Talat Turhan / Sırrı Öztürk
Talat Turhan
Sırrı Öztürk
Toplumun her kesiminde olduğu gibi, ordu içinde de iç ve dış gerici güçlerin oyunlarına karşı duyarlı ve nitelikli insanlarımız her koşulda eksik değildi. Aralarında emperyalizmin gündemini ayrıntılı bilen ve bu yolda mücadele ederek eser veren yurtsever ordu mensupları daima var olagelmiştir. Ciddi bir partinin yapması gereken bu türden yayınları ilerici ve yurtsever subaylarımız kendi başlarına yapmıştır. Onların kitleleri donanımsız kılan gerici politikalar karşısındaki bu yayın faaliyetini desteklemek gerekiyor. Talat Turhan adı, ilerici ve yurtsever subaylar arasında önde geliyordu.
27 Mayıs Harekâtı’nın örgütleyicilerinden adını duyduğumuz Kurmay Yarbay Talat Turhan, 12 Mart darbesinden sonra, ‘Bomba Davası’ adıyla anılan bir dava nedeniyle Selimiye Cezaevi’ne getirilmişti. Bu operasyon, ABD emperyalizmi ve yerli ortaklarının niyetleri uzantısında, 1. Ordu Komutanı Org. Faik Türün tarafından 30 Ağustos 1972’de, ordu içindeki ihtilalci unsurların tasfiyesi operasyonunu amaçlayan bir senaryoydu. Org. Memduh Tağmaç ile Org. Muhsin Batur’a bağlı cuntasal savaşın Kontr-Gerilla’ya kadar uzanan ibretlerle dolu bir senaryosu…
Talat Turhan’ı, 27 Mayısçıların anılarından, Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın bu konuda yazdığı polemiklerden ve öteki bilgi kaynaklarımızdan tanıyorduk. Bütün ihtilalciler gibi, Talat Turhan da kendine özgü değerlendirmelerle ülkemizin siyasal- ekonomik durumunu yorumlamaktaydı. Büyük bir yurtseverlik düşüncesiyle haksızlık, adaletsizlik ve eşitsizliklere karşı isyan ediyordu.
Ülkedeki baskı ve sömürünün tek yaratıcısı olan uluslararası tekelci sermayenin kullandığı gizli cinayet şebekelerinden en tehlikelisi olan “Kontrgerilla”nın açığa vurulması mücadelesinde Talat Turhan en öndeydi.
27 Mayısçıların düşünce planındaki evrimi, aradan çeyrek yüzyıl geçmesine rağmen, gene de çok geri bir düzeydedir. Asker ocağından gelenlerin, mesleki yetenekleri dışında, felsefe, sosyoloji, iktisat, tarih, edebiyat ve siyasal-ekonomiyle tanışması (istisnalar dışında) kolay değildi.
Talat Turhan, ihtilalci geleneğin içinde çok şey öğrenmiş ve öğrenmeye aday değerli bir kurmaydı. O, okuyan ve yazan yetenekli bir cezaevi arkadaşımızdı.
Talat Turhan, bir plan dahilinde ordudan tasfiye edilen ilerici ve yurtsever subaylardan biri olarak, 27 Mayıs–12 Mart sürecinde ünlü “Ziverbey Köşkü”nde Kontrgerilla’nın terörünü yaşamıştır. Böylesine düşündürücü ve ilginç bir hayatı yaşamış oluşu yüzünden onunla diyalog kurmak ve tartışmak gerekiyordu.
Talat Turhan ve aynı yönelişli arkadaşlardan deneyleri ve uzmanlık alanına giren konular üzerinde kendilerinden çok yararlanmıştık. Talat Turhan, eleştiriye açık biriydi. (…) bir bütün olarak sol’un işlediği hataları tartışmaktan çekinmezdi. Kuşkusuz bu arkadaşlar Marksist-Leninist değildi. Karşılıklı diyaloglarımızda arkadaş olmamız için böyle bir koşula gerek de yoktu.
Talat Turhan da… İdealizmi yenememişti; cezaevinde bulunmasının nedenlerini, kimi çürük insanların ahlak, namus ve kişilik bozukluğu yüzünden olduğunu ileri sürüyordu. Dava sanıkları arasında çok derin çelişkiler vardı.
Talat Turhan, işte böyle bir cezaevinden ve kendisine yapılanlardan ötürü büyük bir kin duyarak dışarı çıkmıştı. Talat Turhan, kendi çizgisinde dürüst ve tutarlı olmaya çalışan biriydi. İnandığı davasını sahiplenerek, bu yolda iş yapılmasını pratikte-somutta göstererek kavgasını sürdürüyordu. Duruşmalara bir kurmay titizliği ve çalışkanlığıyla hazırlanıyordu. ABD emperyalizmini, NATO’yu, “Kontrgerilla”yı, ülkedeki devrimci örgütleri tasfiye planlarını, kısacası sistemin işleyiş kurallarını açığa vuran panolar, çizelgeler ve binlerce sayfa tutan savunmalarla önce kendisinin, sonra da bütün devrimcilerin öcünü alıyordu.
Selimiye Cezaevi penceresinden 40metre kadar ileride, yani iç avluda bir çöp yakma yeri vardı. Bir gün buraya iki cemse kitap getirdiler. Bu kitapların çoğu, kardeşim Zeki’nin ürettiği Öncü Kitabevi yayınlarıydı. Kitap kapaklarından tanımıştık. Talat Turhan bu manzara karşısında dayanamamış;
—Ey vahşi adamlar, faşist barbarlar, ağa babanız Hitler bile böylesine kitap düşmanlığı yapmamıştı. Kitap yakacağınıza, onları okuyun! Okuyun da beyinlerinizin pası açılsın! İnsan olmayı öğrenin… diyerek pencereden haykırmıştı. Gençler de, siyasi tutukluların gözlerine baka baka gerçekleştirilen bu korkunç ve kışkırtıcı tablo karşısında “yuha!”lar çekerek marş söylemeye başlamıştı. Cezaevindeki kitap yakma eylemi hemen her gün sürdürülmekteydi. Talat Turhan, cezaevindeki yasa ve teamül dışı uygulamalar karşısında hemen cezaevi komutanım çağırır, erlerin ve tutukluların önünde ağzına geleni söylerdi. Onun bu ‘posta koyusuna’ yöneticiler ses çıkarmaz, “Peki Talat bey, üzülmeyin, sinirlenmeyin lütfen, gereği yapılacaktır.” Derlerdi. Cezaevi komutanının bu ‘idare edici’ tavrının nedenleri vardı.
Talat Turhan, Selimiye’de kaldığı süre içinde, ziyaretlere eşiyle görüşmedi. Bunun doğru olmadığını kendisine söylediğimizde: (…)Kim istemez yakınlarıyla görüşmeyi? Diyerek hangi duygularla hareket ettiğini anlatırdı.
Talat Turhan, cezaevini yaşanmaz hale getirmeye aday bütün girişimleri bilirdi. Kışkırtmaya, provokasyona hazır kimselerle de diyalog kurardı. Kimi olaylar karşısında uyarı görevini yapar ve ağırlığını koyardı.20