Ne Dediler

Talat Turhan’lar da vardır Türkiye’de (2) / Nimet Arzık

Talat Turhan’lar da vardır Türkiye’de (2)
Nimet Arzık

     Kedigilleri Bilirsiniz

     Kedigilleri bilirsiniz, yani arslan, kaplan, pars, panter… Uyuşturucu maddeler onları ancak çıldırtır, hiç uyuşturmaz. Sürüngenlerse, uyuşur ve silinirler. İşkence de Talat Turhan’ın kişiliğini silmemiş, ona sönmeyecek bir yangın gibi gürbüz ve bilinçli bir öfke aşılamış kanımca. Aptal işkenceciler, kedigilleri bilmiyorlardı ki! Bütün laboratuar yöntemlerine karşın! Aşağı yukarı bütün bir günümü Kuzguncuk’ta evinde geçirdim. Aferist olmayan, babasından çarptığı milyonlarla har vurup harman savurmayan bir dürüst adamın eviydi. Nadir devrimcilerimizden Dündar Seyhan’ınkini anımsatıyordu. Bir dava uğruna kelle koyan adam ki, dünya nimetlerine dirsek çevirmesi doğaldı.. Aynı zamanda da asker eviydi: Kocaman bir tabakta Talat Turhan’ın gençliği, omuz vuruyordu ufak-tefek karısına. Televizyonun kör beyazlığı başköşeyi kapıyordu. Birkaç rahatsız koltuk,   bir gelişigüzel sedir, kimonolu dev bebekler, kim bilir, Japonya’dan mı, Kore’den mi gelme? Talat Turhan Kore’de de savaşmıştı. Duvar kenarlarında kitaplar yığılıydı, “Ayıkla Beni Hüsnü” türünden uzak. Pencerelerden tepelerine dikilmiş antene kahkaha atan, Marsilya kiremidi ile kaplı yamru-yumru damlar görünüyordu. Kuzguncuk, daha Kuzguncuk’luğundan çıkmamıştı, biliyor musunuz? Komşular var burada. Sıcaklık var. Bütün çevreyi tanıyan fırıncısı var. Muhtar kılıklı bakkalı var. Her sokağında birkaç milyoner türememiş, Bülent Ecevit iktidara ayak bastığında, nedense son günüm geldi deyip, baygın şampanyalar içen!

     İnsan güzeliydi Talat Turhan. Kel’in laboratuarından 30 gün sorgu-sual geçmesine karşın, hala saydam ve ışıklıydı bakışı, yeşilliğine zekâ vuruyordu öyle inek inek bakmıyordu, akı bol gözlerle!

     Kel

     12 Mart’tan beri kontrgerillanın ünlü Kel’iyle görüşmek istedim. Atlatmıştı beni nedense! Kaçma be Kel! Biz adama işkence yapmayız ki. Nasıl olsa seni tanıyorum, yaptığından. Talat Turhan Yarbay bana senin gençlik fotoğrafını gösterdi, grup içinde. O zaman bayağı yakışıklıymışsın be Kel. Sana istediğimiz kadar çatabiliriz, illegalsin, legal örgütler kıpırdamaz ki. Resminde ne gördüm dersin? Bir huzursuz, bir azaplı adam gördüm, dünyayla bir alıp veremediği olan. Grubundaki genç subaylar, gülüşüyor, şakalaşıyor, resim çektirmekten bile mutlu. Sense Kel, önde, Matahariler gibi uzanmışsın. Poz veriyor, poz atıyorsun. Herhalde hiçbir şeyde en önde olamadığın için, işkencede önde giden oldun. Oysaki sen bazıları gibi, Amerikancı eğitim de görmemiştin, aldanmıyorsam. O kadar yiyecek gibi resmine baktım ki, inanmazsın ama köpek dişlerim ağrıdı. Resim ürktü.

     En uzun işkence gören adamın Talat Turhan olması da beni hiç şaşırtmıyor, onu tanıdıktan sonra. Onun gibi şanslı doğmuş birine yarım yamalak gebeşler tabii ki tutulacaklardı. Onu tabii ki yok etmeye çağıracaklar, gururuyla, dürüstlüğüyle, yakışıklılığıyla.

Rabbiyesirsiz yaratıklar.

—Kimden söz ediyorsun ki, isim saysana?

—Saymış kadar olmadım mı? Ayıp ediyorsunuz.

     Kontr-Gerilla “Operations”

     Opereyşin’miş… Bu bir kitabın adı. Kapağının üstünde FM 31–16 var. Biz de 12 Mart’a kadar kontrgerilla diye bir şey yoktu, aktif!

     —Amma nankörsün Nimet Arzık. Sana ayrıntılarıyla anlatılmadı mı? Kendilerine gerilla diyenler olmuş. Karşılarındakilerine onlardan ayırdetmek için kontrgerilla denmişmiş!

—Bu açıklamayı kendilerini yetkili gören ağızlardan duymasaydım, zaten yaşayamayacaktım.

Yalnız o operations kitabında 12 Mart sonrasına ait bir sürü yöntem ezberlemek mümkünlü, opereyşin be -opereyşin!-

Şu Küba meselesi var ya… Amerikan politikasını çatır-çatır çatırdattı. Amerika civanın parçalarını hala tamamen toplayamadı. Bir tür ölüm kalım kavgasına dönüş ki, Sam Amcamızın yöntemleri. Dünya egemenliğini yitirmek istemiyordu. Kimi üsleri, pazarlarını da korumak istiyordu. Elbette, orada, burada sivil yer altı örgütlerini kurdu ve bir sürü oyunu sahneye koydu. Sözüm ona kendisi kadar gelişmemiş dost ülkeleri, dolaylı saldırılara karşı koruyordu bu oyunlarla. Bir sürü yer altı örgütünün finansmanını yüklendi. Menderes zamanıydı. O zamanlar fazla üstünde durmamıştı ama bir seferberlik tetkik kurulu, o muydu tam adı, bilemiyorum, kurulmuştu. Bir özel savaş grubu oluşturulmaya başlanmıştı. Yavaş-yavaş bu tür organizasyonlar köylere dek vardı sonradan. Sam Amcamız ulusal kurtuluş düşüncelerini kafalarında gezindiren başıbozukların savaş vermesini önlemek istiyordu. Büyükbaşın derdi büyük olur. Operations kitabında da bütün önlemler vardı! Biz de ezberledik, belleğimiz yerinde!

Sam Amca, Sıkıyönetim meraklısıydı. Kitapta bir göbek taşı gibi, Sıkıyönetim diye noktalanmıştı. O göbek taşından oklar fırlıyordu. Her birinin ucunda başka bir kesim vardı: Polis, basın, eğitimciler, yöneticiler…

Valla billa, ben uydurmuyorum. Valla billa bütün bunlar Sam Amca’nın kitabında. Valla billa o kitap yakılanlar arasında değil.

Bu oklanan kesimlerin arasında da CIA ajanları gölge gösterecekti.

Bu kitabı 12 Mart’tan önce başka gözlerle okumuştum, 12 Mart’tan sonra her gün uygulamayı kitapta arıyordum, sahife sahife, satır satır!

Başka şeye atlıyorum.. Konunun tutsağı değilim ya!

Kuzum Sayın Memduh Tağmaç, emekli olduktan sonra, neden resmi arabaların izinde peşinde bodygardlar dolaşıyor ki?

—Tel üstünde saksağan, vur beline kazmayı, amma tutarsızsın.

—Nedense Tağmaç geldi aklıma. Bir şar mı var ki, onu unutamıyorum…

Talat Turhan’a soruyorum:

—Bu CIA denilen örgütlerin ağababasının bütün dünyadaki hizmetkârları var, bilinçli olarak ona maşalık mı yaparlar, bilinçsiz olarak mı?

—Bazıları tamamen bilinçlidirler. Bazıları oltaya kapılmışlardır. Fazla düşünmek istemezler.

Gene aklımda ufak bir broşür geziniyordu. Üstünde FM 31–15 mi, 31–16 vardı, tam bilemiyorum: “Gayri Nizami Kuvvetlere Göre Harekât” çok görkemli bir isim dimi?

—İçinde ne vardı ki?

—Bölüm-bölüm diyeyim: Tedhiş.

—Uy anam.

—Sabotaj.

—Uy uy anam!

—Haberalma!

—Anam.

—Malları tahrip.

—Deme be!

—Karakolları basma, adam öldürme, soygun, işkence, adam kaçırma…

—Hepsi var be…

—Nerede var?

—Kafamda var, nerede olacak?

İşin buketi, bütün bunlar da iç savaş nedeniyle sahneye konan bir seri provokasyonmuş.

İnsan ne düşüneceğini bilemiyor. Şu Maltepe olayı var ya, Allah beni bağışlasın, bambaşka bir ışıkla aydınlatılmış geziniyor artık kafamda. Kızıldere olayı da. Hatta o Kızıldere olayına üç dişlek İngiliz kurbanın katılması. Ben terör taraflısı olsam, biraz daha beceriklice kımıldanırdım, ama terörümü dünyaya kabul ettirmek için belki ben de o üç dişlek İngiliz’i de kullanırdım.

Telepatiye inanır mısınız? Belki 12 Mart bir telepati sonucuydu.

O güzelim kitapta, şipşirin bir öneri daha var:

Seçimlere hile katmak.

Ayıbettin be kitap, kimi geri zekâlı sanıyorsun? Ayıbettin be kitap!..

     Söz Talat Turhan’ın

     —Şu gördüğünüz dosyaları hazırlamak için yüzlerce kitap okudum, yüzlerce belgenin üstüne eğildim. Biliyorsunuz, 84 sanıklı dava beraatla bitince çok kişilerin işine gelmedi. O davayı diriltmeye uğraştılar, bu kez bomba davasıyla… İşler karışmıştı… Amerika’da eğitim görmüş olan Ilgaz Aykutlu yerinden olmuştu. Amerika’da bir sene eğitim görmüş, Muzaffer Çağlar da, Elrom olayından sonra yerinden alınmıştı… Bütün bunlar bomba davasıyla diriltilmeye çalışıldı…

     Ve Talat Turhan, kurmay alışkanlığıyla bir plan çizdi… Planın ortasında gülle gibi bomba davası vardı. Gülleden oklar fışkırıyordu: Sabotaj davasına saplanıyordu biri… Biri 84 sanıklı davaya, biri de THKO davasına, biri de o yoktu çizimde, yüreğimizin tam ortasına: Artık işkence başlamıştı… İşkence davasını af göbeğinden kesmişti. Talat Turhan omuz silkti:

—Af’ı istemezdim… O zaman işkenceciler de yargı önünde hesap vereceklerdi…

Ne hesabı yarbayım?.. Hepsi bir ısrarlı bakışın karşısında huzursuzlanıyorsa da, hepsi gül gibi geçiniyor, bülbüller gibi de sakırdıyor…

Daldı Talat Turhan… Bambaşka bir konuya atladı:

Bunlar… (artık bunlar dediği kimlerse..) CHP’yi de kapatmak isterler. Faşizmde ayrım yoktur. Orta-sol da, sol da, aşırı sol da aynı potadadır onlar için… Göreceksiniz, bütün suçları CHP’ye mal etmeye çalışacak­lar… Bülent Ecevit uyuyor mu?..

Azıcık uyuyordur yarbayım!..

     Özgeçmiş

     Kırık-kırık, konudan konuya atlayan bir söyleşi sürüyordu, Kuzguncuk’taki küçük evde:

     —Bana Kürt Talat diyorlardı okulda. Bu lakaptan da faydalanmak istediler. Ben Kürt değilim. Anam Elazığlıdır, babam Rizelidir… Bütün şeceremi önlerine serdim… Bilmem kaçıncı kuşağa kadar… Cellatların bu tür bir şecere sunmalarını isterdim. Sunamazlar… Ailem, din adamların­dan gelme bir aile!.. Düşünün, tutukluyken, 50–60 dilekçemin hiçbiri yanıtlanmadı…

Sabotaj davası beraatla sonuçlanırsa, tazminat meselesi çıkacaktı ve neler sergilenmeyecekti!.. Beraatı af a sokmak iyi bir oyun…

Ve bizim davamız, ölü kalkar gibi ortadan kalktı…

Kendi kitabında uzun uzun bunları anlatacaktı.. Onun için kesik kesik yazıyorum…

—Ben, 27 Mayıs’a kadar, iki talimatnamemiz vardı; onları ezbere biliyo­rum diye, bir şey bildiğimi sanırdım. 46 yılında kıtaya gittim…

Düşünün, elektronik teknik dünyada gelişiyordu. Bizler 42’de Kirazlıdere’de at arabasının parçalarını inceliyorduk… 42’de ilk tankı gördüğümüzde, delilere döndük. Sanki aydan gelmişti. Bezlerle, morsla, muhabere ederdik… Babam yargıçtı. Dedem Elazığ Müftüsü…

Etiketler
BENZER YAZILAR
Talat Turhan
Türkiye

1924 Yılında Elazığ’da doğdu. O tarihte babası Elazığ Müdde-i Umumisi (Savcı) idi. Baba tarafı Rize ilinin Çayeli ilçesinin tanınmış ailelilerinden (Şerifoğulları)’na mensuptur. Anne tarafı Elazığ Harput’un tanınmış ailelerinden (Efendigiller) ‘dendir.....