1
SÖYLEŞİ

STV Aykırı Pprogramı

STV AYKIRI PROGRAMI
KONU: ÇETELEŞME KİTABI ÜZERİNE-1-2
TARİH:25 Haziran 2002
SUNUCU: ÜNAL İNANÇ
KATILIMCI: TALAT TURHAN

Ünal İnanç: Merhaba Türkiye, merhaba Türkiye’min güzel insanları, bugün çok değişik bir aykırı programı izleyeceksiniz. Bu program yayınlandığında konuşmacılardan bir tanesi dünyada elini eteğini çekmiş olacak. Bu bant 25 Haziran 2002 tarihinde aykırı stüdyolarında dolduruldu. Bir devre ışık tutması, Türkiye’nin nereden geldiğinin, nereye gittiğinin tartışılması için. Devlete talip olan, devlete talip olup alışılmışın dışında bir mücadele şeklini benimseyen bir ihtilalci, bir ağabey, şahsına ve fikirlerine saygı duyduğum, tüm fikirlerini paylaşmasam bile onların nasıl ince bir süzgeçten ve araştırmadan geçtiğini bilen bir insanım. Kendisini bundan yaklaşık 28 yıl önce tanıdım. 1974’de çıkan bir af kanunuyla sıkıyönetim mahkemelerinden yakasını sıyırmıştı. Ama nasıl bir sıyırma, ben af edilecek bir suç işlemedim, bu affı kabul etmiyorum, mahkemeleşelim diye direnen inat eden bir insandı. Yapılan yargılamanın ve yargılamaya ışık tutan sorgulamanın tamamıyla hukuk dışı olduğunu ve kasti olduğunu, bunu bir insanlık suçu olduğunu iddia ediyordu. Ben ona inandım, inandım ve başımı da belaya soktum. İşkenceciler diye bir dizi yazıyı o dönemde çalıştığım haftalık Yedigün Dergisi’nde yayınlamaya çalıştım. Bir süre yayınlandıktan sonra durdurdular. Daha sonra Poleteral Devrimci Aydınlık grubu diye anılan o dönemin Türkiye İşçi Köylü Partisi adıyla örgütlenen Doğu Perinçek’in Aydınlık Gazetesi’nde Kontrgerilla olarak yayınlandı ve büyük çalkantılar yaptı. Bu fikri, bu olayın yazılması gerektiğini bana kimse telmih etmemişti ama ben Talat Turhan’ı tanıdıktan sonra onun yaptıklarına saygı duymanın her insanın bir borcu olduğuna inandığımdan bunu yaptım. Hatalarım olmadı mı bu yazı dizisinde? Oldu. Bu yazı dizisi amaçlananın dışında, başka şeylere alet olmadı mı? Oldu. Bir takım teröristler, biz bu yazı dizisinden esinlenerek şunu bunu öldürdük dediler. Ne yazan ne bunu araştıran kişiler böyle bir şeyi arzulamamıştı. Efendim hoş geldiniz, şeref verdiniz, bizi onurlandırdınız.

Talat Turhan: Teşekkür ederim. İltifatlarınız için de ayrıca teşekkür ederim. Bana bu tarihsel fırsatı verdiğiniz için de size minnettarım. Buyurun sorularınızı bekliyorum.

Ünal İnanç: Şimdi efendim, elimde son kitabınız var (Çeteleşme). Bunun başından birkaç şey okuyup izleyenlere onun arkasından da size bir sorum olacak.

Talat Turhan: Ondan sonra bir kitap daha çıkarttım. 27 Mayıs’tan 28 Şubat’a Devrimci Bir Kurmay Subay’ın Etkinlikleri.

Ünal İnanç: Anladım. Şimdi 1924 doğumlusunuz. Allah daha yaşınızı arttırsın. 1944’te Harp Okulu’nu bitirmişsiniz. 1960’da, 27 Mayıs’tan sonra Milli Savunma Bakanlığı Özel Kalem Müdürlüğü’nde bulunmuşsunuz. 1962’ de 22 Şubat’ta Afyon’a sürülmüşsünüz. Genç Kemalistler Ordusu adlı davada üç buçuk yıl askeri yargıda yargılanmışsınız ve 42 sayılı yasayla emekliye ayrılmışsınız. Yaş da o zaman 42’yi bulmuyor, emekliye ayrıldığınızda.

Talat Turhan: 40

Ünal İnanç: 40. Ondan sonra Bomba Davası diye üst düzey generallerin çatışmasında size de ikramiye vurmuş, Ziverbey İşkence Köşkü’nü ziyaret etmişsiniz. 1972-1974 yılları arasında Selimiye Askeri Ceza Ve Tutukevi’nde tutuklu kalmışsınız.

Talat Turhan: Evet.

Ünal İnanç: 1986’da Bomba Davası Savunma 1, gene aynı yıl Bomba Davası Savunma 2, 1989’da Doruk Operasyonu, 1993’te Özel Savaş Terör Ve Kontrgerilla, 1993’te Kontrgerilla Cumhuriyeti, 1999’da Emperyalizmin Bataklığında İstihbarat Örgütleri adlı kitaplarınız yayınlanmış. Çeteleşme ve 27 Mayıs’tan da bahsettik. Evet şimdi…

Talat Turhan: Evet.

Ünal İnanç: Bu kitabın ön sözünde şöyle bir olay var. “Bu kitabı işkence gören, faili meçhul cinayetlere kurban giden, yargısız infazlara uğrayan halkıma ve evlatlarının kayıpları yüzünden yürekleri yanan Cumartesi Anneleri’ne ithaf ediyorum.” diyorsunuz. Ben bütün bunları, şahsınıza karşı haksız muamelelerden dolayı mı bu araştırmalara girdiniz, bu kitapları yazdınız?

Talat Turhan: Şimdi efendim ben 1964 yılının 14 Ağustos’unda 42 sayılı yasayla resen emekliye ayrıldım. 42 sayılı yasa idareye 1960 yılından 1965 yılına kadar istediği kişiyi emekliye ayırma hakkını tanıyordu. Bu yasadan yararlanmak suretiyle başlangıçta 5.000 – 6.000 subay emekliye ayrıldı ki onlara daha sonra EMİNSU- Emekli İnkılâp Subayları ismi verildi. Daha sonraki 5 yıllık süreçte, birkaç yüzü geçmez, daha ziyade 1960 sonrası devinimlere katılmış, antiemperyalist, Kemalist  kişiler ayıklandı. Onlardan bir tanesi de benim. Yalnız benim açımdan bir haksız tasarruf söz konusu. 1960 sonrasında herkesten dilekçe almak gibi bir mecburiyet getirdiler. Dilekçe vereceksiniz, emeklilik talep edeceksiniz, eğer dilekçe vermezseniz idare emekli etme hakkını elinde tutuyordu. Dilekçe verirseniz 2 ikramiye vereceğiz. Şimdi böyle bir zorlamada binbaşı – albay rütbesinde olan herkes dilekçe verdi.

Bir gün 39. Tümen Kurmay Başkan’ı beni çağırdı, ben de orada G-3 Harekat Eğitim Şubesi’ne bakıyorum, yanında subaylar da vardı, bana hitaben, “Binbaşım siz dilekçe vermemişsiniz. 2. Ordu Bölgesi’nde dilekçe vermesi gereken 682 üst rütbeli subay var onların içinde tek istisna sizsiniz. Bu davranışınızla Milli Birlik Komitesi’nin icraatını tasvip mi etmiyorsunuz?” O dönemde etmiyorum diye yanıt vermek emekliye ayrılmak için yeterli bir sebepti. Ama ben Kurmay Başkanını “Etmiyorum” diye yanıtladım. Neden dedi? “Varsayın ki şu anda ihtisasımı yapmış bir doktorum. Devlet bana diyor ki sana 15.000 TL fazla vereyim, mesleğini yapmaktan vazgeç. Ben satılık adam değilim, eğer yararlı değilsem 15.000 TL fazla vermeden de beni emekliye ayırabilirler. 42 sayılı yasa gereğince dilekçe vermeyen subayı devlet ilk toplu emeklilikten sonra emekliye ayıramaz. Emekliliğim yasaya aykırı bir tasarruf olarak gerçekleştirilmiştir. Emekliye ayrıldığım tarihte devremde bulunan bütün kurmay subayların kıdem bakımından birincisi durumunda bulunuyorum, aynı zamanda da eğer 30 Ağustos’u 1964’ü bekleselerdi, 16 gün sonra albay olacaktım. Böylelikle kişisel kin ve ideolojik karşıtlık nedeniyle yasadışı bir uygulamayla emekli edildim. O arada da Genç Kemalistler Ordusu adlı bir davada da yargılanıyordum. Genç Kemalistler Ordusu adlı dava 19 Nisan 1963. Nedir bu dava? Benim bulunduğum Batı Anadolu’da bulunan subaylar, çoğunluğu genç subaylar, Kemalist ilkeleri içeren bir bildiri dağıtmışlar. Bildiriyi ben gördüm fakat yazmadım. Şimdi yapacağım iki şey var. Bildiriden haberdar olduğum andan itibaren ya ihbar ederim ya da onlara katılırım.

Ünal İnanç: Bir suç unsuru var mıydı bildiride?

Talat Turhan: Şimdi oraya geleceğim. Katılırım. Tabi ihbar benim karakterimde yok. Katıldım. Gayet masumane, bir ihtilal yapmayı amaçlamayan, bir ittihat ve terakki özentisi bir kadrolaşma, hatta içinde general de var, askeri yargıç da var, astsubay da var, sivil de var, emniyet müdürü de var, oto parçacısı da var. Bu tip bir örgütlenme Türkiye’de yapılmamıştır, daha örgütlenme safhasında değil, fikir düzeyinde bir beyanname dağıtılıyor, Genç Kemalistler Ordusu beyannamesi. Yazan kim? Yazan, Allah rahmet eylesin, çok değerli bir subay, Yüzbaşı Salih Zeki Yılmaz. Ama mahkemede bana mal ettiler. Ben karakterim icabı Yüzbaşı Salih Zeki Yılmaz’ı ele vermedim. Desem ki bunu Yüzbaşı Zeki Yılmaz yazdı paçayı kurtarırım. Bildiri yakalanınca, 19 Nisan 1963 günü General Memduh Tağmaç özel savcılarını ve özel subaylarını bir uçakla göndermek suretiyle Afyon’da bizi tutuklamak istiyor. Oysa ki o tarihte bir arkadaşımla birlikte İzmir Hastanesi’nde ameliyat olmuş durumdayız, aslında Afyon’da Batı Menzil Komutanlığı olduğuna göre hem Adli Amirlik hem de görevli askeri savcı ve yargıçlar bulunduğuna göre normal olarak göz altına alma işleminin bu kanalla yapılması gerekirdi.  Savcı subaylar, yani oranın savcısı da var subayı da var bir emir verir alır. Demek ki oradaki kişilere güvenmiyor. Bir adli amirlik bölgesi orası. Ertesi gün uçak geldi bizi almak istedi. Özel bir C-47 Dacota uçağı. Çok namuslu bir doktor Rebi Gencer, yanlış anımsamıyorsam, hastamı bir haftadan evvel kimse elimden alamaz dedi. Bir hafta daha kaldık, bir hafta sonra bir daha özel bir tayyare geldi. Özel tayyare ile Ankara’ya geldik. Ankara’da çok tehlikeli sayıldığımız için taksi roota gitmedi, pist başında bir cip geldi yanaştı yanıma, içinden bir topçu yarbayı çıktı. Topçu yarbayı sarıldı bana, kulağıma dedi ki “Çok özür dilerim, bu vazifeyi ben kendim aldım. Başkası gelirse seni rahatsız eder. Beni bağışla. ”.  Yani bu gibi kötü şeylerde bu kadar olumlu yönlere de rast geliyorsunuz…  Ve de cipin arkasına oturdu, beni önüne oturttu. Geldik, Merkez Kumandanlığı’nda o zamanın Merkez Kumandanlığı şu stat otelinin yanında, MİT binasıyla stat arasında bir yerde, merkez komutan muavininin odasını bana hazırlamışlar. Yani muavin odayı terk etmiş. Gözaltındayım, her türlü konfor var bir tek telefon etmem yasak. Kapıda posta da var yani çok uygun şartlardayım. Ondan sonraki şartlara göre akıl almaz ayrıcalık. Şöyle orada bir ay falan göz altında kaldım. Soruşturma yapılıyor. Genç Kemalistlerin bildirdiği o belgede suç unsuru olmadığı ortaya çıkıyor ve de kovuşturmaya mal olmadığı kararı veriliyor, 20 Mayıs 1963 günü. O işin başında olan kişi de Durmuş Yüzbaşı,  Hakim Durmuş benim dostum, arkadaşım, o gece heyecanla gidiyor, Bahçelievler’de bulunan eşime “ Müjde, bu mesele kapanmıştır.” diyor. “Bütün imzadan geçirdim, genel kurmay başkanını bulamadım, genel kurmay başkanı imza ettiği vakit yarbayım tekrar görevine dönecek.” diyor.

Ünal İnanç: Affınıza sığınarak…

Talat Turhan: Estağfurullah.

Ünal İnanç: O dönemde Hâkim Durmuş için dostumdur dediniz…

Talat Turhan: Afyon’da beraberdik.

Ünal İnanç: Beraberdiniz.

Talat Turhan:  Afyon’da beraberdik. Oradaki çoğu zaten benim dostum oldular. Hatta bir tanesi, Doğan diye soy ismini söylemeyeyim, aramadan evvel bir gece benim evime sokuyor bir asker onu arama yapıyor. Yani Memduh Dağmaç’ın heyeti aramadan evvel benim bir askeri hissediyor evimin aranacağını, biz evde yokuz, eşimde yok ben de yokum, bir hakim yüzbaşıyı getiriyor bir gece evvel, pencereden sokuyor aratıyor. Yani bu kadar dostlarım var.

Ünal İnanç: Bir şey yok evde?

Talat Turhan: Evde bir şey yok. Asker ilk önce giriyor aramaya…

Ünal İnanç: Ben anlamadım.

Talat Turhan: … ben ne anlarım diyor, bu sefer gidiyor kaldırıyor Doğan isimli hakim yüzbaşıyı, diyor ki “ Benim bildiğime göre sayın yarbayımın arkadaşısınız. Yarın evini arayacaklar. Gidip arayacağız.” Hakimi pencereden sokuyor. Tabi o arada da belli olmasın diye kibrit çakıyorlar, kibrit çöplerini görünce ertesi gün hakimler bu ev aranmış diyorlar. Şimdi evde zaten bir şey yok. Böyle de dostluklar oluşuyor. Durmuş da bunlardan bir tanesi. Vefat etti.

Ünal İnanç: Allah rahmet eylesin.

Talat Turhan: O gece 21 Mayıs 1963 başkaldırısı oluyor. Bizim soruşturmaya mahal olmadığı kararı rafa kaldırılıyor, sıkıyönetim ilan ediliyor ve de Cemal Tural 2. Ordu Kumandanı olarak Konya’dan Ankara’ya geliyor. Bizim soruşturmaya mahal olmadığı kararı önüne konuyor. Şöyle fırlatıp atıyor, bu adam da onlarla beraber diyor. Bu adamı alın ve asın diyor.

Ünal İnanç: Aferin. (!)

Talat Turhan: Olmayan bir dava diriltilmeye çalışılıyor. 3 ay 21 Mayıs’ın lider kadrosuydu. Hepsi ihtilalden men halindeler.  Onlarla tek tek benimle ilgili sorgular yapılıyor, bunlar zabıtlarda var, mahkeme zabıtlarına geçmiş şeyler söylediklerim, aksine 21 Mayıs’ın olmaması için çok büyük bir çaba sarf ettim ben o dönemde.  Ben Türkiye’de bir devinim istiyorum ama sonuca ulaşan bir devinim istiyorum. 21 Mayıs’ın Türkiye’de mevcut olan bir ilerici potansiyeli deşarj edeceğine inandığım için 21 Mayıs’ın olmaması için çaba sarf ediyorum. O çabayı yeterli görmediğim için gittim ameliyat oldum, biraz tedbir alayım da biraz daha çaba sarf edeyim diye. Esas uğraşım o. Şimdi neyse… bağlayamıyorlar beni 21 Mayıs olayına. Bu arada bütün şartlar değişti, beni kaldırdılar o Merkez Kumandanlık’daki özel koşullardan, götürdüler Mamak Askeri Cezaevi’ne koydular. İlginç bazı olaylar oluyor. Mesela Sadık Altıncan adında bir Emekli Oramiral…

Ünal İnanç: Benim komutanımdı.

Talat Turhan: Evet. Yassıada’yı yaptırmış ama hapishane olarak yaptırmamış. Orayı kışla olarak yaptırmış. Gitti orada hapsoldu. Şimdi ben de burada Milli Savunma Özel Kalem Müdürlüğü yapıyorum. Bakan dedi ki bir gün, hadi bir 28. Tümen’e gidelim, gittik. Orada bir dere içinde, oradan bir yol geçiyor, yolun da altında bir yer, hapishane yeri olarak seçmişler ve de insanat da yapmışlar.  Bu arada sordu Muzaffer Alankuş, ne diyorsun dedi. Dedim ki efendim burada hapishane olmaz. Yolun altında yani yoldan bakan kişi görür, tozu toprağı görürüz, batarız falan filan… başka yer seçelim dedi. Gittik o bugünkü Mamak yerini birlikte seçtik. Sonra da temelini de o zaman ki Merkez Kumandanı Kurmay Albay Selçuk Atakan atmış o da oraya geldi. Yani kazdığımız kuyuya düştük. Şimdi askerlikte yazılı kurallar var, bir de yazısız kurallar var. Yiğidi öldüreceksin ama hakkını da vereceksin. Biz galiba bunu hep ihmal ettik Türkiye’de. Mesela 1960 yılında bana Milli Birlik Komitesi’nden emir geldi. Yani tümene geldi, icrasını yapacak makam benim, makamda ben oturuyorum. Adana valisini, Adana Emniyet Müdürünü Abdullah Çilli’yi ve bilmem ne Kuzeyli tutukla, en seri vasıtayla Ankara’ya gönder. O zaman çok iştahlı insanlar var bu işeri yapmaya, bizde de böyle salaş pikaplar var, akşam saatleri geldi, biz şimdi salaş pikapları vereceğiz, valiyi, emniyet müdürünü o saatte Toroslar’dan aşıracağız, yolda giderken böbrek taşı düşer, bilmem nesi olur gider yani. Durun arkadaşlar dedim, bu adamlar devleti temsil etmiş insanlardır, asacaksanız bile geçmişteki makamına hürmet ederek davranacaksınız. Ben bunlara ertesi günü birer topçu uçağı vererek gönderdim. Yanlış anımsamıyorsam Tanca soy isimli birisiydi vali, emniyet müdürü de Zülfü Ağar’dı.

Ünal İnanç: Mehmet Ağar’ın babası.

Talat Turhan: Babası. Şimdi bunun gibi mesela bir Cezayir’in Fransa’dan ayrılmasında Salan var. Karşı çıktı devletin kararına, isyan etti Cezayir’i vermem dedi, adam suç işledi, mahkûm ettiler ama bir villada yaşamak kaydıyla. Bunlara dikkat etmek lazım diye düşünüyorum.  Göz ardı ettik, insanları geçmişteki onur ve haysiyetini hiçe sayarak davranışlar içinde bulunduk bu arada geçen süre içinde.

Şimdi kalktık gittik cezaevine. Ordunun rütbeli yarbayıyım. Yazılı değil ama yazısız bir kural var. Beni yarbay arayacak, hapishaneye gidince arama var, o bir kural, ona karşı çıkmıyorum ama yarbay arayacak. Hapishane müdürü binbaşı ve sınıf arkadaşım ne yazık ki. Gelip o arayacak. Astsubay aratıyor beni. Bu benim kişiliğime hakaret değil, benim taşıdığım rütbede bulunan herkese hakarettir. Şiddetle karşı çıktım. Allak bullak ettim orayı. Aranmadan girdim içeri. Girdik, berbat bir koğuşa verdiler bizi, zaten normalde hapishanede konforu kimse beklemez.

Ünal İnanç: Affınıza sığınıyorum, eski bir hapishaneci olarak Mamak Cezaevi yapılmadan önce ben Soğuk Kuyu Askeri Cezaevi’nde kaldım.

Talat Turhan: Evet.

Ünal İnanç: Soğuk Kuyu Askeri Cezaevi iki bölümden oluşuyordu. Bir yukarıda kız teknik okulunun yanındaki erat ve sivillerin barındığı bölüm bir de aşağıda Rüzgarlı Sokak’ın tarafında subay cezaevi. Sizin gittiğiniz de subay, astsubay…

Talat Turhan: Biz gittiğimiz vakit oraya, ikinci suçlardan adi suçlar da dâhil olmak üzere mahkum olmuş askerler, kişiler vardı. Hiç unutmuyorum, Ali Dayı diye bir adam 3 adam öldürmüş, oranın ağasıydı. Hapishane yönetimi çok büyük baskı kurmuş, ben de biraz baskıya karşı çok tepki gösteren bir adamım.

Ünal İnanç: Konyalı mıydı Ali? Ali Konyalı mıydı?

Talat Turhan: Hapishane müdürü mü?

Ünal İnanç: Yok yok. O Ali.

Talat Turhan: Bilmiyorum nereli olduğunu, Ali Dayı diye bir adam. Orada akıl almaz bir baskı kurmuş, yani devletin hapishane yönetmelikleri var, ona kimse ses çıkartmaz, nedense bütün hapishanelerde o yönetmeliği otuz kere aşan uygulamalar yapılıyor. Bütün isyanlar misyanlar da buradan çıkıyor. Şimdi orada böyle akıl almaz bir baskı var. Ben de o baskının üzerine gidiyorum bütün gücümle. Tabi böyle bir davranış sergilediğiniz vakit, siz daha iyi biliyorsunuz o psikolojiyi, o hapishanedeki adamlar size medyun-u şükran oluyor. Baktım, Ali Dayı geldi, benim ranza değil de böyle çift, altlı üstlü karyolama, ben üstte oturuyorum. Geldi bana oturdu falan, merhabalaştık, sohbet etti, bana tespihini verdi Ali Dayı. Meğer tespihini vermek hapishanede dayılığı teslim etmek anlamındaymış, biz o raconları bilmiyoruz. Böyle bir şeydi ilk zaman. Sonradan…

Ünal İnanç: Sizin bulunduğunuz dönemde rahmetli Aydemir, yok mu onlar?

Talat Turhan: Sonradan Aydemir, onlar başta ihtilattan men halindelerdi. Sonradan Aydemir ve bütün arkadaşlarını oraya getirdiler. Sırf subaylara yönelik bir hapishane oldu. Şimdi benim ilk gittiğim zamanda orada, sanıyorum, 10 bir tarafta 10 bir tarafta 20 tane hücre var. O hücrelerde de bakıyorum gariban gariban adamlar yatıyorlar, çoban kılıklı falan filan, zavallı adamlar yatıyorlar. Ya kim bunlar dedim.

Ünal İnanç: Casus.

Talat Turhan: Bunlar dediler casus. İşte çobanmış adam yanlışlıkla bunların arasına geçmiş casus diye getirmişler. İki tane adamı gözüm tutuyor bunlar casus olabilir diye. Bir tanesi İsrail casusuymuş, bir tanesi de Rus casusuymuş. Gözüm tutuyor o adamları çünkü onları aydınlığa çıkartıyorlar, havalandırmaya çıkartıyorlar, bizim koğuş da havalandırmaya bakıyor, bir tek onları gözüm tutuyor. Sonradan bu Aydemir ve arkadaşları, Türkeş’i de almışlardı, getirdiler, hücrelere koydular ama ilk zaman ki uygulamada hücrelerin kapılarını açık tutuyorlardı. Bu casus denilen adamları da getirdiler bizim yandaki koğuşa koydular. Diyelim ben 25. koğuştayım, casuslar da 26. koğuşta. Bana göre çok büyük bir ayıptır yani en azından dün ki silah arkadaşını, dün beraber ihtilal yaptığı arkadaşını casusa tercih ediyor. Casusu hücreden çıkartıyor, kendi arkadaşını hücreye koyuyor. Bu ayıp bir davranıştır. Şimdi o arada ben çok büyük haksızlıklar gördüğüm için ve de Cemal Tural’ın dilekçeye kızdığını da bildiğim için her gün bir dilekçe gönderiyorum. İşte filan talimatın filan maddesine göre muaz astsubaylara gelen mektuplar açılmayacağı halde filan günü ekli zabıtta da görüleceği gibi bana gelen mektup açılmış gelmiştir, sorumlular hakkında gerekli muamelelerin yapılmasını sonucunun tarafıma bildirilmesini arz ederim. Yani her gün bir bahane buluyorum. Her gün Sıkı Yönetim Kumandanlığı’nın önüne bir dilekçe bırakıyorum, aldığı vakit asabı bozuluyor, havaya kalkıyor adam. Bu böyle bir hafta on gün devam etti. Dilekçem gidiyor muntazam. Şimdi çağırıyor hapishane müdür yardımcısını, Binbaşı Necdet Erzeren, Allah selamet versin, namuslu bir adam, 6 ay olmuş geleli, 3 çocuğu var, nedir bu diyor, bağırıp çağırıyor falan, kendi de talebesi 47’li, 47’lileri severdi Cemal Tural. Onlara işkence yapacaksınız, bir daha dilekçe falan istemem diye bağırıyor, o da diyor ki efendim yasal gereği odur, yasadışı bir emri ben tatbik etmem, sizin eğer böyle bir arzunuz varsa yazılı emir verin. Adam kendini Carşum’da buldu. Amasya’nın Carşum kazasında buldu. Necdet Erzeren. Ben dilekçeye devam ediyorum, bu sefer demiş ki Garnizon Kumandanı Nuri Hazer’e, git bu herifi sustur. Nuri Hazer mahiyetiyle beraber geldi, hapishaneyi dolaşıyor, ben de benim için geldiğinin farkında olduğum için o A koğuşuna gidiyor, ben B koğuşuna gidiyorum, o C koğuşuna gidiyor, ben D koğuşuna gidiyorum rastlayıp da konuşacak benim için geldiği belli olmasın diye rastlaşacak. Baktı ki rastlaşmıyor, giderken beni çağırttırdı, ben Nuri Hazer’in karşısına çıktım. Nuri Hazer’le de biz müşterek örgüt üyesiyiz. Nereden? Silahlı Kuvvetler Birliği Örgütü üyesiyiz. O içeride yatan adamlarla da beraber aynı örgüt üyesi. Hatta Nuri Hazer gezerken o koğuşların önünden…

Ünal İnanç: Cemal Tural Silahlı Kuvvetler Birlik Örgüt üyesi değil miydi?

Talat Turhan: O bir ara girdi ayrıldı…

Ünal İnanç: Ayrıldı mı?

Talat Turhan: Sonradan da büyük bir kom tekse uydu oraya karşı… Şimdi, geçmiş olsun dedi bana, teşekkür ederim dedim, bir arzun var mı dedi, bir arzum olduğu vakit dilekçe veriyorum dedim ona, dilekçeye ne lüzum var biz geldik buraya söyle yapalım dedi, efendim ben dilekçeyi arzularım yerine gelmesi için vermiyorum, siz de zaten benim isteklerimi yapamazsınız, bir zulüm dönemi yaşıyoruz, ben bu dönemden vesika toplamak için dilekçe veriyorum dedim. Etrafında böyle yalakları var, onlar araya atlıyorlar araya beni dövsünler diye, ben de tedbirimi almışım benim de arkamda hapishaneciler var. Öyle bir şey yapsalar ben galip geleceğim yani.

Ünal İnanç: Nuri Hazer sizden kıdemli mi?

Talat Turhan: Yok, benden çok kıdemli. Ama efendi terbiyeli adamdır, kibar bir adam. Yürekli de bir adam. Mesela 22 Şubat’ta Genel Kurmay Başkanı, 2. Başkanı, Kara Kuvvetleri Kumandanı, Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı ateş emri verememiştir, tek atış emrine imza atan kişi Nuri Hazer.

Ünal İnanç: Ne o zaman?

Talat Turhan: 28 Tümen Kumandanı Tümgeneral.

Ünal İnanç: Tümgeneral.

Talat Turhan: Evet Nuri Hazer. Bizim karşımızda o zaman ama yiğidin hakkını da vereceksin. Böyle bir şeyden sonra başka dedi, başka ne var dedi, başka bir şey var dedim, yazıklar olsun bize Harp Akademisi’nde biyografik istihbarat dersi gösteriyorlar, şurada 150 tane ihtilale teşebbüs etmiş subay var, şurada da 20 tane casus var dedim, bu adamlar biyografik istihbarat yapıyorlar, milyarla bunu kimse ele geçiremez dedim.  Biz burada ne yapıyoruz, ne ediyoruz, kime küfür ediyoruz falan filan… hepsini öğreniyorsunuz dedim, ne güzel bir şey. Bu gaflet nasıl yapılıyor dedim ve dedim ben kurmay subayım, iyi kötü rütbem de var, burası da Türk hapishanesi paramla gazete alıp okuyamıyorum dedim. Şu Yusuf Hocaoğlu var ya dedim Rus casusu o buraya gazete sokuyor, ondan alıp okuyorum dedim yahu. Bu kadar ayıp olur, bu kadar adamları utandıracak örnek olur. Ama ben bu çelişkiyi ortaya koymak zorundayım. Yıllar sonra Yusuf Hocaoğlu’na rast geldim, avukat olmuş. Yedek subayken 21\5 harita Ruslara verirken yakalanmış Yusuf Hocaoğlu.

Ünal İnanç: Efendim, Yusuf Hocaoğlu? Hocaoğlu değil mi?

Talat Turhan: Hocaoğlu.

Ünal İnanç: Soy ismi Hocaoğlu. Şanslı adammış, asmamışız. Kısa bir ara verelim devam edelim.

Talat Turhan: Tamam efendim.

Ünal İnanç: Kısa bir ara efendim.

Ünal İnanç: Ne oldu bu Milli Birlik Komitesi? Bu ülkenin şartlarına dur diyecek olay, niye böyle oldu da 65’deki bu olaylar başınıza geldi?

Talat Turhan: Bu sohbet uzayacak biraz.

Ünal İnanç: Uzasın, iki bölüm de yayınlarız.

Talat Turhan: Hamit Fendoğlu deyince, ben de Hamit Fendoğlu’ndan bahsetmek zorundayım. Hamit Fendoğlu rahmetli oldu gitti. Malatya’da da en büyük caddeye ismini vermişler, onu da biliyorum. Herkes haddini bilmesi lazım. Şimdi kıytırık bir politikacı, orduya kabadayılık tasladığı vakit ordu da buna karşı tepki veriyor. Bu dün de böyleydi, bugün de böyle, yarın da böyle olacak.

Ünal İnanç: Sizin meşhur bir Nuri Beşer olayınız var…

Talat Turhan: Evet. Oraya da geliriz isterseniz… Şimdi bir gün benim Petrol Ofisi’nde arkadaşlarım var, onları ziyarete gittim. Genel müdürü tanıyorum, genel sekreteri tanıyorum, yardımcısını tanıyorum, satış müdürünü tanıyorum. Öyle bir dönem. Hani onlar da bana benzin istasyonu teklif ediyorlar. 100 tane benzin istasyonu sahibi olabilirim eğer istersem. Bunlara girmedim ben hayatta, prensip olarak girmedim. İbrahim Yıldız diye bir çocuk, genel sekreter, 49’lu falan, Bingöllü, vefat etti. İbrahim dedim Mühendis Mehmet Örs’ü işe alacaksın. Emrin olur dedi. O arada da bir adam “ Albay! Albay buraya gel. ”  diyor. “Git kapıdaki şoförüme söyle beni beklemesin.” Diyor.

Ünal İnanç: Genel sekreteri?

Talat Turhan: Orada albaymış, emekli bir albay. Albay albay gel buraya falan diyor. Adamı tanıyorum, emekli kurmay albay. Başımdan kaynar su döküldü. Tepki bakıyorum, hiç tepki yok. Ve gitti kapıdaki şoföre postalık yapıyor kurmay albay. Kime? Hamit Fendoğlu’na. Olmaz. Herkes haddini ve yerini bilmeli. Gitti şoförü gönderdi, dedim ki “İbrahim Yıldız bu adamı da işten atacaksın.” ,“Abi ben onu yaparım sen bana bırak.” dedi. Ben döndüm İstanbul’a geldim, o zamanlar evim tamir oluyor, yukarıda Fıstıkağacı’nda Devrim Apartmanı’nın bir katında oturuyorum. Baktım ki sevdiğim bir topçu emekli albay kapımı çaldı. Pek de gelip giden bir adam değil. Talatcığım dedi, aşağıda da kahvehane var, senden bir istirhamım var, bir arkadaşım geldi hakaret etmeyeceksin dedi. Fethi abi dedim, benim haddim mi senin gibi bir dostumun yanında konuk gelen birine hakaret etmek dedim. İndik aşağıya, o albayı göndermiş bana İbrahim Yıldız, yani Hamit Fendoğlu’ndan emir terakki eden albay kalktı benim karşımda esas duruşa geçti, ben yarbay emeklisiyim. Efendim sayın genel sekreterimize bir emriniz olmuş, onu almaya geldim. Şimdi ben Mehmet Örs’ün bütün geçmişini yazdırdım, dedim ki bunun tayinini istiyorum. Tabi bilmiyor onun atılmasını istediğimi de. Gitti, Mehmet Örs Petrol Ofisi’ne alındı, o arada da bizim İbrahim Yıldız o kurmay albay emeklisini attı ve bana da haber verdi. Şimdi bu olay önemli yani ilke olarak önemli. Hamit Fendoğlu olarak önümde, herkes haddini bilmeli bu bir kere kulaklara küpe olsun. Şimdi gelelim şeye…

Ünal İnanç: Affınıza sığınarak, burada çok önemli bir şey var. Ruslar gelmişler, daha önce de parti genel sekreteri olarak Recep Peker Rusya’ya gitmiş. Recep Peker Mütek’e ait bir yüzbaşı. Ruslar gazi hazretleriyle konuşurken yüce Atatürk’le genel sekreteri çok pohpohluyorlar, oradan kafasında bir şey var, bir de bakıyor ki Recep Peker, İzzet Kılıç’la generalin gıdısını okşuyor. Hemen İnönü’yü çağırıyor diyor ki şu herifi hemen kovalayacaksınız, bir yüzbaşı efendisi bir orgeneralin gıdısını nasıl okşar diyor.

Talat Turhan: Evet, bazı ilkeler çok önemlidir. O ilkelerden ödün verirseniz onun ucunu yakalayamazsınız.

Ünal İnanç: Şimdi de bakıyorum bizim medyaya falan illa maşallah efendim, genelkurmay başkanı nasıl konuşuyor, nasıl konuşur? Şimdi genelkurmay başkanı bu ülkenin yurttaşı değil mi? Türk Silahlı Kuvvetleri’nin başkanı değil mi? Ulusal çıkarlar bu Türkiye’nin konsepti konusunda, bu ülkenin, öbürleri gibi konuşmuyor, ekonomik pahalılık yarın iyi olacak inşallah, millilerimiz de yener, daha iyi de zamlar olur demiyor yani.

Talat Turhan: En önemlisi halkın saygı duyduğu bir kurumun en tepesinde bulunan kişi gayet tabi kendi sorunlarıyla ilgili konuşacak, fikir yürüteceğiz, ayrıca da Milli Güvenlik Kurulu’nda da ağırlığı olan, askerlerin başı olan bir kişi tabi ki bu ülke sorunları hakkında düşünecek, fikirlerini söyleyecek, bundan kimse gocunmaması lazım. Bunun demokrasiyle falan ilgisi yok.

Ünal İnanç: Şimdi bir demokrasi laf-ı güzafı tutturmuşuz maşallah evvelden bir Sultan Abdülhamit vardı şimdi üçü beşi bir arada gayet iyi anlaşıp gidiyorlar. Ama askerden bir şey geldiği zaman, asker bu ülkenin sorunlarına karşı bir şey söylediği zaman o zaman işte şu sizin meşhur kuram, klosbisten geliyordu galiba, ihtilalin şartları.

Talat Turhan: Evet.

Ünal İnanç: Allah bir daha böyle bir şeyi tekerrür ettirmesin diyoruz ama…

Talat Turhan: Şimdi Atatürk’ün adalet bakanı, Bozkurt Anadolu İhtilali adlı yapıtında çok üzgün bir ihtilal tanımı yapıyor, ihtilal tarihin alınyazısıdır, ret ve inkarı mümkün olmayan bir gerçektir. Dün de ihtilaller olmuştur, tarihi onlar yazıyor, yarın da olacaktır, yeter ki koşullar elversin. Darbeden söz etmiyorum. Halkı daha iyiye götüren her ihtilal meşrudur. Halkı daha iyiye götüren… Olacaktır ama koşullar o ülkenin tarihsel, sosyal, kültürel koşulları onu hazır hale getirdiği vakit. Onun için Lenin diyor ki ihtilal için “Bugün erken yarın geç.” O çizgiyi yakalamak da herkese nasip olmuyor. Olmadığı için de birçok fiyaskoyla darbeler, ihtilaller bir bir devam ediyor. Gerçek ihtilal yapmak kolay bir şey değil. O şeyi hesaplamak kolay değil. Şimdi şeye dönelim. Birkaç anekdotla getireyim, Mamak Hapishanesi’ni birkaç anekdotla getireyim. Orada ihtilale katılmış, 100-150 tane, çoğunluğu genç subay var. Türkeş var, Türkeş 58 yılında Elazığ’da Milli Birlik Komitesi’nin bünyesini teşkil eden örgüte kendisini alan kişi Talat Aydemir’dir. Talat Aydemir oradan topçu tabur kumandanı, Türkeş piyade tabur kumandanı. Aynı Türkeş Talat Aydemir’i ihbar ediyor. İhbarcı olmasına rağmen hapiste yatıyor. Neden? Çünkü İsmet Paşa’yla Türkeş arasında devamlı bir çelişki vardır. İsmet Paşa bu gibi siyasi karmaşalarda hasımları bertaraf etmeyi iyi becerirdi. O münasebetle 3 ay içeride yatırdı. Beraat etti çıktı. Yalnız askeri terbiye orada dahi kendini gösterdi. Bir başka asker grubu olmasaydı da bir başka hapishane olsaydı bir muhbire başka türlü davranılırdı. Türkeş’e karşı ben oradaki subayların haspana bir tavrını görmedim.

Ünal İnanç: Yalnız burada Türkeş Bey, rahmet olsun, bir ihbar, bunu herkes biliyordu, bunlar bir uçuruma gidiyordu, ben bunları uyardım. Olan biteni de herkes biliyordu yani benim dâhilim yok diyordu.

Talat Turhan: Öyle savunma yapıyor, ben bu savunmayı bertaraf etmek için “27 Mayıs’tan 28 Şubat’a” adlı yapıtımda mahkeme zabıtındaki bu ihbar maddesi açıkladım. O savunmaları bertaraf ettim, mahkeme zaptından, bir karardan açıkladım. Maalesef o iş öyledir. Şimdi orada idam, müebbet, en az 15 sene hapis almış insanlar. Her akşam bizi bir yerde topluyorlar. Türkiye’de toprak reformu nasıl olmalıdır?

Ünal İnanç: Toplayan kim?

Talat Turhan: Genç subaylar.

Ünal İnanç: Genç subaylar.

Talat Turhan:  Genç subaylar topluyorlar. Bir gündem koyuyorlar. Toprak reformu nasıl olmalıdır? Biz 4–5 saat toprak reformu hakkında konuşuyoruz. Onlar da konuşuluyor.

Ünal İnanç: Bu adamlar ipin ucunda sallanıyor, çoluk çocuğuna bakacak kimse yok.

Talat Turhan: Yok kimse yok. Hiç onu düşünen yok. Toprak reformu peşinde. İşte yurtseverlik bu demek. Ertesi gün toplanıyoruz, enerji sorunu nasıl olmalıdır? Yani Türkiye’nin o gün sorunları neyse o sorunları tartışıyoruz. İlginçtir, bu toplantıların hiçbirine Türkeş katılmamıştır, bu tarihi bir vakadır. Bu kadar da hesap kitap adamı olunmaz. Bu kadar da kendine oynanmaz. Katılırsa onu da 21 Mayısçı sanırlar diye katılmamıştır. Daha da önemli bir vurgu yapmak istiyorum; 30 Ağustos 1963 günü biz Mamak Hapishanesi’ndeyiz, biz de subayız yani bu orduyu da seviyoruz, kimse bize ne yaparsa yapsın. Hapishaneye koysalar da seviyoruz, milleti de seviyoruz, orduyu da seviyoruz. 30 Ağustos’u kutlayacağız. Bizi kutla diye sıkıştıran insan yok yani spontane kendi kendimize 30 Ağustos’u kutlayacağız. O taş avluda toplandık, sözümüze Turan Erdem girdi, Üsteğmen Turan Erdem girdi sonra TRT’ye girdi, şimdi de BBC’de çalışıyor. İşte bir program içinde 30 Ağustos nedir, ne değildir falan filan. Resmen kutladık, çok doğaçlama bir kutlama. Keşke bir makine olsaydı da görüntüyü alsaydı, işte şunun gibi bir makine olsaydı da o anı tespit etseydi.

Ünal İnanç: Kamera yoktu ki.

Talat Turhan: Evet. Şimdi o toplantıya katılmayan tek kişi Türkeş. Olmaz bu, bu olmaz. Bunun dışında bir şey daha anlatacağım. Bir yüzbaşı var, mahallesinde 5-10 tane teğmen, üsteğmeni harekata katmış. Teğmen, üsteğmen hepsi bekar, yüzbaşının 3 tane çocuğu var. Bir an içeride prova yaptı. Sen böyle söyleyeceksin, ben böyle söyleyeceğim. Bütün yükü üzerine alıyor, adamları kurtarıyor.

Ünal İnanç: Kimdi bu yüzbaşı?

Talat Turhan: Fevzi Bingöl.

Ünal İnanç: Fevzi Bingöl.

Talat Turhan: Evet. Yaşayacaksınız ki bu tip insanları tanıma fırsatı bulacaksınız. Bu özveriyi de gördüm.

Ünal İnanç: Benim de o gruptan İlhan Baş arkadaşım, tanıdıklarımdan Remzi Kılıç…

Talat Turhan: Evet. Hepsi tek tek kıymet sayılacak arkadaşlarımızdı. Orada bir anekdot daha anlatacağım. Hapishaneden mahkemeye gidip geliyorlar 21 Mayısçılar, biz içeride yatmaya devam ediyoruz. Dava falan açılmıyor, öyle yatıyoruz. Usul kanununa göre bir adamı yatırmak için iki ayda bir ifadesini alacaksın.

Ünal İnanç: Evet.

Talat Turhan: Usulen bir savcı geliyor. İfademizi alıyor. Tabi hayatta hiçbir şeyden kaçırmadım da o savcının ve zabıt memurunun isimlerini bilmiyorum, bir onu kaçırdım. Keşke bilseydim. Dedim ki savcı bey ben senin yerinde olmak istemezdim. Şimdi desen ki yerlerimizi değiştirelim, değiştirmek istemem. Sen dedim yahu sözde yargı bağımsız. Emir kulusun buraya geliyorsun. Gideceksin 2 ay uzatma göndereceksin. Bu olmaz dedim ya. Bu ayıp oluyor dedim. İstersen dedim sen, ben bir suç işleyeyim, oradan beni tutukla. Ne gibi efendim dedi. İstersen anana küfür edeyim dedim yahu. Tepedeki adamdan sırayla aşağıya indir. İstersen hepsine birden küfür edeyim. Oradan tutanak tut da bari deysin dedim. Kıpkırmızı oldu adam. Şimdi böyle olaylar yaşanıyor. Bir de rahmetli Dündar Seyhan diye bir o dönemin albaylarından bir kişi var…

Ünal İnanç: Allah rahmet eylesin. Ben çok severim kendisini.

Talat Turhan: Ünlü bir kişi var. O kişi mahkemede tanık geliyor. Kim geliyor? Ankara Merkez Kumandanı Orhan Çokdeğer. Devlet arabasıyla ava giderken trafik kazası geçirerek öldü. Şimdi diyor ki Dündar Seyhan bana telefon etti, seni vururum dedi diyor. Mahkemede ifade veriyor.

Ünal İnanç: Gölgedeki adam.

Talat Turhan: İfade veriyor, vururum diyor. Şimdi Dündar söz istiyor, hani herkes bekliyor ki hayır efendi ben böyle bir şey söylemedim diyecek. Tanık yalan söylüyor diyor, ben vururum demedim, karnını kurşunla doldururum dedim diyor. Anlatabildim mi? Böyle şeyler. Şimdi Mamak Hapishanesi’nde 5 Eylül 1963 günü karar verildi. İdamlar, müebbetler falan filan. Hapishaneye birden bire kabus gibi bir hava çöktü. Ölüm hücrelerine aldılar arkadaşlarımızı. Tam o durumda bir haber geldi. Biz tahliye oluyoruz. Zamanlama çok güzel, hesaplı bir zamanlama. Yani diyorlar ki efendi sen bundan sonra atlar zıplarsan sen de bu duruma girersin, ona göre git buradan diyorlar.

Ünal İnanç: Efendim gene bir kısa ara vermek zorundayız. Yönetmenim işaret ediyor.

Talat Turhan: Verelim.

Ünal İnanç: Kısa bir ara efendim.

Ünal İnanç: Gördüğüm kadarıyla mesajı anlamışsınız ama algılamanız ters olmuş.

Talat Turhan: Evet.

Ünal İnanç: Ondan sonrasını dinleyelim.

Talat Turhan: Şimdi bana göz yumdular, yasak tabi o saatten sonra ölüm hücresine alınmış insanı ziyaret etmek diye bir şey olmaz hapishanede. Ben 2 saat tek tek dolaştım, onların…

Ünal İnanç: Kimler var?

Talat Turhan: Talat Aydemir var, Fethi Gürcan var idama mahkûm olmuş. Osman Deniz var, Erol var 7 kişi idama mahkûm olmuş. Onları dolaştım onların isteklerini aldım. Sonra kapıya geldik. Kapıda bize bir otobüs tahsis etmişler.

Ünal İnanç: Affınıza sığınıyorum, ben idamlık çok gördüm, idama giden de gördüm, genellikle ayakları tutmuyordu, savsaktılar, ağlıyorlardı veyahut da yumuşayıp pelteleşiyorlardı. Nasıldılar?

Talat Turhan: Ben onlarda hiçbir farklılık görmedim. Gözlemim şu ki sonuna kadar da bizi asamazlar diye bir umut yaşattılar içlerinde bu idam mahkumları.

Ünal İnanç: O muydu dirençlerini veren yoksa asarlarsa da bu yola böyle geldik mi?

Talat Turhan: Yok. O konuda gayet rahatlardı. Hiçbir sıkıntıları yoktu. Ne çözülme vardı, ne dökülme vardı. Gayet rahatlardı. Hiç etkilenmemişlerdi yani.

Ünal İnanç: Birbirlerine söven falan da yoktu yani?

Talat Turhan: Yoktu. Hayır yoktu.

Ünal İnanç: Şimdi orada bir Fethi Gürcan var, mahkemedeki haliyle tavrıyla…

Talat Turhan: Çok mert, hayat boyu çok mert bir tavır sergilemiştir ve de benim bütün üzüntüm Türkiye’de siyasi davalardan özellikle 60’dan bu yana idam edilen kişilerin hepsi bir suretle yaşatılmaktadır. Fakat 21 Mayıs’ta idam edilen 2 kişi, rahmetli Talat Aydemir ve Fethi Gürcan bugüne kadar hiç kimse tarafından, hiç kurum tarafından sahip çıkılmamıştır. Şimdi oraya sıra gelmişken bir gözlemimi anlatmak istiyorum. Türkiye’de bilhassa 60- 71 arasında 3’e 3 paslaşması yapıldı. Yani siz bizden 3 kişi açtınız, biz de sizden 3 kişi açacağız. Bunun ilk rövanşı 21 Mayıs’ta oldu. 7 kişi idam cezası almıştı, oradan 3 kişiyi asmak istiyorlardı. Nitekim 3 kişiye idam verdiler bunlardan bir tanesi de Osman Deniz’di. Sonra Osman Deniz’e idam baki kalmak suretiyle müebbede çevirdiler. Ondan sonraki dönemde 21 Mayısçıların affı gündeme geldi. Af için çaba sarf ediyoruz bir grup arkadaşla beraber. Karşımıza bir direnç çıkıyor. Özellikle Adalet Partisi’nden kaynaklanan bir direnç. Bunlar bizim adamlarımızı asan kişilerdir, bunlar affedilemez diye. Oysa bu gerçek değil. Tarihi saptırılmış bir olay bu. Ben biliyorum ki Aydemir’in idamların olmaması için yazmış olduğu, el yazısı bir mektup var. O mektupta rahmetli Muammer Şahin’e 22 Şubat gecesi Aydemir o dönemin bütün yazar vesikalarını Cengiz Katum denilen bir jandarma teğmenine havale ediyor. Cengiz Katum da götürüyor Muammer Şahin’e veriyor, Muammer Şahin de onun üzerine oturuyor ölünceye kadar. Sonra başka yere aktarıldı kimse nerede olduğunu bilmiyor. Muammer Şahin o tarihte Konya’da yayıncılık da yapıyor, Muammer benim yakın arkadaşımdı, Allah rahmet eylesin. Dedim ki ben senden 1 haftalığına Aydemir’in mektubunu istiyorum. Verdi bana. Geldik buraya, Meclis Başkanı Osman Sabit Avcı, ona gittik. Neden ona gittik? Çünkü o 21 Mayısçıların idamı döneminde olumlu çaba sarf etmiş bir kişiydi. Dedi ki efendim böyle bir dirençle karşılaşıyoruz, buyurun Aydemir’in mektubu. Gittiğimiz ev çok basit bir evdi. Yer tahta, parke falan değil, eşya falan yok, 4–5 tane sandalye, bir uyduruk masa. Kimin eviydi, neresiydi orası bilmiyorum. Böyle bir yerdi. Heyecanlandı Osman Sabit Avcı. Ölmeden evvel bunu sormanızı ve beni teyit etmenizi temenni ederim. Mektubu okudu, titriyordu okurken, bir daha okudu. Sonra dedi ki, fotokopi falan da yok, bunu kopya çıkarta bilir miyim? Hay hay. El yazısıyla yazdı, sonra o mektubu ben aldım. Fotokopisini almak gibi bir basiret göstermeksizin Muammer Şahin’e iade ettim. Osman Sabit Avcı dedi ki eğer bu mektup idamlar öncesinde elimde olsaydı ben Fetih ile Talat’ı astırmazdım. Yani siyasi davalarda idam bu kadar basit, pamuk ipliğiyle gidiyorsun ya da kalıyorsun. Onun için bu gün ki Türkiye’nin gündeminde siyasi bütün davalarında idamın kaldırılması diye bir madde var. Dışarıdan gelen bir baskıyla olan bir şey. Oysa çoktan, en azında siyasi suçlardan idamın kaldırılması Türk hukuku tarafından bugüne kadar ki bizim geldiğimiz aşama ve yaşadığımız deneyimler bu idamdaki bu değişimleri yapmaya yeterdi.

Ünal İnanç: Ben ölüm cezasına kesinlikle karşıyım.

Talat Turhan: Evet.

Ünal İnanç: Ama. Bir ama var. Bugün bir idam PKK genel sekreteri Öcalan ile ilgili bir olay. Bunca eziyet gördünüz, bunca umur-u devlet gördünüz, Yassıada’da bu ülkenin cumhurbaşkanı kaldı, genelkurmay başkanı kaldı, başbakanı kaldı. Dünyada böyle bir olay var mı? 9200 dönümlük bir adayı, bir herife tahsis edeceksin ve o adam ala-i vala ile yasaları ketmedeceksin. Vesait altına alınması gerek, avukatların sınırlanması gerek. Yok. Sanki bu adam böyle özellikle bir telhin edilmiş şehzade muamelesi yapacaksın. O zaman da tepki tepkiyi doğuruyor, millet asalım asalım diyor. Yanlış ama yanlışın yanında bir de ceza var. Bunun bir şekli olmalı. Cumhuriyet ne dönemlere kaldı.

Talat Turhan: Ee tabi yani Avrupa’ya yaranmak, Avrupa’ya yaranmak ve bu bir Avrupa popülizmi boyutlarını aştı.

Ünal İnanç: Efendim Avrupa’da…

Talat Turhan: …Türkiye özellikle 50’li yıllardan bu yana her konuda ödün vere vere vere verecek bir şeyi kalmadı.

Ünal İnanç:  Ödün isteyen yok Türkiye’den bu konuda.

Talat Turhan: Olmaz olur mu?

Ünal İnanç: Fransızlarda Carlos var.

Talat Turhan: …biliyorsunuz. Hayır, aynı kişiden bahsetmiyorum. Bu Avrupa Kopenhag kriterleri ve ona ek protokollerde idam cezasını kaldırmaya taahhüt ettiğimiz için…

Ünal İnanç: Tamam kaldıralım.

Talat Turhan: …baskı yapıyor. Ha bir kişiye yapılan muameleden söz ediyorsanız…

Ünal İnanç: Bir kişiye yapılan muameleden bahsediyorum.

Talat Turhan: … Orada ben de sizinle beraberim. Dünyada bu tip örnekler var.

Ünal İnanç: Onlara nasıl yapılıyorsa…

Talat Turhan: Böyle bir özel hapishane, özel statü ile bir insanı tutmak tabi olmaz. Bundan evvel ki yaşanmış olaylara yakışmaz.

Ünal İnanç: Efendim bir dönem, bir ihtilal, silahlı ihtilale teşebbüs arkasından anayasa güvencesinde bir silahlı harekât, muhtıra, 12 Mart, O İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesi ve 12 Martı getiren olaylar neydi? 12 Mart’ta sizin rolünüz neydi?

Talat Turhan: Şimdi bir bütünlük olması için gene geri gideceğim. Bu 5 Eylül 1963 günü Mamak Askeri Ceza Ve Tutukevi’nden tahliye oldum. 9 Eylül günü bizi Sıkıyönetim Askeri Savcılığı’na çağırdılar. 9 sanık vardı. Gittik, askeri savcı 21 Mayıs’ın da askeri savcısı o tarihte Yargıç Binbaşı Turgut Akan’dı. Daha evvelden tanıyorum kendisini. Bize iddianame verdi yani soruşturmaya mahal olmadığı bir davadan emirle yeni bir dava açmış, Genç Kemalistler Ordusu Davası. İddianame aldık. O arada arkadaşları çıkarttı, bana, siz biraz oturun dedi. Oturduk sohbet ediyoruz. Karşıda da bir kara tahta var, kara tahtada da 21 Mayıs 1963’de verilen cezaların dökümü var şematik olarak. Nasıl buldun dedi alınan kararları. Dedim ki siz bu davanın savcısısınız, siz bana kanaatinizi söyleyin. Dedi ki benim bu güne kadar bildiğime göre dünyanın hiçbir siyasi davasında savcının istediğinden daha fazla ceza verilmemiştir. Bu davada mahkeme kararı benim isteğimi taştı. Bir kere bunu ilk defa söylüyorum. Bu adalet tarihi araştırmacılarına bir malzeme olsun diye söylüyorum. Biz Genç Kemalistler Ordusu Davası’nda Sıkıyönetim Komutan’ı ve diğer yetkililerin zorlamasıyla 3,5 yıl yargılandık.

Ünal İnanç: Maşallah.

Talat Turhan: Hukuki ihtilaf, selbi ihtilaf diye dava mahkemeler arasında paslaşılıyor. Genç Kemalistler Davası’nın yargılama süreci içerisinde tayinim çıktı. Bu atama Türkiye’de eşi olmayan bir uygulamaydı. Bir kurmay subaya böyle bir muamele yapılmasını onaylayan kimse, hangi makamda olursa olsun, hem kendisini hem de tüm kurmay subayları kanımca manevi bir sorumluluk yükler… Atandığım yer Afyon Askeri Şubesi emrinde misafirlik aslında yasal olarak böyle bir kadro olmadığı için bana maaş vermeleri olanaklı değildi. İkincisi bu onur kırıcı atamanın bir benzeri yoktu. Aylarca yasal kavga vererek ya açığa alınmamı ya da göreve atanmamı istedim. Sonuçta istemim aylardan sonra “M.S.B Müracaat Tetkik Komisyonu” tarafından kabul edildi ve Afyon’daki eski görevime atandım. Bu suretle uygulamanın da haksız olduğu ortaya çıktı. Askerlik şubesine başvurduğumda, “ Aybaşından aybaşına maaşınızı buradan alacaksınız, Afyon’u terk etmeyeceksiniz.” şeklinde yanıt aldım. Bu uygulamayı yapanlar ve bu haksızlık karşısında sessiz kalanları ömrüm boyunca kınamaya devam edeceğim. Zamanın Genelkurmay Başkanı Org. Memduh Tağmaç’ın bilimle, hakla, adaletle uzaktan yakından bir ilgisi yoktu. Özellikle 22 Şubat 1962 başarısız askeri kalkışımından sonra kurduğu özel ajanları vasıtasıyla ve ABD desteğiyle hiçbir zaman hak etmediği makamlara yükseldi.

Ünal İnanç: Peki bu arada Askeri birliklere gitmediniz mi?

Talat Turhan: Kanımca insanın en olumlu yetilerinden biri okuma alışkanlığıdır. Bu dönemi genellikle evde okuyarak geçirdim. Dışarı çıktığımda ise vaktimin çoğunu Şehir Kulübü’nde geçiriyordum. Genellikle Afyon’un seçkin kişilerinden oluşan bu kulüp üyelerinin çoğuyla yaşamları boyunca dostluğumu sürdürdüm. Kendi camiamın ve kariyer mensuplarımın duyarsızlığına karşın sivil olan bu kişilerin dostluğunu onurla taşımayı sürdürüyorum. Kuşkusuz bazı istisnaları unutmak olanaksız. 9 aylık yasal kavgadan sonra eski görevime atandığımda (Batı Menzil Komutanlığı Lojistik Başkanlığı Kısım Amiri) odamın kapısının üstüne ismimin durduğunu gördüm. İçeri girdiğimde masamın olduğu gibi kaldığını gördüm. Kaldığını görmekle vefa ve onur sahibi subayların da bulunduğunun tanığı oldum. Şube müdürüm Kurmay Albay Hayrettin Erdoğan’ın bu davranışının tüm Silahlı Kuvvetler’e örnek oluşturmasını umut etmek isterim.

Ünal İnanç: Vallahi ben Memduh Dağmaç’ın hayırlı hiçbir işini bu güne kadar görmemiştim.

Talat Turhan: Göremezsiniz. 12 Mart’tan sonra istediği anda Anayasa değişikliği yapabilen bu kişi Danıştay denetiminden rahatsız olduğu için Askeri Yüksek İdare Mahkemesini kurdurup sivil yargıda haksız tasarrufları kaçırmak istedi.

Ünal İnanç: Bu arada Müracaat Tetkik Komisyon’u kaldırıldı mı?

Talat Turhan: Evet anılan komisyon aslında adalete uygun kararları vererek bir anlamda Danıştay’a gidecek dava adedini azaltıyordu. Çünkü komisyonda askeri yargıçlar da görev yapıyorlardı. Ama 9 ay sonra. Orada da bir güzellik daha yaşadım, geldiğim vakit, öyle kadirşinas insanlar da var, baktım odamı kimse kullanmıyor, odamda da Talat Turhan yazıyor. Odama dokunmamışlar. Bu kötülükler içinde böyle güzellikler de yaşıyorsunuz. Neyse ben orada defterimin dürüldüğünü bilmiş olmama rağmen üç ay çok korkunç bir mesai sarf ettim. İşte demin bahsettiğim gibi 14 Ağustos günü emekliye ayrıldım. Şimdi o arada Afyon’da dost olduğum, demin söyledim ya şehir kulübü benim dostum ama fikir bakımından beraber değiliz %99’uyla…

Ünal İnanç: Efendim kısa bir ara verelim, devam edelim.

Talat Turhan: Tamam peki.

Ünal İnanç: Kısa bir ara

Ünal İnanç: Hep şehir kulübünde miydiniz? İkbal Lokantası yokuydu?

Talat Turhan: Var, şehri içinde. O lokanta şehrin içinde, küçük bir lokanta, oraya da gidiyoruz. İzin verirseniz, bu yaştan sonra övünmek falan olmaz, o sırada da sağlık fişleri yeni çıkmış, ben de hastalandım, doktor geldi ilaç yazdı. Eşime git dedim, o İkbal Lokantası’nın yanında İstanbul Eczanesi var, beyefendi bir adam, ilaçlarımı ondan al dedim. Parayla al dedim. Eczacı bey hayret ediyor, diyor ki hakkı var efendim neden para veriyorsunuz? Efendim kocam böyle istedi diyor. Ve ben ilk fişimi parayla aldım. 10 sene de bu prensibi devam ettirdim. Deniz Hastanesi başhekimi benim dostumdu Amiral Tali Çalbatur o prensibimi bozdu. Şimdi dedi ki bana eczacı efendim niçin hakkınızı kullanmıyorsunuz? Duyuyorum ki yazdırıyorlar, diş macunu, parfüm falan alıyorlar, bu ağarıma gitti benim dedim, o statüye girmek istemiyorum. 20 sene sonra İkbal Lokantası’na gittim, demek ki insanlar bazı şeyleri unutmuyorlar. O eczacı beyefendi geldi benim yanıma saygılarını sevgilerini sundu. İnsanların mutlu olması için illa yat kat para pul sahibi olmasına gerek yok. O onur bana yeter. Derken Muzaffer Sayıoğlu diye bir dostum var, Allah rahmet eylesin geçenlerde öldü. Ölünceye kadar da büyük imkanlarını emrime seferber etti, hiçbir şey beklemeksizin. Bana dedi ki; “Talat Bey Afyon’u terk etmeyin, ben Türkiye çapında çimentoculuk yapıyorum. Çok yaygın bir işim var. Bu işin de bir koordinasyonu, planlaması falan diye bir kişiye ihtiyacım var. Senden daha iyisini bulamam. Gel buyur ne istersen yap.” Ben de peki dedim. Peki dedim ama baktım Muzaffer kayboldu. Sayıoğlu yok. Ben oturuyorum Afyon’da.  10–15 gün oturdum. Arayıp sormuyor. 15 gün sonra kokusu çıktı.

Ünal İnanç: Hayırdır?

Talat Turhan: Ankara’dan bir ihbar mektubu geliyor valiliğe, valilik emniyete havale ediyor, vali bir emekli general, havacı general, emniyet müdürü de Hamza diye çok güzel bir Anadolu çocuğu. “Talat Turhan bölgede nüfussuz bir şahsiyettir. Halk ihtilali yapabilir. Afyon’dan uzaklaştırınız.”  Tamam mı efendim? Şimdi bunun amacı Muzaffer’le benim irtibatımı kesmek. Tabi Hamza akıllı bir adam olduğu için, namuslu bir adam olduğu için bunu başından savıyor, Batı Menzil Kumandanlığı’na gönderiyor. Ee normalde Batı Menzil Kumandanlığı’nın görevi değil ki bu. Kabul etmemesi lazım, kabul eden adam da benim arkadaşım.

Ünal İnanç: Kim o muhterem adam?

Talat Turhan: Allah rahmet eylesin Kurmay Albay Mehmet Bozkurt, 43’lü, Elazığlı hemşerimdi. Şimdi bir 10-15 gün daha tahkikat sürüyor, soruşturma sürüyor. Benden bir şey sormuyorlar. Bizim arkadaşımız genel amaç doğrultusunda Muzaffer Sayıoğlu’na duyuruyor bu ihbar mektubunu. Muzaffer Sayıoğlu haklı olarak benden uzak duruyor, ne yapsın adam yani başını belaya mı soksun? Ticareti bitsin mi, bankadan kredi falan alıyorsun onlar kesilsin mi yani şimdi? Uzak durdu. Muzaffer Sayıoğlu’na duyurduktan sonra benim arkadaşım bana duyuruyor. Diyor ki böyle böyle bir olay oldu, gerçek olmadığı hakkında ilgili makamlara yazdım duyurdum. Senin böyle bir yazıyı alıp kabul edip yazı yazman bir kere kurallara aykırı dedim. Var deseydiniz keşke, mahkemeye verirdim seni iftira davası açardım dedim. Böyle saçma bir iddia olur mu? Ha şimdi ben artık tamam dedim yani şimdi bu devlet bana emeklilik hayatımda yaşama hakkı tanımıyor. Ben kiminle birlikte olursam ona ziyanım olur. Sayısız teklifler aldım, onların hepsi beni düzenin içine sokmaya yönelik tekliflerdi. Parasal büyük teklifler aldım. Onu da kabullenmedim yapacağım tek şey kalmıştı yazmak, okumak, fikirlerimi yaymak. Bunu yaptım ve bunu yaptığımdan da pişman değilim.

Ünal İnanç: 12 Eylül ve 12 Mart’ı atlamayalım.

Talat Turhan: Oraya geliyorum… Bunu yaptığımdan da pişman değilim. 1964 yılında emekli oldum. 65 yılında yazı yazmaya başladım. Araştırma inceleme türü yazılar yazdım ve de 9 tane kitap bu güne kadar yayınlandı. Şimdi 12 Mart dönemine geliyorum. Bir kere 12 Mart’a gelmeden evvel 60 sonrasına çok kısa bakmak lazım. 27 Mayıs hareketi bugün tarihte bir gerçek olarak, eğer İsmet Paşa’nın teşvikleri olmasaydı 38 kişi ihtilal yapmaya cesaret edemezdi. Sizi ben bile kurtaramam gibi sözler, harekât yapmak isteyen insanları…

Ünal İnanç: O kadarı yetiyor mu yani?

Talat Turhan: Ona benzer daha başka şeyler de var daha. İsmet Paşa yüreklendirmiştir. Darbecileri, harekâtçıları yahut da devrimcileri yüreklendirmiştir. Yalnız benim tespitim İsmet Paşa bu yüreklendirmeyi iktidarı 35 kişiye kaptırmak için yapmıyor. İhtilali yapsınlar bana devretsinler diyor. Kafasındaki kurgu bu. Nitekim açıkça 12 Mart belgeselinde görülüyor, 28 Mayıs 1960 günü kapısının önünden geçen Ferit Bey’e “Ferit! Ferit! Nereye gidiyorsun?” diyor. Ferit de “Maaş zamanı geldi. Maaşları hazırlamaya gidiyorum. ” diyor. O zamanlar maliyede çalışıyor Ferit Beren. “Sanane ya! Kim ihtilali yapmışsa onlar maaşları versin.” diyor. Şimdi 27 Mayıs’ın, bana göre, en büyük handikabı budur. 28 Mayıs’tan itibaren o zaman ki o dönemin en önemli siyasi şahsiyeti olan, bütün siyasi hareketlere yön verme gücünde olan İsmet Paşa’nın 27 Mayıs’a karşı çıkması. Bu karşı çıkmak 27 Mayıs’ı ufalaya ufalaya parçalamıştır. İşte 14’ler şunlar bunlar falan filan, parçalamış, parçalamış, parçalamıştır. Bu parçalanmaya tahammül etmeyen guruplar, 27 Mayıs’ın ilkelerine sahip çıkabilmek için öne atılmışlardır. İşte o guruplar provoke edile edile edile 22 Şubat’ta gönderilmiştir, 21 Mayıs’a götürülmüştür, daha başka bilinmeyen hareketler var, yani o devinim odur. İşin başı da 9 Şubat’tır. Buna parmak basmak zorundayım. 9 Şubat 1962 tarihinde Refik Turga, o zaman en baştaki bu işlerin generali, İstanbul’da Faruk Güler vesaire, bunların tümü imza atıyorlar. 28 Şubat’ı geçmemek suretiyle yönetime el koyacağız diyorlar. Bu karar geliyor Aydemir’e, Aydemir de bunun Ankara ayağı. Aydemir de harekete geçiyor. Onların arkasında yumurta küfesi yok, Aydemir’in arkasında yumurta küfesi var. Genç subaylar ona bel bağlamışlar. Yani onun kıvırttırma şansı yok. Şimdi İstanbul gurubu, o imzasının arkasında durmayan generaller ve kurmay albaylar kıvırtınca iş kaldı Aydemir’in üstünde. Bu, Aydemir’i 22 Şubat’a götürdü. 21 Mayıs farklı bir şey. Yani bir devinim var, bu devinimde de yönlendiren, bu devinimi doğal mecrasından saptıran İsmet Paşa ve Halk Partisi’dir. Şimdi dolayısıyla diş macunu hikayesi, bastığın vakit çıkan macunu içeri sokamıyorsun parmağınla.

Ünal İnanç: Anlayışları o.

Talat Turhan: Şimdi yani bir ülkede darbe başladığı vakit, onun reaksiyonları var ama o reaksiyonlar devam etti. Yani 12 Mart 27 Mayıs’ın devamı gibi gelecekti, ona 9 Mart diyoruz biz. 27 Mayıs’ta yapılmayanları 9 Martçılar yapacaklardı, şimdi o 9 Martçılara komünist diyorlar, ben hiçbirini komünist falan tanımıyorum. Komünist zaten yok.

Ünal İnanç: 9 Martçı kim var? Refik Turga mason bildiğim kadar.

Talat Turhan: Şimdi 9 Martçı, mesela Celil Rükan var, komünist mi?

Ünal İnanç: Hâşâ.

Talat Turhan: Tamam. İşte Tuğcu diye bir general var. Bilmem Ömer Çokgör diye bir general var. Ve işte 10-16 kişilik…

Ünal İnanç: Türk Silahlı Kuvvetler Birliği’nde sonradan o 9 Mart bildirisini imzalamayan kaldı mı?

Talat Turhan: Kalmadı. Şimdi zaten Silahlı Kuvvetleri Birliği Örgütü teşekkür edince genelkurmay bir…

Ünal İnanç: Yani bildiğim kadarıyla Cevdet Sunay da onu imzalamıştı.

Talat Turhan: Hayır, hayır. Genelkurmay Başkanı olarak emir yayınladı, bütün Türk Silahlı Kuvvetleri, Silahlı Kuvvetleri Birliği mensubu olacak diye.

Ünal İnanç: Demek ki o.  

Talat Turhan: Yani şimdi ayrısı gayrısı yok. Ama birkaç kişi ihanet ediyor, birkaç kişiyi de günah keçisi seçiyorlar. Hesap soruyorlar.

Ünal İnanç: Silahlı Kuvvetler Birliği’nin başı benim bildiğim kadarıyla Cevdet Sunay

Talat Turhan: Cevdet Sunay’dı. Hangi tarihe kadar? 19 Ocak 1962 tarihine kadar. 19 Ocak 1962 gününde genelkurmayda bütün generallerin ve kurmay albayların bulunduğu bir son toplantı var, ben de oradayım. Şimdi tabi ihtilalci tanınan kurmay albaylar hiyerarşi dışına taşmışlar. Zaten serbest bir ortam, serbest bir tartışma platformu, emrederim, kumandanım falan yok. Bir sorunu eşit şartlar altında tartışıyoruz.

Ünal İnanç: Affınıza sığınıyorum, benim bildiğim kadarıyla bu sivilde olmuyor, şirketlerde bile. Askeriyede fikriyatını en alt rütbedeki adam bile…

Talat Turhan: Orada askerlik yok şimdi.

Ünal İnanç: Yani askerde var bu. Herkes aslan gibi fikrini söylüyor

Talat Turhan: Orada şimdi darbe sonrasında bir tarihsel toplantı ve de gelecek bir darbenin ve eski darbe içinde yer almış önemli kişiler var. Onlar bir askeri hiyerarşi içinde değil serbest bir platform içerisinde fikirlerini söylüyorlar. Bu tartışma birkaç saat sürdü. Cevdet Sunay da hepimizin başı o tarihe kadar. En son noktaladı sözü. Ben dedi şimdi buradan çıkıyorum, İsmet Paşa’ya Silahlı Kuvvetlerin emrinde olduğunu söylüyorum dedi.

Ünal İnanç: Aferin

Talat Turhan: Onda da yumurta küfesi yok. O da işi öyle kurtardı. Salladı. Şimdi altta kalanın canı çıksın. Yumurta küfesi olan kıracak, başka şansı yok adamın. Olaylar böyle gelişti. Şimdi 27 Mayıs’ta beklenen reformları, devrimleri, yenilikleri, hareketleri, Türkiye’nin çıkarları yerine getirilmediğini düşünen ordu subayları o inançlarını, hareketlerinin devam ettirdiler. O bir 9 Mart’la noktalanacaktı. 9 Mart’ı komünistler yapacaktı falan diyorlar, öyle söylüyorlar. 9 Mart’ı bir provokasyonla 12 Mart’a çevirdiler. 12 Mart bana göre amerikancı bir darbeydi ve Türkiye’yi iyiye götürmedi kötüye götürdü. Bunu yaşayarak gördük. Şimdi, nasıl tersine çevirdiler? Çok da kolay oluyor demek ki birkaç provokatör bir hareketi 180 derece çevirebiliyor. Ha ben de olayların içindeyim, onu da söyleyeyim. Şöyle içindeyim. Evet, 21 Mayıs’ta noksan kalan şeyleri, bir hareket gelsin yapsın diye bir fikir taşıyorum. Bir de eski olayların içinde bulunduğum için bana da danışıyorlar, bana da başvuruyorlar, benim de fikrimi alıyorlar. Ve de İstanbul’dan geldiğim için benim de faaliyetlerim var. Nereye kadar? 69-70 arasında. 70’den sonra Celil Rükan oradan, İstanbul’dan Ankara’ya gelirken bir nevi bizim temsilcimiz olarak geldi buraya. Bir ay sonra bize haber gönderdi; biz karar aldık sivilleri aramıza sokmayacağız, hayhay. Başımın üstünde yeriniz var. Bizim bir iktidarda miktidarda gözümüz yok. Biz, Türkiye lehinde kim ne yaparsa ona destek oluruz. Şimdi yani bizi 70-71 arasında sokmadılar işin içine ama hesap vermeye gelince Bomba Davası’nın, hepsinin hesabını ben verdim, hiçbir tanesi de yanımda olmadı. Onun için diyorum ki, küçük burjuva kaypağın kaypağıdır, kalleşin kalleşidir. Şimdi bu işten bir heveskâr olması başka bir ittihat terakki anlayışı devam ettirmesi başka. Demek ki tarihsel koşullar insanların karakterlerini de zamana ve zemine göre şekillendiriyor.

Şimdi bu beyanda beni bir toplantıya çağırdılar. 3 Mart 1971. 9 Mart’ı 12 Mart’a dönüştüren toplantıdır. Karşımızda 5-6 tane general, karşıda 5-6 tane eski ihtilalci. Ben ihtilalci kelimesini kabul etmiyorum çünkü Türkiye’de Atatürk’ten başka ihtilalci tanımıyorum. İhtilalci sözünü söyleyebilen adamdır, biz hiçbirimiz sözümüzü söyleyemedik. Heveskâr olduk, bir şey yapamadık. Şimdi tartışılıyor, generaller içerisinde Atıf Erçıkan var, Celil Rükan var, Ömer Çokgör var, Rüştü Köseoğlu var, Tevfik soy ismini anımsayamadığım bir general var, hava tuğgenerali. Bu tarafta da işte Orhan Kabibay, Mucip Bataklı, ben. Ev sahibi de Fakih Özfakih, toplantı orada oluyor.

Ünal İnanç: Fakih Özfakih’nin de mi bu işlerle ilgisi var

Talat Turhan: Fakih Özfakih heveslenmiş bu işlere Orhan Karbay’ı işe sokmuş. Şimdi ben Atıf Erçıkan’ın provokatör olduğunu biliyorum. Görünce zaten nevrim döndü. Tek kelime konuşmadım orada. Havayı kokluyorum. Ama Atıf Erçıkan 15 dakikada bir kalkıyor tuvalete gidiyor.

Ünal İnanç: Tuvalete gidiyor yani.

Talat Turhan: Gidiyor 15 dakikada, o zaman ki teyplerin 15 dakika süresi var. Bant değiştiriyor. Böyle konuşurken konuşurken birden bire patladı birden ev sahibi. O mütevazı, ürkek avukat oldu birden bire danton. Paşalar paşalar dedi, siz iradenizi Faruk Gürler’e bağlamışsınız, Faruk Gürler’in de avukatı Fakih Özfakih. Eğer Türkiye’nin bugünkü koşulları bir devrimi gerektiriyorsa bunun önündeki bütün engeller temizlenir. Eğer siz Faruk Gürler’i aşamıyorsanız bırakın biz aşalım. Şimdi Atıf Erçıkan alacağı malzemeyi aldı daha başka malzemeye lüzum yok. Bandı götürdü Faruk Gürler’e dinletti. Faruk Gürler’e dedi ki bak senin adamların seni öldürmeyi düşünüyorlar. Faruk Gürler’i o bulunduğu konumdan, hani 9 Martçılarla beraber ya onlarla beraber bir şeyler yapıyorlar, anayasa planları yapıyorlar, devrim planları yapıyorlar, bakanlar kurulu listeleri yapıyorlar falan filan hepsini beraber yapıyorlar, müşterek, 9 Martçı hepsi. 1 saniyede onları aldı, Faruk Gürler ve Muhsin Batur’u Memduh Tağmaç’ın kucağına oturttu. İşte bu evlilikten 12 Mart doğdu. Ben diyorum ki 12 Mart prematüre bir çocuk olarak doğmuştur ve yaşama şansı zaten yoktu da yaşamadı. Tarih sahnesinden çok kötü izlenimler bırakarak silindi gitti.

Ünal İnanç: Peki bu izlenimlere daha kötü izlenimler katan, olayın 3 sene sonra 4 sene sonra terörize edilmesini sağlayan sıkıyönetim komutanlığı var. Rüzgar eken fırtına biçer hikayesi.

Talat Turhan: Şimdi onlardan söz etmedik, mesela şimdi Mamak Hapishanesi’nde yatarken bir gün bizim gruba bir ayrıcalık yapmışlardı. Dışarıda bir mutfak vardı, mutfakta su kaynatırken, eski usulle kaynıyor su, odun kömürle kaynıyor, yanına da sıcak su veriyorlar şu kadar yerde banyo yapıyorsun. Bu torpilli bir şeydi. Diğer adamlar bir kenef üzerine tahta koymuşlar, bir de su koymuşlar, yani 21 Mayısçılar orada haftada bir kere 10 dakika duş alıyorlardı, bizi de hamama gönderiyorlardı 9 kişiyi. Kim yapıyorsa bir torpilliydik orada. Ben hamama giderken daldım mutfağa aşçıbaşına küfür etmeye başladım. Çünkü ıspanak geliyor, cebimizde para yok, sponsorumuz yok, desteğimiz yok ancak cuma gününden cuma gününe menemen yapıyoruz, diğer zaman karavana yiyoruz. Parası olan da diğerlerine veremeyeceği için zaten o da onlara uyuyor. Karşımızda kantin var, paramız yok alamıyoruz yahut da 9 kişiye yetmiyor paramız hatta 120 kişiye yetmiyor. Bir menemen lüksümüz var, erat yemeği yiyoruz. Yahu ıspanak geliyor, dibinde bu kadar(iki parmak) çamur. Üstünden alıyoruz ıspanağını yiyoruz, o çamuru da içinde. O nedenle aşçıya küfür etmeye başladım, girdim. Bize ne bağırıyorsun dedi, sıkıyönetim kumandanı böyle emrediyor dedi. Yani Cemal Tural kinini buraya kadar indirmiştir.

Orada beni çok utandıran bir olay daha yaşadım. Ondan da söz etmek istiyorum. İki tane adam getirdiler, amerikan askeri. Ne yapmışlar bu herifler? Bir Türk kadınına tecavüz etmişler, tecavüz ettikten sonra da jilet atmışlar. Böyle sadist iki tane köpek. Benim dosyamda onların da imzası var, arşivimde. O hergeleler hapishanede yattığı sürece her gün saat 11’de bir Amerikan Pickup’ı girdi içeriye. Bir Pickup dolusu yiyecek getirdi içeriye. O mahsus getiriyor, bilinçli getiriyor. Onlar yiyor, çevreye de dağıtıyorlar. Şimdi sen sıkıyönetim kumandanıysan efendi, kendi subayına çamurlu ıspanak yediriyorsun, tecavüz suçu yapmış iki sadist köpeğe de her gün Pickup’la yiyecek gönderilmesine müsaade ediyorsun. Bu olmaz. Buna mukabil Faik Türün zalimdi ki ben 1000 sayfa 10.000 sayfa onun hakkında yazı yazdım. Hesaplaşmadı, hep benden kaçtı. 2 sene Selimiye’de yattık, asker ne yediyse onu yedik. Yiğidin hakkını vereceksin. Askere ne karavanaysa aynısını yedik. O dönemler geldi geçti. Şimdi 3 Mart’ta, 9 Mart’ta böyle bir provokasyon, bunun benzerini de 9 Mart’ta 50 tane subayla yapıyorlar. Aynı şekilde Korgeneral Atıf Erçıkan… İşte 9 Mart 12 Mart olarak karşımıza çıkıyor. Şimdi 22 Şubat’tan 3 gün evvel 1962, 22 Şubat’tan 3 gün evvel ben Milli Savunma Özel Kalemi’ndeyim. Baktım eski kumandanım Milli Emniyet Başkanı Naci Aşkın ziyaretime geldi. Birkaç adam var yani onun benden gizli bir şeyler konuşacağını tahmin ettim, odalardan birini almak istedim yok dedi. Koridorda gezelim koluma girdi sivil elbiseli, Karar Kuvvetleri koridorunda mübalağasız bir buçuk saat tur yaptık, gidip geliyoruz. Zaten ortalık çok karışık bir Milli Emniyet başkanı Tümgeneral ile bir Yarbay kol kola ne konuşuyor? Gören şaşırıyor, gören şaşırıyor.

Ünal İnanç: Tümgeneraldi değimli?

Talat Turhan: Yok muvazzaf Tümgeneral gören şaşırıyor.

Ünal İnanç: Akademide hocalık da yapıyor.

Talat Turhan: Evet, o zaman değildi. Gören şaşırıyor böyle şey olur mu yani? Burada tevatürler doğruyorlar yani, 150 bin senaryo her gören kafasına göre bu birliktelikten bir senaryo üretiyor. Ben dedim ki kendisine bir hareket kaçınılmaz eğer 5–10 kişiyi tayin ederseniz böyle bir harekete hazır olun. Ama bu adamların tayin edilmesi mi gerekiyor, işi zamanlamaya bırakın dedim. Ya bir çıban yaratmışsınız, diyelim o çıbanın tedavisi bir süreç alır, çıbanı kesip atamazsın yani bu apandisit değil bu. Gitti, sonra 22 Şubat patlak verdi saat 10 da bana telefon etti, memleket batıyor dedi çare bul. Paşam dedim; benimle alay mı ediyorsunuz? Benim şurada iki tane sekreterim var iki de sivil memurum var benim bütün gücüm bu kadar dedim. Siz dedim; Türkiye’nin en büyük teşkilatının başındasınız siz kurtarın, ben sizi zamanında ikaz ettim dedim. Benimle böyle konuşma çare bul dedi bana. Dedim; siz Genel Kurmay Başkanıyla konuşun size söylediğimi sizin adınıza ona söyleyeyim dedim, başka yapacağım bir şey yok dedim. Yarım saat sonra telefon etmiş Genel Kurmay Başkanı kaçmış zaten yerinde yok, yerine ikinci başkan Memduh Tağmaç var. Memduh Tağmaç’a da ulaşamamış, sadece Karar Kuvvetleri Kurmay Başkanına ulaşmış, Tümgeneral Zeki İlter, onu alacağım beraber geçeceğiz Genel Kurmay’a çünkü kapılar kapalı bir yerden bir yere geçemiyorsun. Girdim Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanının odasına, korkunç bir panik yaşanıyor, perdeleri kapatmaya çalışıyor Zeki İlter. Harbiyeli gelecekmiş ateş edecekmiş ateş gelmesin diye görmesin diye perdeleri kaptırtıyor, böyle bir hava. Zeki İlter’i aldım, geldik baktım koridorda makam odasının önünde Memduh Tağmaç duruyor. Tabii evveliyatı da var, Memduh Tağmaç’la çok çatışmalarım da var ama bu bardağı taşıran son damla. Ben şimdi Naci Aşkın’ın bana söylediklerini Memduh Tağmaç’a aktarıyorum, etrafında 5–10 tane Kurmay Yarbay, Albay var. Memduh Tağmaç zaten bana kızıyor, gördüğü vakit nevri döndü. Hiç beni dinlemiyor. Sen ne biçim kurmaysın diye bir tepki verdi. Ben gayet sakin dedim ki, ben ST101-5 talimnamesinin 8. maddesinde yazdığı gibi kurmayım. Fikir ve kanaatlerimi söylerim. Siz kabul edersiniz ya da etmezsiniz. Ben sizden yurtdışı görevi istemiyorum, lojman istemiyorum, kurs istemiyorum, harcırah istemiyorum, askerlik öğretimi istemiyorum dedim, bastım döndüm. O dalgalandı sabaha kadar. Memduh Tağmaç’la bizim husumetimizin esas temeli budur. Ölünceye kadar ben orada kendisini öldüreceğim kanaatiyle yaşadı. Bu kanaat 12 Mart’ta benim defterimin dürülmesi için yeterli bir sebep oldu. Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’la çatışmışız o süreçte. Genelkurmay başkanı olan kişiyle çatışmışız. Faik Türün’le çatışmışız, neden çatışmışız? Genç Kemalistler Ordusu davasında benim mahkeme başkanım, ipi göğüslemişim, ölüm bir ölüm demişim bangır bangır bağırıyorum. Adam bana müdahale etse ona da casus diyeceğim, prestiji sarsılacak, tuğgeneralken tümgeneral olamayacak. Yutkunmuş. Bunun da bir hesabı var dolayısıyla bütün hesaplar toplandı. Beni 12 Mart’ın hesabını sormak için tramplen yaptılar. Benden Celil Rükan’a atlayacaklar, Celil Rükan’dan Faruk Gürler, Muhsin Batur, Kemal Kayacan’a atlayacaklar, bomba davası bu. Ben bu davada yalnız kaldım. Neden yalnız kaldım? Birinci tramplen olarak kaldım diğerlerine gücü yetmedi. Çünkü o tarihte amaçları, 1972 Ağustos’undaki kumanda değişikliğine yön vermek. Yani Faruk Gürler ve Muhsin Batur’u ekarte edip kendi adamlarını genelkurmay başkanı yapmak. Tağmaç ile Sunay’ın planı bu. 16 Ağustos 1972 günü geldi, Faruk Gürler zorla oturdu. Kara Kuvvetleri Kumandanı da zorla oturmuştu. Oturunca bunların planı kaldı. Biz içeride yattık 1 sene. Bir sene sonra Faruk Gürler’i ikna ederek genelkurmay başkanı tasfiye eder etmez hemen Celil Rükan’la beraber 6 kurmay albayı tutukladılar. İkinci aşaması bomba davasının bir güç bunları 6 gün sonra Ziverbey’den geri çekti. O arada askeri savcı, Gürler, Batur, Kayacan’ı cunta başı ve cunta üyeleri olarak ek iddianamede benim yanıma oturtmaya teşebbüs etti. Fakat Celil Rükan ve arkadaşları geri çekilince dava yattı iş benim üstüme kaldı. Ben bu silahlı kuvvetlerin namına işkence, hapis halt püsür hepsini göğüsledim ve de oradan 4283 sayfalık 10 ciltlik bir savunmayla çıktım. Nasıl becerdim bu işi? Bu kararı içeri girdiğim an almıştım. Günde 8 saat muntazam böyle bir savunma yapmak için çalıştım. Dışarı çıktım bir arkadaşımdan para aldım, bir daire parası, 3 sekreter tuttum, 1 sene eve kapandım, 4283 sayfa benim savunmam var. Şahsi savunma değil çünkü benim şahsımı savunma gibi bir tavır, siz de ifade etiniz, hiçbir zaman olmadı. Bu, o dönemin yöresel, tarihsel, yargısal bütün pisliklerini ortaya koyan bir belgedir. İşte o belgenin iki cildini Bomba Davası 1 ve Bomba Davası 2 olarak yayınladım. Diğer bölümüne de şimdiye kadar hiçbir makam sahip çıkmadı, elimde duruyor.

Ünal İnanç: Şimdi efendim kısa…

Talat Turhan: Şimdi izin verirseniz Türk siyasi davalar içinde bugüne kadarki genelkurmay başkanı ve kuvvet kumandanlarını sanık ilan eden bir dava daha Türk tarihinde yaşanmamıştır.

Ünal İnanç: Efendim kısa bir ara verelim sonra yine devam edelim.

Ünal İnanç: Sayın Talat Turhan şimdi benim kafamı kurcalayan bir olay var. Kafamı kurcalayan olay şu; herkes bir yerlere kabahat buluyor ve kimin sesi çok çıkarsa, onun sesi halk kitlelerini etkiliyor. Örneğin bu askeri darbeler, askerlerin hoşnutsuzluğu falan Türkiye’de siyasetin belini kırdı deniyor. Ben Amerika’ya 50 yaşımı devirdikten sonra gittim. Küçük Amerika falan filan Amerika’ya bir gitti baktım ki biz 1950 yılına kadar zaten Amerika’ymışız. Ben Amerika’nın bir tek özelliğini gördüm. Amerika’da belli kural ve yasalar var, belli yetkiler var, kimse kimsenin yetkisine öyle havadan müdahale edemiyor. Yani havaalanında birinin çıkışına izin verilmediği zaman bir amir bırak geçsin falan diyemiyor. Orada bir tane polis memuru damgayı basıyor 2 sene Amerika’ya giremez diye, adamı da kapıdan çeviriyorlar. Diğer şeylerde insanların yaşam bilmem neleri belli, ona göre… 1950’ye kadar da, çok iyi hatırlıyorum, sokağa tükürmek yasaktı, biz ilkokul talebesi polise bak bu adam sokağa tükürdü dediğimizde polis muamele yapardı. Hadi canım sende deyip sokakta çocukları tekmeyle kovalamazdı. Sen ne karışıyorsun amcanın işine demezdi. Şimdi siyasetçi dediğimiz, bu erbabı siyasetin, siz araştıran inceleyen insanlar, insansınız; Türkiye’ye demokrasi açısından katkısı ne oldu? Ne tür yasalar halkın refahı için çıktı?

Talat Turhan: Şimdi eğer bireyi belirli bir kültür, ahlak seviyesine çıkartamıyorsanız; o bireylerden toplum oluşturamazsınız, o toplumlarla da demokrasiye gidemezsiniz. Çok yakın bir örnek vermek istiyorum: Bundan 48 yıl evvel Tokyo’da bir taksiye bindim. 100 Yen parası çıkışmadı, üstü kalsın dedim. O tarihte Japon ahlakı o 100 Yene tenezzül etmediği için, ben bunun farkında değildim, adam trafik cezası vermeyi göze almış, park edilmeyen yere park etmiş, gitmiş bozdurmuş, soluk soluğa peşimden geldi, 100 Yenimi bana iade etti. Bundan 1 hafta evvel Radikal’de arka sayfada Yokohama Mektubu diye bir yazı gördüm, okudum. Bizim bir gazeteci gurubu bir yerden bir yere gidecekler. 15 dakikalık antrenmanı seyredecekler. Şoför bir türlü gitmiyor, gidemiyor, trafik tıkanıyor, bağırıyorlar çağırıyorlar, 50 bin insanla konuşuyorlar, heyecanlanıyorlar, oradaki şoföre küfür ediyorlar. Taksi ücreti 50 dolar tutuyor. Şoför parayı kabul etmiyor. Ben sizi gitmeniz gereken yere zamanında götüremedim diyor. Şimdi 48 yılda Japon ahlakını kimse bozamamış.

Ünal İnanç: Bizim ahlakımızı nasıl bozdular?

Talat Turhan: Bizim ahlakımızı çok kolay bozdular. Eğer bir ülkede halkın %90’ı, %75’i, %80’i neyse, fakir ise ben zengini seven bir adamı cumhurbaşkanı yaparsanız, o zengin azınlığın adına fakire popülizm yaparak hizmet istemektir. Öyle de bir propaganda mekanizması var ki zengini seven adama şimdi fakirler “rahmetli” diyorlar. Böyle bir ülkede yaşıyoruz. Şimdi eğer demokraside herkes yetki ve sorumluluğunu bilirse ve yaparsa kimse kimsenin alanına müdahale etmez. Amerika dediğiniz gibi. Ben mesela Kore’de Amerikalılarla birlikte çalıştım. Bir gün bir astsubay geldi, 18 senelik astsubay, iltica etti benim birliğime. İltica dediğim de ahbaplık için, sohbet için geldi. Hüngür hüngür ağlıyor, dertleşmeye gelmiş. Yüzbaşısı 18 senelik astsubayı er yapmış. Niye? Yasak denilen yere, yasak tabelası olan bir yere girdiği için. Şimdi bu demokrasiye sığar mı sığmaz mı falan…

Ünal İnanç: Askerlik, piyasa öyleyse öyle.

Talat Turhan: Yani dediğiniz gibi orada kurallar var ve o kuralları uygulayan kişiler var. Kimse kimsenin yetki alanına tecavüz etmiyor, hatır gönül ahbaplık sökmüyor. Ama burada her konuda hatır gönül ahbaplıkla iş dönüyorsa, her parti iktidarın bir yerinden tutup kadrolaşıyorsa kendi adamlarını bir yere sürüyor, diğerini dışlıyorsa o zaman demokraside bir yozlaşma oluyor. O yozlaşma da bazı duyarlı kesimleri harekete geçiriyor. Şimdi bu harekete geçmeler iyi mi oluyor, kötü mü oluyor? Bana göre 12’li darbelerde kötü oldu. Neden kötü oldu? Çünkü dünyaya bir laboratuar olarak bakın, bir darbe sonucunda Yunanistan’da ne olmuşsa burada da aynı şeyler oluyor. Şili’de ne olmuşsa burada da aynı şeyler oluyor. Arjantin’de ne olmuşsa burada da aynı şeyler oluyor, Venezüella’da da aynı şeyler.

Ünal İnanç: Darbeciler bir anda refaha kavuşuyor

Talat Turhan: Yani darbecileri yönlendiren bir üst güç var. Ben buna da kafayı yordum. Hatta bu konuda İngilizce bir kitap, yeni elime geçirdim. Amerika’da, şimdi ismini değiştirdiler, eski ismi Schools Amerikans diye bir okul var, Amerikalılar Okulu. Okulu ilk kez 1946 yılında Panama’da kurmuş. 1946 yılından 1984 yılına kadar Güney Amerika’daki ve Orta Amerika’daki bütün darbecileri idam mangalarının başında bulunan kişiler o okulda eğitilmişler. Neden? Çünkü dünyada darbe geleneği olan ilk kıta Güney Amerika. İspanyol müstemlekesiyken Bolivya’nın genel valisi İspanyol Genel Valisi Simon De Bolivar basmış muhtariyeti ilan etmiş, darbe yapmış, oturmuş parsellemiş Bolivya’yı. Onlar İspanyol kökenli olduğu için ona darbe demiyorlar, pronosiemento diyorlar. Pronosiementoların laboratuarı, cenneti Güney Amerika. Ondan özenen öbürü de yapmış. Amerika da o tarihte tecrit politikası uyguluyor. Mondroe Doktrini adında bir doktrin var. 20. asrın başlarında, “Amerika Amerikalılarındır” diyor. Bunun anlamı bütün Amerika kıtası ABD’nindir demek. İlk önce oraya el atmışlar, sonra dünyaya el attılar. Tecrit politikası uyguluyor, oradaki oluşum da bakıyor ki olumlu gidiyor. Oluşumu yönlendirmek için okul açıyor, adamlarını yetiştiriyor. Diyelim ki Brezilya’daki iktidar, sivil iktidar amerikan çıkarlarını korumaya yetmiyorsa hemen adamlarına talimat veriyor, adamlar bir darbe öncesi hazırlığa geçiyorlar. Ben bunu kitaplarımda yazıyorum. İstiklal Harekatı denilen bir yöntem var. Bir ülkede halkı darbeye rıza gösterir hale getireceksiniz, bu da terörle yapılıyor. Terörün amacı pasif çoğunluğu yanına çekmek, yanına çekmek için ona can güvensizliği vermek. Bir adam gelsin bizi kurtarsın da kim gelirse gelsin. O noktaya geldiği vakit bu sefer Amerika kendinden yana adamlara buyurun diyor, yol açıyor. Bu Türkiye’de çok açık olarak yaşandı. Orgeneral Bedrettin Demirel benim dostumdu, hocamdı, arkadaşımdı. Anılarında, Milliyet’te yayınlandı kitaba dönüştürülmedi, dedi ki “Biz 12 Eylül darbesini 8 ay evvel karar aldık.” Dökülen kanlar yetmedi.

Ünal İnanç: 10 kişi yerine 20 kişi olursa…

Talat Turhan: Bekledik ki yeterli kan gelsin, millet desin ki bir kurtarıcı gelip bizi kurtarsın, kurtarıcı lazım, işte o noktada müdahale ettik. Buna destabilizasyon- stabilizasyon diyorlar, bir toplumu ilk önce destabil edeceksin sonra da stabilize edeceksin. Kimle? Kendinden yana olan insanlarla. Asker geldiği vakit ne oluyor? Karar mekanizması azalıyor. 50 tane komisyon, 450 tane parmak… gerek yok. Yaptım, ettim diyorsun, 3 kişi bir araya geliyor imzayı basıyor. O istekler garantiye alınıyor. Mesela haşhaş meselesi, 12 Mart’ta bir solukta haşhaş meselesini halletti, erim hükümetiyle, öbür zaman da başka meseleleri halletti. Yani bunun mekanizması var.

Ben bir CIA ajanının kitabından çok sıkça söz ederim, onu aslında Harvard Üniversitesi’nde bir heyetin yazdığını da sonradan saptadım, içinde Henry Kissinger da var. Ayaklanmaları Bastırma Harekatı adında bir kitap. Bu işten bahsediyor. Bir nevi darbecilerin kuramı. Orada darbe öncesi ne yapılır, darbe sonrası ne yapılır, nasıl bir parti kurulur, o parti nasıl iktidara gelir, o parti darbenin devamı olur falan… Mesela ANAP, orada yazıyor, seçim yaparsınız zamanı geldiği vakit parti gelir siz de partiyle beraber gelirsiniz, peşinden de Özal karşımıza çıkıyor. Hiç sürpriz değil.

Ünal İnanç: Yalnız Özal’ın bir şeyi var, askerlere karşı gözüküyordu.

Talat Turhan: O da işin raconudur. Biraz kabadayılık yapacaksın ki halka da tutsun.

Ünal İnanç: Evren Paşa’yı kolundan nasıl çekti, öptü.

Talat Turhan: İşte onlar işin raconudur bana göre. Yoksa ben işin iç yüzünü biliyorum, o kadar da değil yani bazı şeyleri biliyorum ama şimdi söylemek gerekmez. Neyse… O David ….48.20 denilen adamın kitabında diyor ki her ülkede üst gurup insan var; iktidardan yana olanlar, iktidara karşı olanlar: işte Mesut Yılmaz’ın dediği “Sessiz Çoğunluk” . İktidar prensibi diyor, o prensip azınlıktır diyor, yandaşı, karşıtı da çok azınlıktır. Esas kitle sessiz çoğunluktur. İktidar prensibinin amacı o sessiz çoğunluğu yanına çekmektir.

Ünal İnanç: Makul çoğunluk…

Talat Turhan: Makul çoğunluk. Yani iktidara karşı olanı çekerse o sözü söyler, diğer tarafı çekerse diğer sözü söyler. İşte buna da devlet terörü diyorum.

Ünal İnanç: Sizin bu kitapta, kumar da var mı? Kumarı da anlatıyor mu?

Talat Turhan: Kumar yok.

Ünal İnanç: Hani makinenin hileli düğmesine basarsın, top yuvarlanır bir yere gelir. Bizim seçim sistemine göre hiç öyle makul çoğunluğa falan gerek yok.

Talat Turhan: Başka bir şey söylüyor orada. Diyor ki; bir ülkede darbe yaptıktan sonra zamanı gelince seçime gidersiniz. Seçimde sizden yana olan gelir iktidara. O arada…

Ünal İnanç: Yani bir dümeni var bu işin.

Talat Turhan: “O arada liderleri de denersiniz” diyor. “Sizden yana olan lider gelmezse iktidara, seçime hile katarsınız o da talihsizliktir. İşi öyle düzeltirsiniz” diyor. Yani yarı resmi bir kitapta seçimlere hile katma önerisi var. Ben 30 seneden beri bangır bangır bağırırım, bir kişi de bir ülkede hem demokrasi var hem de seçimlere hile katmaktan bahseden bir kitap yayınlanabiliyor diye buna kafayı takıp, işin sorulması gereken sorusunu sormazlar.

Ünal İnanç: Efendim, şimdi İstatistik Enstitüsü seçmen sayısını beliriliyor biliyorsunuz. İllerimizin sayısı kaç çıkıyor, kimler, nasıl oluyor, nasıl gidiyor… Allah hayır eylesin. Bir sorum da şu 12 Mart olayında Faik Türün, Muhsin Batur, Faruk Gürler olayına geldik.

Talat Turhan: Oradan birkaç kesit vereyim izin verirseniz.

Ünal İnanç: Rica ederim.

Talat Turhan: Ben Bomba Davası’nda ihtilal anayasasını yapmaktan yargılandım.

Ünal İnanç: Öyle bir anayasa var mıydı ellerinde?

Talat Turhan: Ben yargılandım. Somut olarak yok dosyada, benim yaptığım çizdiğim yok. İşkence hakkında alınmış ifadeler var. Hem de 3 kere yapmışım. A Grubu ifade veriyor; ben yapmışım, B Grubu geliyor ifade veriyor, o az geliyor, C Grubu geliyor ifade veriyor. Ben ciddi ciddi anayasadan yargılanıyorum. Aradan 10-20 sene geçti, bir anı patlaması oldu. Muhsin Batur, Celil Rükan falan filan. Yargılanırken biliyorum ben kimin yaptığını. Terbiyemden, kalleş olmadığımdan açıklamıyorum. Daha da ilginci benim avukatım olan kişi de anayasa yapmış.

Ünal İnanç: Aferin.

Talat Turhan: Albaylıktan atıldı. Hukuku bitirmiş, avukat oldu. O ana yasamaların içinde, anayasa yapan benim avukatım, anayasa yapanlar tanık geliyorlar…

Ünal İnanç: Avukat?

Talat Turhan: Hidayet Ilgar adında çok değerli bir insan, o anayasayı yapanlardan Topçu Pilot Albay. O avukatım, diğerleri de tanık geliyor, ben de 3 ayrı grup tarafından anayasa yaptırıyorum. Şimdi Muhsin Batur’un anıları çıkıyor ortaya, anayasayı onların yaptığı ortaya çıkıyor. Bir kişi de bana affedersin demiyor. Bu davayı açanlar da utanmıyor. Mahkemeyle sabit oldu ki anayasayı yapmamışım ama ciddi ciddi 2 sene anayasa yapmaktan yargılandım.

Ünal İnanç: Efendim kısa bir ara veriyoruz ve ondan sonra devam ediyoruz.

Ünal İnanç: Gelelim 12 Mart’ın faziletine ve 12 Mart’ta zede olanlarla zade olanlara.

Talat Turhan: Tabi zedeler içinde ben de kendimi sayıyorum ve de çok ağır yük adlında bıraktılar beni. Bunlardan beni en çok rencide eden yapılmamış boğaz köprüsünü havaya uçurmak iddiası. Bunun gerçek olmadığı mahkeme kararıyla ortaya çıktı. Ama neden yapılıyor sorusunun yanıtını aramak lazım. O tarihte sol, boğaz köprüsünün yapımına karşı çıkıyor.

Ünal İnanç: Tünel istiyor.

Talat Turhan: Tünel istiyor diyelim. Diyor ki Zap’a köprü kur boğaz köprüsü yapacağına. Sola bir ders vermek lazım, suçlamak lazım solu. En iyi suçlama da solun, beni de sol sayıyorlar, boğaz köprüsünü havaya uçuracağına dair yapay bir iddiayla suçlanması. Ben de o işin günah keçisiyim. Neden? Başta bulunan heriflerin şahsi husumetini çeken bir kişi olduğum için o role layık görüldüm. Bu akla uygun gelmeyen ithamın doğru olup olmadığını kamuoyunun büyük bir çoğunluğu irdelemiyor. Suç üzerinize kalıyor. Hala bahsederken “boğaz köprüsünü havaya uçuran adam” diyorlar. Beraat etmişsin falan filan hiç kıymeti yok.

Bir talimname var. Ben de kitaplarımda söz ediyorum. Diyor ki; mukavemet harekâtına katılan kişileri, katil ve hırsızlık devinden adi suçlardan suçlayın ki bir dahaki harekâta katılmak için şansı kalmasın. Yani benim Türkiye’deki herhangi bir legal illegal faaliyet içinde şansımı kırmak için o bir koz. Ben kazara bir partiden adaylığımı koysaydım, “O adam mı? Yahu boğaz köprüsünü havaya uçuracaktı.” Sen tersini iddia edene kadar atı alan Üsküdar’ı geçiyor. Böyle haksızlıklardan geçerek buraya geldim.

Baktığınız vakit darbelerden tabi yararlanan oluyor. Mesela…

Ünal İnanç: Şu sizin anayasa vardı12 Mart ihtilali için.

Talat Turhan: Evet o anayasaların bir heyet tarafından yapıldığı, anımsadığım kadarıyla içinde Emin Değer var, Hidayet Ilgar var hukukçu olarak, Kurmay Albay Kemal Tunusluoğlu var, başka bir kurmay albay daha var, bir kişi daha var. Bunlar bir araya gelmişler, Muhsin Batur’un emriyle anayasa hazırlamışlar, Muhsin Batur’a vermişler. Muhsin Batur iş işten geçtikten sonra o anayasayı sol anayasa diye nitelemeye başladı ama o anda karşı çıkmamış anısında yazdığına göre öyle anlıyorum ben. Neyse bir anayasa var tabi bu anayasa uygulamaya geçmedi. Çünkü 9 Mart 12 Mart’a döndürüldü. Bir küçük örnek vermek istiyorum. Darbelerde bu işler nasıl dönüyor? Küçük ama önemli birkaç örnek veriyorum. Öncelikle darbe bekleyen insanlar var: sivil asker.

Ünal İnanç: Memleket kurtulsun istiyorlar.

Talat Turhan: Darbelere hurra edip bir yer kapmak istiyorlar. Keşke memleket kurtulsun deseler. Bir yer kapmak istiyorlar. Öyle insanlar var. Çok gördüm ben öylelerini. Şimdi 27 Mayıs olmuş, bir şeyler dağıtılıyor herkese rütbe, makamlar dağıtılıyor. İstanbul Sıkıyönetim’de bizim dostumuz rahmetli Kurmay Albay Selçuk Atakan da var o tarihte, bu heyetin içinde. 28 günü öğleden sonra çıkıyor bir adam geliyor.  Bütün görevler dağıtılmış görev falan kalmamış. O da ihtiyatlı kuyruğunun üstünde bekliyor, iş olsun da öyle gideyim diye.

Ünal İnanç: Geç kalmış.

Talat Turhan: Geç kalmış. “Selçukçuğum bana bir iş.” diyor.  “Sana göre iş yok” diyor. “Sana göre iş kalmadı benim yanımda. Sen Muharrem İhsan Kızıloğlu’nu tanır mısın?” diyor. İç İşleri Bakanı Muharrem İhsan Kızıloğlu Paşa. Aa tanırım filan yerde beraber bulunmuştuk diyor. “Hemen Ankara’ya git, kalmışsa bir valilik al” diyor. Şimdi bizim adamımız kalkıyor soluk soluğa Ankara’ya geliyor. Bakıyor ki Muharrem İhsan Kızıloğlu çok itibar ediyor. “Elimde iki valilik var. Birisi Bitlis birisi Siirt hangisini istersin?” diyor. Bitlis valiliğini kabul ediyor. İltifatı fazla görünce “Benim bir Kurmay Albay kardeşim var ona da Siirt’i ver ” diyor. Vefa Poyraz Bitlis Valisi, Sefa Poyraz Siirt Valisi. Bu ironi değil, bu hokkabazlık.

Ben Başbakanlık Özel Kalemi’ne vekâlet ediyorum. Başbakan da Fahri Özdilek. Bitlis’e gittik. Baktım ki Bitlis’te bir kadının etrafında bir halka, bir kalabalık var. İlgi odağı yaşlı bir kadın. Gittim, baktım bu nedir dedim. Dediler ki bu kadını Demokrat Parti karşıtı olduğu için tımarhaneye koydular. Şimdi çıktı, serbest çok mutlu… Vefa Poyraz bizi karşılarken böyle bir şov yapma gereği de duymuş. Baktım kadının ayakkabısının kenarında bir düğme var, ucunda da bir bavul etiketi konmuş. Bir tarafta Adnan Menderes bir tarafta Celal Bayar. Yani insan karakteri buraya kadar inmemesi lazım. Kaldırın götürün bunları buradan uzaklaştırın dedi. Oradan kalktı Siirt’e gittik, Siirt’e saat 11 de gittik. Sofra kurmuşlar bir kadın geldi bize başbakan yardımcısı iki de bakan var. Ayran mı istirsiz cacık mı istirsiz dedi, şimdi böyle bir insanlar falan filan, bu bir anekdot.

Ben bir gün Milli Savunma Özel Kaleminde oturuyorum bir paşa gelip gidiyor bana, bende paşa hakkında iyi şeyler duymamışım sokmuyorum içeriye. Oynuyorum adamla, iki üç gün sokmadım içeriye. Üçüncü gün çok sevdiğim bir arkadaşım getirdi, erkân şube başkanı, Kurmay Yarbay Sadri Karakoyunlu daha sonra paşa oldu. Talat dedi Paşamı sok içeriye. Ben paşayı soktum içeriye ama bu adam ne söyleyecek diye de merak ettim. O zamanda bizden korkuyorlar çünkü komitenin adamımıdır yoksa değimlidir diye falan filan, yoksa bu makama gelmezdi diye, herkes herkesten korkuyor yani. Acaba falan diye fazla otorite sökmüyor. Oturdum yani adamla beraber, adam diyor ki; paşa hazretleri diyor, size diyor, yalvararak bir şey istirham etmek istiyor diyor. Eşimin diyor her gün hakaretine maruz kalıyorum, sen ne biçim adamsın ki herkese görev verdiler sana vermiyorlar. Hani gerekçe çok şey, ne istiyorsun benden dedim? Milli Savunma bakanı ne görev versin emekli paşaya? Efendim dedi, ben Cemal Gürsel’le bir yerde bulunmuştum bana Cemal Gürsel’den bir randevu al dedi. Günlerden Pazartesi idi, Çarşamba günü randevu alındı. Çarşamba akşamı 7 ajansında Nuri Teoman’ın Ankara Valisi olduğunu duydum. Şimdi gene böyle anekdotlara devam edelim, onlar anekdot değil, bunlar yani o.

Ünal İnanç: Bugünde farklı bir şey yok yani.

Talat Turhan: Bu laubalilikle hiçbir yere gidemeyiz. Şimdi gene böyle yer dağıtılıyor, bir kurmay binbaşı gidiyor, biraz da şey, şaka kaldıran bir adam, Yalova Kaymakamısın diyorlar. Adam Yalova Kaymakamlığına gitti, üç ay kaldı emekli yaptılar. İsmi lazım değil. Şimdi, yani makam, rütbe, mansıp böyle dağıtılıyor. Tabi böyle dağıtıldığı vakit de, oradan çıkan sonuçlar da hem o kurumu yıpratıyor hem de harekâtın tümüne gölge düşürüyor. Bir de oraya stratejik bakıp da dış etkenlerin olduğunu kabullenirsek, görürsek o zaman işin rengi daha da değişiyor. Mesela Tahsin Şahinkaya dünyanın en zengin generali diye Tan Gazetesi kapak attı diye bir rivayet dolaşır.

Ünal İnanç: Ben baktım bulamadım onu.

Talat Turhan: Ben bütün Tan gazetelerini, dergilerini tarattım, bulamadım.

Ünal İnanç: Evet doğru, ben de.

Talat Turhan: Şimdi en son ulaştığım bilgi Tan değil, şu anda çıkmayan Luk ??? Dergisi’nin, 12 Mart sonrasında çıkmış…

Ünal İnanç: Blok?

Talat Turhan: Luk. Luk Dergisi’nde çıkmış. Şimdi çıkmış, çıkmamış falan yani halkta bu söylemler varsa ve de o kişinin yaşamıyla bu söylem arasında koşutluk varsa o zaman o darbe bu yönden de yara alır. Keşke darbe yapanlar, A, B, C, D 4–5 kişi alsa bu yarayı, o darbelerin temsil ettiği kurum da yara alıyor. Onun için böyle, bu tip heveskârların önüne geçmek lazım ama şartlar devrime gebe olduğu vakitte her ülkede kurtarıcılar çıkması lazım. Bir…

Ünal İnanç:  Efendim geçmişten…

Talat Turhan: Pardon. Bir eski ihtilalci, kendisi de kurtarıcılığa soyunmuş bir adam bir laf etti, sağcıların eline bir koz verdi, “En büyük şey kurtarıcılardan kurtulmaktır” şeklinde bir laf etti. Şimdi bunun içine Atatürk de giriyor. Mustafa Kemal de kurtarıcı. Her ülkede zamanı geldiği vakit kurtarıcılar çıkmalıdır. O ülkenin dinamizmidir. Ama önüne gelen de böyle Amerikan güdümlü darbede piyonluk yapmamalıdır diye düşünüyorum.

Ünal İnanç: Şimdi efendim, şeyden bahsettik, geçmişten günümüze kadar geldik. Sizin burada son kitabınızda ilginç iddialarınız var. Bu ilginç iddialarla konuşmamızı tamamlayalım. Bir de dünyanın geleceği var, geçmişin iyi kötü muhasebesini yaptık.

Talat Turhan: Evet,

Ünal İnanç: Bu … ???(06,20) Şimdi siz burada masonları, Amerika’yı, Bilderberg’i, globalleşmeyi eleştiriyorsunuz. Bu konuyu anlatır mısınız? Nedir dünyanın geleceği nedir yani?

Talat Turhan: Şimdi, sosyalist enternasyonalizmin amacı dünyada proletarya iktidarını tüm dünyaya yaymak idi. Bu bir ütopya olarak kaldı, Sovyet olayından sonra. Karşı kutbu da …. (7,25)Amerikanı diye Amerika çekiyor. Bu 45 yılından bu yana. O da kapitalist enternasyonalizmi kurmak istiyor. Bunun için bir gerekçe olması lazım. 45’den sonra soğuk savaş döneminde dünyanın en güzel olta yemini buldu. Antikomünizm. Antikomünizm ile dünyanın her ülkesini oltaya takabiliyorsun ve kendini yandaş kılabiliyorsun. Mesela ben 64 yılında evimin kapısına, modaydı o zaman, Komünizmle Mücadele Derneği diye bir levha koysaydım şimdi trilyonerdim. Ve oradan bir sanayi oluştu, çok kişi ekmek yedi antikomünizmden. Her yerden sayısız insan ekmek yedi, bürokraside, siyasette, halktan, iş adamından müthiş ekmek yedi. Amerika da bu işten çok memnun kaldı, destek verdi. Şimdi antikomünizmin müttefikleri var. Kimdir onlar? Bir kere sermaye diyor ki komünizm gelecek paramı elimden alacak. Sermaye para basıyor, kime basıyor? Neonazist partilere basıyor. Onları vurucu güç olarak kullanıyor. İdam mangaları kuruyor, oraya para basıyor. Para-Militer güçler kuruyor kendi parasını korumak için, oraya para basıyor.  Kendinden yana iktidarlara basıyor, sermaye. Sonra dinini kullanıyor antikomünist, diyor ki dindarlar komünizm gelince dinimiz elimizden alınacak. Bütün dindarlar antikomünizmin safında oluyor, dolayısıyla Amerika’nın değirmenine su taşıyor. Sonra milliyetçiliği kullanıyor, eğer Rusya gelirse enternasyonalistdir, milliyetçilik kalmayacak, şoven milliyetçiliği de kullanılıyor geriye güç kalmıyor dolayısıyla 45 yıl bütün dünyayı peşine taktı Amerika sürükledi. 90 yılında Paris şartıyla 34 ülkeyle beraber teslim bayrağını indirince Sovyetler Paris şartı imzalandı. Sanıyorum 17–18–19 Kasım 1990’dır. Bir şey kalmadı, koz kalmadı, Amerika 11 sene bocaladı. 1990’dan 2001 yılına kadar bocaladı. Dünyanın hepsini ortak tutacak bir düşman lazım, bir sebep, bir bahane lazım. Düşündü taşındı yaptı etti falan filan şimdi terörü buldu. Bütün dünyaya diyor ki dünya terör çağıdır, ya benlesin ya bana karşısın. Ve de gerektiği anda da terörü yönlendiriyor, gerektiği anda gerektiği ülkede terör yapıyor. Şimdi şu anda şu geçen süreçte bir seneyi doldurmadı, Afganistan’a müdahale etti, Afganistan müdahalesi için bir neden yoktu aslında. Yani sen bir adamı yakalayamıyorsan…

Ünal İnanç: Gene de adamı yakalayamazsan…

Talat Turhan: Usame Bin Ladin’in hakkında Yemen Büyükelçisiyle FBI’ın ileri gelen adamlarından bir tanesi 1993 yılında yanlış anımsamıyorsam Yemen’de US…… gemisine saldırı yaptılar 17 Amerikan askeri öldü.

Ünal İnanç: Evet.

Talat Turhan: Orada Bin Laden’in parmağını yakalamışlar. 1993 yılında senin gemine senin terör yapan adamı sen 2001 yılına kadar neden yaşatıyorsun?

Ünal İnanç: Ama efendim şimdi, bir takım iktidar çevrelerine Usame Bin Laden’in şeyleri yaradı, bizde de, bu Kenya’da da Usame Bin Laden yaptı.

Talat Turhan: Evet bakın bu bir sene içersinde Afganistan’ı lav etti, Filipin’lere müdahale etti, Somali’ye müdahale etti, Yemen’e müdahale etti, Sudan’a müdahale etti, başka terlere müdahale etti veyahut da müdahale edeceğim diyor. İşte Irak’ı, İran’ı ……… ilan etti, yani şimdi dünyada hiçbir pürüz bırakmamak için terörü kullanıyor. Şimdi bakıyoruz 1998 yılında UNICO diye bir şirket kurmuş, petrol şirketi Afganistan’da. İlk önce Talibanlarla pazarlık yapmış anlaşamamış, sonradan kendisi kurmuş şirketi Karzai’yi ortak yapmış. Bu bir tesadüf müdür yoksa 1998’de bir amerikan Petrol şirketinin ortağı bugün başkan oluyor. Her şey tezgâhtan geliyor, neden bunu yapıyor? Yukarıda 500 yıllık rezerv var, o rezerve el koyacak. Sonra bunu 12 Eylül’den 1 sene evvel bir Amerikan hava indirme birliği tugay çapında 19 saat durmaksızın uçuyor geliyor bir Türki Cumhuriyetine iniyor. Bunu Murat Yetin yazdı, Radikal’de. Bizim de buradan Kayseri’den bir tugayımız, hava indirme tugayımız katılıyor harekâta. O inen Amerikan Generali dünyanın her yerine durmaksızın gideceğimizi ispat ettik diyor, yani provasını da yapıyor işin Türkî cumhuriyetlerinde. Şimdi Türkî Cumhuriyetlerini kontrol altına aldı, Rusya’yla anlaştı. Petrole el koydu, Afganistan’dan sıcak denizlere inmek istiyor. Sonra Çin önündeki rakibi gözüküyor, stratejik açıdan. Orada olmanın birçok faydası var Çin’e müdahale etmek için. Ondan sonra İran’la hesabı var, İran’a müdahale etmek için çok stratejik bir bölge. Yani Amerika Asya’daki zafiyetini gidermek için orada bir köprübaşına ihtiyaç vardı, en stratejik köprübaşını Afganistan’ı kontrol altına aldı. Şuanda terör kullanılıyor, şimdi bunu kim yapıyor? Nasıl yapıyor? Falan dediğin vakit, ben şimdi o kitabı biraz daha açtım. Bir Amerikan derin devleti diye bir şey karşıma çıktı. Ondan evvel İngiliz emperyalizmine baktım, İngiliz emperyalizmi Hindistan’da egemen olmuş, bütün dünyanın her yerinde egemen olmuş. Güneş batmayan bir imparatorluk kurmuş. Kiminle kuruyor? İşbirlikçilerle. Şimdi birisi çıksın araştırsın emperyalizmin bütün işbirlikçileri mason! Çünkü mason en çalışan örgüt, en sağlam örgüt, hani eskiden limandaki adama ne derlerdi? Bir deyim vardı. Limandaki işbirlikçilere bir şey derlerdi? İlhan Selçuk çok kullanırdı. Öyle işbirlikçilerle orada adam İngiliz emperyalizmin vermiş olduğu imkanlar karşılığında memleketi satıyor. Buna karşın kendisi krallar gibi yaşıyor. Çoluk çocuğu İngiltere’de yaşıyor, falan filan. şimdi böyle bir yapı var, şimdi Amerika bu yapıyı biraz daha ileriye götürmüş. Ne yapmış Amerika? Amerika, Amerika’da Amerika Birleşik Devletlerinde 1833 yılında Masonların en seçkinlerinden bir gizli örgüt kurmuş. Skulls and Bonses Society (Kafatası ve Kemikler Örgütü) kafatası masonlukların amblemlerinin başta geleni. Bununla ilgili bir film de oynadı Türkiye’de, kimse farkına varmadı film gerçekti. Saklı Seçilmişler diye vizyona girdi, orijinali Skulls (Kafatasları) diye ismi. Orada o mabetlerde yeminlerini falan gösteriyor, tutuyor beş saat on saat öldürüyor adamı çıkartıyor eski hüviyetinden çıkmış örgütün hüviyetine girmiş bir adamsın. Yemin yaparken de duvarda iki metre mabetleri var WAR yazıyor. Yani Skulls and Bonses Society’in temel felsefesi savaş, çünkü kapitalizmi savaş döndürür. Bugün Bush’ların savaşkar olmasının amacı bu örgüt üyesi olmasıdır. Şimdi bu örgüt 1833 yılından bugüne kadar 4 tane başkan yetiştirmiş. Bu başkanlardan ikisi Bush ailesinden, baba Bush ve oğul Bush Skulls and Bones Society üyesi. Bu bir, şimdi 1876 yılında o kitapta söz ediyorum çok kısa söz ediyorum ve bugün öyle bir kitap çıktı Bush’ların gizli tarihi diye, bu bahsettiğim konuya çok derinlik getiriyor, yabancı bir kitap. Sanıyorum Kim yayın evinden çıkmış bir kitap, şimdi bugünlerde yine başka bir kitap çıktı benim orada yazdığıma derinlik getiriyor, İluminati diye bir kitap çıktı. 1876’da bir daha bir örgüt kurmuşlar Masonlar, gizli bir örgüt. İluminati, Mason aydınları, Masonların içinden seçilmişler. Şimdi 1921 yılına kadar gelmiş bu örgütlenme yani Amerika’nın İngiliz emperyalizmini devir alması. Yavaş yavaş birinci Dünya harbinden tecrit politikasını terk edip yavaş yavaş Dünya’ya yayılması bu örgütlerin manivelası üzerine, çünkü devleti kontrol ediyor, Amerikan devletinin başkanını kontrol ediyor. Sonra gelmişler 1921 yılına Rockefeller ailesi palazlanmış zenginleşmiş o bir örgüt kurduruyor. 1921 “Council of Foreign Relations” dünyayı yöneten bütün kararlar buradan çıkıyor, 1921’den bu yana ve bütün seçilmiş insanlar buranın üyesi. Bu örgüte üye olmak için tek şart var amerikan vatandaşı olacaksın! Başka türlü şansın yok. Baktığım vakit örgütün yapısına çok somut olarak, bende hepsinin isimleri var! Somut olarak görüyorsun %90’ı Yahudi. Şimdi Masonik ve Siyonist bir yapılanma var, bu yapılanmayı Tevrat’a götürdüğün vakit Tevrat’ta bunu söylüyor. Yani bu bir dini hedefin bir nevi uygulaması gibi de algılayabiliriz. Mesela o kitapta yazıyorum Yeşu Bap 1 diye yazıyorum. Taradım Tevrat’ı. “Hudutlarımız” diyor “Hitlilerin diyarına” yani Hititlerin diyarına, “büyük ırmağa Fırat ırmağına kadar uzanacaktır” diyor. bu beni çok rahatsız eder ben bu memleketin vatan severi sayıyorum kendimi. Şimdi binlerce yıl devlet kurmamış bir ülke geliyor 1948’de devlet kuruyor, bu kadar dünyaya kafa tutacak hale geliyorsa ve bunların hedefi buysa, bu hedefe de günün birinde ulaşmayı kafaya koyarsa ve biz 150 milyar dolar borç IMF’nin direktifine her şeyi ipoteğe vermişken

Ünal İnanç: 150 Milyar dolar iç ve dış borç.

Talat Turhan: Yani bu şartlarda bu beni rahatsız eder, rahatsız ettiği için oraya dokundurdum yazdım. Şimdi yani “Council of Foreign Relations” şimdi çok ilginç bir istisna var, Council of Foreign Relations’da çok ilginç bir istisna. Dünyada tek istisna! İki sene Rockefeller buraya geldi bunu başı olan kişi, onursal başkanı şuanda. Rahmi Koç’a CFR üyeliği verdi! Dünyada tek kişi. O zamanda Rahmi Koç’un konumu ortaya çıkıyor, yani ormanı bedava vermenin, GAP’ı bilmem ne yapmanın, orada bilmem ne çiftliği kurmanın, onları götürüp orayı gezdirmesinin, bilmem nerede fabrika yerini bedava vermesinin mantığı çıkıyor. Şimdi Amerika’nın dünyada saydığı itibar ettiği en yüksek örgütüne aldığı tek kişi.

Ünal İnanç: Ne Mutlu Türküm Diyene, bak aramızdan bir Türk.

Talat Turhan: Tabii çok iftihar edilecek bir şey, bunu da ben inceledim niye Rahmi Koç diye? O zamanda David Rockefeller’ın Chase Manhattan Bank’ına girdim. Chase Manhattan Bankasında baş danışman Henry Kissinger, bu derin devletin ikinci adamı, Rockefeller’ın ikinci adamı. Bütün bu gizli toplantıların baş katılımcısı. Şurada bir kitabımda da Henry Kissinger’in iç yüzü diye bir kitap yazdım, çünkü bir basın toplantısı yaptım 1996 yılında

Ünal İnanç: Bizim Başbakanımıza bile hocalık yapmış bir kişi

Talat Turhan: evet hepsinin ahbabı, şimdi Kissinger Chase Manhattan Bank’ın başdanışmanı. Bizim KOÇ’ta orada üye, yönetim kurulu üyesi. Ne ilginç rastlantıdır ki dibinde de eski NATO genel sekreteri Lord Carrington var. Şimdi küreselleşme deyince böyle iki lafla geçiştirmeyeceksiniz, böyle bu çerçevede insanları yerlerine oturtacaksınız, bu insanlar arasında ilişkileri koyacaksınız. Ondan sonra dünyaya nasıl bir ihanet ağı örüldüğünü farkına varacaksınız, buna karşı çıkacaksınız. Ben şimdi bu bilince vardım geçenlerde mahkemeye çağırdı savcı beni, dedim ki; bana her gün bir yerden takarlar çünkü ben anti-küreselleşmeciyim, anti-masoniğim, anti-premasoniğim, ulus devlet’ten yanayım, takarlar bana dedim. Şimdi Türiye’de ulusalcı olmak çok büyük bir meziyetdi, şimdi ulusalcı olmak suç oldu. Hep daima biz suçlu tarafta bulunuyoruz, bunulan da iftahar ediyoruz. Şimdi küreselleşmenin üçüncü örgütü ki orada söz ediyorum, “Council of Foreign Relations”. Ondan sonra bunu biraz daha genişletelim demişler, 1954 yılında Hollanda’nın Oldenburg kentinde Bilderberg denilen otelde Avrupalı insanları toplamışlar, Türkiye’de dahil bunu içine. Bilderberg örgütü kurmuşlar Hollanda prensinin liderliğinde. O günden bu yanda her yıl dünyanın bir yerinde toplanıyorlar bu gizli örgütlerin almış olduğu kararları tabana yayıyorlar. Şimdi bu da az gelmiş 1971 yılında Zbigniew Brzezinski tavsiyesiyle o da derin devletin ikinci adamı Council of Foreign Relations üyesi, Bilderberg üyesi. Trilateral Commission diye bir komisyon kurmuşlar Japonya’yı da sisteme dahil etmişler. Şimdi yani küreselleşme dediğimiz şey Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa, Japonya Coğrafyalrından oluşan devletler topluluğu. Bunlarla da anlaşmışlar, buna G-8 de diyorlar.Amerika’nın liderliğinde dünyayı soymakta anlaşmışlar,

Ünal İnanç: Yani şu BDT ülkeleri en büyük lokma, biz de kilit durumundayız

Talat Turhan: Evet, onun gerisinde kalanlar parya, hepsi parya, coğrafi olarak söylüyorum şimdi kişilere indireceğim. Şimdi yani buna Trilateral Coğrafya diyorum ben, bu coğrafyadaysan mesele yok, bunun dışındaysan paryasın. Biz şimdi Bilderberg’ten giriyoruz biraz coğrafyaya, kenarında biraz girmeye çalışıyoruz, Avrupa Birliğine girme çabası bu. Şimdi bizim Bilderberg üyeleri, yazıyorum orada onlar hepsi belli. Bu sene de mesela üç kişi gitti, bu sene 29-30 Mayıs ve 1 Haziran’da toplandı, Amerika’da toplandı. Bizden üç kişi gitti; Kemal Derviş, Özden Sanberk ve KOÇ grubundan Bülent Özaydınlı. Şimdi Trilateral Commission’dan sonra işin rengi biraz daha değişiyor. Trilateralizm diye bir doktrin arz ediyor, Amerikan doktrinerleri, ekonomistleri, iktisatçıları, Trilateralizm diye bir olgu var kitapları var bunun bende. Bir toplantıda Üniversite hocalarına sordum; Hocam bunu okutuyormusunuz bu Üniversitede? Kapitalizm, Yeni Dünya Düzeninin ideolojisi, ekonomik ideolojisi Trilateralizm’dir. Kitabı da bu, bir tane değil çok kitabı var, interneti de bu şimdi IMF var ama bunlar aracı. Yani okuduğun vakit Trilateralizmin kitaplarını onlar hep araç neyi? Trilateral coğrafyayı yani, Pas-Amerika’nın ekonomik kolu fiilen hayat geçirmek için bir araç, Trilateralizm diye bir olgu var bizimkilere bir laf ettiremedeim bugüne kadar. Şimdi bu adamların ismen dökümünü yapıyorum benü, var bende isimleri. Yani bugüne kadar CFR üyesi olanların dökümünü yapıyorum, ondan sonra Bilderberg üyesi olanların dökümünü yapıyorum, trilateral komisyona üye olanların dökümünü yapıyorum. Şimdi Amerikan vatandaşıysan her üç örgüte üye olabilirsin, hem Council of Foreign Relations, hem Bilderberg, hem Trilateral Commission ve üçüne ne kadar üye olursan itibarın o kadar fazladır. Tabii Mason’da olacaksın kökünde, kökünde Masonluk var temel örgüt o. Şimdi bunların arasında siyasal, iktisadi her türlü ilişkiyi koyduğun vakit Yeni Dünya Düzenindeki küresel ağın nasıl bir ülkelerin ve ulus devletlerin aleyhine çalışan bir ihanet mekanizması olduğunu algılamak herkes için olası. Ben bundan çok rahatsızım. Şimdi burada kalmamış Pre-Masonik örgütler kurmuşlar, yani Mason altı örgütler kurmuşlar onlar açıkta. Öbürleri, katılanların isimleri belli, toplandığı yer belli, ne kara aldığı belli değil! Benim için önemli olan bu, benim ülkem hakkında ne karar alıyor? Bilderberg toplantısına katılan siyasetçi, siyasi lider, para babası ne karar alıyor bunu öğrenmek isterim ben. En azından parlamento, Sayın Ecevit sen 1975 yılında Bilderberg toplantısına katıldın, ne konuştun? Yani parti kurulu gizli celse kararı alır, …(29.40) Katiyen böyle bir şeyi kimse ne sormuştur ne de söylemiştir. Yani bir gizlilik var. Bu gizlilik de devam ediyor. Bu gizlilik ülkemin aleyhinde. Benim kanaatim bu. şimdi alta inmişler, ne yapmışlar? Rotary kulüpleri kurmuşlar, Lions kulüpleri kurmuşlar, Dynes kulüpleri, Propeter kulüpleri şu kulüpleri bu kulüpleri kurmuşlar. Bunu şimdi daha da yaydılar, sivil toplum örgütü diye yaydılar. Sanki sivil toplum örgütleri demokrasinin destekçisi gibi. Oysaki orada para geliyor para. Para var. Karşıtı olan diyelim ki Belçika’daki kulüp buradakine para aktarıyor. Ondan sonra turizm var. Bizim adamlar için beleş bir yere gitmek, yatmak kalkmak çok cazip bir şey. O çağırıyor, gidiyor orada turizm yapıyor, bu geliyor bir turizm lafı arıyor. Bundan herkes memnun, memnun oldukça destek veriyorlar. Baktığım vakit bu örgütlerin içine, bu bahsettiğim Pre Masonik örgüt elemanlarını ele geçirmişler. Şimdi bir adam sabah akşam televizyona çıkar, kendi vakfının reklâmını yapar. Vakıf tıbbi bir vakıf, adam avukat. Bütün televizyonları, devlet televizyonlarını, devlet radyolarını, özel televizyonları işgal etmiş adam. Yahu diyorum bu adamın kakasında boncuk mu var. Araştırıyorum adam Lionsların Türkiye’deki lideri çıkıyor. O kadar uyanık ki herif 80’lerde bakmış ki Atatürkçülük moda oldu, hemen bir tüzük değişikliği yapmış, Atatürkçü olmayan Lions olamaz. Atatürk’e bundan büyük hakaret olmaz. Şimdi %100 %1.000.000.000 ulusal bir lideri sen enternasyonal bir örgütün aracı olarak kullanmaya kalkıyorsun. Şimdi baktığın vakit bu yapılanmaya, orada bulunanların tabi bir avantası var, kremayı bölüşüyor. Buna karşılık da …. (4.cd 2.bölüm 1.04 )işler yapıyor. İşte muayene 100.000 lira, 10.000 liraya göz muayenesi yapıyor. Muayene 100.000 lira, 10.000 liraya kalp ….(1,17) yapıyor. Perde önünde bu, esas perde arkasında amerikan siyasetini amerikan hayranlığını toplumda egemen kılmak. Şimdi bu insanları kendi haline bırakırsın kimleri severse sevsin. O başka bir şey. Zaten filmlerle Amerika bunu yapıyor. Bütün dünyayı kendine sempatizan olarak yetiştiriyor. Burada da bizim çocuklar amerikan bayrağı, USA’lı t-shirtler giyip geziyorlar. Bunlara karışan yok ama bu örgüt içerisinde kendi ülkenin aleyhine küreselleşmenin veyahut da paks amerikanın lehine faaliyet gösteriyorsa bilerek ya da bilmeyerek bana göre hıyanet içerisinde bulunuyorsun.

Ünal İnanç: Efendim çok teşekkür ederim.

Talat Turhan: Ben teşekkür ederim.

Ünal İnanç: Konuşacak çok şey var ama derman kalmadı. Biz burada bu olayı kesiyoruz, şen ve esen kalın efendim.

Etiketler
BENZER YAZILAR
Talat Turhan
Türkiye

1924 Yılında Elazığ’da doğdu. O tarihte babası Elazığ Müdde-i Umumisi (Savcı) idi. Baba tarafı Rize ilinin Çayeli ilçesinin tanınmış ailelilerinden (Şerifoğulları)’na mensuptur. Anne tarafı Elazığ Harput’un tanınmış ailelerinden (Efendigiller) ‘dendir.....