Talat Amca Artık Yok.
TALAT AMCA ARTIK YOK
SAİT KAYA – 31 TEMMUZ 2017
Talat Turhan’ı, Talat Amca’yı Cuma günü son yolculuğuna uğurladık. Bir manevî evlat olarak kabrine indirilene kadar vazifemizi yerine getirmeye çalıştık. Neden “Son Vazife” demediğimi yazının sonunda anlatacağım.
Okuyucularından birinin söylediği ve kendisinin de benimsediği şekilde Atatürk’ün Yarbayı, devrimci, araştırmacı-yazar Talat Turhan’ı anlatan çok şey yazıldı, söylendi. Daha yıllarca da yazılır ve söylenir.
Düşmanlarının bile saygı duyduğu, aleyhinde bir şey söyleyemediği bir “ADAM”dı. Talat Turhan’ın gündeme getirdiği Kontrgerilla iddialarına karşılık, dönemin Genelkurmay Harekat Başkanı Doğan Bayazıt, 3 Aralık 1990 tarihinde Özel Harp Dairesi hakkında basın mensuplarına bir birifing düzenlemişti. Hatta o gün, Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay’ın istifa ettiği gün olarak da tarihe geçmiştir. Birifingde, Talat Turhan’ın verdiği bilgiler hakkında bir soru sorulunca Bayazıt, “Bırakın canım Talat Turhan’ı, ihtilalcinin tekidir.” mealinde bir cevap vermişti. Ertesi gün de Talat Turhan bir basın toplantısı düzenledi, elinde Mahmut Esat Bozkurt’un “Atatürk İhtilali” adlı eseriyle “Bayazıt’ın sözlerini iltifat sayıyorum, Atatürk de İhtilalciydi.” dedi. Yaşamı boyunca hakkında söylenebilen en ağır ifade, kendisinin iltifat saydığı bu “ihtilalci” sözü olmuştur.
Gazeteci dostum Serkan Aksüyek’in dediği gibi Talat Turhan’ın yazdıkları ve söyledikleri, Türkiye için en az 30 yıl daha güncelliğini korumaya, konuşulmaya devam edecek. Bunlara yeni bir şeyler eklemek şu an beni aşıyor. Ben daha çok insan olarak ne kaybettiğimi anlatmaya çalışacağım.
Şu günlerde hissettiğim acıya ek olarak, yaşadığım sürece hep hissedeceğim derin ama çok derin bir boşluk oluştu içimde ve düşünce dünyamda. Yeterince vâkıf olamadığımız yeni bir gelişme oldukça, sohbet arasında yeri geldikçe “Bunu da Amcaya sormak lazım, bakalım o ne diyecek?” ya da “Talat Amca olsa şöyle yapardı, şunu söylerdi.” derdik hep. Şimdi soracak ve söyleyecek kimsemiz kalmadı. Talat Turhan’dan 8-9 yaş küçük olan babamla da tanışmışlar, evimize misafir olduğu günlerde sohbet etmişlerdi. Türkiye’nin yakın siyasi geçmişini, sıkı bir gazete okuyucusu olarak iyi takip eden babam, kendisinin o yıllarda gazetelerden okuduğu olay ve kişilerin iç yüzü hakkında Talat Turhan’la konuşmaktan büyük keyif alır, ilgiyle dinlerdi. Eminim cenazesine katılmayı da çok isterdi. Artık yaşı ve sağlığı pek elvermediği için, döndükten sonra haber verdim.
İstanbul’a her gidişimde mutlaka uğradığım bir kapı kapanmış oldu. Kıymetli kızı Feza Turhan Tosun ablamın kapısının bize her zaman açık olduğunu bilmek biraz olsun teselli ediyor. Serkan kardeşim, bu zor yolculukta bana yoldaş oldu. Halid Özkul’la da buluşup hep birlikte evine kadar gittik. Kapıdan girerken bu kadar zorlanacağımı tahmin etmemiştim. Talat amca yokken bu eve gelmek de varmış diye boğazıma bir yumruk tıkanarak çıktım merdivenleri. Daire kapısında Feza ablayı görünce o dakikaya kadar koruduğum metanetimi kaybettim. Abla kardeş gibi birbirimize sarılırken, gözlerimizden süzülen yaşlar omuzlarımıza damladı.
Onun Bomba Davası adlı kitabından birlikte haberdar olup okuduğumuz ve evine ilk defa birlikte gittiğimiz yakın bir dostumla paylaştığımız bir diğer duygu da Talat Amca’nın bize hissettirdiği aşırı özgüvendir. Zaten bizde mevcut olan özgüven, Talat Amca’yı tanıdıktan sonra deyim yerindeyse tavan yapmıştı. Herşeyi anlamaya ve yapmaya muktedir hissederdik kendimizi. Televizyonlardaki tartışma programlarını 20 yıldır Tom ve Jerry niyetine izler olmuştuk. Bir de başka türlü bir güven duygumuz vardı: Başımıza ne gelirse gelsin Talat Turhan’ın eli bize uzanır, sahipsiz kalmayız diye düşünürdük. Hele Kuzguncuk’a evine ziyarete gittiğimiz günlerde yürüyüşümüz bile değişirdi, kendimizi iyice “dokunulmaz” hissederdik. Şimdi o mecrada kimsesiz, yetim kaldık. Ortalığın karmakarışık olduğu, at izinin it izine karıştığı dönemlerde, haberlerde ismi geçen bazı kişiler hakkında dostlarım zaman zaman, “filanca kişi nasıl biridir, duruşu nasıldır?” mealinde sorular sorarlar. Ben de cevap olarak derim ki; “Arkadaşlar ben bir kendimi bilirim, bir de Talat Turhan’ı bilirim. Başka da kimseyi tanımam.” Şimdi artık sadece kendimi biliyorum. Kimsem kalmadı.
Her yıl İzmir Kitap Fuarı öncesinde “Acaba bu sene Talat Amca gelecek mi?” diye tatlı bir heyecan duymayacağız. Kadınların daha çok farkettiği “tam bir centilmen” yönüyle de ona hayranlık duyan sevgili eşimle birlikte onu evimizde ağırlama mutluluğunu yaşayamayacağız artık. İleri yaşlarına rağmen geçen yıla kadar kitap üretmeyi sürdürmüştü. Zaten kabrine de “Zorluklarla Geçen Yaşamına Karşın Kitaplar Üreterek Aramızdan Ayrıldı” diye yazdırmış. Şimdi hangi kitap üzerinde çalışıyor diye de soramayacağız artık. 33 kitabının arasında, sadece 80 yaşından sonra ürettiği şu kitaplar bile, onun eşsiz mücadele azmini, iradesini, çalışkanlığını anlatmaya yeter:
Bomba Davası’nın 3. Baskısı,
Küresel Çete (Brzezinski ile Usame bin Ladin’in birlikte fotoğrafı Türkiye’de ilk defa bu kitapla yayınlandı),
Mont Pelerin,
Derin Devlet,
Bohemian Club,
Küreselleşmenin Şifresi,
Eymür-İç Savaşın MİT’çisi,
12 Mart Cezaevinden Mektuplar,
Faşizme Karşı Dilekçeler,
Kontgerilla Düzeni,
Küresel İhanetin İç Yüzü-Arap Baharı
Derin Devletin Peşinde,
Direniş (2015)-Talat Turhan 91 yaşında!!
Sarmaşık-FETÖ’nün Dolarları (2016) Talat Turhan 92 yaşında!!
TALAT TURHAN’IN UYARILARI DİKKATE ALINSAYDI ERGENEKON TEZGAHLARI VE 15 TEMMUZ İHANETİ YAŞANMAZDI.
İçinden çıktığı ocak, Talat Turhan’ın yanında durabilseydi (Fiziken yanında durmayı kastetmiyorum, fikren yanında durabilseydi) ve uyarıları dikkate alınsaydı, bu ülke Ergenekon ve Balyoz tezgâhlarını ve 15 Temmuz ihanetini yaşamazdı. Hatta Talat Turhan’ın yaşam boyu peşini bırakmadığı Küresel Çete’nin PKK, IŞİD gibi etiketlerle başımıza sardığı terör belasının da kökünü kurutmuş olurduk. Talat Turhan’ın eserlerinin o günlerde Silivri’de en çok okunan kitaplar olduğu söyleniyor ama artık iş işten geçmişti.
Ergenekon-Balyoz tezgahlarının hayata geçirildiği en hararetli günlerde, bir TV programına çıkmıştı Talat Turhan. Dönemin Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un, subayların cep telefonlarıyla konuşurken dikkatli olmalarına dair yayınladığı bir genelge hakkında ne düşündüğü sorulunca Talat Turhan, kameraya bakıp tebessüm ederek, “Ben buradan Sayın İlker Başbuğ’a GÜNAYDIN diyorum.” demişti. Bu uyarıyı dikkate almak yerine, Talat Turhan 88 yaşındayken orduevi giriş kartını elinden aldılar. Bu ayıba imza atan kişi, sonradan kendini bile o tezgâhtan kurtaramadı, şimdi anılarını yazıyor. Hallerine bakıp ibret almaktan başka onlardan öğreneceğimiz hiç bir şey yoktur.
ONU HİÇ ŞAŞIRTAMADIK
20 yıla yakın bir zaman içinde, araştırıp bulduğumuz (bizce) yeni olan bir bilgiyi, olayı ya da kişiyi Talat Amcaya da sorardık. Ve istisnasız her seferinde ya kitaplığından bir kitap çeker çıkarır, ya da bizi alt kattaki arşivine gönderir, “filanca dolabın alttan üçüncü rafında, sırtında şöyle yazan bir klasör var, onu al gel” der, getirdiğimiz klasörün içinden bahsettiğimiz konuyla ilgili bir haber ya da makale çıkarır, muzip bir tebessümle bize gösterirdi. Bu anlamda onu şaşırtmayı hiç başaramadık.
1 gün daha yaşamayı, mücadelesinin bir parçası olarak gördü hep. Ve her yaşadığı gün de mücadeleyle geçti. Son yıllarda bazı sağlık sorunları yaşadığında, Türkiye’den ismini zikretmeye değmeyecek bazı kişileri ve Küresel Çete’nin elebaşı olan isimleri sayarak, “Talat amca, bunları gömmeden gitmek yok, ona göre” derdik. 2 ay önce ziyaretine gittiğimde, “Ben artık yolun sonuna geldim” dediğinde de aynı şeyi söyledim. “Talat amca bak Rockefeller geberdi, Brzezinski geberdi, sırada Kissinger var. Onu da gömmeden bizi bırakmak yok.” demiştim. Ağrılar içindeydi ama yine de içten bir tebessümle “Tamam tamam” demişti. Kissinger’i bekleyemedi ne yazık ki.
Cenazeye gelenler arasında dikkate değer bir kişi, 1983-1987 arası Genelkurmay Başkanı olan Necdet Üruğ oldu. 97 yaşında bastonuyla gelmesi, 1 saatten fazla bir gölgede bekleyip yine bastonuna tutunarak safta durması etkileyici bir sahneydi doğrusu. Bazıları onun kadar vefalı olamadılar.
Gözlerimiz Erol Mütercimler’i, Merdan Yanardağ’ı, Soner Yalçın’ı da aradı. Bu isimlerin hepsinin gazetecilik kariyerinde Talat Turhan’ın az ya da çok şu veya bu şekilde bir yeri vardır. Lâkin gelmediler, bilemiyorum belki de gelemediler. Eymür ve Ağar kitaplarını birlikte yazdıkları Orhan Gökdemir’i görebildim sadece. Onunla tanışmak da bu acı güne kısmetmiş. İlerlemiş yaşına rağmen Erol Bilbilik de oradaydı.
Kuzguncuk Camii İmamı Serdar Bey’e de buradan teşekkür ediyorum. Talat amcayı bir mahalle sakini olarak sağlığında da tanıyıp sevdiği ve büyük bir saygı duyduğu belli oluyordu. Cenazesini de gönülden sahiplenerek defin sonrasına kadar Talat Turhan’a yakışan bir şekilde görevini icra etti. Daha sonra aynı ocaktan yetişen dostları ile birlikte Harbiye Marşı’nı Kuzguncuk mezarlığında yankılandırdık.
Talat Turhan, yaşamı boyunca özellikle NATO sonrası Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı tezgahları, bunların arkasındaki Küresel Çete’yi ve yerli işbirlikçilerini, isim ve kurumlarıyla deşifre etti. Kontrgerilla kelimesini ve kavramını önce mahkeme tutanaklarına sonra da siyasî literatüre geçirdi. Bu yapıyla mücadelesini son nefesine kadar sürdürdü. Ben de mesleğimle uyumlu bir şekilde aynı Küresel Çete’nin tarihteki izini sürerek, NATO öncesi 100 yılda Türkiye’nin yüzyüze geldiği tezgahları aydınlatmaya çalışıyorum, çalışacağım. Kabrinin başında söylediğim sözleri burada da tekrar etmek istiyorum: Bu yaptığımız, Talat Turhan’a “Son Vazifemiz” değildir! Yaşadığımız sürece görevimiz devam edecektir.