla” yöntemleri geliştirilmesi düşünüldü. 1962 yılında Başkan KENNEDY bu savaş türünü şöyle tanımlamaktadır;
“Bu savaş, gerillaların, yıkıcı unsurların, ayaklananların yaptığı savaştır. Çarpışma yerine, pusu kurma, tecavüz yerine, sızma, düşmanla yüz yüze dövüşme, onun yerine onu yıpratma ve takatten düşürme yolu ile zafere ulaşmak istenilen bir savaştır. Bu savaşlar ekonomik huzursuzluklar ve ırk mücadelesinden istifade eder. Yepyeni bir strateji, tamamen farklı bir kuvvet ve dolayısıyla yeni ve bambaşka bir eğitime ihtiyaç vardır”.
Bu anlayışın sonucunda ABD’de Fort Bragg’da “JFK Kennedy Özel Savaş Okulu” kuruldu. Daha sonra da girişim dünya çapında yaygınlaştırıldı. Örneğin bu amaçla daha önce PANAMA’da kurulan “Kontrgerilla” okullarında tüm Latin Amerika Özel Savaş kurslarından geçirildi. Latin Amerika’daki askeri darbeler burada yetiştirilmiş Generaller tarafından sahnelendi.
Soğuk Savaş Sonrası Durum
“Özel savaş”ın soğuk savaş döneminin ürünü olduğu söylenegelmiştir. 1990 yılında Paris Şartı ile başlatılan AGİK sürecinde soğuk savaşın bittiğinin ilan edilmesine karşın, özel savaş birlikleri ve yöntemleri Yeni Dünya Düzeni içinde kapsamlı bir şekilde kullanılmaktadır. Ancak bu kez dünya liderliğini dayatmakta kararlı görünen ABD;
— Çıkarlarını korumak için Birleşmiş Milletleri amacına alet etmeyi denemekte ve genellikle kendi açısından başarılı sonuçlar almaktadır,
— Libya’nın bombalanması, PANAMA’da NORİEGA’nın kaçırılması ve BAĞDAT’ın bombalanması eylemlerinde uluslararası hukuku dışlayan bir tavır sergilemekten kaçınmamıştır,
— 1990 öncesi Doğu-Batı doğrultusunda olacağı varsayılan çatışma Kuzey – Güney doğrultusuna yönlendirilmiş, petrol çıkarlarını korumak için Körfez Savaşı ile dünyaya gözdağı verilmiştir,
— SSCB’nin dağılmasından sonra ABD komünizm yerine radikal İslami düşman seçti. Nitekim G. BUSH’un ulusal güvenlik danışmanı olan “Scowcroft, Yeni Dünya Düzeni”ni tanımlarken;
“ABD gücünü, koşullara bağlı olarak bazen BM, bazen bölgesel ittifaklar ve koalisyonlar yoluyla farklı biçimlerde de gösterebilir. Bu tür bir globalizm ABD’nin ulusal çıkarlarına son derece uygun”…
şeklinde görüşünü açıklamaktadır.
ABD Dışişleri Bakanı W CHRİSTOPHER ise;
“ABD dünya lideri olma sorumluluğunu taşımaya devam edecektir. Gerektiği zaman çıkarlarımızı korumak için tek başımıza hareket edeceğiz. Toplu karar alınmasının daha uygun olduğu zaman da bu cevaplan sağlayacak ülke yine biz olacağız, ama yanılgıya düşmeyin, yöneteceğiz”…
şeklinde konuşmaktadır.
ABD özel harekât birliği komutanı ise özel timlerini:
“Amerikan dış politikasının en önemli unsuru ve ulusal güvenlik stratejisinin en sağlam desteği” olarak tanımlamaktadır.
Bu anlayış sonucu “ABD Özel Kuvvetler Komutanlığı”na bağlı “özel timler”, 1991 yılında 41 ülkede 195 değişik görev üstlemiştir. Bu birliklerin BANGLADEŞ ve FLORİDA’da meydana gelen kasırgaların tahribatını gidermek için kullanılmasına tanık olmaktayız. SOMALİ’ye de yardım amacıyla gidildiği açıklanmasına karşın bugün amacın farklı olduğu görünür hale gelmiştir. Kuşkusuz her ülkenin kendi çıkarlarını öncelikle düşünmesi en doğal bir davranış biçimidir. Ama diğer ülkeleri bu amaçla kullanması onaylanamaz. ABD, kendi Özel Kuvvetlerini ve çoğunlukla müttefiklerinin Özel Kuvvetlerini kullanarak 40 yıldan beri sürdürdüğü bu stratejiden kendi çıkarları açısından olumlu sonuç almaktadır. “Yeni Dünya Düzeni”nde diğer ülkeler açısından temel sorun kendi ulusal çıkarları ile ABD çıkarları arasında dengeyi bulmaktır. Azgelişmiş ülkeler açısından böyle bir dengenin kurulabileceğini sanmıyorum. ABD eski Adalet Bakanı R. CLARK ve yazar N. CHOMSKY, ABD’nin “makyevelist, oportünist ve saldırgan” politikasına karşı çıkmaktadırlar. ABD kendi hegemonyasına gölge düşürür diye ALMANYA-FRANSA öncülüğünde kurulması öngörülen AVRUPA Ordusu fikrine bile soğuk bakmaktadır.
Demokrasi İstihbarat Örgütleri ve Özel Savaş
CIA ve diğer ABD istihbarat örgütleriyle Batı bloğu istihbarat örgütlerinin, işbirliği boyutunu aşan ilişkilere girdikleri ve yasa dışı eylemlere kalkıştıkları sayısız örneklerle bilinmektedir. Özel savaşın yeraltı birliklerinin teorik eğitiminin ABD denetimi ve patronajı altında olduğunu kanıtlarıyla açıkladım.
“Gladio” örneği tüm yeraltı örgütlerinin ClA’nın denetimi ve finansmanı ile kurulduğunu göstermektedir. ABD müttefiki ülkelerdeki yandaşı olan partileri CİA ile desteklemektedir. Bu konuda CIA eski Başkanlarından W. COLBY’in ilginç açıklamaları bulunmaktadır. COLBY, 1950yi yıllarda İskandinav ülkelerinin yeraltı örgütlerinin kurulmasına öncülük etmiş ve AVRUPA’daki sağcı partilerin oluşumuna katkıda bulunmuş ve bu ülkeleri, komünizme kayışı engellemek için desteklendiğini itiraf etmiştir. ABD, ülkelerin hem istihbarat örgütlerini hem de yeraltı örgütlerini denetlemekte ve bu örgütler arasındaki çelişkilerden yararlanarak kendi istihbaratını güçlendirmekte ve çıkarlarını garanti altına almaktadır. ABD, yeraltı örgütlerinin ‘yasalara bağlı olmadığı’ kuralını koyup, bunu diğer ülkelere de kabul ettirmiştir. ABD psikolojik harp yöntemlerini kullanarak bütün dünyanın beynini yıkamakta ve dünya liderliğini sürdürmeye çalışmaktadır. ABD, müttefiki olan ülkelerde çıkarları ortak işbirlikçilere destek vermekte ve bunları uluslararası örgütler içine almak suretiyle işbirlikçi ağı kurarak yandaşı olan partilerin iktidarda kalmasını sağlamaktadır. Tüm bu benzeri anti demokratik zorlamalara karşı ülkeler, kendi demokratik değerlerini, uygarlık aşamaları, kültürleri, teknik üstünlükleri ve ekonomik güçleri oranında düzenlerini yaşatmak gibi güç bir sorunla karşı karşıya bulunmaktadırlar. Demokrasilerin önündeki en ciddi engelin yeraltı örgütleriyle bu örgütlere egemen olan anlayış olduğunu düşünüyorum.
TÜRKİYE’deki Durum
Özel savaş kuramları NATO bağlamında TÜRKİYE için de geçerli bulunmaktadır. Ülkemde “Gladio” türü yeraltı örgütlerine halkımız Kontrgerilla örgütü adını benimsemiştir. Konuşmanın başında da açıkladığım gibi “Ziverbey (Zihni Paşa) İşkence Köşkü” işkencelerinden kaynaklanan “Kontrgerilla” iddiası gerek benim ve gerekse siyasal partiler ve politikacılar ile demokratik kitle örgütleri ile basın ve yayın organlarının tüm girişimlerine karşın 20 yıldır açıklığa kavuşturulamamıştır. Yıllardan bu yana suçluları yakalanamayan kuşkulu eylemlere sahne olmaktayız. Bunlar arasında Başbakanlara suikast girişimleri de bulunmaktadır. Bülent ECEVİT ve Turgut ÖZAL’a yapılan suikast girişimleri bile aydınlığa kavuşturulamamış olup, özellikle Turgut ÖZAL olayındaki failin istihbarat örgütlerleri ile ilişkisi bulunmasının yanında “Kontrgerilla” eğitimi gördüğünü açıklaması bu örgütler üzerindeki kuşkuları arttırmaktadır. TÜRKİYE’de de NATO’ya girişten sonra benzeri amaçla 1952 yılında Seferberlik Tetkik Dairesi adıyla kurulan Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı örgüt, daha sonra Özel Harp Dairesi, geçen yıl da Özel Kuvvetler Komutanlığı adını almıştır.