POLİTİKA 28.9.976
POLİTİKA 28 EYLÜL 1976
TERAZİNİN KEFESİ VE DGM’LER-1-
— MUHTIRACI KOMUTANLAR, OYUNU KURALLARI İÇİNDE OYNAMAK. CESARETİNİ GÖSTEREMEMİŞLER , “EHVENİ ŞERCİ YOLU” YEĞLEYEREK, DAHA BAŞLANGIÇTA SÜRELİ BİR “SİYASİ BUNALIM NEDENİ ” YARATMIŞLAR VE OLAĞANÜSTÜ DÜZENİN OLAĞANÜSTÜ HÜKÜMETİ FORMÜLÜ İLE MUHTIRADAKİ İSTEKLERİ YERİNE GETİREBİLECEK LERİ HAYALİNE KAPILMIŞLARDIR.
— VE PARLAMENTO ÇOĞUNLUĞUNA DAYANMAMDAN HÜKÜMET EDEMEYECEĞİNİ ANLAYAN ERİM “DEMİREL BANA BİR DEFA GELİRSE, BEN ONA 20 DEFA GİDERİM ” DİYEREK SUÇLANAN İKTİDARIN BAŞ SORUMLUSUNA TESLİM OLUYORDU
— SORUNLARA YÜZEYSEL YAKLAŞMAK VE OLAYLARIN ARDINDA “AMERİKAN EMPERYALİZMİ” NİN YATTIĞINI GÖREMEMEK, BİZLERİ DEVRİMCİ YANILGILARA SÜRÜKLEYEBİLİR.
1- 1961 ANAYASASTNDAN 1972 ANAYASASI’na
Türk ulusunun % 68’inin onayladığı, 1961 Anayasası, 1971’de güdümlü iktidarlar döneminde, tüm esprisi yok edilecek bir yaklaşımla değiştirildi. Üstelik hâla düzene egemen olan çevreler Anayasayı yeniden değiştirmek özlemleri içinde olduklarını açıkça ifade etmektedirler.
Oysa 12 MART 1971 döneminin ilk Başbakanı Nihat ERİM’in gerek açıklamalarında ve gerekse “Hükümet Programı”nda “Anayasa Değişikliği” gündemde bir konu olarak görülmemekteydi. Hatta o tarihlerde ERİM: “bu; anayasa ile işin üstesinden gelinir” kanısını taşıyordu.(*)
Buna karşın aynı çevreler, 27 MAYIS 1960 ve onun getirdiği düzen ve bu düzenin temel belgesi 1961 Anayasasına karşı aktif i girişimlerini daha 1965’lerde “temel hak ve özgürlükler” diye özgürlükleri kısmaya yeltendiler. Bu girişimlerinden olumlu sonuç alamayınca, bu kez 1969 seçim bildirgelerinde Anayasa değişikliği özlemlerine yer verdiler. Özellikle duygu sömürüsü yolu ile oy toplayabilmek için “eski demokratlara siyasi haklarının verilmesi” ve “tabii senatörlüğün kaldırılması” sloganlarıyla seçim meydanlarına çıktılar.
Gerçekte, egemen güçler 1961’in getirdiği özgürlük ortamından ve yargı denetiminden kurtulmak için Anayasa değişikliği tutkusu içinde bulunuyorlardı. Ancak o dönemdeki parlamento dışı güçler dengesi ve parlamento içi muhalefet olarak tanımlanan baskı gruplarının etkinliği karşısında sorunu zamana bırakmayı yeğlediler.
Bu zamanlama döneminde her türlü kışkırtıcılık yöntemleri kullanılarak ve bir anarşi yaratılarak baskı grupları arasında çelişkiler türetmek onları parçalamak birbirine düşürmek yöntemleri geliştirildi.
Fakat her şeye karşın 27 MAYIS 1960 ilkelerinden ödün vermeyen bir kanat bir baskı oluşturuyor ve bu baskı sonucu ile de 1969’larda gerçekleştirilmeye çalışılan siyasi hakların iadesine teşebbüs edenler geri çekiliyordu. Zamanın Gn. Kur. Bşk. (**) Anayasal yetki sınırları dışına taşarak uyarılarda bulunuyor, bu uyarılarını da “altını tutamamağa” bağlıyordu… “Al tını tutamamak” itirafı, bir aczin itirafı olduğuna göre, bu kişinin yapacağı tek şey aslında istifa etmekti.. Ama o öyle yapmadı tıpkı ERDELHUN (***) gibi kıtaları dolaşıyor, onlara “hükümeti desteklememiz lazım” diye nutuklar çekiyordu. Ama bu nutuklar çekiledurduğu sıralarda, 27 MAYIS 1960’tan yana olan güçlerle, 27 MAYIS’ın devamı olduğunu iddia edenler arasındaki sürtüşme de perde gerisinde sürüyordu. Ve bu oluşum öyle bir noktaya geldi ki komutanlar, altındaki zeminin kaydığını anlayınca 12 MART 1971 muhtırasını vermek zorunda kaldılar. Oysa muhtırada imzası bulunan kişiler arasında, geçmişi çok eski tarihlere uzanan uzlaşmaz çelişkiler vardı. Bu gerçeklerden haberi olanlar 12 MART 1971 sonrasının neler getirebileceğini algılamakta gecikmediler.
Örneğin: Bu satırların yazarı daha 11 MART 1971’de Sadi KOÇAŞ’a (****) gelecek hakkında yorumlarda bulunuyor ve olaylar bu yorumları doğruluyordu.
12 MART 1971 muhtırasını vermek zorunda kalanlar ne istiyorlardı?
“Mevcut anarşik durumu giderecek ve Anayasanın öngördüğü reformları Atatürkçü bir görüşle ele alacak ve inkılap kanunlarını uygulayacak kuvvetli ve inandırıcı bir hükümetin demokratik kurallar içinde teşkili zaruri görülmektedir. “
Kanımızca 12 MART 1971 muhtırasının en büyük çıkmazı bu cümlede yatmaktadır.
— Kim kuracaktır bu nitelikte bir hükümeti?
— Mevcut parlamento.
— Bu parlamentoda çoğunluk partisi kimdir?
— AP
AP (Adalet Partisi) Genel Başkanı Süleyman DEMİREL, her ilk patırtıda şapkasını alıp gittiğine göre, bu sorunun “demokratik kurallar içinde” (!) halli nasıl mümkün olacaktır?
İstifaya zorlanan hükümetin ağır bir dille suçlanılması bir yana, parlamento çoğunluğuna dayanmayan bir hükümet modeline ATATÜRK’ün de karşı olduğundan habersiz kişiler nasıl oluyor da “ATATÜRKÇÜ görüşten” söz edebiliyorlardı?
Oysa sadece Nutuk’u okumak bile ATATÜRK’ün önerdiği hükümet modelini anlamak için yeterlidir. Bu konuda ATATÜRK şöyle diyor;
“Mecliste çoğunlukta olan partinin, hükümet kurma işini, azınlıkta bulunan karşı partiye bırakması ise hiç söz konusu olamaz.
Kural ve yöntem gereğince ulusun çoğunluğunu temsil eden ve özel amacı belli olan parti, hükümeti kurma sorumluluğunu üzerine alır ve kendi amaç ve ilkelerini yurtta uygular”.
Muhtıracı komutanlar, oyunu kuralları içinde oynamak cesaretini gösterememişler, “Ehveni Şerci” yolu yeğleyerek daha başlangıçta süreli bir “Siyasi Bunalım Nedeni” yaratmışlar ve olağanüstü düzenin olağanüstü hükümeti formülü ile muhtıradaki istekleri yerine getirebilecekleri hayaline kapılmışlardır.
Kuşkusuz bu tablo içinde en bahtsız kişi Nihat ERİM’dir, çünkü o, bir yandan muhtıracıların parlamento içindeki sözcülüğünü yapacak ve bir yandan da suçlanan parlamento çoğunluğuna dayanarak Atatürkçü görüşlerle reformları gerçekleştirecekti.
— Yumurtasız omlet yapmak gibi bir şey…
— Nitekim 13 MART 1971 tarihli “Le Figaro” gazetesi..
—“ATATÜRK Türkiye’si artık yoktur”. Sosyal eşitsizlik, ekonominin dengesizliği, bir iş burjuvazisinin türemesi, suiistimaller, skandallar, bugünün gerçekleridir. “Eski bir asker olan Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay” hiç şüphesiz otoriter bir hükümet kurarak orduyu tatmin etmeye çalışacaktır. Fakat bu hükümetin derde deva bulamayacağı da aşikârdır, ” diye yazarken;
21 MART 1971’de “Algemeine Zeitung” gazetesinde Udo VIEMAN;
“Nihat ERİM, TBMM’nin yakınında bulunan Genelkurmay Başkanlığı binasında oturan generallerin arzularını daima göz önünde bulundurması gerektiğini herkesten çok daha iyi biliyor” şeklinde kanısını açıklıyordu.
Ve parlamento çoğunluğuna dayanmadan hükümet edemeyeceğini anlayan Başbakan ERİM, “DEMİREL bana bir defa gelirse, ben ona yirmi defa giderim. “ diyerek suçlanan: iktidarın baş sorumlusuna teslim oluyordu.
Bu teslimiyet, DEMİREL’i karşısındaki baskıcı güçlerin pek de öyle sanıldığı kadar ürkütücü olmadığı kanısına ulaştıracaktı.
Bu dönemden sonra DEMİREL’in 12 MART 1971 muhtırasının amaçlarından saptırılması girişimlerini yoğunlaştırdığının tanığı oluyoruz.
Nitekim DEMİREL, girişimlerinden olumlu sonuç almış 12 MART muhtırasının kendisine yönelik tüm suçlamalarını “1961 Anayasası’nın üzerine yükleme becerisini göstermiş ve anarşinin kaynağını “hükümetin aczi” olarak niteleyen çevrelere “anarşinin kaynağı 1961 Anayasasının getirdiği özgürlük ortamı”dır şeklindeki görüşünü benimsetmiştir.
Bu oluşumu bazı çevreler, SUNAY, TAĞMAÇ, DEMİREL arasında 1965’lere kadar uzanan beraberliğe bağlamışlardır. Bu görüşlerine gerekçe olarak da, Tağmaç’ın sosyal uyanma ekonomik gelişmeyi aştı” şeklindeki kanısını göstermişlerdir.
Bu kişiler Anayasa değişikliğine ikna edilince de Anayasa değişiklikleri dönemi başlamıştır. Kanımıza göre, bu değişiklikleri Sunay, Tağmaç, Demirel ilişkilerine bağlamak, soruna yüzeysel bir yaklaşım olur.
Kuşkusuz bu değişiklikler iç ve dış egemen güçlerin istekleri doğrultusunda yapılmış ve değişikliğe gerekçe olarak da zamanın iktidarlarının kontrolünde bulunmayan örgütlerce kışkırtıcı eylemlerden yararlanılmıştır. Özellikle 12 Mart ile CİA-MİT arasındaki ilişkilerin İhsan Sabri ÇAĞLAYANGİL (Dış İşleri Eski Bakanı) tarafından bile dile getirildiği bir dönemde, sorunlara yüzeysel yaklaşmak ve olayların ardında Amerikan emperyalizmi’ni görememek bizleri devrimci yanılgılara sürükleyebilir. (*******)
Oluşturulan bu ortamda olağanüstü hükümetlere, dünkü inançlarının tersine de olsa Anayasayı değiştirmek görevi düşüyordu. Nitekim Başbakan Nihat ERİM’in kanıları bu kez 180 derece değişmişti. Bir yandan; “bu Anayasa lükstür, bununla memleket idare edilmez” derken diğer yandan: “Anayasalar kaskatı, donmuş metinler değildir değiştirilebilirler” diyebiliyordu.(*********)
İhsan Sabri ÇAĞLAYANGİL’in MART 1976’da yaptığı açıklamayı, bu satırların yazarı, İSTANBUL Sıkıyönetim Komutanlığı 3 numaralı Askeri Mahkemesinde idam talebiyle yargılanırken, 8 HAZİRAN 1973 tarihli duruşmada aşağıdaki şekilde dile getirmiştir…
“SUNAY ve TAĞMAÇ’la şahsi bir ilişkim yoktur. Ancak bunlar özellikle 22 ŞUBAT 1962’den yönetimi fiilen ele geçirmişler, MİT’i ele geçirmişler, MİT’i de Amerikalılar ele geçirmiş ve memleket bu şekilde idare edilmeye başlanılmıştır” (*********)
Mahkemedeki sorgum esnasında bu ilişkinin içyüzünü savunmamda ayrıntılarıyla açıklayacağımı da bildirmiştim.
(*) Y.n.: (12 MART ve Nihat ERİM Olayı Kurtul ALTUĞ Sahife 49)
(**) Y.n.: Orgeneral Memduh TAĞMAÇ
(***) Y.n.: Demokrat Parti son dönemi (1950-1960) Gn. Kur. Bşk. Org. Rüştü ERDELHUN.
(****) Y.n.: Daha sonra Başbakan Yardımcısı olarak kabinede görev aldı ve kendisini uyardığımı “ATATÜRK’ten 12 MART’a” adlı kitabında açıklayacaktı.
(******) Y.n.: Söylev Ankara Üniversitesi Basını -1966–1. Cilt. Sayfa 161
(*******) Y.n.: Le Figaro gazetesinin ılımlı sağcı olduğunu anımsatmak isterim.
(********) Y.n.: Politika Mart 1976 /16 Mart 1976
(*********) Y.n.: 5 Eylül I97I!de TBMM’nde yapılan konuşma
(**********) Y.n.: Bomba Davası Duruşması Tutanağı Sahife 16 ve Uğur MUMCU’nun 26 MART 1976 tarihli yazısı