POLİTİKA 30.9.1976
POLİTİKA 30 EYLÜL 1976
TERAZİNİN KEFESİ VE DGM’LER-3-
Anayasaya uygulamadığı için Türk Silahlı Kuvvetlerinin muhtırası ile suçlanan ve istifa ederek kendisini suçlayanlara haklılık kazandıran DEMİREL, bugün de Anayasa Değişikliklerinin baş destekçisi olup ayrıca hâlâ yeni değişikliklerden de söz etmektedir. Böyle bir kişinin bugün Anayasanın 136’cı maddesine sahip çıkması ve DGM’ye karşı çıkanları oturduğu makama yakışmayan bir üslupla Anayasaya karşı olmakla suçlaması, ibretle üzerinde durulmaya değer bir politik demagoji örneği olsa gerektir.
— 12 MART DÖNEMİNDE TİP VE MNP’NİN KAPATILMA KARARINDAN SONRA O DÖNEMDEKİ TİP YÖNETİCİLERİNİN MAHKÛM EDİLMELERİNE KARŞIN MNP SORUMLULARI HAKKINDA BİR SORUŞTURMA DAHİ YAPILMAMIŞTIR İŞTE 12 MART 1971 SONRASI DÜZENİNE EGEMEN OLAN HUKUK ANLAYIŞI
İkinci Anayasa değişikliğinde, 147’ci Madde değişliğiyle getirilen, “Anayasa Mahkemesinin Yasam Organını denetlemesi” konusundaki sınırlamalarla yetinilmemiş, ayrıca 57 ye 148’ci madde değiştirilerek Anayasa Mahkemesinin yetkileri tamamen sınırlandırılmıştır. Bir yandan da, 1402 sayılı Yasasının bazı maddelerinin iptaliyle özellikle gözaltı süresi için yasa yerine Anayasa değişikliği yapmak ve bu değişikliği Anayasa Mahkemesinin denetimi dışında bırakmak gibi bir yöntem uygulanmış ve bu anlayışla 30’cu ve 136’cı maddeleri değiştirilmiştir. Bu yöntemi, değil Anayasa Hukuku, aşiret usulleriyle dahi açıklayabilmek olanaksızdır. Üniversitenin yetkili organlarının suskunluklarını korumasına karşın bilim onuruna saygılı öğretim üyeleri, TÜRKİYE Barolar Birliği ve bazı kuruluşlar sorunu hukuksal açıdan bugüne değin eleştirmişlerdir.
Süleyman DEMİREL’de 28 AĞUSTOS 1976 günlü NEVŞEHİR konuşmasında, yasa yerine Anayasayı değiştirmek gibi hukuk bilimine yeni bir boyutlar kazandıran anlayışın onaycısı ve destekçisi olduğunu açık kalplilikle yinelemiştir.
“Devleti; kendi gücü ile meşru zeminlerde kalarak ve meşru yollardan giderek ayakta tutabilmek için çareler düşünüldü. Anayasa’nın 55 maddesi değiştirildi ve 100’e yakın kanun çıkarıldı. Bu kanunların bir kısmım Anayasa Mahkemesi iptal etti. Devlet Güvenlik Mahkemeleri bu maksatla Anayasa’da bir müessese olarak yerini almıştır”.
Süleyman DEMİREL, iktidarının tüm döneminde Anayasal kuruluşlarla ters düşmüş ve onlarla mücadele etmiştir. Yukarıdaki açıklamaları, DGM’lerin Anayasaya aykırı olağanüstü bir yargı organı olduğunu kesin itirafı anlamını taşımakta ve DGM’lerin, Anayasa Mahkemesi iptalinden kurtulması için. Anayasa hükmü haline getirildiğini açıklamakta ve kendilerinin hukuk mantığını sergilemektedir.
Buna karşılık 1773 sayılı DGM yasasının sadece iki maddesi değil, tümü Anayasaya aykırı bulunarak iptal edilmiştir.
Anayasayı uygulamadığı için Türk Silahlı Kuvvetlerinin muhtırası ile suçlanan ve istifa ederek kendisini suçlayanlara haklılık kazandıran Süleyman DEMİREL, bugün de Anayasa değişikliklerinin baş destekçisi olup ayrıca, hâlâ yeni değişikliklerden de söz etmektedir. Böyle bir kişinin bugün Anayasanın 136’ncı maddesine sahip çıkması ve DGM’ ye karşı çıkanları oturduğu makama yakışmayan bir üslupla Anayasaya karşı olmakla suçlaması, ibretle üzerinde durulmaya değer bir politik demagoji örneği olsa gerektir.
Süleyman DEMİREL’in eline, kendi deyimiyle 55 maddesi değiştirilmiş yeni bir Anayasa ile bu Anayasaya uyarlı 100’e yakın yasadan oluşmuş ve yıllardır özlemini duyduğu bir hukuk düzeni teslim edilmiştir. Bu düzen içinde de tam 3 yıl DGM’leri çalışmıştır.
Buna rağmen Terör, 1971 MART’ı öncesi boyutlarını aşacak bir gelişme göstermiş ve MC (Milliyetçi Cephe) iktidarı döneminde faili meçhul cinayetler alabildiğine yoğunlaşmıştır. Kontrollerindeki örgütlere rağmen faili bulunamayan siyasi cinayetlerin tek sorumlusu, kuşkusuz MC iktidarıdır. Dökülen kanlar üzerinde sonsuza dek iktidar olunmaz. Bu kanların hesabı mutlaka sorulacaktır. Bu cinayetlerin hesabını sorma durumunda olup da sessizliğini koruyanlar, suçu örtbas etmenin suçluları olarak tarih sahnesinde yerlerini alacaklardır.
4- “AŞIRI SAĞ’a da, AŞIRI SOL’a da KARŞIYIZ”
12 MART 1971 öncesi ve sonrasında iktidar olanların ve bürokrasinin sıkça kullandığı bu slogan, gerçekte bir ideolojiyi temsil etmez. Ama o günlerde bu slogan bir çeşit yurtseverlik ölçüsü sayılmış ve sanırım bu karşı oluş uygulamaya da konulmuştur. Nitekim yetkililerce aşın solun politik örgütü sayılan TÜRKİYE İşçi Partisi ve aşın sağın politik örgütü sayılan Milli Nizam Partisi,12 MART 1971’den sonra Anayasa Mahkemesi’nce kapatılmıştır.
Ama bu kapatma kararlarından sonra, o dönemdeki TİP yöneticilerinin mahkûm edilmelerine karşın, MNP sorumluları hakkında bir soruşturma dahi yapılmamıştır. İşte 12 MART sonrası düzenine egemen olan hukuk anlayışı. Oysa “Yasalar Önünde Eşitlik”, hukukun temel ilkelerinden biri olduğu kadar; demokrasi de, fikirler dengesi üzerine kurulu bir düzendir. Yani, sağ ve sola karşı olmak şöyle dursun, bu iki fikir akımı arasındaki dengeyi, kişi hak ve özgürlüklerine ve hukuk kurallarına da saygılı olarak, sağlamakla yükümlü bir düzendir.
Ama İhsan Sabri ÇAĞLAYANGİL’in de açıkladığı gibi, CİA-MİT işbirliğiyle “Antikomünizm, Beynelmilel komünizm” edebiyatı toplumun her kesimine yansıtılıp yoğunlaştırılmış, gerçekte Amerikan çıkarlarına karşı çıkan herkes suçlanarak aşırı sağ palazlandırılırken sol düşünce 12 MART 1971’in sanık sandalyesine oturtulmuştur. İngiliz emperyalizmi ile işbirliği içindeki Damat Ferit Paşa’nın Nemrut Mustafa Paşa divanı da Mustafa Kemal Paşa’ya vatan haini, Bolşevik ilân ederek idama mahkûm etmemiş miydi?
Fahri KORUTÜRK, Cumhurbaşkanı olunca, güvendiği ve önem verdiği değerli bir emekli amiral olan Koramiral Bahattin ÖZÜLKER’i MİT başkanlığına getirmişti. Türkiye’de ki olaylara, CIA görüşleri paralelinde yaklaşacak yerde, ulusal çıkarlarımız açısından yaklaşan ve bu anlayışla uzun bir rapor hazırlayan Sn. ÖZÜLKER,
“Türkiye’ de, söylendiği gibi en büyük tehlikenin aşırı sol tehlikesi olmadığım, bu tehlikenin maksatlı olarak abartıldığını, asıl tehlikenin aşın sağ tehlike olduğunu” belgesel olarak tüm ayrıntılarıyla saptamış ve bu raporu ilgili organlara ulaştırmıştı. (Bu gerçek, ANKARA Orduevinde iki yakın arkadaşıma kendileri tarafından ifade edilmiştir)
Bahattin ÖZÜLKER, bu raporu hazırladıktan çok kısa bir süre sonra, esrarengiz şekilde Samsun seyahatinde ölü bulundu(*). Tabii ilgililer ölüm nedenlerini saptamışlardı. Ölüm için gösterilen neden enfraktüs idi.
Oysa CIA, 20 yıldan beri kurduğu bilimsel laboratuarlarda (!) iz bırakmadan adam öldürme yöntemlerini daha da geliştiriyordu.’ Bunlar içinde öyleleri vardı ki, kullanılan özel bir kimyevi madde seçilen kurbana veriliyor, ölümü sağlanıyor ve otopside ölüm nedeni saptanamıyordu. Bir diğeri; özellikle uyurken öldürülmesi düşünülen kimseye, müsekkin, uyku hapı vs. diye veriliyor, ama ilaç kalp atışlarını normalin çok üstüne çıkararak uyku esnasında ölümü gerçekleştiriliyordu. Tabii, otopsi sonucu, kalpten öldüğü saptanılmış olunuyor, fakat giden gidiyordu… (CIA’nin aşağılık yöntemlerine her geçen gün yenileri ekleniyordu…)
Pek yakın bir tarihte bir olay Amerikan basınında geniş yankılar bırakmıştı. Şöyle ki; CIA’nin bu tip bilimsel araştırma çalışmalarıyla görevli bir Profesörü, deneyleri esnasında, insanlığa kuyu kazmak için hazırladığı bilimsel bir yöntemin kurbanı olarak ölmüştür. Ailesi, 20 yıl ölümün esrarını çözmek için çabalamış sonuçta CIA’nin bilimseli deneyleri için! Çalışırken öldüğünü saptamıştır.
Bahattin ÖZÜLKER’in bu esrarengiz ölümünü kamuoyuna ve yakınlarına yansıtmak amacı ile 3 KASIM 1975 günü İSTANBUL 3 No.lu Sıkıyönetim Mahkemesi’nde açıklamalarda bulundum.
(*) y.n.: Yanında Ziverbey İşkence Köşkü’nde işkencecilerden bir Albay bulunuyordu!…