Politika Dergisi 12.10.1976
12 MART Hukukunun ardındaki AMERİKA mı? -2-
Politika: 12 EKİM 1976
— 12 MART sonrasının yasa dışı eylemlerinin uygulayıcıları ve işkencecileri üzülerek belirtelim ki, açıkladığım belgeleri kendilerine rehber seçmişler, harfiyen uygulamışlardır’ Dünya ve TÜRKİYE, bugün siyası cinayetler dönemini yaşıyor. Böyle bir dönemde açıkladığım belgeler, ayrı, bir anlam taşımaktadır. Tüm demokratik kuruluşlar, 12 MART Hukukuna ve DGM’lere karşı çıkarlarken, soruna getirmek istediğim bu yeni boyutu da gözden uzak tutmamalıdırlar.
— 12 MART hukukunun geliştirilmesinin uygulanışının ve desteklenişinin hıyanet olduğu kesinlikle ortaya çıkmaktadır. Bu hıyanete bilmeden katılanları uyarıyor ve 12 MART hukukuna karşı çıkmanın ve yeniden 1961 Anayasasına dönülmesinin kesin gerekçesini ortaya koyuyoruz.
— Hukuk bilimine göre, önce Anayasalar yapılır, sonra bu yasalar bu Anayasa’ya uygun hale getirilir. Oysa Süleyman DEMİREL iktidarının, bu anlamda da hukukla mukukla pek bir ilgisinin bulunmadığı sayısız örneklerle gözler önündedir?
— Özetle, 12 MART hukuku, CIA kaynaklıdır. Dolayısıyla bu hukukun, bir parçası olan DGM’ler, CIA önerileri doğrultusunda kurulmuştur. Bu gerekçe ile DGM’lere karşı çıkan örgütlerin ve tüm yurtseverlerin yasal eylem birliği içine girmesi artık zorunludur.
Daha sonra reformcu nitelikte bir hükümet aldatmacasıyla da bir yandan radikal güçler kandırılır ve oyalanırken diğer yandan sıkıyönetim uygulamaları ile CIA-MIT ilişkisi ile durum iç ve dış egemen güçlerin kontrolüne alındı. 11’ler tasfiyesi Anayasa değişiklikleri ve ona uyarlı yasa değişiklikleriyle 12 MART hukuk düzeni oluşturuldu. “Sosyal gelişmenin” önlenmesi amacıyla sürekli sıkıyönetim düzeni DGM’lerle kuruldu.
Parlamenter faşizm görünümü altında kurulan bu yeni düzen ve hukuk, iç ve dış egemen güçlere hizmeti amaçlamakta, işçi ve emekçi sınıfların uyanmasını önlemek için düşünce özgürlüğünü sınırlamakta ve son çözümde de emperyalizme hizmet etmektedir… Böyle bir oluşumun ardında CIA’nin bulunduğunu da kanıtlamak olanağına sahibiz.
Bu satırların yazarı 3 -14 KASIM 1975 tarihleri arasında İSTANBUL 2 nolu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesinde yaptığı 4283 sahifelik savunmasını bu savın doğruluğunu resmi belgelerle kanıtlamış ve bu belgeleri mahkemeye vermiştir. Sırası gelmişken bu belgelerden birine gönderme yaparak, 12 MART sonrası uygulamalarının ve getirdiği hukuk düzeninin CIA önerileri doğrultusunda olduğunu kanıtlamaya çalışacağız.
1965 senesinde Gn. Kur. Basımevi tarafından “Ayaklanmaları Bastırma Hareketleri” adı altında bir kitap basılarak örgüte 1779 adet dağıtılmıştır. Kitabın İngilizce aslı “Counter Insurgency Warfare Theory and Practice” ismini taşımaktadır ve “Frederick A PRAEGER İNE” yayınevi tarafından 1964’de AMERİKA’da yayınlanmıştır. PRAEGER yayınevinin CIA yayınevi olduğunu da ispat etmiş bulunuyorum. Aslında bu gerçek AMERİKA yayın organlarınca da kabul edilmiş bulunmaktadır. Kitabın yazarı “David GALULA” adlı bir kişi olup, aslında kitabın CIA’YA ilgisini kendisi de ortaya koymaktadır. Şimdi savlarımızı doğrulamak İçin anılan yapıtın konuyla İlgili birkaç bölümünü aşağıya çıkarıyorum.
Sh. 30: “Polis teşkilatları İsyanı bastırmakla görevli İlk teşkilat olduklarından, içine hulul edilmeli ve tarafsız hale getirilmelidir. Bir polis teşkilatının müessiriyeti”…
“Hükümetin diğer dairelerinde görmüş oldukları bilhassa adlî sistemden yardıma dayanır”.
“Adli sistemin bir ayaklanma hadisesinin fevkalade durumuna hemen tatbik edilmesi bir ihtiyaçtır”.
ClA’nın az gelişmiş ülkelerin polis örgütüne hangi yol ve yöntemlerle sızdığı da, Philip AGEE adlı CIA ajanının “CIA günlüğü” adlı yapıtında ayrıntılarıyla açıklanmıştır.
12 MART hukuku ve 12 MART’tan sonra adli sistemde yapılan değişikliğin kökeninde CIA’nin olduğunu böylece kesinlikle saptamış bulunuyoruz. Bu konudaki gerçeği saptadıktan sonra, 12 MART hukukunun geliştirilmesinin, uygulanışının ve desteklenişinin hıyanet olduğu kesinlikle ortaya çıkmaktadır. Bu hıyanete bilmeden katılanları uyarıyor ve 12 MART hukukuna karşı çıkmanın ve yeniden 1961 Anayasasına dönülmesinin kesin gerekçesini böylelikle ortaya koyuyoruz.
“Ayaklanmaları Bastırma Harekâtı” adlı yapı tın 58. sahifesinde de şöyle yazıyor;
“Diğer bir şıkta, isyanı bastırmakla görevli olan tarafın önceden lüzumlu salâhiyetlerle mücehhez olmamasıdır. (…) Bu zamanda da isyanı bastırmakla görevli olan taraf, normal usul ve kaideleri tadil mecburiyetinde kalacaktır. (…) Kanunî değişikliklerin yavaş yapılabilmesi nedeniyle, isyanı bastırmakla görevli taraf, kanunî hudutların ötesinde hareket etmeğe tevessül edebilir”.
(CIA ajanı David GALULA’nın yukarıda önerileri bir yandan 12 MART sonrası yasa değişikliklerinin gerekçesini açıklarken, öte yandan 12 MART sonrası yasa dışı uygulamaları yürüten sorumluların esinlendikleri ve yararlandıkları fikirlerin kaynağını göstermektedir.)
Çok önemli bu konuya biraz daha aydınlık, hatta kesinlik getirerek, demokratik hayatın vazgeçilmez unsurları olan tüm partileri uyarmak isterim.
Bu satırların yazarının savunmasına ek olarak bir başka kitap da mahkemeye verilmiştir. Gene bu kitap da, 1965 yılında Amerikan Ordusunun FM 31–15 talimnamesinden aynen tercüme edilerek, ilkinden daha resmi bir hüviyetle ST 31–15 numaralı talimname olarak Türk Silahlı Kuvvetlerine dağıtılmıştır.
Bu talimnamenin içinde, gayri nizami kuvvetlere (çete, gerilla, İhtilâlci vb) karşı savaş yöntemleri açıklanmakta ve bu amaçla kurulacak bir yeraltı örgütünün (Bu örgüt, 12 MART’tan sonra “Kontrgerilla” adıyla sahneye çıkarılmıştır). Bu yeraltı örgütünün propaganda, istihbarat, gizli haber alma ve faaliyetlerini yürütmek amacı ile köylere kadar örgütleneceği şema ile gösteriliyor ve bunları yaparken de “Kaide olarak kanuni statüye sahip olmadıkları” m (Sahife: 10) ve “tarihin kanuni statülerinin gayri nizamı kuvvet üyelerini pek az İlgilendirdiği” (Sahife:2) ni anlatmaktadır.
Bu resmi belge CIA ajanı David’i doğrulamaktadır. Savaşta böyle şeyler olur diye hiç bir örgüt ve kimse, gerçekten böyle şeylerin yapılabileceğini fikir olarak dahi öne süremez. Çünkü Türk Hükümeti olarak imzaladığımız Cenevre Anlaşması ve bu anlaşmayı yasalaştıran 6020 sayılı yasa tutsaklara dahi böyle işlenirin yapılması yasaklamıştır.
(12 MART sonrasının yasa dışı eylemlerinin uygulayıcıları ve işkencecileri, üzülerek belirtelim ki, yukarıdaki belgeleri kendilerine rehber seçmişler ve harfiyen uygulamışlardır. Dünya ve TÜRKİYE, bugün siyasi cinayetler dönemini yaşıyor böyle bir dönemde açıkladığım belgeler, ayrı bir anlam taşımaktadır. Tüm demokratik kuruluşlar, 12 MART hukukuna ve DGM’lere karşı çıkarlarken, soruna getirmek istediğim bu yeni boyutu da gözden uzak tutmamalıdırlar.)
Gene aynı kitap, “Ayaklanmaları Bastırma Harekâtı” adlı yapıtın 104. sahifesinde de şunlar yazılıdır;
“Asinin siyasi teşkilatına mensup kimselerin tevkif edildiğini düşünsek bile, bunların Sorgulamalarının Amatör Kimseler Tarafından yapılması gayet tehlikeli ve neticesi tesirsizdir. Bütün bu sebeplerden dolayıdır ki, bu gibi şahısların sorgulamaları profesyonel kimseler ve halkın yardımını kazanmağa çalışan personelden ayrı bir teşkilat tarafından gayet dikkatli bir şekilde yapılmalıdır. Mevcut polis teşkilatına itimat edilmiyorsa, sırf bu maksat için yeni bir Polis Teşkilatı yaratılmalıdır”.
Yukarıdaki açıklamalarda, 12 MART’tan sonra kurulan “İşkence Evleri”ne ve buralarda CIA ajanları tarafından özel eğitime tabi tutulmuş
“Özel Teknik Sorgulayıcılar’a neden gerek görüldüğü bütün çıplaklığıyla gösterilmektedir”.
Özellikle az gelişmiş ülkelerin polis yetkilileri de, CIA kontrolündeki “WASHINGTON Uluslararası Polis Akademisi”nde eğitilmektedirler. Kuşkusuz, CIA ajanının “İtimat Edilme” ya da “Edilmeme” ölçüsü, polisin AMERİKA’da yetiştirilip yetiştirilmememiş olmasına bağlıdır.
Özellikle polis örgütü içinde huzursuzluğun arttığı, “İktidarın Polisi” veya “Halkın Polisi” olma seçeneklerinin tartışıldığı şu günlerde, CIA ajanı David’in önerileri güncel hale gelmiştir.
Örnekleri daha da uzatmağa gerek görmeksizin, kendimizi, 12 MART Hukukunun kökeninde de CIA’nın olduğunu yeterince kanıtlamış sayıyoruz. DGM’ler, işte bu hukukun bir halkasıdır.
Daha kuruluş biçimiyle Anayasa ve hukukun tüm ilkeleri çiğnenmiş ve özellikle sermayeden yana iktidarların emeği daha kolay susturması, sömürü ve soygun düzenini daha kolay sürdürebilmesi amacı güdülmüştür. Anayasa mahkemesinin iptal kararına rağmen, işte bu nedenledir ki, sermayeden yana MC iktidarı, DGM’ler yasasının yeniden çıkarılması çabası içine düşmüştür.
Şimdi bir an İçin düşünelim, iktidarın emrinde İtimat edilen Polis’lerden oluşmuş bir sorgulama ekibinin, yargı bağımsızlığı ilkesi hiçe sayılarak atama yetkisi iktidarın elinde olan yargıçlardan kurulu bir siyasi mahkemenin ve hâlâ aksi kanıtlanamamış bir CIA-MİT işbirliğinin (MİT’in, istediği an yargı mercilerine olağanüstü müdahalesi, son sıkıyönetim mahkemeleriyle belgelenmiştir.) bulunması, emekçileri ezmek, sindirmek, susturmak isteyen faşist anlayışlı bir İktidar için ne korkunç ve ne bulunmaz bir olanaktır…
Bilindiği gibi DGM yasası, Anayasa Mahkemesince iptal edilmiştir. Şimdi MC iktidarı, normal süresi içinde yasalaştırmağa olanak bulamadığı DGM yasasını tekrar tekrar olağanüstü Meclis toplantılarıyla yeniden çıkarabilmek telaşı içindedir. Bu arada iktidarın başı, DGM’ye karşı çıkanları “kışkırtıcı, yalancı, devletin bütünlüğünü yok etmeğe çalışıcı, anayasaya karşı çıkıcı” gibi sıfatlarla suçlayarak da, bizce demokrasi anlayışım sergilemektedir.
Oysa MC iktidarı, her konuda olduğu gibi DGM konusunda da çelişkiler içindedir. Bu savın en somut kanıtı, DGM yasası tasarısının bir Hükümet teklifi şeklinde Meclise getirilmemesi bir yana, aynı parti içinde bile ayrı ayrı görüş ve tasarıların bulunmasıdır.
Ne var ki, MC iktidarım oluşturan partiler, bütün bu çelişik durumlara rağmen “sermaye sınıfına hizmet” için adeta birbirleriyle yarış etmektedirler. Ve bu koalisyonu dağıtmadan da seçime gitmek çabası içindedirler. Çünkü ortaklaşa olarak, ellerini kana bulamışlardır. Bu kan, onların İktidara sıkı sıkı yapışmalarının gerçek nedeni haline gelmiştir. Bu nedenle de bir araca ihtiyaçları vardır. Bu araç şimdilik, DGM’dir. Aslında dış güçlerin de önerisi budur.
Süleyman DEMİREL, Anayasanın 136. maddesine atıf yaparak, DGM ye karşı çıkanları Anayasaya karşı çıkmakla suçlamak gibi, ince bir taktik içine girmiştir. Oysa 1965 seçim bildirgesinden bu yana Anayasaya karşı çıkmayı partisine temel İlke olarak benimsetilmiştir. Gene kendi iktidarına yönelik 12 MART Muhtırasını hedefinden saptırmayı başaran Süleyman DEMİREL, Anayasanın, tüm esprisi ve özüyle iki kez budanmasıyla da yetinmeyip, hâlâ AP olarak iktidara kesin biçimde geldiklerinde Anayasayı değiştireceklerinden söz ederken, doğrusu böyle bir suçlamaya nasıl kalkışmaktadır, anlaşılamamaktadır.
Hukuk bilimine göre, önce Anayasalar yapılır sonra bu yasalar bu Anayasaya uygun hale getirilir. Oysa Süleyman DEMİREL iktidarının, bu anlamda da hu kukla mukukla pek bir ilgisinin bulunmadığı sayısız örneklerle gözler önündedir. Biz bilinen gerçekleri bir kez daha tekrarlamaya gerek görmeden, sadece Anayasanın 136. maddesinin değiştirilmesi sırasındaki anlayışı, kendi beyanlarıyla gözler önüne sereceğiz.
Süleyman DEMİREL, 28 AĞUSTOS 1976 tarihinde NEVŞEHİR’de şöyle konuşmuştu:
“DGM’ler Kanunu yeniden çıkarılacak, komünizmin karşısında bütün Türk milliyetçilerinin yer aldığı bir daha görülecektir. Önümüzdeki günlerde komünizmi ülke için tehlike saymayanlarla kimlerin savaştığını göreceğiz”.
Ve devam etmişti; “Devleti kendi gücü ile meşru zeminlerde kalarak ve meşru yollardan giderek ayakta tutabilmek için çareler düşünüldü. Anayasanın 55 maddesi değiştirildi ve 100’e yakın kanun çıkarıldı.
Bu kanunlardan bir kısmım Anayasa Mahkemesi iptal etti. Devlet Güvenlik Mahkemeleri bu maksatla Anayasada bir müessese olarak yerini almıştır”.
Süleyman DEMİREL, aslında bu beyanlarıyla kendi ele vermektedir.
Şöyle ki; “Anayasa Mahkemesinin iptalini önlemek için, Anayasaya göre yasa çıkarılması gerektiği halde, DGM konusunda bu yasaya göre Anayasanın değiştirildiğini zımnen de olsa açıklamaktadır”.