Talat Turhan portresine katkı… / Muzaffer Ayhan Kara
Talat Turhan portresine katkı…
Muzaffer Ayhan Kara
Talat Turhan henüz delikanlıyken Kuleli Askeri Lisesi’ne yazıldığında bir gün Harbiye’yi bitireceğini, bu kutsal bildiği ocaktan bir subay adayı olarak Topçu Okuluna adım atacağını; eğitimi sonrasında topçu subayı olarak Silahlı Kuvvetlere katılacağını, kuşkusuz hayal etmiştir (Kurmay subaylar ve generaller genelde topçu sınıfından çıkarlar). Fakat Kara Harp Akademisi’ni de bitirip kurmaylar arasına katılmayı, daha sonra komuta kademesine yönelmenin bir işareti olan Yüksek Komuta Akademisini tamamlamayı hayal edip etmediğini bilemiyorum…
Kesin olan bir şey var ki, askerliğe aşık olduğu, Silahlı Kuvvetleri kutsal bir ocak olarak bildiği ve Atatürk’ün manevi liderliğini sürdürdüğü bu ocağın Türkiye’nin gelişmesinde, kalkınmasında ve bağımsızlığını, onurunu korumasındaki işlevini kusursuz olarak yerine getirmesinde oynaması gereken titiz rolün izleyicisi olduğu…
Bu noktadaki en dikkatli gözlemci, en acımasız eleştiricidir. Şahin ve kartal karışımı bakışları tedirgin edicidir. Kartal, güzel süzer, tepeden görür.. Şahin, keskin bakışlıdır, hedefe yönelir..
Askerliğe aşırı ilgisi, dünya çapındaki gelişmeleri izleme ve Türk ordusuyla karşılaştırma kaygısı, onu Kore’ye kadar götürür. O nedenle, 27 Mayıs öncesi atmosferi uzaktan izler.
1960 İhtilali’nde İskenderun’dadır. DYP Genel Başkanı ve eski Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar’ın babası olan Adana Emniyet Müdürü Zülküf Ağar’ı tutuklamak ona düşer..
Milli Birlik Komitesi (MBK) döneminde Ankara’da, Milli Savunma Bakanlığı Özel Kalem Müdürlüğü’ne vekâlete eder. Örtülü ödenek ona emanettir. Bakan olarak Hüseyin Ataman ve Muzaffer Alankuş’la çalışır, onların takdirlerini, güvenlerini kazanır.
Bu arada MİT’teki önemli bir görev önerisini geri çevirir. 39’ncu Tümen Topçu Alayı’ndan arkadaşı, Kur. Alb. Naci Aşkun MİT’te daire başkanıdır. Turhan, Aşkun’a çok sevgi ve saygı duymasına karşın önerisini geri çevirmekte tereddüt etmez. Çünkü kurumun imajı kötüdür ve kendisinin de yıpranabileceğini düşünür bu nedenle.
Genç, parlak, saygın ve sözüne kulak verilen bir kurmaydır. O, herhangi bir karargâhta bir odadan içeri girdiğinde generallerin bile ayağa kalktıklarını bilmeyen yoktur. Bu arada, ordudaki gizli Silahlı Kuvvetler Birliği örgütlenmesi içinde aktif olarak yerini alır. Silahı üzerine yeminini etmiş, protokolü imzalamıştır. Yüksek Komuta Kademesi de içinde olmak üzere, hemen her aklı başında kurmayın ve generalin yer aldığı bu girişim, MBK’nin zafiyetinden doğmuştur. Turhan, yıllar sonra MBK üyelerinden ve o dönemde Ulaştırma Bakanlığı yapmış olan E. Tümg. Sıtkı Ulay’ın emirlerini ve gençliğe öğütlerini okuduğunda, 27 Mayıs’ın kendisinde uyandırdığı derin hayal kırıklığını yeniden yaşayacak ve SKB’nin yerinde bir girişim olduğunun tarih açısından altını çizecektir.
Ne var ki, Turhan için SKB de bir hayal kırıklığıdır; ettiği yemine sadık kalmayan, imza attığı protokolü yok sayan Yüksek Komuta Kademesi ve hemen altındakiler bozuk düzenin devamını, maslahatı seçmişlerdir. Buna isyan eden genç subaylarsa Turhan’ın adaşı Talat Aydemir’in liderliğinde iki ayaklanma gerçekleştirerek başarıya ulaşamadıkları gibi, Silahlı Kuvvetlerdeki devrimci birikimin deşarj olmasına da yol açmışlardır ona göre.., Talat Turhan, ikinci girişiminde Aydemir’i vazgeçirmek için çok özel çabalar harcadıysa da engel olamamıştır. Ne var ki, ok yaydan çıkmıştır artık, Harbiye tetiktedir. Aydemir, yüksek komuta kademesinin attığı geri adımı bir türlü içine sindirememektedir.
Talat Aydemir, Fethi Gürcan ve arkadaşları teslim olduklarında, bir gün Talat Turhan’la Mamak Askeri Ceza ve Tutukevi’nde buluşacaklarını bilmiyorlardı. Yollarının bir devrimde kesişebileceğini düşünenlerin yolu, şimdi bir hapishanede kesişiyordu.
Genç Kemalistler Ordusu (GKO) bildirisi, Talat Turhan’ın tutuklanarak cezaevine konulmasına neden olmuştur. Turhan ve Aydemir aynı hapishane ortamını paylaşırlar ama bir farkla; Aydemir ve Gürcan hücrelerde, Turhan koğuştadır.
Turhan’ın yaşamındaki en hüzünlü, an acılı anlardan biri, belki de birincisi burada yaşanır. İdamları öncesinde Aydemir ve Gürcan’la son kez buluşturulur Turhan. Devrimin üç şövalyesinin gözleri birbirindedir. O an, gözünün önünden hiç gitmeyecektir.
22 Şubat ve 21 Mayıs, ordudaki Kemalist devrimci birikimi de deşarj ederek gelip geçmiştir.. Tabii, Aydemir ve Gürcan’ı da alıp götürerek. Bu tablo, bir kırılmayı işaret eder. Türk Devrimi’nin macerasıyla yakından ilişkilidir.
Talat Turhan ise, beraatının ardından Afyon’a sürgün edilir. Batı Menzil Komutanlığı’ndaki çalışmaları ve etkinlikleri vatanın her karışını ve köşesini kutsal bilen bir devrimcinin zihniyetinin ürünüdür. Kıt’a çalışmaları, bir 30 Ağustos töreni için hazırladığı ve yaptığı bayram konuşması, çok önemli ve ilk kez gerçekleşen bir tatbikat planlarını ustaca hazırlaması, Amerikalılarla bir araya geldiğinde kusursuz donanmayla onları şaşkına çevirmesi… Bunlar hep parlak ve üstün nitelikli bir kurmayın Afyon’daki yansımalarıdır.
Maslahatçıların, yeni mandacıların kendilerini tahkim ettiği, devrimcilerin yara aldığı yılların öncesinde, 1964’de emekli edildiğinde kabına sığmayacak bir donanım, görev isteği, bilgi ve deneyim birikimini taşıyan genç sayılacak bir kurmaydı. Henüz kırk yaşındaydı. Önünde uzun görev yılları ve kendisini bekleyen hizmetler olduğunu düşünüyordu. Misyon sahibi bir kişilikti. Memduh Tağmaç, Afyon’da sürgündeyken oralara kadar gelip kendisini ziyaret eden onca subay ve generali fark edip infiale kapılmış, Ankara’dan paketleyerek uçağa attığı askeri savcı da içinde olmak üzere ekibini göndererek ifadesini aldırmıştı.
Soruyordu askeri savcı; “Burada sekiz kurmay subaysınız, üstelik içlerinde en kıdemsizi de sensin! O halde, herkes neden başkaları dururken seni ziyaret ediyor?!.”
12 Mart’a doğru keskinleşen çatışma, yeni mandacı-maslahatçı ittifakıyla Kemalist devrimciler arasındaki bilek güreşi asker-sivil oluşumları da beraberinde getirmektedir. Talat Turhan, bu sürecin ne içinde ne dışındadır.
Ne var ki, Gürler-Batur-Kayacan’ın cesaretsiz adımları, kendilerine ve devrimci kadrolara yeterince güvenememeleri; önlerindeki sorunu bozuk bir düzenden ve yeni mandacı-ıslahatçı cüruftan kurtulma sorunundan çok, belli mevkilere geldiklerinde her şeyi bir çırpıda halledeceklerini sanmaları ve hatta kendi aralarındaki ikincil çelişkiler; kararsız ve ikircimli adımlar, Amerikancı kanadın atağını ve pervasız çıkışlarını beraberinde getirmiştir.
Bu noktada, Talat Turhan ve birçok arkadaşı Silahlı Kuvvetlerdeki bir komplonun ve arkasındaki büyük tertibin bir sonucu olarak 12 Mart döneminin “darbe içindeki darbe”den sonraki ortamında tutuklanırlar. ‘Kontrgerilla’ olarak kendisini tanımlayan ve bir kısım polis, istihbaratçı ve askerden oluşan gizli bir örgütün karargâhı haline getirilen Zihni Paşa Köşkü’nde ağır işkencelerle karşı karşıya kalır. Mamak’tan sonra iki yıl kadar da Selimiye’nin ‘konuğu’ olur!
“Bomba Davası”ndaki savunması, ülkemizde ve dünyada literatüre geçecek çapta bir belgedir. Amerikancı kliğin kulağından tutulup hem de kendi evinde, 12 Mart rejiminin sıkıyönetim mahkemesinde yargılanmasıdır! Amerikan emperyalizminin ipliğini iyice pazara çıkaran bir turnusol kâğıdıdır. Yeni mandacıların, işbirlikçilerin suratında patlayan okkalı bir şamardır.
1974’deki bu savunmanın ilk iki klasörünü (tamamı 10 klasör ve yaklaşık 5 bin sayfa kadar…) 1986’da kendi olanaklarıyla , “Bomba Davası-Savunma–1” ve “Bomba Davası-Savunma–2” adıyla kitap olarak yayımladığında kamuoyunda geniş yankılar uyandırdı.
1996’da bir kamyon kazasıyla açılan Pandora’nın Kutusu’ndan çıkan Susurluk Çetesi’nin öncülü olan Gizli Kontrgerilla Örgütü’nü 1973–1975 yıllarında, Bomba Davası’nın savunma sürecinde ortaya çıkardı. Dönemin ana muhalefet partisi olan CHP’nin müstakbel lideri Bülent Ecevit, Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Faruk Gürler, Hava Kuvvetleri Komutanı Org. Muhsin Batur, Deniz Kuvvetleri Komutanı Ora. Kemal Kayacan hakkındaki; aslında o dönemin ordu ve siyaset kanadındaki görece ulusal-sol, Kemalist reformcu çizginin temsilcileri hakkındaki komplonun ve Türkiye’yi kucağa oturtma planına ilişkin büyük tertibin ortaya çıkmasını sağladı.
Ziverbey’den Susurluğa kadar uzanan çeteleşme sürecinin görünmeyen boyutlarını, aysbergin altını işaret etti. Kamuoyu uluslararası gizli örgütlerin varlıklarını, işleyiş ve yönelişlerini, Amerikan derin devletinin perspektiflerini ondan öğrendi. Turhan, “süper-nato”nun varlığını, seksiyonlarını, uzantılarını ve eylemlerini de deşifre etmeyi başardı. 1975’lerden bu yana araştırma ve incelemeleriyle, makaleleri ve konferanslarıyla, kitaplarıyla Amerikan emperyalizminin ve sadık işbirlikçilerinin kâbusu oldu. Cumhuriyet, Vatan, Politika, 7 Gün gibi, 1970’lerin önde gelen gazete ve dergilerinde görüşlerini yayımladı. Ayrıca, pek çok basın organına demeç ve röportaj verdi, radyo-televizyon programlarına katıldı. Çalıştığı konulara ilişkin olarak kamuoyunu uyarıcı nitelikte pek çok basın açıklaması yaptı. Yurtiçi ve yurtdışında çeşitli kurum ve kuruluşların çağrılısı olarak çok sayıda konferans verdi. Açık oturum ve panellere katıldı.
Talat Turhan, bütün bu çalışmalarını yürütebilmek için Kuzguncuk’taki evinin bir katını arşiv ve kütüphane olarak düzenledi. Bir kurmay yarbay olarak Silahlı Kuvvetlerden emekli olduğundan bu yana salt emekli maaşıyla yaşadı. Bomba Davası-Savunma 1 ve 2 kendi olanaklarıyla yayımladı.
Talat Turhan oldukça zengin arşivini ve kütüphanesini pek çok serbest araştırmacıya, akademisyene, basın mensubuna da açtı. Yıllarını vererek ortaya çıkardığı birikimi kimseden esirgemedi. Arşivde belge ve mektupların yanında üzerinde çalıştığı dosyalara ilişkin veya kendisiyle doğrudan ilgili gazete ve dergi kupürleri, birçok dergi koleksiyonu vb. yer alıyor. Koleksiyonlar ciltlenmiş durumda. Diğer malzeme ise tamamen dizgeli biçimde klase edilerek ve gruplandırılarak, arandığında çok kolay bulunacak şekilde raflara yerleştirilmiş halde. Arşiv, aynı zamanda sürekli olarak güncelleniyor.
Kütüphane de oldukça zengin. Genelde, izlenen konulara ve dosyalara ilişkin kitaplar ağırlıkta.. Örneğin, yakın siyasal tarihe ilişkin kitaplardan oluşan bir öbek.. O da kendi içinde alt gruplara ayrılıyor. Örneğin, 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat gibi… Kütüphanedeki bazı kitaplar zaman zaman tasfiye ediliyor. Kitap biriktirme merakından oluşan bir kütüphane değil Turhan’ınki, hemen tüm kitaplar çalışmalarıyla ilişkili..
Talat Turhan’ın 1986’daki Savunmalarından sonra, 1990’lı ve 2000’li yıllarda peş peşe diğer kitapları geldi. Kitapları yayımlandığı tarihlere göre kronolojik olarak şöyle sıralayabiliriz:
—Doruk Operasyonu, Sorun Yayınları, 1989
—Özel Savaş, Terör ve Kontrgerilla, Tümzamanlar Yayıncılık, 1993
—Kontrgerilla Cumhuriyeti, Tümzamanlar Yayıncılık, 1993
—Emperyalizmin Bataklığında İstihbarat Örgütleri / Doruk Operasyonu, Sorun Yayınları, 1999 (Doruk Operasyonu adlı kitabın genişletilmiş 2. baskısı)
—Çeteleşme / Kontrgerilla-Gladio-Susurluk-Telekulak…, Akyüz Yayıncılık, 1999
—Mehmet Eymür / Ziverbey’den Susurluk’a Bir MİT’çinin Portresi, Sorun Yayınları, 2000 (Orhan Gökdemir’le birlikte)
—27 Mayıs 1960’tan 23 Şubat 1997’ye… / Devrimci Bir Kurmay Subayın Etkinlikleri 1, Sorun Yayınları, 2001
Yazarın 80. doğum yıldönümü esprisi içinde tamamı Haziran-Ekim 2004 zaman aralığı içinde çalışılan yedi kitabı söz konusu… Öncelikle, “Savunma-1” ve “Emperyalizmin Bataklığında İstihbarat Örgütleri / Doruk Operasyonu” adlı kitapların gözden geçirilmiş yeni baskıları gerçekleşiyor.. Sorun Yayınlan, ayrıca “…Etkinlikleri-2″yi de yayımlıyor..
İleri Yayınları’nın planında olan üç başka çalışma da yakın siyasal tarihten bir yaprak olan Genç Kemalistler Ordusu, 30 Ağustos ve Amerikan derin devleti üzerine…
Peki, Talat Turhan’ın kökleri nerededir?.. Nereden gelir, kimdir, kimlerdendir?..
Portre çalışması, bir yerde kimlik çalışmasıdır da.. Okur, ya da portresi çizilen kişinin meraklıları o kişinin kim olduğunu, köklerini de merak eder..
İşin ilginç yanı, Talat Turhan’ın askeri lise yıllarında bir ara yakıştırılan ve sonra unutulan bir lakabı, yıllar sonra düzmece ve tertip sonucu açılan Bomba Davası’nda karşısına küçültücü bir sıfat nitelemesi olarak çıkarılacaktır. Hemen çoğumuzun, lise yıllarında bir lakabı olmuştur. Bunların çoğu zaman da gerçekle ilgisi olmayan, abartılı lakaplar olduğu, hatta tutmayıp zaman içinde kar topunun güneş çıkınca erimesi gibi eridiği bilinir.. Hatta hatta takılan lakapların bir kısmının anlamı bile yoktur! Örneğin, benim lise arkadaşlarımdan bazılarının lakapları şöyleydi: Abadi Erdoğan, Keşkül Cemalettin, Bozuk Kompüter İsmet, Folluk Selo. Benim lakabım da “Çapraz”dı lisedeyken. Fakültede de, örneğin şimdi uluslararası ilişkiler doçenti olan öğretim üyesi arkadaşımız Emin Gürses’in lakabı, “Laz Emin”di. Ama Laz değildi, sadece Karadenizliydi o kadar Her Karadenizli laz olmadığı gibi, laz olmak da küçültücü değildir . O da Talat Turhan gibi Rizelidir.
Silahlı Kuvvetlerde de yatılı okul ortamında bazı lakaplar takılması ve hatta bazılarının koskoca adamlar, kurmaylar, generaller olan bu çocukların yakalarından düşmemesi olağandı. Anılarını yazanların bazıları, lakaplar hoşuna gittiği için ya da bir kompleksi olmadığı için bunlara değinebiliyor, ama bazıları da es geçmeyi yeğliyor. Bir gün, bir kurmay binbaşı arkadaşım, komutanlarımdan biri beni arkadaşı olan bir askeri hastanenin baştabibi de olan dişçisine gönderdi. Gönderirken de ondan, “Fil Osman” diye söz etti. Ben de hastaneye gittiğimde görevli bayan üsteğmene herhalde ilk kez bir bayan subayla da karşılaşmanın etkisiyle-baştabibi sorarken “Fil Osman” diye sormayayım mı?!. Tabii, üsteğmen kaşlarını çatınca ben son anda durumu kavradım ve “..şey, Osman Albayımı görmek istiyorum” diye düzelttim hatamı.
Sözü Talat Turhan’ın lakabına getirelim uzatmadan; “Kürt Talat”…
Kim derdi ki, Turhan yıllar sonra Bomba Davası’nda yargılanırken unutulan lakap karşısına çıkarılacak ve bu yüzden şeceresini, aile köklerini araştırmak zorunda kalacaktı!
Talat Turhan, mahkeme safahatındaki “Kişisel Durum” adı altında verdiği ve savunmasının 1’nci klasörünün 2’nci kısmında yer alan bölümde köklerine şöyle değinmektedir:
“Aslında, 24 sene TSK’nın her kademesinde şerefle hizmet vermiş bir kişinin kendinden bahsetmek durumunda bırakılması, tertipçiler adına utanılacak bir olgudur.
Hiçbir zaman mezar taşı ile öğünmediğim gibi, ırk teorilerine de iltifat etmedim… İnsanlar kendi elinde olmayan etkenlerden sorumlu tutulmamalıdır… Herhangi bir aileden dünyaya gelindiği gibi, herhangi bir ırktan dünyaya geliş de bireylerin gücü ve yeteneğinde olmadığına göre, öğünülecek herhangi bir yönünün bulunmadığına inanırım (…).
24 sene TSK’ya hizmet vermiş bir kişinin yetenek ve niteliklerini anlamak için başvuracakları kaynak, sicil dosyası olmalıydı (…).
Oysa bu kez daha ileri gidilerek ‘Kürt‘lüğümden söz edilmiştir. Bu sıfatı bana yakıştıran kişiler resmi görevli olmasaydı ve sıfatın kullanılmasında beni küçültme niyeti sezinlemeseydim, üzerinde durulmaya gerek görmezdim.
Bomba Davası dosyasında bulunan Hasan Yalçınkaya’nın Kontrgerilla Gizli Örgütü’nce alınan ifadesinin 3’ncü sahifesinde; “Talat Turhan orduda “Kürt” lakabıyla tanınmış… bir arkadaştır”, 8’nci sahifesinde; “sen karışma, sen kumandansın, benim de işim başımdan aşmış, bizim Kürt Talat ne yapacağını bilir” beyanları yer almaktadır.
Bu beyanlar sadece ifadede kalsaydı, Gizli Örgüt’ün aşağılık tertiplerinden biri olarak kabul eder, üzerinde durmazdık. Oysa, yarbay rütbesine ulaşmış ve hakim sıfatı taşıyan kişiler de aynı deyimi beni küçültmek için sorgu zabıtlarıyla iddianamelerde ve Esas Hakkında Mütalaa’da kullandılar (…). “Kürt Talat” deyimine yer verilerek bir hukuk kademesinde de Gizli Örgüt’ün taktiğine başvurulmuştur.
Şu halde, “Kürt” olup olmadığımı ispat etmek durumundayım.
Babam, Rize ilinin Çayeli ilçesinde dünyaya gelmiş olup Şerifoğlu sülalesine mensuptur. Halen Çayeli’nde Şerifoğlu soyadını taşıyan akrabalarım bir mahalleyi işgal etmekte ve bölgede tanınan ve sevilen kişilerden oluşmaktadır. Benim de Çayeli Nüfus Memurluğu’nda kaydım bulunmaktadır.
Görüldüğü gibi, idare ve askeri savcılıkça hiçbir araştırma gereği duymadan kişileri küçük düşürmek gibi bir yola başvurmaktan çekinmemiştir
Çayeli doğumlu babam, 1922 yılında Elazığ İli Müddeiumumiliği (Bugünkü Elazığ Cumhuriyet Savcılığı-e.n.-) görevinde iken, o zaman ülkenin uleması olarak tanınan Müftü Kemalettin Efendi ile tanışır ve bu kişiye duyduğu büyük saygı nedeniyle zamanın usulüne göre, görmeden kızı Raşide’ye talip olur ve Cumhuriyet’in ilanı günü, 29 Ekim 1923 tarihinde evlenirler. Harput (Elazığ e.n.)’un üç asır boyunca devrinin en büyük ilim adamlarını yetiştiren, her birinin eserleri bulunan Efendigil ailesine mensup olan annem, Müftü Kemalettin Efendi’nin kızıdır.
Bana ‘Kürt’ sıfatını yakıştıranlar, annemin Elazığlı olmasını neden göstermektedir-Ben de Erzincanlı olduğum için, yaşamımda birçok kez “Kürt müsün?” sorusuyla karşılaştım. Bunun nedeni, Doğu Anadolu’da anadili Zazaca, Sorani ya da Kurmance olan ve genelde Kürt olarak kendini adlandıran kesimden yurttaşlarımızla Türkçeden başka bir dil kullanmayan ve benim gibi Orta Asya kökenli olan yurttaşlarımızın bölgede yüzyıllardır iç içe yaşıyor olmasıdır. Ben de çok sayıda yakınımın ve hemşehrilerimin isteğiyle “Kuruçay’dan Şişliye” adlı tarihsel, kültürel, sosyolojik, demografik bir araştırmayı bu nedenle yapma gereğini duymuştum-(…).
1925 senesinde bölgede bulunan Kürtler isyan etmişler ve Elazığ şehrini de ele geçirmişlerdi. Tüm isyanlarda olduğu gibi, isyancıların ilk işi hapishaneyi boşaltmak olmuştur. Hapishaneden serbest kalanların da ilk işi vilayetin müddeiumumisi babam Mehmet Şefik’in evine saldırmak olmuştur. Eğer babam zamanında tedbir alarak kendisini ve ailesini korumuş olmasaydı, o gün isyancı kuvvetler tarafından öldürülecektik (…).
Anne sülalemin şeceresini 1634 senesinde doğan ve 8’nci göbekten dedem olan Hoca Vaiz Esat Efendi (1634–1724)’ye kadar saptayarak mahkemeye sunuyorum (Ek–1).
Bu sülalenin asırlık mazisinin ürünü olan 2846 adet çoğu el yazması kitap, Selimiye Ceza ve Tutukevi’nde bulunduğum dönemde, dayım Ömer Naimi Efendigil’in oğlu Esat Efendigil tarafından, annem Raşide Turnan ve diğer varislerin muvafakatiyle Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne bağışlanmış bulunmaktadır. Bu işlemi kanıtlayan belgelerin suretleri “Ek–2” ve “Ek-3″tedir.
İshak Sunguroğlu tarafından kaleme alınan “Harput Yollarında” adlı yapıtta Efendigiller ailesine geniş bir bölüm ayrılmış bulunmaktadır. Bu yapıtın yakın akrabalarımla ilgili bölümünü de “Ek-4″de sunuyorum.
Milli Eğitim Bakanlığı’nca yayımlanan Mahmut Kemal inanın Son Sadrazam adlı yapıtının 2’nci Cüz, 245-247’nci sahifelerinde dedemin babası Harputlu Hoca Abdülhamid Hamdi Efendi, “Türklüğün medarı iftiharı” olarak nitelendirilmekte, dedem Kemalettin Efendi’nin “Udebayı Fudala”dan olduğu belirtilmektedir (Ek–5).(…)”
Talat Turhan, savunmasının “Kişisel Durum”la ilgili bölümünün sonunda, yapılmak istenenin, yalıtılması ve kendisine sempatiyle bakanların ilgisini kesmek olduğunun altını çiziyor; Türklüğünden duyduğu gururu şöyle ifade ediyor:
“Türküm, yurtseverim, halkımın özgürlüğü ve mutluluğu için, tüm dünyada ve Türkiye’de sömürünün kaldırılması ve “tam bağımsız Türkiye”nin yeniden kurulması uğrunda yasal kavga veriyorum. Kavgamı ölümüme dek devam ettireceğim.”
Ekler:
1)Aile şeceresi,
2)Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin 17.7.1972 / 1054 kayıtlı yazı sureti,
3)Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin 26.3. 1973 / 632 kayıtlı yazı sureti, 4)Anne sülalem olan Efendigiller ile ilgili “Harput Yollarında” adlı yapıt,
5)Dedem ve demin babasından bahseden “Son Sadrazam” adlı yapıt.
Talat Turhan’ın Silahlı Kuvvetlere adım attığından itibaren geçtiği eşikler, görevleri de şöyle bir seyir izlemiştir:
—Kuleli Askeri Lisesi (İstanbul-Konya, 1940–1942)
—Kara Harp Okulu (Ankara, 1942–1944; Topçu Asteğmen)
—Topçu Okulu (Polatlı, 1944–1946; -Topçu Teğmen /1945-)
—17’nci Topçu Alayı Topçu Takım Komutanı (Adapazarı-Kandıra;1946–1947)
—156’ncı Ağır Topçu Taburu Müstakil Topçu Takım Komutanı (Erzurum-Taftaköy, 1947–1948)
—Topçu Okulu Emrinde Müstakil Topçu Takım Komutanı (Polatlı, 1948-Kıt’a ile naklen)
—13’ncü Uçaksavar Alayı Topçu Takım Komutanlığı ve Batarya Komutanlığı (Vekâleten; Erzurum Gez Köyü ve Aziziye Tabyası; 1948–1950-Topçu Üsteğmen/1948)
—Uçaksavar Okulu, Ağır Uçaksavar, M–8 Komuta Aleti ve SCR 584 Radarı Kursu (Tuzla, 1948–1949 / 9 ay)
—1’nci Uçaksavar Alayı Topçu Takım Komutanlığı (Rami-Bandırma; Kıt’a ile naklen-, 1950)
—Uçaksavar Okulu Yedek Subay Taburu Takım Komutanı (Tuzla, 1950)
—Ulaştırma Okulu Motor ve Bakım Kursu (Gaziemir, 1950)
—Üçüncü Bakım Kademesi Komutanı, Öğretmen Subay Kursu (Tuzla, 1951–1953)
—Genel Konular Bölümü Motor Öğretmeni (Tuzla Uçaksavar Okulu, 1953–1954)
—5’nci Kore Tugayı Uçaksavar Batarya Komutan Mv.-Batarya, BM Birincisi- (Topçu Yüzbaşı-Kore, 1954–1955)
—Uçaksavar Alayı, 187’nci Hafif Uçaksavar Batarya Komutanı (İst.-Orhaniye Kışlası, 1955–1956)
—Topçu Tekâmül Kursu (Polatlı, 1955)
—Kara Harp Akademisi (Yıldız, 1956–1958)
—2’nci Ordu Karargâhı Harekât Başkanlığı Kurmay Stajyeri (Konya, 1958–1959; -Topçu Binbaşı /1958-)
—28’nci Tümen Topçu Komutanlığı 156’ncı Ağır Topçu Tabur Komutan Muavini (Dörtyol, 1959–1960)
—28’nci Tümen Harekât ve Eğitim Şube Müdürü (İskenderun, 1959–1960 / Vekâleten)
—Genelkurmay Harekât Başkanlığı, Plan Harekât Dairesi, Plan Kısım Amiri (Ankara, 1960)
—Milli Savunma Bakanlığı Kara Emir Subayı ve Özel Kalem Müdürü-Vekâleten- (Ankara, 1960–1962 / Topçu Kurmay Yarbay–1961)
—Ordu Dil Okulu İngilizce Bölümü (Ankara,1961–1962)
—Batı Menzil Komutanlığı, Plan Prensipler Şubesi Kısım Amiri (Afyon, 1962–1963)
—Askeri Ceza ve Tutukevi (Ankara / Mamak, 19 Nisan 1963–5 Eylül 1963)
—Askerlik Şubesi Emrinde Misafir (Afyon, 1963–1964)
—Batı Menzil Komutanlığı Lojistik Başkanlığı Kısım Amiri (Afyon, 1964)
—42 Sayılı Kanuna göre Genelkurmay Başkanlığı’nca emeklilik (Afyon, 14 Ağustos 1964)
2 Eylül 1924’de Elazığ’da doğan Talat Turhan, 9 Ağustos 1952’de Sabiha Turhan (Tunger)’la yaşamını birleştirdi. Feza Tosun (Turhan ) adlı bir kızı ve Bora adlı bir torunu var. Damadı Murat Tosun, işadamı.
Ordu Dil Okulu’nda İngilizce, Fransız Konsolosluğu’nda Fransızca öğrendi. Türkiye Yazarlar Sendikası ve Edebiyatçılar Derneği Üyesi.
Hali hazırda, yakın siyasal tarih ve ordu içindeki çalkantılar, uluslararası gizli örgütler ve Amerikan derin devleti ağırlıklı araştırma ve incelemelerini sürdürmektedir.
Talat Turhan, çalışmaları dışında Kuzguncuk’taki evinde sakin ama sosyal bir hayat geçirmekte, sık sık asker arkadaşları ve dostlarıyla birlikte olmaktadır. Askeri kamplar, orduevleri, Kuzguncuk semti ve sık sık gidilen cenaze ve anma törenleri… Bir de çağrıldığı nikâh ve düğün törenlerine bir engeli yoksa mutlaka gider. Tabii, son bir kaç yılda, geçirdiği irili-ufaklı operasyonlar ve araştırmalar, tedaviler nedeniyle bir ayağının da GATA’da olduğu kaydını buraya düşmeliyim.
80. doğum yılının Talat Turhan için yeni bir itki olmasını umuyor; ailesi, sevdikleri, dostları, araştırma konulan için işbirliği yaptığı dünya ve okurları içinde sağlık ve esenlik içinde uzun ömürler dileğimi belirtmek istiyorum.