Size Ölmeyi Emrediyorum!
ize Ölmeyi Emrediyorum!
Kıdemli Albay Emelki Fikret GÜNESEN
İLERİ YAYINLARI
Birinci Basım MART 2006
(Talat TURHAN’ın Önsözü)
Emekli Kıdemli Albay Fikret Günesen, Harp Okulu’ndan dönem arkadaşımdır. 1944 yılında beraber mezun olduk. Albay Günesen’in elinizdeki kitabı, Çanakkale Savaşları üzerine en derli toplu, en doğru bilgilere sahip, ama aynı zamanda Çanakkale Savaşları hakkında bir şeyler öğrenmek isteyen ancak askeri bir eğitimi olmayan okuyucunun da takip edebileceği bir dille yazılmış kitaplardan birisi. Bu açıdan gerek kitap üzerine gerekse destanı üzerine söyleyebileceğim pek fazla bir şey yok. Yalnızca bu savaşla ilgili başımdan geçen kısa bir anekdotu ilgi çekici bulduğum için size aktarmakla yetineceğim:
1954 yılının Eylül ayında Kore’de 5’inci Türk Tugayı’nda uçaksavar batarya komutanı muavini olarak görevli bulunuyordum. Bataryamız SEOUL’un 60 km. kadar kuzeyindeki bir yerde konuşlanmıştı.
SEOUL’un yaklaşık yaklaşık 450km. güneyinde PUSAN Limanı’nda Birleşmiş Milletler Şehitlik bulunuyordu. Yollar hem çok kötü hem de güvensiz olduğu için şehitliği ziyaretine ancak ödül amacıyla gidilmesi olanaklıydı. Uçaksavar bataryamız Amerikalıların denetiminde bir atış kampında olağanüstü başarı gösterdiği için bizleri şehitlerimizi ziyaretle ödüllendirdiler. Batarya Komutanı Yüzbaşı Namık Biçer, Batarya Komutan Muavini ben (Yüzbaşı Talat Turhan) ve Üsteğmen Nevzat Ertuş bir jiple SEOUL’den hareketle PUSAN’daki bir askeri kampa yerleşip oradan Birleşik Milletler Şehitliği’ni ziyarete gittik. Şehitlik olağanüstü düzenli her gün bakılan yeşil çim saha şeklinde olup Hıristiyanların başına konulan bir haç, Müslümanlarında ay yıldızlı bir tahta bulunuyordu ve üzerlerinde de bir metal parçayla isimler yazıyordu.
Şehitlik ziyareti esnasında kaldığımız kampta bir gün akşam yemeği için restorana gitmiştik. Restoran olağanüstü güzel dekore edilmiş bir mekân olup kolalı önlüklü genç Koreli kızlar servis yapıyorlardı. Yemek çeşitleri sınırsızdı. Ve yemek yemek için bir imza atmanız yeterliydi. Buna karşılık örneğin bir içki içmek isterseniz bir duble viski on sent idi. Salona girdiğinizde içerde “Panmunjon Mütareke Komisyonu”nda görevli T. K. isimli bir Türk diplomatının bir masada oturduğunu gördüm.
Diplomatımız ne yazık ki üç Türk subayını görmemezlikten geldi. Bu olayın sıkıntısını yaşıyordum ki, bir doksan boyunda bir Avustralyalı Üsteğmen masamıza geldi. Esas duruşta “Ben Gelibolu’da savaşmış bir Anzak subayının oğluyum. Babam beni Türk sevgisiyle büyüttü. İlk defa bir Türk görüyorum. İzin verirseniz masanızda oturmak sizinle tanışmak istiyorum.” dedi.
Mutlu olmuştuk. Masamıza oturttuk. Avustralyalı Üsteğmen özlemini gidermek için sohbet etmeye koyulduk. Ancak Üsteğmende bir tedirginlik sezdiğim için İngilizceyi iyi bilen arkadaşım Nevzat Ertuş’tan sormasını rica ettim. Meğer kız arkadaşı varmış. Onu da davet ettik. Eğer soru sormasaydık kız arkadaşını bırakıp bizimle sohbet etmeye devam edecekti.
Sanıyorum dünya savaş tarihinde hiçbir ulus düşmanı üzerinde babadan oğula hatta torunlara kadar geçen bir hayranlık ve saygınlık yarattığının örneğine rastlanamaz. İşte Çanakkale destanını yaratanların büyüklükleri bu örnekle de kesinlikle görülmektedir.
Mustafa Kemal’in ÇANAKKALE’de ölen Anzak’lıları misafir gibi kabul etmesi de zaten yüce ruhlarının bir yansıması değil midir?