Makale ve Yazılar Tartışma

Talat TURHAN’ın SOYDANER için Yaptığı Açıklama

Talat TURHAN’ın
SOYDANER İçin Yaptığı Açıklama (1)

Akşam: 4 NİSAN 1967

Talat TURHAN

Akşam gazetesinde yaptığı bir açıklaması yüzünden Emekli Tümgeneral Fahrettin SOYDANER’le tartışıyoruz. Bu arada 20 ŞUBAT 1967’de yanıtım yayınlandı. Yazdıklarımın tümünün yayınlanmaması üzerine gazete yetkililerine başvurmam anlayışla karşılandığından bu ek açıklamayı yapmaktayım.

J.J. ROUSSEAU diyor ki; “Eğer aranızda husumet ve itimatsızlığın ufak tohumu kalmışsa bunu, er veya geç felaketinizi ve devletin inhidamını intaç edecek meşum bir maya gibi mahvetmek için acele ediniz”.

 Fahrettin SOYDANER’le tartışmamızın tek nedeni, 22 ŞUBAT’ta subaylar “güvenilmeyen subaylar” ve “bir avuç kahraman” diye iki gruba ayırması olmuştur. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin şerefli mensuplarını birbirine karşı gösteren bu zihniyetin sakatlığı olaylar içinde, acı tecrübeler pahası her geçen gün algılanmış olmasına karşın hâlâ aynı noktada durmakta edenlere karşı çıkmayı bir görev sayıyorum.

Sayın SOYDANER,

22 ŞUBAT 1962 tarihe mal olmuş övünülecek bir yanı olmayan bir olaydır. O gece, hangi tarafta bulunursak bulunalım birbirimize silah çeker duruma gelmemizden bugün sadece utanmamız gerekir. Olayın ne haini vardır, ne de kahramanı… Haini yoktur çünkü TSK’nın hainlere yataklık ettiği görülmemiştir. Kahramanı yoktur, çünkü Kahramanlık düşman karşısında başarı sonucu elde edilen bir sıfattır.

22 ŞUBAT’ta harekâta fiilen katılanlarla ANKARA’da neler yapılabileceğini takdir edeceğinizi sanırım. Harekâtı yönetenleri durduran nedeni, ona karşı çıkanların gücü olarak kabul etmek mantıkla bağdaşmaz. Çünkü bir tarafta 18.000 kişilik tanklı, toplu silahlı bir kuvvet, karşısında ise başlangıçta bir Tabur ile bir kaç karargâh mensubu vardır. Bu bakımdan biz 22 ŞUBAT’ın durması şerefini kimseye vermeksizin sadece Allahın bir lütfü sayıyoruz. Bu lütuf başlatanların vazgeçmeleri şeklinde kendini göstermiştir.

Yaşanılan devirde yöneticilerin kendi çıkarları için gerçekleri örtbas etmeye çalışması yaygındır ama tarihçiyi yanıltmak onların ihtiyarında değildir. 22 ŞUBAT gecesi TANSEL’in(2) ESKİŞEHİR’deki davranışlarını bilenlerden ileride konuşacaklar ancak gerçeklere ışık tutabilirler.(3) Ne demek istediğimi her halde anlıyorsunuz?

Bize göre olaydan, oportünist çirkin politikacılarla onlara bilerek ya da bilmeyerek hizmet eden askerler sorumludur. Gelecekteki iktidarları adına orduda beliren reformist ve aksiyoner ruhu tehlikeli görenler, çareyi ordu içinde hizipler yaratmakta buldular ve bu tehlikeli yola girmekte bir an bile tereddüt etmediler. Bu maksatla 27 MAYIS’tan bu yana çevrilen dolaplardan habersiz olduğunuzu yazdıklarınızdan anlıyorum.

HAZİRAN 1961’de bir siyasi partinin aramıza ayrılık tohumları saçmak için sarf ettiği çabalardan haberdar mısınız? Bunların tabu saydığınız insanlar tarafından düzenlendiğini biliyor musunuz? Eğer bunları bilseydiniz inançlarımızın safında olmanız gerekirdi…

Sayın SOYDANER,

İhtilâl bir olgudur. Sorunlarını çözümleyememiş her toplumda ortam uygunsa, koşulları oluşmuşsa, ihtilâlci öne çıkmaktadır. Yöneticilerin tutumu ortamı hazırlayan etkenlerin başında geldiğine göre, ihtilâlciyi yerenler bir tarih kültürüne sahip değillerse mutlaka yanılırlar. Çünkü ihtilâlci başarılı ise vatanperver, başarısız ise vatan hainidir. İki seçenek arasında bu ölçüde zıtlaşma olan bir başka kavram düşünülemeyeceğine göre, hükmü tarihçiye bırakmak daha akıllıca bir davranıştır. Yakın tarihimizi incelemişseniz ne demek istediğimi daha kolay anlayacaksınız.

Sayın Prof. Dr. Hüseyin Nail KUBALI’ya göre ihtilâl:

“… Daima mevzuunda ve gayesinde şahsi olmayan, objektif olan, kamunun iyiliğini hedef tutan bir harekettir. Görünüşle kanunilikten mahrum olmakla beraber aslında hukuki ve ahlâkidir. Hukuki ve ahlâki olduğu için de meşrudur” (4)

Görülüyor ki. Sayın KÜBALI şahsi olmak hali dışında ihtilâlleri meşru saymaktadır. Şevket Süreyya AYDEMİR’e göre ise: İhtilal işi evlat gibidir. O bizim eserimizdir ama bizim emrimizde değildir. Kendi kanunlarına göre koşar ve bizi tökezletebilir”. (5)

22 ŞUBAT 1962’ye katılan binlerce subay ve aynı fikri paylaşanlar bir ideal peşinde idiler… O ideali. “27 MAYIS 1960’ta aydının hayal ettiği TÜRKİYE’yi yaratmak için ATATÜRK’çülük’e dönüş olarak” tanımlamak olanaklıdır. Türk subayını şahısların peşinde göstermek suretiyle olayı kötülemekte fayda umanların çabalarını nitelemek için hainlik kelimesini bile az bulurum. Onlar, politikacıların oyununa gelerek tökezlendiklerini neden sonra anlamışlardır.

Prof Dr. İlhan ARSEL’e göre: (6)  “Bir topluluğun devlet vasfı kazanabilmesi için hükümran yetkilere, yani ‘yasama, yürütme ve yargı’ yetkilerine malik olması ve bunları kendisine mahsus organları marifetiyle kullanması kâfidir”.

Kanımızca “kuvvetler ayrılığının” esas alındığı böyle bir demokraside işlenmiş bir suçun yargı kanalından geçirilmeksizin yasama yetkilerine terk edilip affa mazhar kılınması kuvvetler dengesini allak bullak edici bir tasarruftur. Oysaki çıkarlarına uygun geldiği için benzerine aşiretlerde rastlanabilecek bir anlayışla pazarlık yolunu yeğleyen politikacı bu ana kuralı göz ardı edip, 22 ŞUBAT 1962 affını çıkarmakla 21 MAYIS 1963’e sebep olduğunun farkına varamamıştır. Devlet ve kanun ya vardır, ya da yoktur. İktidar ne bölünme ne de pazarlık kabul etmez. Bugün hapishane köşelerinde inleyen eski silah arkadaşlarımızdan ve 21 MAYIS’ın söndürdüğü ocaklardan sorumlu olan ön görüşten yoksun politikacılar, hatalarını düzeltme olanaklarını aradıkları ölçüde günahlarının diyetini ödeyebilirler.

İnançlarınız ne olursa olsun eğer tek yönlü bir insan olsaydınız sizi hürmetle karşılardım. Fakat iki taraflı bir tutum içinde bulunduğunuzu bildiğim için karşınıza çıkmış bulunuyorum.

Türk subayını bölücü açıklamanızda yanıldığınızı itiraf etmenizi bekliyorum. Aksi halde, 22 ŞUBAT 1962 öncesi Harp Okulu’na yaptığınız bütün hizmetleri ayrıntılarıyla açıklamak zorunda kalıp benimsemekte fayda umduğunuz bir avuç kahraman safından sizi dışarı çıkaracağım.

Türk Milletine ve Silahlı Kuvvetleri’ne yapılacak en şerefli hizmet birleştirici rol oynamayı gerektiriyor. Bu gayeye hizmet etmediğinizi anlamanız gerek.

Sürüklediğiniz bu kısır tartışmada tek tesellim bazı maskelerin aralanmasına yardımcı olabilmek umudumdur.
Hürmetlerimle…

Kaynakça ve Açıklamalar

1- Y.n.: – 20 ŞUBAT 1967 günü Akşam gazetesinde yayınlanan yanıt yazısının ekidir. Dili düzeltilerek sadeleştirilmiş ve yeniden düzenlenmiştir.
2- Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İrfan TANSEL’in WASHİNGTON’a sürgün edilmesi kararının geri alınması için SKB örgülü ültimatom verip tekrar makamında onu oturtuyor. (6 HAZİRAN 1961) Ama TANSEL, bu olaydan 9 ay sonra (22 ŞUBAT  1962) karşı safa geçiyor… İşte cuntacılık bataklığına somut bir örnek!..
3- 22 ŞUBAT gecesi bazı çevreler TANSEL’in havadan harekâtı yönettiği söylentisini yaymakta fayda umdular. Oysa gerçek değildi. TANSEL, o kritik gecede ANKARA’yı terk edip ESKİŞEHİR’de 1. Tak. Hv. Kuv. K. Tuğg. Muhsin BATUR’a sığınmıştı. Benim bu olayı kapalı bir şekilde anımsatmamdan 18 yıl sonra Muhsin BATUR’un yayınladığı “Anılar ve Görüşler” adlı kitapta bu konudaki gerçek açıklandı…
4- “Anayasa Hukuku Genel Esasları ve Siyasi Rejimler”, Prof. Dr. H. Nail KÜBALI.
5- “Tek Adam”, Ş. Süreyya AYDEMİR.
6- “Anayasa Hukuku ve Demokrasi”, Prof. Dr. İlhan ARSEL.

Etiketler
BENZER YAZILAR
Talat Turhan
Türkiye

1924 Yılında Elazığ’da doğdu. O tarihte babası Elazığ Müdde-i Umumisi (Savcı) idi. Baba tarafı Rize ilinin Çayeli ilçesinin tanınmış ailelilerinden (Şerifoğulları)’na mensuptur. Anne tarafı Elazığ Harput’un tanınmış ailelerinden (Efendigiller) ‘dendir.....