Ne Dediler

Talat Turhan’lar da vardır Türkiye’de (3) / Nimet Arzık

Talat Turhan’lar da vardır Türkiye’de (3)
Nimet Arzık

     Kapı açıldı, içeriye Talat Turhan’ın anası girdi. Hitit kraliçelerine benziyordu. Sanki bazalta işlenmişti yüz çizgileri. Korkusuz ve tenezzülsüzdü. Ben şöyleydi de, böyleydi de demeyim. Bir tek davranışını diyeyim, yargı kesin:

     Çocuğu tek çocuğuydu da… Ortalarda yok olmuştu. Gık dememişti. Selimiye’ye götürüldüğünde de dokuz ay onu görmek istememişti. Perişan görürüm diye, belki “namerdin” önünde gözyaşı dökerim diye… Böyle kaya gibi sarp bir kadındı. O sarplıkta, oğluna olan hayranlığı da sarp sarp belliydi.

Zaten Talat Turhan da uzun zaman yakınlarını kabul etmek istememişti…

Öyle, sarp kadınların eşleri yumuşak adamlar olur. Anadolu’da, çoğunlukla baba devlet, ana dindir.. Talat Turhan’ların evinde bunun tersiydi.

Bu yumuşak adamın, kavi inançları vardı. Örselenmez adalet duygusu vardı. Vasiyeti ne olmuştu biliyor musunuz?..

Bir mesele için, Lahey Adalet Divanı’ndan adalet istenmişti. Lahey Adalet Divanı’ndan da yanıt gelmişti: Bizim davalara bakamazlardı daha onlar. Kendimiz için, resmen kabullenmemiştik o divanı. Bakacak duruma geldikten sonra, hemen bakacaklardı. Gündeme almışlardı…

Ölürken bu konu hala onu ırgalıyordu: “Ben gidiyorum” demişti, “yetki verilirse bu davaya, oğlum bakmaya mezundur” diye ekliyordu.

‘Kavanoz Dipli Dünya’yı bu kadar ciddiye alan, yalın adamların varlığı da yokluğu da insanı yakıyor ığıl ığıl…

Gidi bir gecede devleşmiş mantarların dünyası…

Biraz şeceresinden söz edelim Talat Turhan’ın. Savcılar, çizmecisi de, takkecisi de, “Kürt Talatlığını” ortaya sürdüklerinde Tanrı bilir neden?.. Neden ki?.. Kürt Talatlığını öne sürdüklerinde Bin altı yüz otuz yediye kadar, Alparslan Türkeş’i bile doyuracak bir şecere sunmuş ve karşısındakilere o tarihe kadar çıkan bir şecere çıkarmalarını salık vermişti…

Babasının yargıç olduğunu söyledik… Anasının babası, din ulemasındandı. Atatürk’ün Diyanet işleri Başkanı…

Hepimiz susuyorduk… Anası da susuyordu. Talat Turhan anlatıyordu:

“-Ajanlar… Çok zavallı koşullardan gelmedir çoğunlukla… Amerika’ya çağırıyorlar… Bir süre onlara, üst düzeyde      Amerikalının yaşamını yaşatıyorlar.. İş, o topluma hayranlıkla başlıyor…

İşte küçük Amerikacılar böyle yetişiyorlar…

Daldan dala atlıyoruz.

—Hüsamettin Özmen… Onbeş yıl Sanayi Nakliyat Şirketi Genel Müdürü… Süleyman-Türkeş ilişkilerini düzenleyen… Orhan Erkanlı… Ortaokul arkadaşı… 27 Mayıs kadroları içinde… Orduya da yakın… Ordudan çekiniyordu Süleyman…

Hangi Süleyman kuzum?..

—68’e kadar, orduya etken olamadı… 69’dan sonra rahatladı… Politika arayan eski paşalar vardı…

Konuşmamız sürüyor… Telegrafik stille yazmamım nedeni, kitap çıkaracak biiir, Nasıl olsa arif olan anlar, ikiiii. Sonracığım, telegrafik stili seviyorum üüüüüç!..

—Kontrgerilla suça bulanmıştı… Yarım Pinochet’ler…

Sevgili okurlarım, bu yarım Pinochet’lerin kimler olduğunu kestirebiliyor musunuz? Ben kestiremiyorum… Pinochet’nin kendisi yarım çünkü…

     Pinochet

     Çok komik ismi var… Muhakkak büyükbabalarının birinin lakabı… Hochet, cıkıcıkı demektir bebekler için… Sözcüğü daha fazla ayrıştırmak istemiyorum… Eğitimim yatkın değil. Bunlar tıpkı Jacqueline Kennedy’nin Fransız Fransız diye övündüğü büyükbabalarının babaları gibi Fransız soylu… Onun büyükbabasının büyükbabası “Bouvier”miş… O da Böften, öküzden gelir… Celep, kasap anlamındadır. Bunlar, işte Lafayette’nin romantizmi ve çıkarcılığı. Amerikan özgürlüğü için, ken­disini Amerikan özgürlüğü için savaştırdıktan sonra, Amerika’da kalan kılıç artıklarıdır. İnceleyin bir. Ben kafadan atıyorum… Ama muhakkak öyledir…

     Bouier. Pinochet-Minochet!.. Yarım Pinochet, bizde hiç olamaz…

—Bir ihtilal planlaması yapıldı, orduyu pasifikasyona itmek için. Bu Dev-Kurt planıydı… Tural zamanından kalmış bir plandır. Kursakta kalmış bir arzudur…

Biliyor musunuz ki, Gürler meselesinde, aleyhte oy kullananların başta gideni Türün’dür…

İçimden şunları geçiriyordum:

Başta gitmesini “Mahzuz” oldum ama, bundan doğal ne olabilirdi ki?.. Bin bir nedenden ötürü, tabii ki, Türün, isabetli bir karar alarak, Gürler aleyhinde oy verecekti… Saatlerce konuştuk… Farkında değildi. Ama, arada bir üstüne, işkence laboratuarının yorgunluğu çöküyordu, az sonra kalıyordu. Bütün işkence laboratuarından geçen arkadaşlar öyleydiler… Üzerlerine gölgeler konuyor ve kalkıyordu… Hırçınlıktan çatlatıyordu seslerini… Birdenbire, durup dururken parlayıp sönüyorlardı… Alacağınız olsun kontrgerillacılar, alacağınız olsun!..

İnsanı mahveden başka bir şey de var… İnsan anasından tokat yerse, gizlemeğe eğilimlidir…

İşkence laboratuarından geçenler, sanki dünyanın en normal şeyiymiş gibi anlatıyorlar.

Falakaya yatırdılar… Yüzüme tokatlar iniyordu… Kanımı yalattılar… İmgeleminizin almayacağı küfürler savurdular…

Koskoca aslan gibi adamlar bunları anlatabiliyorlar. İnsan çıldırır.

Dinleyin Talat Turhan’dan işkenceyi.

Dinleyin Necdet Düvencioğlu’ndan işkenceyi. Dinleyin Numan Esin’den işkenceyi. Dinleyin Emil Galip’ten işkenceyi…

Dinleyin daha bıyığı yetmemiş çocuklardan işkenceyi…

Dinleyin “Kel”, Abdülkadir’i hepsinden… Dinleyin Burhan’ı, Metin’i hepsinden…

Ve dinleyin, yanan kitapları, daha külleri sıcak? Ne karabasandı babam, ne karabasandı!..

Geçen gün, Meclis Kitaplığındaydım… Zengindir Meclis Kitaplığı, üçyüzbin cildiyle… O üçyüzbin cildin arasında, yaşam kitaplarıyla; Stalin, Castro ve bunu gibi… İyi ki onlar da toplatılmamış… O kadar çok etkilemiş ki, bizleri 11 Mart ve sonrası… O kadar etkilemiş ki… Birden kocca, fısıltıyla konuşulan sessiz kütüphanenin kitapları tutuşmaya başladı, her bir hafta… Alevler alevlere katılıyordu. Düşünce yanıyordu. Ciltletilmiş gazeteler de yanıyordu. Ben de yanıyordum…

Bir ses haykırıyordu:

Beeen yarım Pinochet…

Bir başka ses yanıtlıyordu:

—Ben Tatar Hulagu. Bağdat Kütüphanesini yaktım…

—Ben Savaranol.

Ve kitaplar yanıyor yanıyor yanıyordu. Raflarda, alevleri alevlere katılarak… Yanmayanlar, Selimiye’nin çöp fırınına taşınıyordu. Fırın da büyüyordu, büyüyordu, büyüyordu, cehennem oluyordu… Cehennem cehennem yanıyordu… Alevlerdeki, zebaniler, büyük, küçük, ortanca, yamak şef, nice şenlikliydiler…

Ha haaaaa, yakım ne güzel şey, yıkım ne güzel şey, ha haaaa diye bayram ediyorlardı…

Bütün kitaplar yasaklanmıştı. “Ayıkla Beni Hüsnü”den başka… Güle oynaya kitapları yakıyorlardı, Tatar Hülagu’nün emriyele… Tatar Hülagu zaten sözü ve kararı kimseciklere bırakmıyordu…

Cehennem cipleri homurdanıyordu.  Alev besleniyordu,  emekle düşünceyle. Paket paket, kucak kucak, sütun sütun kitap itiliyordu cehennem ateşine…

Yıkım ne güzel şeydi yahu, yakım ne güzel şeydi yahu!..

Tatar Hülagu’nün ağzı kulaklarına varıyordu. Pinochet’nin ağzı kulaklarına varıyordu. Pinochet’nin yarımı bile bir an isyan etti:

—Seni Tatar, seni… Bu geleneği sen kurdun, seni Tatar seni…

Bağdat Kütüphanesi sana yetmedi mi?

—Yetmediiii, Yetmediiii, özgür düşünceyi nerde bulursam, orda ezeceğim, daha yumurtasının içinde, yılan yavrusu başı ezercesine…

Öyle haklıydı ki, cehennem ateşi…

…Siz şimdi zannediyorsunuz ki… Düş düzüyorum…12 Mart sonrasını yaşayan bizler, öylesine yoklar geçirdik ki, bir daha düzelemeyiz… Sinameki otuna bakarken bile, gözümüzde neler canlanıyor, bilseniz… Bilemezsiniz…

Sonra, bu yüzyılda, insan yakılır gibi, cazır-cazır kitap yakılan bir ülke haline getirilmek, gücümüze gidiyor, gönlümüzü dağlıyor, gururumuzu kırıyor.

Kitap da yakılmadı diyemezsin ya, Naim Talu!…

—Eeee, siz de “Ayıkla Beni Hüsnü”yü okuyup oturun!…

     Kuzguncuk dolmuşu… Üsküdar… Araba vapuru… Şakaklarımı ve yüreğimi sıkan bir mengene…

     —Yarım Pinochet’ler diyordu, Talat Turhan’ın sesi kulağıma…

Hevesleri kursaklarında kaldı…

-Yarım Pinochetler!…

E, onları tam ve tüm Pinochet’ye postalasak da Pinochetliğin kaç bucak ve kaç kulaç olduğunu görseler bari… Ama onları nerede bulalım? .. Amerika’ya mı ısmarlayalım?…

… Talat Turhan’lar da vardır Türkiye’de!

… Talat Turhan’lar da vardır Türkiye’de!

… Talat Turhan’lar da vardır Türkiye’de!12

Etiketler
BENZER YAZILAR
Talat Turhan
Türkiye

1924 Yılında Elazığ’da doğdu. O tarihte babası Elazığ Müdde-i Umumisi (Savcı) idi. Baba tarafı Rize ilinin Çayeli ilçesinin tanınmış ailelilerinden (Şerifoğulları)’na mensuptur. Anne tarafı Elazığ Harput’un tanınmış ailelerinden (Efendigiller) ‘dendir.....