1
Genel

SİLAHLI KUVVETLER BİRLİĞİ

SİLAHLI KUVVETLER BİRLİĞİ

DARBELER, DEMİRKIRATLAR VE 27 MAYIS 1993

HAZIRLAYAN: Sadık GÖKSU

TALAT TURHAN

          1960–1965 yılları tarihsel süreç içinde çok kısa olmasına kar­şın politik olayların yoğunlaştığı bir evreyi yansıtmaktadır. Bu dö­nem yüzyıla sığacak kadar yoğun devrim ve karşı devrimin gelgitleri­ne sahne oldu. 1960’dan 1965’lere köprüler altından o kadar su geçti ki, bu suların debisi şimdilerde köprülerin ayaklarım sarsmış bulunuyor.

Kanımca, bu evrenin belirgin niteliklerinin biri de, perde önünde geçen olayları, ardındakilerin ancak binde biri ölçüsünde ol­masıdır. Belki de bu durum dönemin özelliğinin doğal bir sonucu idi… 27 MAYIS, açığa çıkmış ve çıkmamış sivil ve asker diğer örgüt­lenmeler, darbe girişimleri ve darbeler… Sıkıyönetimler ve olağa­nüstü yargılama süreçleri bile tam bir aydınlığa ulaşmamıza olanak sağlamadı. Kuşkusuz bu oluşumun tümüne yanıt verilmesini ben­den bekleyemezsiniz…

Belki “27 MAYIS 1960–25 Ekim 1961” arasındaki dönemin do­ğal özelliğinin gizlilik ve kapalılık olduğu söylenilebilir. Ne yazık ki sonraki evreye “Açık Rejim” denilmesine karşın aynı tür davra­nışlar süregeldi…

Bu oluşumun ülkemizde yarattığı “umut kırıklığının” yeni ara­yışlar ve yönelişlerin nedeni olduğu söylenilebilir. Bu genellemeden sonra diyebiliriz ki anılan dönem üzerinde yazılacakların gerçeği yansıtması açıklık getirmesi yanında, tarihçiye kolaylık sağlayıcı nite­likte olması gerekir. Kuşkusuz taraf olanlar, için belgeler, gerçekle­re dayanan tarihsel açıklamalar bir anlam taşımayacaktır. Çünkü onların görüş açısı ve politik inancı bir anlamda parsellenmiştir. Çok yalın ve varsayıma dayalı bir örnekleme yapmak gerekirse, şu anda altı politik partiye, politik yelpazeyi bölmemiz halinde her par­tiliye 60 derecelik görüş açısı düştüğünü görmekteyiz. Bir anlamda bu değerlendirmeye göre partizanların 300 derecelik körlük içinde oldukları varsayılabilir. Politik bağnazlara gerçekleri kabul ettirmek bir anlamda olanaksızdır günümüz TÜRKİYE’sinde…

Kanımca, tarihe ışık tutma savında olanlar görüşlerini günün havasına uydurmak eğiliminden kendilerini kurtarma zorunluluğun-dadırlar.

Bu başlangıç size bilgiçlik taslamak için yapılmamıştır. Ama­cım isteklerinizi karşılamaktaki güçlüğün yansıtılmasıdır.

“Silahlı Kuvvetler Birliği” adlı örgüt içinde bir sü­re bulunmama karşın, gerekli belge ve dokümanlara sahip değilim. Bu nedenle belleğimin beni yanıltmasından korkarım(2).

Açıklamalarımda yer alacak yergiler sizi şaşırtmasın. Bu dö­nemdeki alçaklıklar, döneklikler ve satılmışlıklar sayılamayacak ka­dar boldur. Buna siz de tanık oldunuz. 27 MAYIS olayı için, bugün kim ne derse desin, halkın büyük bir desteğiyle başarılmış; hiyerarşi dışı bir Silâhlı Kuvvetler müdahalesidir. Siz bu oluşumun içinde yer aldığınız için yazacaklarınız bana göre önemlidir. Sırası gelmişken hemen bir gözlemimi yansıtmak isterim. “Tabiî Senatör”(3)lük kuru­mu günümüzde ne kadar şimşekleri üzerine çekiyorsa, “Milli Birlik Komitesi Üyeliği” de Silâhlı Kuvvetlerde o ölçüde hoş karşılanma­dı.

Yurtseverlik bir anlamda MBK üyelerinin tekeline alınmıştı(4). Zaman içinde vatanseverlik tekeli MBK üyelerinin yakın çevre­sine de yansımış, dışarıda kalan çoğunluk bu duyarlı konuda komp­lekse kapılmıştır. MBK üyelerinin hatalı tutumları bu oluşumu daha da arttırmıştır. Silâhlı Kuvvetlerin yüz yıllardan gelen geçmişinden kaynaklanan gelenekleri içinde kuşkusuz, en güçlü olanı Hiyerarşi’dir. MBK üyeleri bu gerçeği yadsıyan bir tutum içinde bulunmada sakınca görmediler.

27 MAYIS 1960’da İSKENDERUN’da 39. Tümen Harekat ve Eğitim Şube Müdürlüğü’ne vekâlet ediyordum. Olaydan hiç haberdar olmayışıma karşın, büyük bir özveri ve özgeci içinde tüm Si­lâhlı Kuvvetler bireyleri gibi kendimi olayın içinde buldum. Böyle bir ortamda ilk gördüğüm komite üyesi, Yüzbaşı rütbesinde idi ama Tümen Komutanı olan Merhum Tümg. Vahit KIRATLI’yı ar­kasında yürütmekte sakınca görmüyordu. Bu davranış biçimi ülke genelinde de uygulanıyor ve özellikle Generallerde içten bir tepki­nin oluşmasına neden oluyordu(6). MBK üyelerinin tutumunu Silâh­lı Kuvvetler içine sindiremiyordu. Hiyerarşinin yerleşik gücü Yüzba­şı arkasında General görülmesini hoş karşılama olanağı vermiyordu. Ben de bu anlayışta olduğum için bölgeye gelen Yüzbaşı rütbesinde komite üyesinden(7) veba mikrobundan kaçar gibi kaçmıştım. Çev­rem bu çelişkiyi yadırgamıştı o zaman… Çünkü ben bir yüzbaşının arkasından gidemeyecek kadar askerdim… Şimdi bu anlayışıma kar­şın tarihsel örnekler verilebilir. “İhtilâl” Komite’lerinin yetkile­rinden söz edilebilir. Geçici Anayasanın MBK üyelerine vermiş ol­duğu yetkiler öne sürülebilir.

Anlayışımın değişeceğini sanmıyorum. Bu konuda ne benim inandırılmaya, ne de inandırmaya gereksinim var. Görüşlerimi açık­lıyorum.

“Milli Birlik Komitesi” üyeleri ile Silâhlı Kuvvetler Birliği üye­leri arasındaki ilişkilerden sonraki olaylara yön verici en önemli et­kenin, duygusal “Aşağılık Kompleksi” olduğunu açıklamıştım. Ben­zer bir yaklaşımı, MBK üyesi halk açısından da incelemek gerekti­ğini düşünüyorum. Doğrular kuşkusuz bu ve benzeri önerilerin ha­yata aktarılmasıyla saptanabilir. Bu tür çalışmalar yapılmalıdır: Sıra­sı gelmişken bir kısım MBK üyelerinin tavırlarını da eleştirmek iste­rim. 27 MAYIS sonrası Demokrat Parti önde gelenlerini küçük dü­şürmek için Başbakanlık kasasından çıkan “külotlardan” söz edilip YASSI ADA’daki Adalet Divanı, “Bebek Davası” gibi şehveti içeren da­valarla işgal edilirken, bir kısım iktidarı ele geçirenler, deve kuşu örneği benzeri tavırlar sergilemekte sakınca görmediler.

Kuşkusuz bir kısım MBK üyelerinin bu tavırları karşı tepkile­ri beraberinde oluşturdu. Bu tepkiler daha sonraki gelişmelere yön verici etkenler arasında yer aldı. Deve kuşu örneği davranan MBK üyelerinin, devirdikleri anlayış yandaşlarınca izlendiklerinin farkın­da olmaksızın davranışlarını düzenlemeleri, “Fısıltı Gazetesi”nin temel konusunu oluşturdu. Bu durum MBK halk ve halk Silâhlı kuvvetler ilişkilerini geniş ölçüde etkiledi. 27 MAYIS günü yayın­lanan MBK’nin 4. bildirisi, yurttaşlarımıza büyük bir rahatlık ver­miş, geleceklerinden kuşku duyan, korkudan sinmiş, aşırı partizan­lık içine girmiş “Vatan Cephesi” üyelerine bile harekâtı onaylayıcı tavrı benimsetmişti. Çünkü anılan bildiri devrimin:

“Demokrasi­nin içine düştüğü bunalım. ve kardeş kavgasına meydan verme­mek amacıyla” yapıldığını ve

“kim olursa olsun ve hangi partiye üye olursa olsun her vatandaşın yasalar ve hukuk ilkeleri” ne göre iş­lem göreceğini,

“bütün vatandaşların partilerin üstünde, aynı milletin” bireyleri olduğunu açıklıyordu.

27 MAYIS günü verilen bu söze ne ölçüde bağlı kalınmıştır? Düşünmeye ve araştırmaya değer bir olgu… Kanımca 27 MAYIS ve sonrasında ülkeye yapılacak önemli hizmetlerden biri; kardeş kavga­sının eşiğine getirilmiş, kutuplara ayrılmış, politik bağnazlığa itilmiş ulus bireylerini partizan düşünceden uzaklaştırma olmalıydı… Kuş­kusuz, böyle bir hedef ne nutuk çekmekle ne de “Kardeşlik Haftası”(2) düzenlemekle sağlanabilirdi. Ama ne yazık ki, o dö­nemde, halkın büyük bir bölümünün, Silâhlı Kuvvetler mensupları­nın ve MBK üyelerinin, devrimin başarısı için kendisinden öneri ve yönlendirme bekledikleri politik liderin yaklaşımı devrimin parti-ler-üstü boyutunu algılamaya istekli değildi. O dönemdeki CHP’li partizanlar, devrimin kendilerinin uğraşlarının doğal bir sonucu ol­duğunu, meyveyi olgunlaştırdıklarını, buna karşın iktidarın MBK üyelerince ele geçirildiğine inanıyorlardı. Bu anlayışla ne devrime karşı çıkıyorlar ne de tam anlamıyla destek oluyorlardı. Bu olguyu 27 MAYIS’ın en büyük şanssızlığı sayabiliriz. Nitekim CHP’lilerin bu tavrı liderlerinin bazı demeçlerine yansımıştır.

“Nasıl yapmışlarsa, öyle işin içinden çıksınlar”

“Bir an önce seçime gitmekte sayılamayacak kadar yarar var­dır .

“Bunlar gelirler, fakat gitmezler”

“Bunlar, onbaşı HİTLER de değil, hepsi Kurmay, o gitmedi. Bun­lar mı gidecek?”

Sayın İsmet İnönü’nün 27 MAYIS öncesindeki muhalefet döneminde TBMM’de “Sizi ben bile kurtaramam” şeklindeki, DP’lileri muhatap alan ünlü deyimini söylerken, Türk Silâhlı Kuvvetleri içindeki ihtilal girişimlerinden haberdar olmadığım iddia etmek ger­çeklerle bağdaşmaz. Bir anlamda İNÖNÜ 27 MAYIS’a yeşil ışık yak­mıştır. MBK üyeleri bu ışıktan güç almışlardır. Oysaki aynı kişi 27 MAYIS’çılara yol göstermek bir yana, onları potansiyel politik karşıt güç olarak algılamış ve demeçleriyle MBK üyelerinin girişimlerini bulandırmış, aralarında ikircikli tavırların oluşmasına katkıda bulu­narak MBK’nin partiler üstü rol üstlenerek “kardeş kavgasını” ön­leme istek ve özleminin gerçekleşmesine engel olunmuştur. CHP örgütünce de benimsenen bu tavır sonucunda, politik kutuplaşmala­rın önlenmesi engellenememiş, politik ortam daha da gergin duru­ma gelmiştir. Bu oluşumun kuşkusuz en sakıncalı yanı düşün ve duygu alanlarında Silâhlı Kuvvetlerle CHP’li olmayan halkı karşı karşıya getirme sonucunu beraberinde getirmiş olmasıdır.

39 kişilik(10) bir orkestra kurulmuş, fakat orkestrada bulunan­lar çalacakları enstrümanları bile seçmede anlaşmazlığa düşmüş, or­kestra şefinin işaretine de pek önem veren olmamıştı(11)‘. Orkestra­da bulunanların her biri ayrı telden çalıyor, şef ise politik şefin güdü­müne razı olmasına karşın yalnızlığa itildiği için sonuca gidilemiyor… Bu karmaşa ve kargaşa içinde, 13 KASIM 1960 sabahı uyandı­ğımızda duyduklarımız sürpriz olmadı. Kısa ve yüzeysel açıklamaya çalıştığım gelişmelerin doğal sonucu 13 Kasım olayı veya bir benze­ri olabilirdi.(12)

MBK’nce yayınlanan “Geçici Anayasa”ya ters olan bu uygulama, devrimin başlangıç ilkelerinden gerçek bir sapma olduğu için 27 MAYIS’a gönül bağlamış olanlarda gelecek adına kuşkular do­ğurmuştu. 14 eski MBK üyesinin kanılarına karşın bu tavır, kişisel bağlılık olgusunun dışında sonunu bir bütün olarak algılayan çevre­lerce benimsenmişti.

Yurt dışına sürgün gönderilen 14’lere, yakınlarının ulaştırma­yı başarabildikleri bilgiler kanımca çoğunlukla gerçeği yansıtmak­tan uzaktı(13). Bu bilgilendirmenin de etkisiyle 14’ler yurt dışında bir iktidar seçeneği oluşturmak için girişimlerde bulundular ve bu amaçla birçok toplantı düzenlediler.

MBK’ ne umut bağlayanlar boşlukta kalmıştı. Devrimin rayı­na oturması şöyle dursun, karşı devrimci girişimler her geçen gün güçleniyordu. Partiler üstü olamamıştı MBK, “kardeşler arası kav­ga” önlenmiş, fakat “Kardeşler arasına politikacılarca sokulan düş­manlık” giderilememişti. Çelişkiler daha da belirginleşmişti.

“14ler sürgün edilmeselerdi, 27 MAYIS hedefine ulaşabilirdi” şeklindeki kam her geçen gün yandaş bulmaya başlıyordu. Ancak bu düşüncede olanları 14’lerin adamı olarak nitelemek de gerçekle bağdaşmaz. Özünde biz düşüncelerin yandaşı olan kişiler görmeği yeğlemeliyiz. Oysa genelde kişiler uşak ruhlu bir tavırla adamların peşine takılmaktadırlar.

14’lerle ilgili olarak önemli bir nokta üzerinde bugüne kadar duran olmadı. 13 KASIM’da gerçekleşen operasyon bir anlamda geriye kalan 23 Komite Üyesini memur konumuna düşürmüştü, çün­kü 14 MBK üyesini darbesel bir eylemle sürgüne gönderme kararı alabilen güç, arta kalanlar içinde her zaman benzeri uygulamada bulunma cesaretini kendisinde bulabilirdi. Bu olasılık, “23’ler için DEMOKLES’in Kılıcı” öcüsü olmayacak mıydı? Bir devrim komi­tesinde, devletin yönetimini eylemsel olarak eline almış insanların her an sürgüne gönderilmek kuşkusu taşımaları, onlardan bekleni­len görevlerin yerine getirilmesine engel oluşturmaz mıydı?

14’leri sürgüne gönderme kararım alan ve uygulamaya ko­yan “politik ve askersel güçler”, güçlü olma konumunu elde etmiş olmuyorlar mıydı? Bu durumun süregelmesi ülkeyi olası bir diktaya götürmez miydi?

Bu operasyonda ön planda görev alan kimselerin siyasal eği­limleri, 27 MAYIS sonrası tutumlarında ortaya çıkan yan tutucu nite­likleri, 27 MAYIS günü verilen sözün gerçekleşmesine engel olur muydu?

“14’ler operasyonunda, politik liderlerin rolü nedir?” Bu konuda doğrudan ve dolaylı girişimleriyle elde etmek istedikleri amaç ne­dir?

Politikacıların bu tür girişimlerinin temel amacı, “iktidarları önündeki engelleri temizlemek ya da demokratik” sürece katkı için mi yapılmıştır?

Bu ve benzeri soruların yüzlercesi sorulabilir. Ancak yanıtla­rı bugün için karanlıktadır. Konumlan nedeniyle belge ve olanakla­ra sahip olan kişiler genellikle sessiz kalmayı yeğlemektedirler. Oysa gerçekler politik gelecek endişesi taşımayan tarafsız ve yürekli in­sanların çalışmalarıyla aydınlanabilir.

MBK, ulusa söz vermişti:

“en kısa zamanda ve serbest se­çimler yaptırarak yönetimi hangi yana bağlı olursa olsun, iktidarı se­çimi kazananlara devir teslim edeceği”ne dair…

Bu söz MBK’nin CHP ve DP’den oluşan iki politik kutup arasında hakemlik rolünü üstlenmek anlamına geliyordu. “Hakem ile Hakim”in önde gelen niteliği, yansızlık değil midir? MBK üyelerinin yansız olduklarım sa­vunabilir miyiz?

Bir an için başlangıçta açıklandığı gibi 14’ler operasyonunu haklı göstermek için söylenenlerin doğru olduğunu varsayalım. Ne yazık ki, 13 KASIM’dan sonra da MBK üyelerinin farklı eğilim, dü­şünce ve görüşleri benimseyerek aralarında bölündükleri herkes ta­rafından bilinmektedir. Bu duruma düşmüş bir ekibin ulusa vermiş olduğu bir an önce demokrasiye dönme sözünü gerçekleştirebilme­si olanaklı mıydı?

Bu ve benzeri düşünceler ile 13 KASIM’dan önce “Geçici Anayasa” üzerinde durma gereksinimi duymayanlar, bu belgeyi inceden inceye araştırmak gereğini duydular. Bu kişiler, o zamana kadar ayrımına varmadıkları gerçeği algıladılar. MBK üyeleri, Silâh­lı Kuvvetler adına Devlet’in yönetimine el koymuşlardı. Bu durum­da gerçekte 27 MAYIS sonrasında iktidarın eylemsel olarak sahibi, Si­lâhlı Kuvvetler olması gerekiyordu. MBK üyeleri “Vekil” konumun­da idiler. Bu gerçeğin geç de olsa algılanması MBK’nin kuruluşun­daki bir başka yanlışı ortaya çıkarmıştı. O zaman ilgililerce paylaşı­lan görüş, Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları’nın MBK’nin doğal üyeleri olmaları şeklindeydi(14)

Başlangıçta böyle düşünülmediği için MBK üyeleri kendi gü­venliklerini sağlamak için farklı girişimler içinde Silâhlı Kuvvetlerle ilişkilerini sürdürmüşlerdir. Bir kısmı ise komutanlık mevkilerini ko­rumayı yeğleyerek kendilerini güvence altına alabileceklerine inan­mışlardır. Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlarının MBK’nin doğal üyeleri olması ilkesi şöyle dursun, MBK üyeleri bu makamları etki altına alma girişimlerinden vazgeçmemişlerdir. Bu sakıncalı davranışların bir görünüşüne tanık oldum. Haziran 1961 olayları sırasında(15) Yzb. Rütbesindeki bir komite üyesinin Genelkurmay Başkanı’nın masasına yumruk atması ve Başkanını sessiz kalacak kadar güçsüzlüğü Silâhlı Kuvvetlerce benimsenecek bir ta­vır değildi… Doğal ki bu ve buna benzer nice davranışlar, bu dü­zeyde de bazı komplekslerin doğuşuna neden oldu. Bu açıklamaları daha sonraki olayların nedenlerini incelerken ön planda ele alma­nın gerçeklere erişmeye yardımcı olacağı kanısıyla yapıyorum.

Ancak Genelkurmay Başkanının bu uysallığının elbet teki ne­denleri vardı. Generaller düzeyinde tasfiye yapılırken’16‘ genellikle “etliye sütlüye karışmayanların” Silâhlı Kuvvetlerde alıkonulduğunu görmek, benim ANKARA’daki ilk gözlemlerimden biri olmuştu. Eğer gözlemim gerçeğe uygunsa ve bunun bir sorumluluğu varsa, kendi durumunuzu gözden geçirmenizi öneririm(17l

Nitekim 12 KASIM 1961 Cumartesi günü öğle üzeri Orge­neral Cemal GÜRSEL, M. Savunma Bakanı, Genelkurmay Başka­nı ve Kuvvet Komutanlarına M. S. B Müsteşarının odasında. 14’leri sürgüne gönderme kararını tebliğ ettiğinde, fikir onaylanmış ve kar­şıt tezi savunmak ya da uygulama sonucu çıkabilecek sakıncalar üze­rinde görüş bildirmek, toplantıda bulunanların aklından bile geçme­miştir. Bu nedenle de GÜRSEL yarım saat kadar bu toplantıda bu­lunduktan sonra ayrılmış, kalanlar işin ayrıntılarını görüşmek üzere toplantıyı sürdürmüşlerdir. Üzerinde durulan ayrıntılar, uygulama­ya ilişkin konuların koordinasyonunu içeriyordu. Çünkü gerçekte 14’lerin sürgüne gönderilmesi kararı ANKARA Komutanı Korgeneral Cemal MADANOĞLU ve İçişleri Bakanı Muharrem İhsan KIZILOĞLU tarafından önceden alınmış ve ayrıntıları planlanmıştı.

O dönemde bir an için Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Ko­mutanlarının MBK’nin doğal üyeleri olduklarını varsayalım. Acaba bu kişiler, kendilerinin de içinde bulunduğu bir kuruluşun parçalan­masına bu kadar çabuk razı olurlar mıydı? Özellikle, yukarıda söz konusu ettiğim kompleksler de bu aşamada oluşmayacağı için, 13 KASIM, belki de gerçekleşmeyecekti.

Açıklamalarım tümüyle 13 KASIM olayları üzerinde yoğun­laştı. 14’lerin avukatlığına soyunduğum sanılmasın. Böyle bir niyeti­min ve hakkımın olmadığını biliyorum. Amacım “Silâhlı Kuv­vetler Birliği” adı verilen örgütün kuruluşuna neden olan olaylar zincirini belirlemek ve saptamaktır. Bana göre, tarihsel olaylar içinde 13 KASIM halkası “Silâh­lı Kuvvetler Birliği” halkasından önce gelenidir. Sorunu kronolojik bir sıra içinde yansıtabilmek için bazı gereksiz gibi görü­nen ayrıntıları açıklamakta yarar görüyorum. Generaller temizliğin­de yumuşak başlıların bırakılmasına özel bir önem gösterildiği şek­lindeki kanımı açıklamıştım. Bu oluşumun doğal sonucu, tüm bu olupbittilere karşı, o düzeyde ne bir ses duyuluyor ne de tepki gö­rülüyordu. Bu nedenle, durumun yeniden değerlendirilmesi, çare arama, örgütlenme girişimleri tıpkı 27 MAYIS öncesi olduğu gibi daha alt düzeyde yapılmış ve “Silahlı Kuvvetler Birliği” adlı örgüt kurulmuştu, Örgütün oluşmasında etkin rol oynamış kişi­ler, suskunluklarını korumaktadır. Ancak başlangıcında Ankara’da ve İSTANBUL’da bulunan genellikle Albay rütbesindeki bazı birlik ve kurum komutanlarının, örgütün kurucuları arasında olduğu bilin­mektedir. “Silahlı Kuvvetler Birliği” içinde MBK üyeleri­nin bir kısmı da bulunmuştur. Girişimin bu kişilerden gelip gelme­diği bilinmemektedir. Eğer gerçek bu ise, o zaman örgütlenmenin anlam ve niteliği değişir. Şöyle ki:

“13 KASIM operasyonundan sonra MBK üyelerinden bir ka­çı boşlukta kalmış olduklarını algılamış olabilirler. Bu kişiler kendi güvenliklerini emniyet altına almak için örgütlenme girişiminde et­kin rol oynamış olabilirler. “Silahlı Kuvvetler Birliği” ör­gütüne elinde kuvvet bulunduran MBK üyeleri(18) girmedikleri gibi, anılan örgütün sürekli karşısında olmaları, yukarıdaki varsayımın doğruluğuna inanmak için bir neden oluşturabilir”.

Sorunun gerçek boyutunu ortaya çıkarmak için bazı kişiler arasında o dönemdeki ilişkilerin gündemini bilmek gerekir.

  • Talat AYDEMİR’İN, SKB’nde bulunan MBK üyeleri ile te­mas ve görüşmeleri.
  • Halim MENTEŞ’in (Hv. Kur. Alb), havacı olan MBK üye­leri ile temas ve görüşmeleri.
  • Selçuk ATAKAN (Kur. ALB.) ile MBK üyeleri arasındaki temas ve görüşmeler.
  • MBK üyesi Ekrem ACUNER’in tüm girişimleri. Özellikle üç kişi, Talat AYDEMİR, Selçuk ATAKAN, Halim MENTEŞ, SKB örgütünün çekirdeğini oluşturan cuntanın kurucuları arasında sayılmaktadır. Bu kişilerden sonra ikinci öncelikle Nuri HAZER (Tuğg.), Necati ÜNSALAN (Kur. ALB.), Şükrü İLKİN (Kur. Alb.) sayılabilir…

Özetle, “MBK üyelerinin bir kısmı kişisel güvenlerini sağla­mak için Silâhlı Kuvvetlerde bulunan arkadaşlarını böyle bir örgüt­lenmenin gerekliliğine inandırmış olabilirler”. Araştırılmaya değer bir konu.

Örgütlenmede etken olan diğer bir olasılık ise kendilerinin hakkı olduğu halde MBK üyesi olamamış kişilerin insani zaaf ve duygularının, onları böyle bir girişime itmiş olmasıdır. Bazı çevre­lerde SKB’nin 14’lerin intikamını almak üzere kurulmuş olduğu inancı egemendir. Kanımca bu yargı tümüyle yanlış ve dayanaksız­dır. Nitekim SKB örgütü kurucularından olan Halim MENTEŞ, 13 KASIM operasyonunda ön planda etkin rol almış bir kişidir. MEN­TEŞ’in 14’lerin intikamını almak amacı ile kurulan bir örgütte bu­lunmasının düşünülmesi akla uygun düşmez. Ancak örgütlenmenin başlangıcında özellikle SKB’nin karacı üyeleri tarafından, 14’lerle birlikte olunduğu temasının işlendiği de bir gerçektir. SKB örgütü­nün çekirdeğinin oluşturulması hızla ve kolaylıkla gerçekleşti. Çünkü 28. Tüm. K. Tuğg. Nuri HAZER, MBK üyesi Emanullah ÇELEBİ ve Hv. Kur. Alb. Halim MENTEŞ’in aralarında akraba­lık bağı bulunmaktadır. Bu ilişki içinde ANKARA’daki 28. Tüm. örgütlenme içine alındı.

  • Halim MENTEŞ’in Hava Kuvvetlerinde etkin bir konum­da bulunması ve Hava Kuvvetleri Komutanını ikna ederek örgüte alması, Hava Kuvvetlerinin gücünden yararlanmasına olanak sağla­dı.
  • Alb. Talat AYDEMİR’in Harp Okulu komutanı ola­rak örgütlenmede etkin bir konumda bulunması daha sonraki katı­lımları arttırıcı bir rol oynadı.

Ortamın böyle bir örgütlenme için uygun oluşunun yanın­da, 27 MAYIS Devrimi’nin o tarihe kadar hedeflerine ulaşmamış ol­ması girişimi etkinleştirdi. Silâhlı Kuvvetler mensupları, 27 MAYIS Devrimi’nde ülke açısından beklediklerini göremeyişin hayal kırıklı­ğı içinde idiler. Bu memnunsuzluk ve doyumsuzluk, SKB örgütü­nün güç kazanmasının önemli nedenleri arasında sayılabilir. SKB örgütü çekirdeğine, Hava Kuvvetleri Komutanı İrfan TANSEL’in alınması, güçlenmenin önemli etkenlerinden sayılmak­tadır. Bu oluşumdan, 13 KASIM operasyonunun ardındaki güçler haberdar olur olmaz, altlarındaki zeminin kaymakta olduğu endişesine kapıldılar. SKB örgütünün o dönemdeki başı olan İrfan TANSEL’i saf dışı bırakarak kendilerini güvence altına alabileceklerini sandılar. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Cevdet SUNAY’ı ikna ederek başlangıçta TANSEL’i emekliye ayırmayı denediler. Güçle­ri buna yetmeyince TANSEL’i Hava Kuvvetleri Komutanlığından alarak WASHİNGTON’da bir göreve atamayı başardılar. Oysa bu dönemde SKB örgütü güçlenmiş ve tüm ülkeyi kontrol eder bir ko­numa gelmişti(20).

SKB üyeleri, liderlerinin saf dışı edilmesine göz yumduğun­da sıranın kendilerine de geleceğini algıladığı için TANSEL’in ata­masını kabul etmeyerek ilgililere ültimatom verdi ve ünlü 6 HAZİ­RAN 1961 olayları meydana geldi. Sonunda TANSEL’in atanması önlendiği gibi bu girişimde rol alan Milli Savunma Bakanı ve Kara Kuvvetleri Komutanı görevinden uzaklaştırıldı.

Hiyerarşinin bozulduğu dönemlere özgü eylemlerin tek tek tüm ayrıntılarıyla değerlendirilmesi tarihçiye ışık tutabilir. Oysa ilgi­liler susmayı yeğlemektedir. Tüm olaylara açıklık getirmeyi herhal­de benden beklemeğe hakkınız yok?

Ancak;

  • TANSEL’in atama kararını veren ve kararnamesine imza koyan, yetkili kişiler, kuvvete boyun eğerek tükürdüklerini yalamış­lardır. Böyle bir durumda onurlu tavır istifa olduğu halde bu yapıl­madığı için bu kişiler kuvvete boyun eğmenin eziklik ve kompleksi­ni yaşamları boyunca sürdürmüşlerdir(2I).
  • O dönemdeki MBK, SKB örgütünün ültimatomunun ka­bul edilmesi sonucu, kukla durumuna düşmüş olmuyor muydu?
  • SKB örgütü içinde bulunan MBK üyelerinin bir anlamda kendilerini emniyete almış oldukları bu olayla görüldü.

TANSEL’İN atama olayı MBK’nın bir anlamda yeniden bö­lündüğünü kanıtlayıcı nitelikte idi. SKB içinde bulunanlar ve dışın­dakiler diye… SKB dışında ve karşısında bulunan MBK üyelerini bir kaç grupta saymak yanlış olmaz… 23 kişi, üç dört grup. Düşüne­biliyor musunuz?

Emir Komuta zinciri kırılmış, hiyerarşi allak bullak olmuş, SKB örgütü açığa çıkmış, karşısındaki güçler susturulmuştu. Ama pusuda bekliyorlardı… Silâhlı Kuvvetler bir anlamda kişisel kutup­laşma, hesaplaşma içinde bulunuyor, anarşiye, doğru kayıyordu. SKB örgütünün yetkili kişileri mevcut durumu tüm açıklığı ile Genelkurmay Başkanı Org. Cevdet SUNAY’a anlatmış örgüte katılması­nı istemişti. Bulunduğu makama karşın komutanlık gücünün elin­den kaçtığını algılayan SUNAY, kuvvet karşısında eğilmiş ve ezik­lik duygusu ile “Silahlı Kuvvetler Birliği” Başkanlığını iste­meyerek de olsa kabul etmişti.

“Haziran 1961 olaylarından önce SKB örgütü Kara Kuvvetle­ri ve Deniz Kuvvetleri Komutanını yoklamış, ancak yanıt alamamış­tı. Özellikle Kara Kuvvetleri Komutanı Korgeneral Celal ALKOÇ’u yoklayan MENTEŞ’e, ALKOÇ, emir komuta zinciri dışın­da bir kuvvet tanımadığını açıklamıştır(2). Bu yoklamalar sonucu, SKB örgütü fikrine yatkın olmayan Kuvvet Komutanları saf dışı bıra­kılarak, Kara Kuvvetleri Komutanlığına Muhittin ÖNÜR, Deniz Kuvvetleri Komutanlığına Oramiral Necdet URAN getirilmiştir.

Bu atamalar sonucu, Silâhlı Kuvvetler Birliği örgütü Genel­kurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlarını içine alarak tüm Silâhlı Kuvvetlere yayılıyor, bir anlamda legalite ye dönüşüyordu.

Örgütün iki belgesinden söz etmek isterim.

  1. YEMİN,
  2. PRENSİPLER.

Bilindiği gibi “Yemin”, silah üzerinde örgüte alınanlara yaptı­rılıyordu. PRENSİPLER ise, örgütün kuruluş amacını belirliyordu.

Haziran 1961 olaylarından sonraki gelişmelerle SKB’nin tüm Türk Silâhlı Kuvvetlerini kapsayan boyuta dönüştüğünü açıkla­dım. Bu dönemde ANKARA’da bir Genel Kurul oluşturuldu. Ordu merkezlerinde koşut örgütlenmeye gidildi. Aradaki bağlantı ve ko­ordinasyon kısa sürede sağlandı.

Bu aşamadan sonra, anılan örgütün çalışmaları ve karşı olu­şumlar için bazı açıklamalar yapılabilir.

1-SKB’nin yaptıkları:

  1. a) SKB’nin en olumlu uygulamasının, tümüyle bozulmuş

          “Darbeler, Demirkırat’lar ve 27 MAYIS” olan emir ve komuta düzeninin ve hiyerarşinin yeniden kurulmasını sağlamış olması olarak belirtilebilir. Bu amaçla her türlü girişimde bulunulmuş, MBK üyelerinin ve diğer baskılar altında ezilmiş ve sinmiş Genelkurmay Başkanının onore edilmesi için büyük çaba harcanmıştır.

  1. b) MBK üyeleri kontrol altına alınmış, aşırılıklar önlenmiş ve MBK uygulamalarının önemli bir bölümüne el atılmıştır. Burada bir soru anımsanabilir, böyle yapılacağı yerde, MBK ortadan kaldırılarak SKB neden doğrudan iktidarı ele almamıştır diye?

Özünde, MBK’nin tutarsızlıkları, onu izleyen süreçteki yan­lışlar, kamuoyunca hoş karşılanmıyor ve tüm bu olumsuzluklar Si­lâhlı Kuvvetlere fatura ediliyordu. Kuşkusuz ilk yönden “karşı dev­rim”ci süreci başlatan politik güçlerin de boş durdukları yoktu. Böy­le bir ortamda Silahlı Kuvvetlerce iktidara el konulması, yurt içinde ve dışında güvensizliğe neden olabilir, önemli sorunları beraberin­de getirebilirdi. Bu anlayışla MBK’nin güdümü yeğlenmiştir. Böyle bir durumu kabul etmektense MBK üyelerinin istifayı yeğlemesi ge­rekirdi… Ama yapamadılar…

  1. c) 27 MAYIS sonrasında her geçen gün dozu artan ve aşağı­dan yukarı doğru kendisini aşırıca hissettiren bir ihtilalci eğilim var­dı. Bu akımı genç subaylar temsil ediyordu. Bu kuşak devrimden beklediklerini bulamamanın doyumsuzluğu içerisinde idiler.

Kısaca tam anlamı ile ATATÜRK’çü bir düzen istiyorlar­dı… Bu ideale varmanın yolunu da devrimin tam anlamıyla uygulan­masında görüyorlardı. Kontrol dışına çıktığında nereye varacağı bel­li olmayan bu heyecanlı yönelişin kanalize edilmesinde SKB örgütü­nün rolü küçümsenemez.

  1. d) MBK’nin ulusa vermiş olduğu sözün seçime gitme gerçekleşmesi için başlangıçta çaba gösterdiği de yapılan olumlu davra­nışlar içinde sayılabilir.

2- SKB’nin Yanlış Uygulamalarına Gelince:

  1. Örgüt, kişilerle uğraşmak zaafından kendisini kurtaramamış, bu yanlışta ısrarı, olumlu çabalarını gölgelemiştir.
  2. Belli kişilerin ön plana çıkmasına neden olmuş, bu kez de bu kişiler kendilerinde bulunmayan niteliklere sahip olduğuna inanarak “Büyüklük Kompleksi”ne kapılmışlardır. Bazı MBK üyelerine yöneltilen eleştiriler bu kez bu kişilere yöneltilmiş, zaman­la oluşan karşı kompleks birikimleri yeni sürtüşmeler için uygun bir ortam hazırlamışlardır.
  3. c) ANKARA’da ve ülke içinde yemin yaptıran kişiler, kendi değer yargılarına göre tanıdıklarını seçmişlerdir. Bu durum Silâhlı Kuvvetlerde ”yeminli-yeminsiz” gibi büyük sakıncaları beraberinde ge­tiren bir ayırımın nedeni olmuştur. Daha önce, 27 MAYIS’tan habe­rim “vardı-yoktu”, 27 MAYIS’a hizmet “ettim-etmedim”, şu şu komite üyeleri yakın arkadaşım ya da değil şeklindeki kişisel ve duygusal yaklaşımların oluşturduğu komplekslere bu suretle bir yenisi daha eklenmiştir.

Örgütlenmenin ayrımına varan Silâhlı Kuvvetler, yeminliler arasına katılmak için çeşitli yöntemlere başvurmalarına karşın, pa­sif kalanlar, güvenilir adam olamamak duygusu altında ezilmişler­dir.

Olayların daha sonraki gelişmesinde, “karşı devrim”ci güçler bu oluşumdan elden geldiğince yararlanmış ve Silâhlı Kuvvetlerde yeni dalgalanmaların tohumu ekilmiştir. Yeminsizler kullanılarak olumsuz gelişmeler içinde rol almışlardı.

Ancak, bu tutumun sakıncaları zaman içinde anlaşılarak bu yoldan vazgeçilmiştir ama iş işten geçmiştir. Bu amaçla

“9 Ağustos 1962 günü Genelkurmay Başkanlığı’nca bir genelge yayınlanarak SKB’nin PRENSİPLERİ, Silâhlı Kuvvetlere mal edilmiştir”.

  1. SKB örgütü 27 MAYIS’tan sonra bozulan emir ve komu­ta zincirini düzeltmede başlangıçta söz götürmez bir başarı göster­miştir. Ancak, zamanla bazı örgüt üyeleri daha güçlü bir konum el­de etmek için alt kademelere ödünler vererek, onları kendilerine bağlama eğilimine kapılmışlardır. Bu oluşum daha sonraki dönem­de Türk Silâhlı Kuvvetlerindeki olumsuz dalgalanmalara neden ol­muştur.
  2. SKB örgütünde uyumlu bir ekip çalışması yapıldığı da söy Bu tür örgütlenmelerin zaman içinde bölünmeleri kura­lından, SKB örgütü de kendini soyutlayamamıştır. Bu oluşumda po­litikacılarla, onlarla yakın ilişkide bulunan SKB örgütü üyesi bazı

MBK üyelerinin büyük rolü olmuştur. 3- “Silahlı Kuvvetler Birliği ve Politikacılar SKB” de yer alan ve belki de bu örgütlenmede etkin rol alan bir MBK üyesinin, örgüt içinde parti’nin ajanı olduğunun ayrımına, zaman içinde varılmıştır.

Açıklamamın bu bölümünde bir soru akla gelebilir. Acaba Türk Silâhlı Kuvvetlerini yeniden denetime almak için SKB örgütü­nün kurulmasında, bu kişi parti ajanlığını başlangıcından beri mi üstlenmiştir?

Eğer bu soruya yanıtımız olumlu ise, SKB örgütündeki geliş­melerin değerlendirilmesi daha gerçekçi yapılabilir. 6 HAZİRAN 1961 olayları ülkede ve CHP’de belirgin bir heyecan uyandırdı. An­cak CHP’nin girişimleri sürmüş, SKB örgütü içindeki yandaşları ço­ğalmıştı. Örneğin; Hv. Kur. Alb. Halim MENTEŞ ve çevresi de bu tutum içine girmişlerdi.

Oysa SKB örgütünün kurulmasına etken olan temel neden Türk Silâhlı Kuvvetlerini “partiler üstü” bir konuma getirerek 27 MAYIS’ı yönlendirmek idi. Bu durumda tarafsızlığını yitiren SKB örgü­tünde tepki ve MBK’de olduğu gibi sürtüşme ve bölünmeler olması kaçınılmazdı.

Nitekim özellikle 1961 seçimleriyle çelişkileri belirginleşen örgüt içi sürtüşmeler 22 ŞUBAT 1962 olaylarına kadar sürmüş ve 22 ŞUBAT’ta, Hava Kuvvetleri Kara Kuvvetlerinin karşısında yer almış­tır. Bilindiği gibi olayda İNÖNÜ’de Hava Kuvvetlerinin desteğin­den yararlanmıştır. Bu ilişki zaman içinde 11 havacının CHP’ ya ka­tılmaları ve içlerinden birinin parlamentoya alınmasıyla değerlendi­rilmiştir…

Eleştirinin bu bölümünde bazı sorular sorulabilir. SKB Örgü­tü içinde yer alan Hava Kuvvetlerine mensup subaylar, bazı MBK üyeleri gibi, iki, ya da üç taraflı mı çalışıyorlardı? Partiler ile bağın­tıları var mıydı? Diye. Kanımıza göre, bu sorulara olumlu yanıt veri­lebilir. 1961 seçim öncesi dönemi, 22 ŞUBAT ve 21 MAYIS olaylarını değerlendireceklerin gerçeklere ulaşabilmesi için önemsiz gibi görü­nen bu ve benzeri ayrıntıları göz ardı etmemesi gerektiğine inanıyo­rum.

HAZİRAN 1961 olaylarından söz ediyorum. Olaydan sonra Kapalı kapılar ardında komplo ve entrikalar içeren kararlar alınmış ve bu tür girişimler sürdürülmeğe devam edilmiştir. İktidarı çanta­da keklik gören CHP’ye egemen olan anlayış, “Bunlar gelirler, fa­kat gitmezler” olduğuna göre, bu davranışı partizanlık ölçütleri için­de anlamak olanaklıdır. Ancak onların gözden “kaçırdıkları gerçek, tüm bu girişimlerin karşı devrime katkıda bulunması olgusu idi.

Politikacılar, MBK’ni etkisiz konuma getirmişlerdi ama şim­di SKB belası ortaya çıkmış, Hava Kuvvetleri Komutanı atamasını geri aldıracak kadar güç kazanmıştı. SKB örgütünün etkinliğinin artması, iktidar şanslarını yitirmelerine neden olabilirdi.

Bu durumda, SKB örgütünü etkisiz hale getirmek karan alın­dı ve bu amaçla DET (Dahili Emniyet Teşkilatı) adlı bir karşı ör­güt kuruldu. DET üyeleri SKB örgütü üyelerim kontrol altına al­mak, onlar arasına çelişki sokmak, satın almak için her yola başvur­mağa başladı.

Sürdürülen çabalar özellikle HAZİRAN, AĞUSTOS 1961 döne­minde yoğunlaştırıldı. Bu cümleden olarak 30 AĞUSTOS 1961 saat 15:00’de İNÖNÜ randevu isteyerek, Genelkurmay Başkanı Cevdet SUNAY ile gizli bir görüşme yaptı. SUNAY, İNÖNÜ’YLE görüşmesi­nin tüm ayrıntısını SKB’ ne bildirdi. Genel Kurulda durum tartışıl­dı. Tartışma SKB örgütünün amacına ulaşmasını isteyen üyelerle, CHP yanlıları arasında sert ve sinirli bir ortam içinde sürdürüldü. Bu olay SKB örgütü içindeki çelişkileri daha da derinleştirdi.

SKB Genel Kurulunda oluşan genel kanı, İNÖNÜ’.nün girişi­mini onaylamamak şeklinde belirmişti. Çünkü çoğunluk bu buna­lımlı dönemde tarafsız ve partiler-üstü bir anlayışla sorunlara yakla­şılmasını bekliyor ve umut ediyordu. İkili görüşmenin sonunda bir daha anlaşılmıştı ki İNÖNÜ için öncelik kendisi ve partisindeydi ve bu tutum sonuna kadar devam etti. Nitekim bu tarihten bir kaç yıl sonra da Kasım GÜDEK’e karşı çıkan İNÖNÜ; “Ya Ben, Ya O!” diyerek, politik olaylara damgasını vuran tek kişi olmak tutumu­nu inatla sürdürdü. Tarihsel kişiliğinin de katkısıyla girişimlerinden başarılı sonuçlar alıyordu.

Bu sonuçların ülke politikasına ve Türk Silâhlı Kuvvetlerine ne ölçüde yaran ya da zararı olmuştur? Bu soruya günümüze değin objektif yanıt verildiğinin tanığı olmadık. Sanırım ki, 30 Ağustos 1961 günü İNÖNÜ ile SUNAY 27 MAYIS’tan sonra ilk kez ayrıntılı bir ikili görüşme yapmışlardı. An­cak, o görüşmeden sonra SUNAY’ın İNÖNÜ’nün etki alanı içine girdiğini öne sürmek yanlış olmaz. SUNAY’ın niteliklerini(!) hepi­miz biliyoruz. O’nun İNÖNÜ’nün etkisinde kalması kuşkusuz sürpriz değildi.

İNÖNÜ, SKB üzerine tüm ağırlığı ile yükleniyordu. Bu amaçla Türk Silâhlı Kuvvetleri kurallarını göz ardı edebiliyor ve hiç bir fırsatı kaçırmadan sakıncalı ikili temaslarını sürdürüyordu. Bu girişimlerden biri de SKB örgütü içinde güçlü kişilerden biri sayılan “Ankara Merkez Komutanı” Kur. Alb. Selçuk ATAKAN’la yaptığı görüşmedir. Bu ikili ilişkinin ayrıntısı, Sayın ATAKAN’dan öğrenilmelidir.

Tüm bu girişimler yanında, Kontrespiyonaj yöntemi ile çalı­şan ve CHP’den aldığı direktifler doğrultusunda SKB örgütü içinde faaliyet sürdüren MBK üyesinin gizli görüşmeleri, provokasyon ve entrikaları karanlıktadır. Kuşkusuz gizini de sürdürecektir.

27 MAYIS’ta MBK’nin ulusa, partiler-üstü bir anlayışla ha­kem rolü oynamak için şeref sözü verdiğini açıklamıştım. Bu anla­yışla, kutuplara ayrıldığı bilinen ulus bireyleri kaynaştırılacak ve her yurttaşa önce TÜRK, sonra partili olmak bilinci aşılanacaktı. Bu hedefe ulaşılmasının politik huzur ve istikrarın ön koşulu olmasına karşın,

“her iki tarafın partizanları, MBK ve hatta SKB örgütünün bu doğrultudaki girişimlerini engellediler”.

 Hedefe ulaşmak şöyle dursun, kutuplaşmalar daha da belirginleştiği için, politik istikrarsızlık kalı­cı olarak siyasal yaşamımızı olumsuz etkileyici hale dönüşmüş ve bunalımlara gebe bir konuma gelmiş bulunmaktadır.

4- DAHA SONRAKİ OLAYLAR:

SKB evresi bir kaç bölüm içinde değerlendirilmelidir.

  1. Evre: 13 KASIM 1960 – 6 HAZİRAN 1961 (ondörtler olayı-TANSEL olayı)
  2. Evre: 6 HAZİRAN 1961 – 30 AĞUSTOS 1961 (TANSEL olayı- İNÖNÜ-SUNAY gizli görüşmesi)
  3. Evre: 30 AĞUSTOS 1961 – 25 EYLÜL 1961 (İNÖNÜ-SUNAY görüşmesi-YASSIADA kararları)
  4. Evre: 15 EYLÜL 1961 – 15 EKİM 1961 (YASSIADA kararları-seçimler)
  5. Evre: 15 EKİM 1961 – 26 EKİM 1961 (seçimler MÜRTED ve ÇANKAYA protokolleri)
  6. Evre: 26 EKİM 1961 – 22 ŞUBAT 1962 (ÇANKAYA protokolü darbe girişimi)
  7. Evre: 22 ŞUBAT 1962–21 MAYIS 1963 (darbe girişimi)
  • Böyle bir ayrım kanımca değerlendirmede mantıksal bir ko­laylık içinde “neden-sonuç” ilişkilerinin değerlendirilmesini olanaklı kılar…

Kanımca SKB, 6 HAZİRAN 1961 olaylarıyla açığa çıkmış, “Çankaya Protokolü” ile etkinliğini yitirmiş, tipik bir jakoben örgütlenme türüdür.

“YASSIADA KARARLARI” öncesinde Silâhlı Kuvvetlerde tansiyon yükselmişti. Bu oluşumun kuşkusuz birçok nedeni vardı. Silâhlı Kuvvetler üst kademesi yukarı doğru azımsanmayacak bir baskı sürdürüyordu. Bu baskının yeni bir “Ordu Müdahalesi”ne dönüşmesi halinde istenilmeyen sonuçlar ve sürprizlerle karşılaşılabilirdi- SKB örgütü içinde kişilikleri öne çıkan ve Türk Silâhlı Kuvvetleri genç bireylerinin güvendiği kişilerin girişimleriyle bu teh­likeli gidiş önlenmiştir.

SKB örgütü içinde belli kişilerin öne çıkmasının olumlu ve olumsuz sonuçları da olmuştur. Bu oluşum sonucu meydana gelen Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin iç sürtüşmelerinde, Harp Okulu’nun ka­pısına kilit vurulmuş, binlerce öğrenci, Astsubay ve Subay mağdur edilmiş, cezaevlerinde sürünmüş ve mesleklerini kaybetmek talihsiz­liğine uğramışlardır. Bu oluşumda 27 MAYIS’tan sonra Silâhlı Kuv­vetlerde bırakılan, çoğu güçsüz ve yeteneksiz general kadrosunun, suçluluk payı önemli bir etken olarak değerlendirilmelidir.

Generaller o dönemde rütbe ve makamlarının otorite ve gü­cünü kullanamadıkları için, SKB örgütünde ön plana çıkan Albayla­ra teslim olmayı yeğlemişlerdir. Bu durumun yarattığı kompleks ilerdeki çatışmaların tohumunu ekmiştir(23).

HAZİRAN 1961 olayları, komuta zincirinin dağıldığını, otorite ve hiyerarşinin yok olduğunu gösteren tarihsel bir olaydır. Bu olayda, imzasını geri almış, güçsüzlüğü ortaya çıkmış olan Genel­kurmay Başkanı Orgeneral Cevdet SUNAY’ın, Silâhlı Kuvvetler Birliği örgütünün başkanlığına getirilmesi akla uygun olamaz…(24).

Sayın SEYHAN, 27 MAYIS’tan sonra Generallerin tasfiyesin­de etkin bir rol oynadınız. Bu konudaki sorumluluğunuzu açıklayı­nız. Kişiliksiz kimselerden yapay liderler yaratılırsa, kuşkusuz ger­çek liderler ortaya çıkarak onları güdecektir. Günümüzde de etkisi­ni gösteren “Lider Bunalımı”nda 27 MAYIS’ta yapılan temizliğin bu durumunun etkisi olmuş mudur?

“Yassıada Kararları”nı seçim izledi. Seçim sonuçla­rından ne CHP ne de Türk Silâhlı Kuvvetleri memnun değildi. Bu olgunun nedenlerinin tartışılması konumuz dışındadır. Özünde, SKB örgütünün kuruluş amacı, MBK’nin Silâhlı Kuvvetler adına ulusa vermiş olduğu sözü (seçime gitmek) yerine getirmek değil miydi? “Prensipler”e göre bu sorunun yanıtı evet’tir. Bu durum­da SKB örgütünün seçimle birlikte dağılması gerekirdi. Oysa uygu­lama bu doğrultuyu izlemedi…

Seçim sonuçlan alındıktan sonra durumu görüşmek üzere 21 Ekim 1961 günü SKB örgütü üyeleri MÜRTED Hava Üstünde top­landılar. Durum muhakemesi yapıldı. Üyelerin tümünün katılmasıy­la “SEÇİMLERİN İPTAL” edilmesi kararı alındı. Karar protokole bağlanarak imzalandı. Bu toplantıda imzalanan ‘İkinci belge SKB ör­gütü üyelerinin, birbiri aleyhinde bulunmayacaklarına şeref sözü vermeleri ve bu sözü imzalarıyla teyit etmeleridir.

Zamanla bu imza sahipleri arkadaşlarını ipe götürecek davra­nışlar içine girerek, şeref sözlerine bağlı kalmamışlardır.

21 EKİM 1961 “Mürted Protokolü”nü imzalamaya bizleri götüren nedenin(2S), alttan, Silâhlı Kuvvetlerin genç kuşakla­rından gelen baskı olduğu görüşü çeşitli çevrelerce benimsenmiştir ki, bir dereceye kadar doğrudur.

21 EKİM 1961 “Mürted Protokolü” üzerine Genel­kurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları 23 Ekim 1961’de toplandı­lar. Bu toplantıyı, “Çankaya Protokol”ü izledi. Bu olaylar ve protokoller bugüne kadar yayınlanan yazı ve yapıtlarda yeterince açıklanmıştır. Ancak Komutan Toplantısı sürerken MBK üyesi Ahmet YILDIZ tarafından kaleme alındığı iddia edilen MBK açıkla­ması ile Hükümetin aynı doğrultuda millete hitap eden ve radyoda okunan bildirisi tarafsız bir gözle incelenmeli ve gerçek niyetler sap­tanmalıdır diye düşünüyorum.

Sırası gelmişken bir olayı da açıklamak istiyorum. 19 OCAK 1962 günü, Genelkurmay Başkanı Cevdet SUNAY’ın isteği üzeri­ne, SKB örgütü Genel Kurul üyeleri(26) ve Kuvvet Komutanları, Ge­nelkurmay Özsunuş Salonu’nda gelişmeleri tartışmak için toplandı­lar. Seçimlerden sonra bu tür toplantı ilk kez yapılıyordu. Genel olarak, Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlarını, SKB örgü­tü içinden, seçilen bir ekip, bilgilendirip görüşlerini alıyordu.

Bu toplantı gerçekten de tarihsel nitelikte idi. İlk kez Genel­kurmay Başkanı Cevdet SUNAY konuşarak görüşlerini açıkladı. SUNAY’ın sözleri toplantıda bulunan büyük bir çoğunluk üzerinde kış gününde soğuk duş etkisi yapacak ölçüde ürpertici idi. Düne ka­dar birlikte çalıştığı ve hatta bir anlamda bulunduğu konumu onla­ra borçlu olan SUNAY, yükseksen derecelik bir dönüşle safını de­ğiştirdiğini belirtiyordu. Genel kural olarak o düzeydeki bir Komu­tanın bu tavrı doğal karşılanabilir. Ancak, 27 MAYIS sonrası du­rum ve SUNAY’ın o güne kadar SKB örgütü ile olan ilişkileri göz önüne alınınca tavır SUNAY’ca idi…

SUNAY, daha sonra salondakilere söz verdi. Hemen hemen ANKARA’daki tüm Generaller ve SKB örgütü üyelerinden oluşan dinleyici saflarında suskunluk egemendi. Aslında SUNAY da bunu bekliyordu. Anımsadığıma göre, aksi tezi Kur. Alb. Talât AYDE­MİR, Selçuk ATAKAN, Kur. Alb. Necati ÜNSALAN savunmuş olmalarına karşın yalnız bırakılmışlardı.

Bu durumdan cesaret alan SUNAY: “Silahlı Kuvvet­lerin Bütünü İle İnönü’nün Emrinde Olduğunu Kendisine Arzedeceğim” şeklinde kararını açıkladı.

Salondan çıkanlar bir kez daha bölünmüşlerdi: SUNAY’ın yanında yer alanlar ve O’nun kararına karşı çıkanlar…

SUNAY’a karşı çıkanların politik gerekçeleri haklı olabilir. Çünkü 27 MAYIS öncesi MENDERES-ERDELHUN (Gn. Kur. Bşk.) ikilisinin ilişkilerinden doğan sakıncaların benzeri, bu kez İNÖNÜ-SUNAY ilişkisi için söz konusu idi… Silâhlı Kuvvetleri dün DP’ye hizmet için politikanın içine çe­kenler ne ölçüde suçlu ise, bugün aynı durum CHP için söz konusu olduğuna göre benzer bir suç işleniliyordu…

SUNAY’a karşı tavır alanların, Silâhlı Kuvvetlerin genç ka­demelerine karşı sorumlulukları vardı. Bir anda tavır değişikliğini onlar onaylamayabilir, hiyerarşi dışı, beklenmeyen girişimler yapıl­ması olasılığı gündeme gelebilirdi. Bu kişiler, SKB örgütünü bölün­müş hali ile yaşatma kararı aldılar. “Albaylar Cuntası” deyi­mi gerçekte 19 OCAK 1962’den sonrası için söylenilebilir.

“Albaylar Cuntası”nı böyle bir tavıra iten nedenlerin bir kısmını açıkladım. Kişisel korunma içgüdüsü yanında liderlik kompleksinin de bu kararın alınmasında etken olduğu düşünülebi­lir.

Çatışma başlamıştı.

“Generaller ve güçlüden yana olma ilkesi­ni benimseyen yansız çoğunluk, İNÖNÜ’nün de katkısıyla, Albay­lar Cuntası’na savaş açmış, onları ve yandaşlarını etkisiz hale getirmek için, eylemsel bir kalkışmaya iterek suçlu duruma sokup, ber­taraf etmenin yollarını arıyorlardı”.

Bu uğraşlar sonucu “22 Şubat 1962” olayları yaşandı. “Lider Bunalımı Ve Otorite Zaafı” ile “İktidar Savaşı”nın ah­laksızlıkları açıkça görüldü 22 ŞUBAT’ta…

“Albaylar Cuntası“ üzerinde otorite sağlayabilecek Si­lâhlı Kuvvetlerin genç kesimine egemen olacak güçte komutanlar olsa idi, kuşkusuz Silâhlı Kuvvetler 22 ŞUBAT’ı yaşamazdı. Günün koşullarında eylemciler suçlu sayılmış, ama iktidar onları cezalandı­racak kadar güçlü olmadığı için benzerine rastlanılmayan özel bir afla, suçlu sayılanlar yargılanmadan bağışlanmıştır.

Oysa devleti yönetenlerin, iktidarda sonuçlan mahkûm et­mek için suçun oluşmasını beklemek yerine, onu engelleyecek ön­lemleri almaları gerekmez miydi(27)?

5- Silahlı Kuvvetler Birliği’nin Kuruluş Biçimi

Kanımca anılan örgüt, HAZİRAN 1961-EKİM 1961 “Çan­kaya Protokolü” evresinde etkinliğini kurmuş, MBK’ sini yönlendirmiş ve işlevini kuruluş amacına uygun olarak yerine getirmeğe çalışmıştır. Bu evrede, örgüt içinde üç kuvvet, Kurmay Baş­kanları düzeyinde temsil edilmiş ve üç kuvvet karargâhında bulu­nan generallerin hemen hemen tümü(2S) Genel Kurulda görev almış­lardır. ANKARA’da bulunan Büyük Birlik Komutanları ile Yarbay rüt­besinde bazı karargâh subayları da örgüt içinde bulunmuşlardır. Za­manın Jandarma Genel Komutanı Tuğgeneral Abdurrahman DORUK, çoğunlukla Genel Kurul’a Başkanlık etmiş ve toplantılarda za­bıt tutulmuştur.

6- Silahlı Kuvvetler Birliği’nin Çalışma Biçimi

HAZİRAN 1961-EKİM 1961 evresinde, SKB örgütü Genel Kurulu, her gün mesaiden sonra gündeminde bulunan konuları gö­rüşmek için Jandarma Subay Okulunda toplanıyor ve gündem bi­tinceye kadar çalışmaya devam ediyordu. Alınan kararlar Kur. Alb. Talat AYDEMİR, Dz. Alb. Nazım ORAN, Hv. Kur. Alb. Halim MENTEŞ tarafından Genelkurmay Başkanına arz ediliyordu. Genel­kurmay Başkanı da, Kuvvet Komutanlarını toplayarak alman karar­ları görüşüyordu ve yüzde doksan beş ölçüsündeki bir oran içinde, onaylayarak sonuca ulaşılıyordu.

Karar, Silâhlı Kuvvetleri ilgilendiriyorsa uygulamaya konulu­yor, MBK yetkisinde ise oraya gönderiliyor, SKB örgütü üyesi MBK üyelerinin de katkısıyla uygulanmaya çalışılıyordu.

Silâhlı Kuvvetler Birliği toplantılarının zaptını Hv. Kur. Yb. Tufan AKKOÇ tutardı(2y). Bu konuda daha sağlam ve nesnel bir yargıya varabilmek için, zabıtların incelenmesi zorunluluğu açıktır.

7- Silahlı Kuvvetler Birliği-14’ler Arasındaki İlişkiler

Bu ilişkiyi sürdüren kişi sizsiniz, anılarınızda bu konuya açık­lık getirmeniz gerekir diye düşünüyorum.

Seçimlerden sonra, 22 Şubat ve 21 MAYIS öncesinde, 14’lerle, SKB örgütü üyeleri arasında çeşitli temas ve toplantılar yapılmış­tır. Bunların bazıları 21 MAYIS (1963) dava dosyalarına yansımış­tır. Bunların tümüyle değerlendirilmesi gerekir ki, olaylar aydınlan­sın.

KUZGUNCUK, 9 EKİM 1965 (Yeniden yayın için sadeleştirildiği tarih: 18 NİSAN 1992)

  1. Bu mektup merhum Em. Kur. Alb. Dündar SEYHAN’ın isteği üzerine kaleme alınmıştır. Soruna tam anlamıyla açıklık getirme sa­vında değildir. Bu haliyle bile konuyu madde başlarıyla da olsa gün­deme getirmeye katkısı bulunabilir.
  2. Sayın Dündar SEYHAN, 1965 yılında yayınladığı 27 MAYIS’la ilgi­li “Gölgedeki Adam” başlıklı yapıtında, bu mektubunun bazı sayfalarını yayınladı.
  3. 1970 yılında merhum Hikmet KIVILCIMLI. “27 MAYIS ve Yön Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi” adlı bir yapıt ya­yınladı. Sayın KIVILCIMLI’nın yapıtı başlıca iki bölümden oluşu­yordu: Birinci bölümde merhum Doğan AVCIOĞLU’nun kişiliğin­de temsil edildiği iddia edilen siyasa! Görüş eleştiriliyordu, ikinci bö­lümde ise, başlıca “Gölgedeki Adam” adlı yapıtla bu yapıtta yer alan benim görüşlerim esas alınarak 27 MAYIS hareketi eleştirili­yordu.
  4. “Silahlı Kuvvetler Birliği” gerçekte 27 MAYIS 1960’dan sonra MBK’ sindeki dalgalanmalar üzerine. “Silahlı Kuvvetler”in 27 MAYIS harekâtını amacına ulaştırmak için yapılan bir girişime verilen addır. 1965 yılında kaleme aldığım görüşlere bu­günkü bilincimle baktığımda, birçok konuda fikirlerimin değiştiğini görmeme karşın, yayınlanmış bölümleriyle bir belge değeri kazandı­ğı için, olduğu gibi yayınlanmaktadır. Sadece dilimizdeki olumlu ge­lişim mektuba yansıtılmak üzere sadeleştirilmiştir.
  5. “Genç Kemalistler” davası nedeniyle 1963 yılında Genelkur­may Askeri Mahkemesinde yaptığım savunmamda (yayınlanmadı), daha sonra “Bomba Davası” adlı davada yaptığım savunmanın bir bölümünü 1986 yılında yayınladığım “BOMBA DAVASI Savun­ma 1 ve 2” adlı yapıtlarda, bu konuya yer verilmiştir.

22 ŞUBAT 1962 olayından sonra “Silâhlı Kuvvetler Birliği” dönemine ait belgeler, merhum Talat AYDEMİR’den alan kişiler tarafından başka ellere aktarılmıştır.

1961 Anayasası, 27 MAYIS’ta “Milli Birlik Komitesi” üyesi olanlara ya­şam boyu Senatörlük hakkı veriyordu. Bu kişiler 1980 darbesine ka­dar “Cumhuriyet. Senatosu”nda “Tabii Senatör” olarak görev yaptı­lar.

27 MAYIS’ın birinci yıldönümünde(1961) ANITKABİR’de yapılan tören­de Merhum Behçet Kemal ÇAĞLAR nutuk atıyordu: “Atam müste­rih uyu. Şimdi 23 ATATÜRK var” diye (mealen) Atatürk’ler çoğal­tılmıştı. Bu yanlış tutuma ne MBK üyelerinden ne de dinleyenler­den bir tepki gelmiyordu…(5)

Atatürk’ün Adalet Bakanı Mahmut Esat BOZKURT “Atatürk İhtilali” adlı yapıtında diyor ki: “İhtilal, tarihin alın yazısıdır. Red ve inkârı mümkün olmayan gerçektir”. Kuşkusuz ihtilaller tari­hi tarihe koşutlar. Günümüzde moda olduğu gibi tavırlarla karşı devrimcilerin oyununa gelici bir tavır içine girmek istemem. Top­lumları ileriye götüren tüm devrimler kutsanmıştır. Suçlanması gere­ken “Askeri darbeleredir”.12 MART (1971), 12 EYLÜL (1980) gibi…

21 MAYIS (1960) hiyerarşi dışı olmasıyla 12’li faşist darbelerden ay­rılmalıdır. En azından 1961 Anayasası’nın hazırlayıcısı olmakla de­mokrasi ve özgürlüklerin çığırını açmıştır. 12’li darbeler bile bu olu­şumu engelleyememişlerdir. Bu gelişimi 27 MAYIS’ın hiyerarşi dışı ol­masına borçlu olduğumuzu bugün kabul ediyorum.

4–5 Generalden oluşan “Askeri Cunta”ların emperyalistlerin güdümünde darbe yapıp, faşist uygulamalara başvurduklarını 30 yıllık dünya ve ülke deneyimlerimizle algılamış bulunuyoruz.(6)

Bu tavır daha sonraki olaylarda karşı devrimci güçler tarafından değerlendirildiği gibi, generallerin hiyerarşik faşist darbelerin baş des­tekçisi olmasının da nedeni oldu.

(7) O tarihte Kurmay Binbaşı idim.

(8) 27 MAYIS sonrası bu adla hafta düzenlenmişti.

(9) Bu yazının yazıldığı tarihten 26 yıl sonra TV’den “Demirkırat Belgeseli” yayınlandı. Bu Belgeselde bile, Maliye Bakanlığına HAZİRAN/1960 maaşlarının verilmesi için görevi başına giden Fe­rit Melen’in engellendiğinin belirtilmesi de, kanımızı yıllar sonra doğrulayıcı çarpıcı bir örnektir.

(I0)27 MAYIS sonrasında kurulan “Milli Birlik Komitesi” 38 kişiden oluşu­yordu.

(11)MBK’nin Başkanı Orgeneral Cemal Gürsel’di. Bir anlamda liderin yüksek rütbesi, bir general olması zorunluluğu içinde aranıp bulun­muş ve “Zoraki Lider” yapılmış olduğu için gelişmeleri yönlen­dirme gücü gösterememiş ve bu nedenle de harekât hedeflerine ula­şamamıştır.

(12)13 KASIM 1960’da, MBK parçalanmış 14 kişi Komite’den uzaklaştı­rılarak yurt dışına sürgüne gönderilmiş, kalan MBK üyelerinden ye­ni MBK oluşturulmuştu.

(13) Silâhlı Kuvvetler Birliği ve daha sonrası olası gelişmeler için Roma’da Kara Ataşemiliteri olan merhum Dündar SEYHAN’a bir mektup yazdığımı anımsıyorum. Dündar SEYHAN, mektuptan 14’lerin çoğunu haberdar ettiğini bana söylemiştir. Mektubun aslının Sn. İrfan SOLMAZER’de olduğunu da biliyorum.

(14)Benim de paylaştığım bu görüşün sakıncalarım 12’li darbeler ortaya
koyduğu için, yayınlanan yazı ve yapıtlarımda emperyalist etkilere

açık, kolaycı hiyerarşik darbe düşüncesine karşı çıkarak sürekli eleş­tirmiş bulunuyorum.

(15)Hv. K. K. İrfan TANSEL’in MBK tarafından WASHİNGTON’a gönde­rilmesi girişiminin SKB’ce engellenmesi.

(16) 17 MAYIS’tan birkaç ay sonra 238 General bir gecede emekliye sevk edilmişti.

(17)  Sayın Dündar SEYHAN, Generallerin tasfiyesinde aktif rol üstlen­mişti.

(18)Korg. Cemal MADANOĞLU ve Kur. Alb. Osman KOKSAL gibi.

(19) Örneğin, o tarihte Tuğg. olan Muhsin BATUR da SKB üyeleri ara­sındadır. Yıllarca sonra bu üyeliğini yadsıma girişiminde bulunduğu­nu görünce bu konuda imzasını içeren bir protokolü yayınlamak zo­runda kaldım.

(20)1965 yılındaki görüşlerimi 1992’de okuyanlar bazı kişilerin ve cuntasal örgütlenmelerin savunmasını yaptığım kanısına varabilirler. Oy­sa yaşayarak, işkence labirentlerinden geçerek, küçük burjuva örgüt­lenmelerinin kaypak ve kalleşliğini algılamış “ve” 1975 “yılında yaptı­ğım” özeleştiri ile cuntacılığı mahkum etmiş bulunuyorum. “Kaldı ki buradaki görüşler, 1965 yılında, bir kişiye özel olarak yazılmış bir mektupta yer almıştır”.

(21) Kararnamede Genel Kurmay Başkanı olarak imzası olan kişi Cev­det ŞUNAY’dır bu kişinin Cumhurbaşkanı bile olmasını ülkem adı­na gerçek bir talihsizlik saymış ve bunu sağlığında da yazdığım yazı­larla açıklamışımdır.

(22)Celal ALKOÇ tanıdığım Generallerden en değerlilerinden biri olma­sına karşın, 1961 HAZİRAN olaylarında emekli edilmiştir. Dostlu­ğumuz ölünceye kadar sürmüş ve bu konuya ilişkin söyleşilerimiz ve mektuplaşmalarımız olmuştur. Anılarını değerli varislerinin bugü­ne kadar yayınlamamasını yadırgıyorum.

(23)O dönemde bir gün Harp Okulunda merhum Kur. ALB. Talat AYDEMİR’in odasında oturuyordum. İçeriye Tümgeneral Zeki İLTER girdi. AYDEMİR, ayağa kalkmadığı gibi alaycı bir tavırla

“Gel bakalım İLTER, cebinde teyp taşıyormuşsun beni dinlemeye mi geldin?”

Şeklinde konuşunca İLTER ona doğru yaklaşıp, düğmelerini açtı ve arama teklif etti. AYDEMİR aramadı ve oturmasına izin verdi. Bir anlamda AYDEMİR’e, çevresini saran bu tür insan­ların tavırları cesaret vermiştir denilebilir.

(24)Bu kişinin daha sonra dönemin Başbakanı Süleyman DEMİREL’in girişimleriyle Cumhurbaşkanı yapılmasını anlamak olanaksızdır. Ni­tekim SUNAY’ın ilkel dünya görüşünün ÇANKAYA’ya egemen ol­ması ülkemizde “sol-sağ” çatışmasının başlamasının önemli etkenlerinden biri olmuştur.

(25)SKB örgütünün “İSTANBUL Grubu“ üyeleri “Mürted Protokol”ünden önce benzer bir karar almışlardı.

(26)Seçimlere karşın SKB örgütü dağılmamış, dağıtılmamıştı. Parlamen­to aritmetiğinden hoşnut kalınmadığı için bu örgüt politik gelişimle­ri izlemeyi sürdürüyordu.

(27) İktidarın hatalı tutumunda ısrarı, bir anlamda 21 MAYIS 1963 dar­besinin oluşmasına katkıda bulunmuştur.

(28) Gn. Nihat TOLUNAY, bu tür örgütlenmelere karşı olduğu için ka­tılmamıştı. Tuğg. Faik TÜRÜN’e güvenilmediği için onu örgüte almayı kimse aklına getirmemişti. 12 yıl sonra TÜRÜN, Orgeneral rütbesinde iken “İSTANBUL Sıkıyönetim Komutanı” olarak. SKB örgütü asları olan GÜRLER-BATUR-KAYACANI, “BOMBA DAVASI”nda yanımda sanık olarak yargılayıp intikam almaya çalış­mış ve bir yandan da hasımlarını temizleyip Genelkurmay Başkanı olmaya göz dikmiş ama gücü yetmemiştir.

(29)SKB’ örgütü zabıtları 22 ŞUBAT’ta Talat AYDEMİR tarafından J. Tğm. Cengiz KATUM’a verilmiştir. Bu kişi zabıtları AYDEMİR’e iade etmemiştir. Daha sonra anılan belgeler. Muammer ŞAHİN’İN eline geçmiş hatta ŞAHİN, bir ara belgelerin değerlendirilmesi için bana öneride bulunmuş olup, daha sonra da nerede olduğu kimse­nin bilmediği şekilde ortadan kaybolmuştur.

Etiketler
BENZER YAZILAR
Talat Turhan
Türkiye

1924 Yılında Elazığ’da doğdu. O tarihte babası Elazığ Müdde-i Umumisi (Savcı) idi. Baba tarafı Rize ilinin Çayeli ilçesinin tanınmış ailelilerinden (Şerifoğulları)’na mensuptur. Anne tarafı Elazığ Harput’un tanınmış ailelerinden (Efendigiller) ‘dendir.....

anlaşmalı boşanma

anlaşmalı boşanma