Talat Turhan’lar da vardır Türkiye’de (1) / Nimet Arzık
Talat Turhan’lar da vardır Türkiye’de (1)
Nimet Arzık
“Ayıkla Beni Hüsnü”
Çöp yakma fırını Selimiye’nin avlusundadır.
Görmüşsünüzdür.
Cehennem cehennem yanıyordu o çöp yakma fırını. Alevlerdeki zebaniler, şenlenmiş bayram ediyorlardı:
—Ha, haaaa… Yıkım ne güzel şey, ha haaaaa! Yıkım ne güzel şey!..
Yasaklanmış kitaplar yanıyordu, Selimiye Kışlası’nın çöp fırınında:
… Ve gök gözlü, yer paşasının gök bakışına vurmuyordu alev. Uzaktaydı.
… Düzgün çizgili Gök Paşasının üniformasına vurmuyordu. O da uzaklardaydı.
… Deniz paşasıysa, o hepten-toptan uzaktaydı.
Herşeyin paşasına, onun neresine vursun alev?
Sunay baştaydı, acı bir devir yaşanıyordu, 12 Mart’tan sonra.
“Tatlı” diyebilen varsa, karşıma çıksın. Olur, da çıkar. Gaflet edip.
Güle oynaya, kitapları yakıyorlardı, yakanlara tutulmak anlamsızdı. Komutu verenlere hesap sormalıydı. Sorulmadı hala!..
Ha, haaaa, koskoslanıyorlardı alevlerdeki zebaniler, yıkım ne güzel şey’
—Seni Tatar seni… Bu geleceği sen kurdun, seni Tatar seni!
—Kime diyorsun yahu?
—Bizim Hülagu’ya… Bağdat Kütüphanesi’ni yaktıran o değil mi, tarihte?..
Cipler homurdaşıyordu, kitap boşaltılıyordu her gelen arabadan. Kitap, kitap, kitap… Küme küme paket paket sütün sütun kucaklanacak kitap. Yüzyılların ötesinden Tatar Hülagu’nun ağzı kulaklarına varıyordu. Herhalde, Selimiye’nin avlusunda yapılandan, Sıkıyönetim Kumandanı Faik Türün, gene habersizdi. Haberli olsa, hiç olmazsa, kitaplar tütsülenir, Seka’ya yollatılırdı. Tekrar kâğıt hamuruna çevirtmek için. Düşünürdü o kadarını. Bu israfı onaylamazdı.
Cezalandırırdı o Tatar Hülagu’yu onca sevindirenleri.
Pekiyi, tekrar hamur haline getirilen kâğıtlarda Çalıkuşu da mı basılamazdı?
—Yok yok basılamazdı. O kabuksal tarafından da olsa yoksul bir Anadolu’yu canlandırıyordu, yer yer. “Ayıkla beni Hüsnü” bal gibi basılabilirdi örneğin.
—Çuvalladın Nimet Arzık’cığım, o film, kitap değil.
—Ee, kitabı da yapılırdı, “Ayıkla Beni Hüsnü”nün. Faşır faşır beyin yıkanmasında rolü ve önemini küçümsemeyin. Faşır faşır beyin yıkanmasında “Muzuratlar”. Benim yıkanmamış beynime bir soru düştü ve kalkamadı. O karışıklıkta.
Faşoların faşosu 36 yıllık pehrizkar Salazar ile birlikte, İberik yarımadasını inletmiş, boyun kırma işkencesini gül gibi yürürlükte tutmuş Franko kitap yaktırmış mıdır?
—Sanmam. Özüne özgü, kitapsızlığa dayanmayan bir formasyonu olacaktı Franko’nun. 36 yıl zulmünü de olsa, sevdiremezdi, ilimsiz! Yakmak, yok etmek zevkidir. Şu asil insanoğlunda da yok etme zevki birinci planda gelir. Şöminenin alevine nice şehvetle daldığınızı gözünüzün önüne getirin, ey masumlar sürüsü!..
Selimiye’nin bir tutuklusu, bir no’lu tutuklusu denebilir, izliyordu yakımı. Talat Turhan Yarbay. Çöp fırını o kadar harlıydı ki, toz oluyordu hepten zararlı düşünce. Öyle kıvrana kıvrana, satır satır işkence görerek yanmıyordu. Talat Turhan Yarbay, henüz yapılmamış Boğaz Köprüsü’nü havaya uçurmak isteminden tutukluydu. Kontrgerillada 30 gün tatlı tatil yapmıştı. Kel’in karşısına çıkarılmıştı, sorgucu sualci. En uzun işkence ona yapılmıştı. Tam 30 gün, bir tek gün sekmeden. Bakın elektriğe tutulmamıştı. 40 yaşını aşanları tutmuyorlardı elektriğe, yürecikleri dayanmaz diye.
—Amma ince düşünce!
—Parçalanırcasına düşünmüyorlar mıydı selametimizi ulusça?
Ben şu Kel’e. yaptırdığı işkencelerin onda birini uygulamak isterim… zalim çabuk çözülür..
cia, ciam, cia
Kedi ciyaklamasına benziyor adın. Bütün dünya, her kanlı karışıklıkta, CIA’nın parmağını arar durur. Bu parmak ABD’ye de fazla uzun geldi ki, budar yaptılar.
Vietnam’ın ayıbından, dehşetinden, suçluluğundan sıyrılmak için yöneticiler, kamuoyuna kendilerini kurban edecek değillerdi ya! Ölüm satıcıları kurban olarak, sözüm ona CIA’yı seçtiler. Ölüm kalelerinde sanki bir erdem penceresi açtılar.. Watergate skandalının ne olduğunu sanıyorsunuz siz? Yüzyılın en büyük skandalı mı? Yoo… İki butsuz gazetecinin marifeti mi sanıyorsunuz meydana çıkmasını? Ölüm satıcıları onları toz ederlerdi, toz canları isteseydi onlara faydası olsaydı. Genç gazeteciler içtendi. Erdemliydiler. Ölüm satıcıları onları erdem maşası olarak kullandılar. Amerikan yönetiminde, fazilet dahi bir endüstridir. Endüstri haline sokulur. Soktular!
Kedi ciyaklamalı adlı CIA’nın dosyalarında ölüm biçilmiş devlet başkanları kodla işaret edilmiştir. Örneğin, Meksika devlet başkanının adı Petempo, 14’tür. Benden iyi biliyorsunuz ama tevazudan açığa vurmuyorsunuz, biliyorum.
… Ve işkence kontrgerillamızda, CIA’nın yöntemleriyle yürütüldü. Eski babacan işkence olarak değil, bir hudai şamarla veya kırk kızılcık sopasıyla doğru yola saptıran. Laboratuarların soğuk yöntemin kullanıyordu…
O laboratuardan geçenlere, sorguda sualde neyi kabul ettirmek istemişseler, onu kabul ettiren türden işkenceydi, yapılan!
Kurbana, dilerse, büyükbabasını mezardan çıkartıp, tecavüz ettim dedirtiyorlardı. Tecavüz olayını bütün akla gelmeyen ayrıntılarıyla anlattırıyordu, biiir, bir.
Kimdi, kuzum kontrgerillada, kurbanlardan İlhami Binici’ye gürleyen:
Biz sana ne örgütler kurdururuz hele hele bekle diyen ismini ben söyleyeyim: Abdülkadir… Soyadını siz deyin!
Talat Turhan Yarbay, bu acı laboratuardan geçmişti. 96 saat muamele görmüştü.
—Neden 96 da yüz değil?
—Öyle hesaplanmışmış, vücudun protein dengesini bozmak için, o kadar….. iyi düzenliyorlar doğrusu gıda rejimlerini falan.
Sonra, bir nefis senfoni dinletiyorlar yeni kurbanlara, işkence sesi feryatlarını.. Beethoven haltetmişti yanında!
Küfür, sopa bunlar hiç… Ömür boyunca utanılacak bazı jestleri yaptırmak, bazı ödünler verdirmek, bazı itirafları sağlamak, bütün bunlar kişiliği dağıtır…
Talat Turhan Yarbay da bütün kontrgerillada tatil geçirenler gibi, bütün Kel’in karşısına çıkmış olanlar gibi ölümü istemişti. Hatta bir jileti bir duvar çatlağında günlerce saklamıştı. Sonra vazgeçmişti.. Ölen ölüyordu. Dirisinin, cellatlarını daha huzursuz kılacağına karar vermişti..
—Nasılsınız cellatlar?
—İyiyiz, iyiyiz. Bütün önlemlerimizle tekrar gün doğmasını bekliyoruz. Doğacaktır yakın. Belki yarından da yakın.
Ve Talat Turhan konuşuyordu: -Dayak mı? O hiç. Bir ton sopadan sonra zaten hiçbir şey duymuyorsunuz, alışıyorsunuz. Ama insanlığınıza yapılan suikasttan sonra sağlam çıkamıyorsunuz. Bana işkence yapan Kel’i tanıdım. İki arkadaşı vardı. Onları seslerinden hala tanıyabilirim. Bir de bana mermi numarası yaptılar. Üstüme tabanca boşalttılar. Kurşunlar sağımdan solumdan geçti. Askerim, gerçek kurşun sesini yalancısından ayırd edebilirim. Bana en ağır gelen bir şey de binlerce yetiştirdiğim erlerin nöbetinde tuvalete götürülmekti.
Kim kimi, kime bunca düşman etti ki, acımazcasına! Kim ki…
Kuzguncuk’taki Ev
Talat Turhan’ın, babadan kalmış, şöyle bir onarım görmüş sobalı mütevazı evindeydik Kuzguncuk’ta. Onu ilk kez görüyordum.
Ev, her türlü namusu olan, babadan, kalay madenlerinin kalıtımına konmayan bir adamın eviydi. 12 Mart’ı inceleyen, dört bin sayfayı aşan sekiz dosyayı gözden geçirmeye uğraşıyorduk. Korkunç disiplinli bir çalışmanın ürünüydü bu dosyalar. Örseledikleri kişiliğini aşıyor, geleceğin toplumun oluyordu. Hükümet olsam, onlar bastırırdım. Hükümete de bastırmasını önerirdim. Ne güzel kaleme alınmıştı. Ne güzel planlanmıştı. Sonuç olgun bir meyva gibi kendiliğinden düşüyordu kafamıza. CIA’nın biçimsiz parmağı metrelerce kilometrelerce uzuyordu, Türkiye’ye, burnumuza kadar.
CIA’nın uydusu kontrgerilla hala vardı kanımızca. Onun da sadık köleleri, işkenceciler ahrete göçmediler ya! Türkiye’de şükür Talat Turhan Yarbaylar da vardı.
—Hiç kontrgerillacıda insanlık belirtisi gördünüz mü? Yanıt kesin oldu.
—Zerre kadar görmedim. Yalnız bir gün, abdest alacağımı söylediğimde elimin kolumu tutan parmakları azıcık gevşedi. O kadar! Öylesine yıkamışlardı ki beynini, O da bir ajan olmuştu. Bana ettiği kötü muameleyi Allah’a hizmet eder gibi yapıyordu.
… Ve 16 Haziran günü 1973 yılında Naim Talu kavruk tenli Türün’e halvet oldu.
Ne konuşabilirler. İşkence söylentilerine üzüntülerini bildirmişlerdir karşılıklı. Çünkü biliyorsunuz, yoktu işkence, yoktu. Biz sadece sapık kafamızla düşlüyorduk işkenceyi. Eski topraktandılar: “Bir şeyin şuyuunun vukuundan beter olduğunu” biliyorlardı ikisi de!
Pekiyi, kendi beşiğinde bile ipliği bu kadar pazara çıkmış CIA neden bizde bu kadar cirit atabiliyor?
—Aha… Cirit… Ayıkla Beni Hüsnü’yü fazla okuyoruz da ondan. Sonra biliyorsunuz ki, bize moda korkunç gecikmeyle gelir, giyside olsun, sapoda olsun, işkencede olsun, CIA’dan olsun. O sapo dediğini düzgün dilince söylesene.
—Herkes çok alıngan. Onun için sapo diyorum. Yoksa takke diyebilirdim. “Takke” diyince de “takke düştü kel açıldı” diyesim geliyor. Arkasından da…
—Arkasından:
—Bırakın sapo diyeyim.
… Ve Talat Turhan Yarbay’ın dehşet dolu gözlerinin önünde Selimiye’nin harlı çöp fırınında kitaplar yanmış kül olmuştu. Böyle bir olaya tanık olduktan sonra Yarbay, tabii ki artık eskisi gibi olamazdı. Bu raundu kazandın Tatar Hulagu… Seni Tatar Hulagu seni…
—Kim o yahu?..
—Cengiz Han’ın torunu.10