“Türkiye ABD’ye Bağlandı” 1-12
“TÜRKİYE ABD’ye BAĞLANDI”
Yeni Asya: 17 EYLÜL 1990
Tahir AKA – Talat TURHAN
Emekli Yarbay Talat TURHAN’a göre CIA, Cumhurbaşkanlarını bile ajan olarak kullanıyor
Anarşi ve terörün bir darbe için basamak yapıldığını söyleyen TURHAN, terörün bir askeri darbeyle noktalandığını belirterek “TÜRKİYE’de gerek 12 MART, gerek 12 EYLÜL sonrasında kurulan düzenler daha çok Amerikancı oldular. Ve onların aldığı tedbirler ABD’nin is teklerine uygundu. Şimdi bu kadar da az görülmüş olabilir” dedi.
12 EYLÜL’ün diğer ihtilallerden farklı tarafını açıklarken 12 EYLÜL’ün getirdiği düzenin kalıcı olduğunu kaydeden Talat TURHAN, ABD’nin TÜRKİYE’de Başkanlık sistemine geçilmesi arzu ettiğini söyledi.
Emekli Kurmay Yarbay Talat TURHAN İle Körfez krizini gelişen ve değişen dünyada TÜRKİYE’nin durumunu, anarşi ve terörün İçyüzünü, 10 yılını dolduran 12 EYLÜL’ü konuştuk. Geçtiğimiz MART ayında görüştüğümüz ve 5 gün devam eden seri röportajda dikkat çekici açıklamalarda bulunan TURHAN, yine dobra dobra konuştu. TURHAN daha önce konuştuklarını, çarpıtmadan ve yüzde 95 objektif olarak değerlendirdiğimizi söyleyerek konuşmama perhizini Yeni Asya İçin bozdu.
Talat TURHAN ile ÜSKÜDAR KUZGUNCUK’taki evinde, çalışma odasında görüştük. TURHAN, aktüaliteyi, dünyadaki gelişmeleri çok yakından takip ediyor… Körfez krizinin başlamasıyla birlikte ayrı ayrı dosyalar, klasörler açmış, gazeteleri taramış, bazı can alıcı noktaların altını çizmiş. Yeri geldikçe disiplinli bir asker gibi hazır bekleyen kırmızı, mavi ve kara kaplı klasörleri birer birer alıyor, bir hamlede yerini buluyor ve tezini bir kaynağa dayandırıyor.
Emekli Kurmay Yarbay Talat TURHAN ile sohbetimize, 2000e Doğru Dergisinin 4 Şubat 1990 tarihli nüshasında, beraber bir programa katıldığı Turan DURSUN’un öldürülmesinden başladık. Doğu PERİNÇEK’in idare ettiği, Prof. Muammer AKSOY cinayetinin perde arkasının tahlil edildiği yazıda TURHAN ile DURSUN bir araya gelmişler. DURSUN, TURHAN’ın kaynaklara dayandırılarak yaptığı açıklamaları kabullenmiş. 2000e Doğru’nun, bu derginin kapatılmasıyla Yüzyıl Dergisinin müftülüğünü yapan Turan DURSUN, ÜSKÜDAR’daki evinde uğradığı silâhlı saldırıda öldürüldü. Cenazesinin yakılmasını İsteyen, dini merasimi reddeden Turan DURSUN yoldaşlarının alkışlan arasında, camiye uğramadan ANKARA’da CEBECİ Asrı Mezarlığında toprağa verildi. Doğu PERİNÇEK ise şimdi DİYARBAKIR’da cezaevinde yatıyor.
Talat TURHAN ile daha önce Prof. Muammer AKSOY’un öldürülmesinden sonra görüşmüştük. O zaman TURHAN “faili meçhul” cinayetlerin artacağını söylemişti. Görüşmemizden hemen sonra Hürriyet gazetesinden Çetin EMEÇ ve şoförü öldürüldü. Ardından da Yüzyıl Dergisi yazan Turan DURSUN. Elindin önceki birçok siyasi cinayetin faili meçhul. Abdi İPEKÇİ. Cavit TÜTENGİL, Bedri KARAFAKİOĞLU, Bedrettin CÖMERT vs. TURHAN’a ilk sorum faili meçhul cinayet lerle İlgili oldu.
—Tahir AKA: Bu faili meçhul cinayetlerin ne zamana kadar devam edecek?
—Talat TURHAN: Cinayetleri yapan örgütlerin, amaçları doğrultusunda varmak istedikleri hedefe kadar devam edebilir. Ama genelde bu kurgu tam tersine olarak tecelli ediyor. Terör yapan kişiler hedeflerine ulaşamadan, terörden yarar uman güçler terörden istifade ediyorlar. Onun İçin bu güçler terörden amaçları doğrultusunda, bu güçler direkt, endirekt veyahut ta daha başka metotlar kullanmak, bu tip terör örgütlerine sızmak suretiyle onlara destek veriyorlar ve o desteği kendi amaçları istikametinde kullanıyorlar. TÜRKİYE’de bu yaşandı. 70’li, 80’li yıllarda yaşandı. Terör, bir askeri darbeyle noktalandı. Bu 12’li askeri darbeler, 12 MART ve 12 EYLÜL son çözümde hangi güçlerin amacına hizmet etmişse, terör onlara yaramaktadır. Bir ülkede yaygın terör olayları başladığı vakit o ülkede destabilizasyon da başlamış demektir. Yani ülkeyi istikrarsız hale getirme başlamıştır. Ülkeyi istikrarsız hale getirmenin hedefi istikrara yöneliktir. İstikrara yönelik bu hedef milli menfaatlere uygun bir istikrar değildir. Terör yapan güçlerin arzu ettikleri doğrultuda bir istikrara yönelmedir. Yani oradaki siyasi düzenin demokratik olmayan yollardan şekillenmesi şeklinde oluyor. TÜRKİYE’de de gerek 12 MART, gerek 12 EYLÜL sonrasında kurulan düzenler daha çok Amerikancı oldular. Ve onların aldığı bütün tedbirler ABD’nin isteklerine uygundu. Şimdi bu kadar da az görülmüş olabilir. TÜRKİYE’yi daha fazla AMERİKA’ya bağımlı yapmak için terör tekrar gündeme getirilmiş olabilir.
İhtilâller ve ABD
—Tahir AKA: Sizin de söylediğiniz gibi, ihtilâlciler demokrasiyi getirmek için demokrasiyi katlettiler. Şu anda TÜRKİYE her noktadan ekonomik, siyasî ve kültürel bakımdan tamamen ABD’ye bağlandı.
—Talat TURHAN: 12 EYLÜL’ün en büyük mahzurlarından birisi de kendisinden sonra getirdiği düzen kalıcı oldu. Bugüne kadar iktidarda kalmayı sağladı. Sivil görünümlü bu İktidar gerçekte ABD’nin istediği yapıdadır. Muhtemeldir ki bu dahi az görülmüş olabilir. Bunun ‘ötesindeki hedeflere ulaşmak için, bu hedefler demokratik çözüm İçinde olabilir, demokratik çözüm dışında da olabilir demokratik çözüm içerisinde şu anda aranan hedef TÜRKİYE’nin başkanlık sistemine geçirilmesidir. Ama bazı insanlar boyundan büyük işlere kalkarlarsa, başka güçler ki, her zaman bu tip güçler söz söylemiştir bu gidişe dur diyebilirler. O zaman da boyundan büyük işler yapmaya kalkan kişiler bu yaptıkları enkazın altında kalırlar.
—Tahir AKA: Başka güçlerden neyi kastediyorsunuz?
—Talat TURHAN: Şimdi başka güçler deyince, bütün büyük çaplı karmaşık provokasyonları istihbarat örgütleri yaparlar. Bütün dünya istihbarat örgütleri içerisinde bu ip provokasyonları yapan organize eden, düzenleyen birimler vardır. Ve de istihbarat örgütleri arasında da çok sıcak münasebetler her zaman var olageldiği bilindiğine göre, her türlü provokasyon olabilir. Yabancı güçlerin çıkan olan diğer ülkelerdeki teşebbüsleri sadece terör gibi provokasyonlarla kalmıyor. O ülkeyi yönetenlerin tümünü, bürokrasinin her iki kanadından siyasi iktidara ve tüm kesimlere kadar orayı İdare eden lider kadronun ele geçirilmesi ve taraftar edilmesi gibi programlar İçerisinde yürütülerek, yani bir ülkenin diğer ülkeye sınırının alt yapısı zaman İçinde temin edilir. Tabi ki ilk önce ekonomik, bundan sonra ekonomiye paralel olarak da diğer bölümlerdeki insanlar tek, tek, tek, tek çok İnce metotlarla satın alınıyor. Bu tepeye kadar çıkabiliyor. Bakın size 1975 yılında yapmış olduğum savunmanın yayınlanmamış bir bölümünü okuyorum:
“Bu arada verdiğim ve yapıtlardan öğrendiğime göre CIA’nın Amerikan Emperyalizmin bekçiliğini yaptığı ülkelerde Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakan seviyesinde, güvenlik kuvvetlerinde ajanları bulunduğu, çeşitli örgütleri finanse ettiği, basın yayın organlarını ele geçirdiğini görebiliriz”.
Bu konuda iki çarpıcı örnek vermek istiyorum:
Litempo 14’ün ne olduğunu biliyor musunuz?
“CIA adına casusluk yapan Amerikan Devlet Başkanını David EISENHOWER’in kod numarası. CIA ajanı Aples FHİLİPSS Latin Amerika’daki İçişleri Bakanlarının CIA ile çalıştığını açıklamaktadır. KOSTARİKA’nın eski Cumhurbaşkanı Josef FIGURESS CIA İle 30 yıl çalıştığını, yeni bir türde değişik bir İşbirliğine girdiği birçok Latin Amerika devlet adamı için de aynı şeyi söyleyebildiğini açıklamış ve pişmanlık duymadığını, bu savaşta geçerli kanunların ahlâk kurallarıyla İlgili bulunmadığını beyanla ‘satılmışlığını itiraf etmiştir…”
“Demek ki yabancı ülkeler sırf terörü araç olarak kullanmıyorlar. O ülkenin, göz koyduğu ülkenin en kritik yerinde bulunan kişileri dahi, kendine ajan yapmayı bir metot olarak benimsemiş oluyorlar.”
—Tahir AKA: Bu güçler, tabandaki bir vatandaş gibi zirvedekini de ajan olarak kullanabiliyor diyorsunuz.
—Talat TURHAN: Evet, bu belgeseldir. Ben bunu yazdım, kimse aksini İddia edemez. Ben bunu kaynaklara dayanarak söylüyorum. Kendim bir şey uydurmuyorum. Şimdi bunun gibi hıyanetin zirvesinde olan, ne yapacağını şaşırmış bir adamla karşı karşıyayız. Bu sadece bizde değil, bütün dünyada böyledir.
DİZİ YAZI
-2-
“CIA Politikacı Besliyor”
Yeni Asya: 18 EYLÜL 1990
Tahir AKA – Talat TURHAN
“ÜRDÜN Kralı HÜSEYİN, ClA’dan 20 yıldır maaş aldığını 1977’de açıklamıştı”
—Ortadoğu’da dengelerin profilini çizen ve bölgedeki ABD gücünü nazara veren Talat TURHAN, “Kral HÜSEYİN, 1977’de 20 yıldan beri ClA’dan maaş alarak tahtını koruduğunu itiraf etti. 1977’den bu yana 13 yıl geçti” diye konuştu.
Değişen dünyada, dengeler alt üst oldu. Kapitalizm ve Komünizm insanlığı mutluluğa ulaştıramadı. Batı, refahın, teknolojinin zirvesine ulaştı. Ancak insanlar yine arayış içinde. Dünya, alternatif üçüncü çözüm; İslamiyet ile tanışmak istiyor. Ancak bunu fark eden “Avrupa zalimleri ve Asya münafıkları” bu önlenemeyen yükselişi fark ettikleri için değişik tertiplere giriyor. Haçlı ruhunu yeniden canlandırmaya çalışıyorlar. İslâm Birliğini sabote etmek için siyasi ve diplomatik faaliyetlerde bulunuyorlar. İslâm ülkelerini kontrolleri altında tutmaya çalışıyorlar. Müslümanların bir “güç” olarak dünyadaki yerlerini almasını İstemiyorlar. Ancak değişen dünya her şey değişiyor. Süper güçler zirvede ortak menfaatlerinde anlaştılar. SSCB süperlikten istifa etti. Batının. Avrupa’nın himmetine muhtaç hale geldi. Avrupa, dünyanın Müslüman ve Hıristiyan Blok olarak ayrılmasını da istemiyor. Bunun için başta ABD olmak üzere Avrupa, İslâm ülkelerinin peşini bırakmıyor. Ellerini, kollarım, ayaklarını bu ülkelere yerleştiriyorlar. Müslüman bloklaşmaya İmkân tanınmıyor. Hatta engelleniyor. Bunu Müslümanların patlama noktasına geldiği Sovyetlerdeki İdareciler de istemiyor. Bu noktada ABD ile SSCB aynı tavrı sergiliyor. Ancak ekonomik bakımdan “gücü” elinde tutan Amerika bu görü siyasi, sosyal ve kültürel sahalarda kullanıyor. SSCB ile ABD’nin güç dengesi bozuldu. Bu bozulma ile güç ABD’nin eline geçti. ABD, Dünya İmparatorluğuna oynuyor. Bunun için çalışıyor.
Bütün bu gelişmeleri tahlil ederken Talat TURHAN, daha soru sormadan Ortadoğu’da dengelerin profilini çiziyor ve arşivini karıştırıyor bir klasörü açıyor, ardından dosyalan ve sıralamaya başlıyor:
Ürdün Kralı Hüseyin’in Hıyaneti
Kral HÜSEYİN; 1977 yılında 1 ay bu adam hakkında yayın yapıldı. Türk kamuoyu galiba biraz duyarsız, adam 1977 yılında 20 yıldan beri CIA’dan maaş alarak tahtını koruduğu itiraf etti. 1977den bu yana 13 yıl geçti. 33 yıldan beri Arap ve Müslüman olduğunu iddia eden bu adam İSRAİL’den yüz misli daha fazla hıyanet işliyor.
Kendi halkına, kendi dindaşına karşı hıyanet işliyor. Ama şimdi hıyanet son kertesine geldi. Bulunduğu konum itibariyle IRAK’a hayır diyemiyor, uşaklık bakımından ABD’ye ses çıkaramıyor. Yaptığı dış temaslar, ülkesindeki karışıklıklardan uzak kalmak içindir. Yani bir şey olursa dışarıda olmak, yoksa yapacağı bir şey yok. Artık satılmışlığın ve çözülmüşlüğün son basamağı. Düşünebiliyor musunuz ki bu adamı 12 EYLÜL’den sonraki insanlar gittiler ziyaret ettiler, kardeş ilân ettiler. Ve sarmaş dolaş resimler çektirdiler. Dolayısıyla bu güçler çok geniş boyutlu bir mekanizma içerisinde yollarını buluyorlar. Önemli olan bu işleri yapanları kınamak değil, bu işlerin yapılmış olmasıdır.
Talat TURHAN dosyaları karıştırdıkça belli kaynaklardan aldığı bilgileri peş peşe sıralıyor:
—Talat TURHAN: Kral HÜSEYİN: 20 yıldır ClA’dan para aldı. Rıza PEHLEVİ İran Şahı; ClA’dan 1953’de 60 bin dolar aldığını açıkladı. CIA’nın beslediği politikacı sayısız. Şu halde başka ülkelerin, bizim gibi ülkelerde yapılanları kınamak yerine, bizim yapacağımız şey, kendi ülkemizde bu tip hadiselerin sona ermesi için ne yapmamız gerektiğini tespit edip, gereklerini yerine getirmektir. Benim gördüğüm ön plandaki iş, Türk halkının bu çeşit münasebetlerden arındırılması lazımdır. Bu arındırma olmazsa, TÜRKİYE’nin politikası uyduruk batağında boğulup gide çektir.
Talat TURHAN, daha önce yaptığımız görüşmede anarşik hadiselerin periyodik olarak artacağını söylemişti. Gerçekten de Prof. AKSOY’dan sonra Çetin EMEÇ öldürüldü. Ardından da Turan DURSUN. Bu arada soygunlar, bilhassa banka soygunları artıyor. Adi ve siyasi cinayetler, güpegündüz gerçekleşiyor. Turhan’a bu gelişmeleri hatırlatıp “Bu gidiş nereye?” diye soruyorum.
Çalışma masasından, post serili sandalyesine dayanan ve gayet net bir şekilde kelimeleri peş peşe sıralamaya başlayan Turhan “bu gidişi” şöyle anlatmaya başladı:
—Talat TURHAN: Bu gidiş bu hadiseleri meydana getirenlerin yahut ta bu hadiselerden faydalananların arzu ettikleri noktaya kadar. Terör, genellikle anarşi yapanlardan çok, bu hadiselerden faydalananların işine yaramaktadır. Bu işe yarama noktası ne ise, oraya kadar devam ediyor. Ondan sonra askeri idare geldiği zaman teröre bir müddet ara veriliyor. Ondan sonra eğer o ülkenin alt yapısı olan sivil, milli şuur içinde değilse, anarşi tekrar kendisini gösteriyor. 12 EYLÜL yönetimi terörü önlemekle öğünüyor. Oysa 12 EYLÜL, terörü belli bir bölgeye lokalize etti. Daha tehlikeli bir boyuta getirdi. “Kırsal ve kentsel” terör yeniden fonksiyonunu göstermeye başladı. Demek ki terörü önlemek İçin gelen kişilerin, getirdikleri çözümlerin geçerli olmadığı bu hadiselerle doğrulanmış bulunuyor. Bir yönelim eğer hapishanedeki insanları tutmaktan aciz ise o zaman terörün sebebi onların iddia ettiği gibi, hapishaneden çıkanlar, terörün amili iseler o zaman onların aczi teröre sebep oluyor demektir.
Faili Meçhul Cinayetinde İpin Ucu!
Emniyet Genel Müdürü Necati BİLİCAN faili meçhul hadiselerin, cinayetlerin aydınlatılması için ip uçlan elde ettiklerini söylüyor. Ancak yıllardır ipin ucunun bir turla yakalanamadığı da bir 11 EYLÜL 1990 talihinde DENİZLİ polisevinin açılışında konuşan en taze faili meçhul cinayetlere temas eden Emniyet Genel Müdürü BİLİCAN, gazeteci Çetin EMEÇ, Turan DURSUN ve ondan sonraki emekli komiserin “Profesyonelce İşlenen cinayet”ler neticesinde öldürüldüğünü söyleyerek bir gerçeği ifade ediyor. Bu tür cinayetlerin profesyonel örgüt veyahut ta ajanlarca öldürüldüğü tezini desteklemiş oluyor.
Faili meçhul cinayetlerin her ülkede olabildiğini söyleyen BİLİCAN, hadiselerle ilgili mühim ,ipuçları bulunduğunu belirtiyor ama ipin ucunu açıklamayacağını belirtiyor. Belki de ipin ucu çekilse arkadaki güçler, gerçek failler ortaya çıkacak. Ama bu çok zaman olmuyor. Sahte failler de olabiliyor. Göstermelik failler kamuoyunu tatmin etmek için yakalanıyor, hatta hapishaneye bile konulabiliyor. Fail faaliyetini orada da devam ediyor. Zira onun işi, mesleği sayılıyor. Aradan üç beş sene geçince suçtan arınmış olarak vazifesine başlıyor. Hapishane İle ilgili hatıraları dinlediğiniz zaman bu çeşit misallerin olduğunu rahatlıkla görebilirsiniz.
DEVLET İÇİNDE DEVLET
Talat TURHAN’ın “Doruk Operasyonu” isimli kitabının önsözünü Cumhuriyet Gazetesi yazarı İlhan SELÇUK yazmış. SELÇUK’un takdim yazısındaki satır aralarında dikkat çekici mesajlar var. Selçuk’un yazısı aynen şöyle:
Çağımız devletinin karmaşık bir yapısı var. Ancak bu karmaşık yapı içinde bir de “devlet içindeki devlet”ten ya da “gizli iktidar”dan veya “görünmeyen hükümet”ten söz açılıyor.
Çoğu ülkede denetim dışında kalan bu ikinci devletin, halkın gözünden uzakta bir mekanizma oluşturduğu biliniyor. İstihbarat örgütlerinin, ordudaki özel dairelerin, bürokrasideki yeraltı birimlerinin varlığı “açık rejim” kavramıyla bağdaşmıyor. İşin ilginç yanı en “açık rejim”e sahip olduğunu ileri süren ABD’de ClA’nın egemenliğini kimse yadsıyamıyor.
Amerika’ya bağlı ülkelerde ise konu daha dramatiktir. Çünkü bu defa bağlı ülkelerdeki “görünmeyen iktidar’la WASHİNGTON arasındaki gizil ilişkiler” olaya gayrı milli bir nitelik vermektedir. “Devlet İçindeki devlet” ulusal varlığı bir başka yabancı devletin güvencesinde görürse sonuç ne olur?
Bu kez “açık rejim”in düş ya yanılsamadan başka bir şey olmadığı görülecektir “Kapalı kapılar arkasında” o ülkeye ilişkin kararlar verilecek ve bir silahlı siyasal partiye dönüştürülen ordunun dış destekli darbeleriyle bağımlı ülkeye yön vermek kolaylaşacaktır.
Bu sorun kuşkusuz yalnız TÜRKİYE’ye özgü değildir; ama bizim özel bir durumumuz var.
TÜRKİYE bağımsızlığını hiçbir ülkeye borçlu değildir. Tümüyle ulusun gerçekleştirdiği bir ulusal kurtuluş savaşından sonra Cumhuriyet Devleti kurulmuştur. Ne var ki İkinci Dünya Savaşından sonra ABD’nin TÜRKİYE’deki etkinliği çoğu eski sömürgede ya da İkinci Dünya Savaşından sonra Amerikan ordusunun işgalden kurtardığı ülkelerde olduğundan güçlüdür.
Nitekim bu gücün ölçüsü 12 EYLÜL darbesinden tam anlamında saptanabildi. Artık belgelendiği gibi; 1980’de dünya dengeleri ve TÜRKİYE’deki özel konum ANKARA’da bir darbeye gereksinme gösteriyordu. WASHİNGTON’un gözetim ve denetiminde 12 EYLÜL gerçekleştirildi. Bu olayın ülkemizdeki sol, sosyalist, devrimci ve demokratik halk güçleri adına ne demek olduğu, ancak yaşandıktan sonra anlaşılabildi. Talat TURHAN, TÜRKİYE’deki üç askeri darbeyi (27 MAYIS, 12 MART, 12 EYLÜL içinde ve yakında yaşadıktan sonra deneyim ve birikimlerini kitaba dönüştüren bir yazardır. Çileli hayatında “gizli iktidar”la çok kez yüz yüze gelmiş ve çok kez çatışmaya girmiş bir insanın yalnız kitaplık bilgisiyle yetinmesi kuşkusuz beklenemez. Bu alanda kişisel deneyim, bilgi ve birikimin önemi sayıldığından daha değerlidir.
Bugün TÜRKİYE’nin çoğunluğu demokrasiyi özlemektedir. Gerçi demokrasi kavramı, herkese göre biraz değişiyor: ama “açık rejim”e geçmek yolunda Türkiye zorlanıyor. Şimdiye dek demokrasi adına yürütülen “Sağa açık, sola kapalı çok partili rejim”i aşmak için ülkemizde “devlet için deki devlet”i tanımak gerekiyor.
Talat Turhan’ın bu tanıtım yolundaki katkısı, belki bugünden önemi ölçülemeyecek değerdedir.
Elinizde tuttuğunuz kitap, işte bu yolda bilgiye dayalı bilincin oluşması için gerekil içeriği taşıyor. Demokrasiyi halk kuracaksa, özgürlüklere sırası geldiğinde “dur” demek İçin hazırlıklı “görünmeyen iktidar’ı, okur gözünde “görünür iktidar” yapmakta yarar var.
Talat TURHAN’ın yaptığı budur.
DİZİ YAZI
-3-
“Anarşide Devlet Eli Var”
Yeni Asya: 19 EYLÜL 1990
Tahir AKA – Talat TURHAN
Anarşi ve terörün siyasi maksatlar için kullanıldığını kabul eden TURHAN “Örgütler değişik anarşi metotlarıyla eylemler kuruyorlar. O günkü iktidar veyahut ta idareye göz koymuş olanlar bu eylemi kendi amaçları istikametinde kullanıyorlar” diye konuştu.
Devlet güçlerinin örgütler içine girdiğini, sahte operasyonlar tertiplediklerini kaydeden Talat TURHAN, “Kışkırtıcı ajanlar bir grubun içine giriyor ve o grubu yönlendiriyor. Neye yönlendiriyor? Suça yönlendiriyor. Devlet vatandaşına tuzak kuruyor*” dedi.
27 MAYIS ve ondan sonraki devrede birçok hadisenin içinde bulunan ve kurmay yarbay iken emekliye sevk edilen Talat TURHAN, devletin “kışkırtıcı ajanlar vasıtasıyla anarşi ve terörü nasıl işlettiğini anlattı.
Ajan Provokatörler
Kapalı rejimlerde olduğu gibi, sözde demokrasiyle İdare edilen ülkelerde devlet rejimini korumak ve kollamak İçin kendisini ortaya koyar. Devletin ayakta kalması için her şey yapılır. Hatta devlet için millet feda edilir. Devletin korunması için millet ezilir. Antidemokratik ilke ve prensiplerin korunması için, milletin maddi ve manevi desteğiyle ayakta duran devlet, rejimini ayakta tutabilmek İçin oluk oluk kan akmasına göz yumar. Daha doğrusu kan akıtır. Devlet terör estirir. Millet sindirilir ve susturulur. Tıpkı yakın geçmişte olduğu gibi…
27 MAYIS ve ondan sonraki devrede birçok hadiselerin içinde bulunan ve Kurmay Yarbay iken emekliye sevk edilen Talat TURHAN bu mekanizmanın nasıl İşlediğini çok İyi biliyor. “Doruk Operasyonu” isimli kitabında bu çarkın nasıl işlediğini anlatıyor. “Bir de devletin kışkırtıcı ajanlar suretiyle yönettiği terör var. Güvenlik güçlerinin çeşitli örgütlere sızdırdığı ajanlar var. O ajanlar örgütleri, terör mekanizmalarının içine itiyorlar, kendi amaçları istikametinde kullanıyor? Bir yandan istikrarsızlık yaratıyorlar. Diğer yandan yönetimdeki bu aksiyonları kendi çıkarları yönünde kullanılarak bir taşla iki kuş vuruyorlar. Böylece kendi emniyetlerini sağlıyorlar” diyor. Talat TURHAN’a “Bu meseleyi biraz açar mısınız” diyorum.
—Tahir AKA: Nasıl oluyor da siyasi hırs uğruna kan akıtılabiliyor? Mühim hadiseler öncesinde, mühim seçimler arifesinde peş peşe bombalar patlıyor. Bilmem ne sollu bombalı pankartlar asılıyor. Sanki bir senaryo gereği hazırlanan program uygulanıyor.
Talat Turhan bu meseleyi açıyor:
—Talat TURHAN: Tabii ki anarşi kullanılıyor. Şöyle kullanılıyor: İlk tarz olan değişik örgütler değişik anarşi metotlarıyla eylemler kuruyorlar, O günkü idare veyahut ta o günkü idareye göz koymuş olanlar, bu eylemi kendi amaçları istikametinde kullanıyorlar. Bu birincisi, ikincisi; devlet güçleri bizatihi kendisi olay meydana getirmek suretiyle, o hadiseyi o gücün yararına kullanıyor. Üçüncü, ihmal neticesi olan bazı hadiseleri sistemli suçlanan örgütlere yansıtmak suretiyle o karşı grubun siyasi fikrini suçlamaya yönelik “Sahte operasyonlar” yapılır ve bunların mekanizmaları kurulmuştur. Bu İşleri yapan kuruluşlar var, örgütler var. Büyük ülkelerin istihbarat örgüt ve örgütlerin şemasını baktığımızda bunu görebiliyoruz. Küçük ülkelerde bunu gösterecek kadar henüz açıklık yok. Ama TÜRKİYE’de uzun süre “kışkırtıcı ajanın” varlığı, en büyük devlet adamları veyahut ta iktidarın zirvesinde bulunan kişilerce inkâr edildi. Ama açıp ta polis kitaplarına baktığımız vakit orada “kışkırtıcı ajanlar”ın bölümleri yazılıyor. Yani bir grubun içinde giriyor, o grubu yönlendiriyor. Neye yönlendiriyor? Suça yönlendiriyor. Şimdi gerçekte polis ve İstihbarat metotlarında bu var. Var ama suçun icrasına kadar götürür bırakır. Ama karşı tarafı suça yönlendiriyorsa o zaman bu devlet provokasyonu oluyor. O adam hakkında devlet vatandaşına tuzak kuruyor. Bir yerde devlet varsa, suça kadar yönlendirmek bir metot olabilir. Ama suç işlemesini bağlamak, tahrik etmek olamaz. Bunun izahı yapılamaz.
—Tahir AKA: Devlet-millet kopukluğu bu gibi meselelerden mi kaynaklanıyor? İdare edenlerle edilenler arasındaki kopukluğun sebebi bu olabilir mi?
—Talat TURHAN: TÜRKİYE’de demokrasi lâfı çok ediliyor. Ama TÜRKİYE gerçek manada demokrasiye geçti mi, geçmedi mi? Şimdi bugünkü yapıya baktığımız vakit en yaşlı parti 7 yaşında. Yani henüz daha çocukluk yaşında, rüştünü ispat etmemiş. Çocuk yaşında olan demokrasinin de bu tip hastalıkları beraberinde taşıması tabiidir. Her gelen yönetim o ülkenin politikadaki kültür birikimi sayılacak geçmişi bir solukta ortan kaldırırsa o zaman bu tip hastalıkların, bu tip aksaklıkların, uzaktan kumandalı, içten ve dıştan idare edilen yönelimlerin İşbaşında olması ve çocukluk safhasında olan bu çeşit iktidarların politikaya yabancı olması ve hatalar yapması her zaman için normaldir. Ayrıca TÜRKİYE’de yeni bir tehlike daha meydana getirildi. Parlamenterlik cazip hale getirildi, maddi ve manevi bakımdan… O zaman bir daha seçilme kuşkusu herkese egemen hale geldi. Bunun farkında olan bazı kişiler, kendi hedefleri doğrultusunda, kendi karizmaları doğrultusunda, kendi çıkarları doğrultusunda, kendi angajmanları doğrultusunda bu zaafı kullanmak İstiyorlar. Bu sakıncayı kaldırmak için parlamenterlerin üst üste seçilmesinin kaldırılmasını teklif ediyorum. Bir dönemden fazla parlamenterlik devam ettiğinde bunun sakıncalarının neler olacağını bugün daha iyi görüyoruz. Meclis dün evet dediğine bugün hayır, dün hayır dediğine bugün evet diyebiliyor. Ve bu açıkça kendini gösteriyor. Çelişkiler kendisini gösteriyor. İktidar İçindeki Başbakanla, Bakanlar arasındaki çelişki meydanda. Meclisle iktidar arasındaki çelişki meydanda, yani bir çelişkiler yumağı içerisinde hayretle izlenen bir politika yahut ta bir politikasızlığa sebep oluyor. Bu parlamenterlerin yeniden seçilme endişesinin egemen olmasından kaynaklanıyor.
DSP Genel Başkanı Bülent ECEVİT “Bizim istihbarat örgüt ve örgütlerimiz, başka istihbarat örgütleriyle diyalog halindedir”. Örneğin CIA ile MOSSAD ile olabilir. Şimdi benim korkum kaygım şu Başbakan (Güvenilir istihbarat kaynaklarından TÜRKİYE’ye bir saldırı hazırlığı olduğu bilgisini alırsam, sorumluluğu alıp Türk silahlı Kuvvetlerini, daha saldırı olmadan harekete geçiririm) sözü üzerine “CIA ve MOSSAD gibi bazı istihbarat örgütleri, TÜRKİYE’ye IRAK’tan bir saldırının başlamak üzere olduğuna dair istihbarat verebilirler. Bu şekilde TÜRKİYE’yi bir oldubitti şeklinde savaşa sürüklemeye kalkışabilirler. TÜRKİYE bir takım provokasyon ve kışkırtma tehlikeleriyle karşı karşıyadır”. diyor.
Cumhurbaşkanı Turgut ÖZAL’ın tavsiyesini değerlendiren ANAP’lı milletvekilleri hükümete yetki veren tezkereyi kabul ettiler. Hükümete, yurt dışına asker gönderme ve yurt dışından gelen askerleri TÜRKİYE’ye kabul etme salâhiyeti verildi. Bu gelişmeleri hatırlatıp Talat Turhan’a soruyorum:
—Tahir AKA: TÜRKİYE’nin savaşa girmesi için bir provokasyona gidilebilir mi? Ecevit’in endişelerini haklı buluyor musunuz?”
—Talat TURHAN: Bu insaflı bir endişe, zaten ben 1977’de yazmış olduğum bir yazıda bu yazıyı “Doruk Operasyonu”na da aldım. Ortadoğu’da şeytan üçgenleri diye bir bölüm var. İstihbarat örgütleri arasındaki somut ilişkileri açıklamıştım. Meselâ bu mesele ikinci Dünya Savaşında yaşandı. ALMANYA, POLONYA’yı işgal etmek istiyor. ALMANYA, sanki POLONYA’nınmış gibi bir güç teşkil ettiler. Sınır tecavüzünde bulundular. Kendi kendilerine sınır tecavüzü yaptılar. Bu sınır tecavüzü bahane edilmek suretiyle Polonya’nın İşgali kollanır. Bu daha değişik şekillerde de yapılabilir. Yani bir yabancı uçak IRAK uçağının rengine boyanır, amblemi yerleştirilir. O da gider, bir yere bomba atar. Ondan sonra IRAK bizi bombaladı der. Yani bu her boyutta yapılabilir ve yapılmıştır. Bunun ötesinde balon. FM 30–20 talimnamesi var, Amerikan Haber Alma Örgütünün… Yanlış Bilgi Verme Merkezi Talimnamesi… Bu işi adamlar metot haline getirmişler. Karşı tarafa yanlış bilgiler vermek suretiyle karşı tarafın kararlarını yanlış yönde yönlendirme. Sanmıyorum ki ECEVİT FM 30–20 talimnamesini görmüş olsun. Yani geniş ve engin devlet tecrübesiyle gerçekleri ifade ediyor ama iş bu şekilde yöntemleştirilmiş ve sistemleştirilmiş. Yanlış Bilgi Verme Merkezi var. Biz şimdi buraya müşahhas bir örnek koyalım. Bunu belgelemişim. FBI… birisini suçlamak üzere sahte belge tanzim ediyor. Yani hem yanlış belge veriyor, hem de karşı tarafı yanıltmak için bilgi veriyor. İşte başka bir belge: Batılı haber ajansları İkinci dünya ülkeleriyle ilgili yalan haberler üretiyor, yani bu misalleri çoğaltmak mümkün.
Şimdi birinci olarak medyayı ele geçirip, medyadan halkı emperyalist devletin değer hükümleri istikametinde şartlandırmak uzun vadede ki bunun başında yine istihbarat örgütleri bulunuyor. Psikolojik daireleri, birimleri var. Bu bölümleri medyayı kendi değer hükümleri istikametinde şartlandırıyor. Bunu çeşitli modellerle yapıyor. Bu yetmezse yanlış haberler veriyor. Bu yetmezse kendisine rakip gördüğü adam hakkında 150 tane suç doğuruyor, delil doğuruyor, belge doğuruyor. Bu da yetmezse adamı alıyor, işkence yapıyor, kendi kendine suçlatıyor. Onu delil olarak kullanıyor. Bütün bu mekanizma içinde hedef olan kişi bu güç karşısında nasıl kendinizi savunabilir siniz?
DİZİ YAZI
-4-
“TÜRKİYE Savaşa İtiliyor”
Yeni Asya: 20 EYLÜL 1990
Tahir AKA – Talat TURHAN
TÜRKİYE’nin sıcak savaşa girmemesi için her kesimin elinden geleni yapması gerektiğini kaydeden TURHAN, “TÜRKİYE’nin bu günkü ısmarlama savaşta akıtılacak kanı yoktur, çıkan yoktur. Bazı kişiler kendi reklâmı için bütün ülkenin imkânlarım kullanamazlar” diye konuştu.
Körfez krizinin ekonomik yönünden ziyade ideolojik ve siyasi yönünün ehemmiyetli olduğunu söyleyen Talat TURHAN “Bugüne kadar Batı kendisine ideolojik düşman olarak komünizmi seçti. Şimdi bundan vazgeçildi. Yeni bir düşmana ihtiyaç var. Bu düşman da İslâm radikalizmidir” diye konuştu.
—Tahir AKA: Teslim olmaktan başka çare kalmıyor mu?
—Talat TURHAN: Bu güç karşısında haklılığını nasıl ispat edebilirsiniz? Mümkün değil. Çok zor bir iş… Dolayısıyla bir kaynakta ABD’nin dünyayı nasıl kontrol ettiği belirtilirken, şehirdeki silahlı ve boş kalan evler bile tespit edilecek diye bir kayıt var… Ajanlar, ülke polisine dahi güvenmeyecekler. Ajanların aldığı bilgilerin ne yapacağını ABD karar verir. Ajanların verdiği bilgileri bir Kurmay Subay değerlendirir. Ajanlar bir ülkenin bütün iç işlerine karışmakla mükelleftir. Ajanlar ülkenin bütün özelliklerini bilmek sorundadır. Bu talimatlar ve ajanların faaliyetleri sıralanabilir. Netice itibariyle Bülent ECEVİT’in dediği doğrudur, endişesinde haklıdır. TÜRKİYE’nin en büyük muhtemel tehlikesi de, bazı mihrakların ülkemizi sıcak savaşın içinde görmek istemeleridir. Bu mihraklar aşırı bir çaba içinde gözüküyor. Bu çaba, TÜRKİYE için çok büyük bir tehlike. Asırlarca bu vebalin vs bu yükün altından kalkılamayacak bir ateşin içine TÜRKİYE itilmektedir. Bazı kişi ve bazı mihraklar tarafından bu baskı yapılmaktadır. Dolayısıyla demokrasinin henüz tam manasıyla oturmamış olmasından kaynaklanan bir davranış bulunmaktadır. Bunu önlemek belki zaman içerisinde mümkün olabilir. Fakat gidişin TÜRKİYE için çok tehlikeli olduğu bilinmelidir. Bu gidişin önlenmesi için herkes, her güç elinden ne geliyorsa çaba sarf etmelidir. Hem bugünkü ısmarlama savaşlarda TÜRKİYE’nin akıtılacak kanı yoktur. Menfaati yoktur, çıkarı yoktur.
Şimdi bazı kişiler kendi reklâmı için bütün ülkenin İmkânlarını kullanamazlar ve kullanılmaması lazımdır. Şimdi bunun tarihte çok müşahhas bir misali var. Yaşar KUTLUAY diye bir zatın “Sevr ve TÜRKİYE” adlı kitabı var. O kitapta enteresan bir pasaj var. 1905 yılında bugünkü İSRAİL’in kurucusu Thedor HERZL İSTANBUL’a geliyor ve o zamanki Osmanlı Padişahı ABDÜLHAMİT’le bir görüşme yapıyor. ABDÜLHAMİT’le görüşmesi esnasında, padişahtan FİLİSTİN’in para karşılığı Yahudilere satılmasını teklif ediyor. Bütün bunlar Yaşar KUTLUAY’ın ifadesi. ABDÜLHAMİT bu teklifi kabul etmiyor. Vatan toprağı satılmaz diyor. Benim anlatmak istediğim bu değil. Ben ikinci bölümü anlatacağım…
Bu defa Thedor HERZL ikinci teklifini yapıyor, “bir yıl dünya basınında size destek verelim” diyor. Yani demek ki bir asır evvel, 88 yıl evvel Thedor HERZL, ABDÜLHAMİT’e bütün dünya basınında bir yıl destek verecek kadar basına hakim. Şimdi aradan 85 yıl geçmiş dünya basını o mihrakların 10 misli daha kontrolüne girmiş vaziyette… Basın imparatorlarının menşelerine baktığımız vakit bu olgunun çok büyük ölçüde egemen olduğunu görüyoruz.
Şimdi, biz eğer burada iktidarın üst kademesinde kişiler dünya basınından destek görüyorsa, bundan İftihar etmek yerine, kuşku duymak gerektiğine İnanıyorum. Oysaki bir tiyatro sahnesi gibi TÜRKİYE’de halkına çorap örüldüğü görülüyor ve buna seyirci kalınıyor.
Meselenin bir başka boyutu daha var. Acaba milliyetçi, mukaddesatçı olduğunu iddia eden bir iktidar bir Haçlı seferi zihniyetine hizmet etmek gibi bir çaba içinde midir, değil midir? Buna da bakmak lazım.
Yunan Dışişleri Bakanı SAMARAS’ın ilginç bir beyanatı var: Kriz sırasında Avrupalılar gemilerini ABD ile savaş uçaklarını, GİRİT Adasında gösterilen kulakları sayesinde Doğu Akdeniz’e gönderebilmişlerdir. Yunanistan bu şekilde Batı savunmasına önemli katkıda bulunmuştur. Ayrıca İslâmiyet politik güç olarak faaliyeti artırdıkça YUNANİSTAN’ın stratejik önemi de o kadar değer kazanmaktadır.
Demek ki YUNANİSTAN İslamiyet’e karşı açılan bir cephede kendisinin yer aldığını İddia ediyor. Eğer bu anlayış diğer ülkeler İçin de yaygınsa hadise daha vahimdir. Herkes Körfez krizinin ekonomik yönünü görüyor. Hâlbuki Körfez krizinin İdeolojik yönü daha önemlidir. Bugüne kadar Batı kendisine İdeolojik düşman olarak Komünizmi seçmişti. Bundan vazgeçildi. Şimdi bir düşmana ihtiyaç var. Bu düşman benimde kanaatim bu istikamette İslâm radikalizmidir. İslâm radikalizmi neyi tehdit ediyor? Ortadoğu’daki petrol yataklarını tehdit ediyor. Evet, İslâm radikalizmi gerçekleşse, o zaman Ortadoğu’daki petrol yatakları Batı Emperyalistlerinin güdümünden çıkar. Zaten tehlikede burada görülüyor. Batı açısından esas tehlike buradadır. Bu tehlikenin büyüklüğü ölçüsünde de Batı’nın bu hadiseye eğilmesi de o çapta oluyor. Şimdi bu değerlendirmeler içerisinde TÜRKİYE, yani SAMARAS’ın dediği gibi “Haçlı Seferi zihniyeti” egemen ise, gündeme gelmişse. Haçlı seferi zihniyeti tekrar dirilmişse o zaman TÜRKİYE’nin Hıristiyanlarla birlikte Müslümanlara karşı bir tavır içinde bulunması milliyetçi ve muhafazakâr olduğunu iddia edenler açısından izahı güç olur.
—Tahir AKA: Efendim zaten bizim bugünkü gazetenin manşeti bu tavıra tepki olarak “Müslüman kanı dökeceğiz” şeklinde. (6 EYLÜL 1990) TBMM, hükümete Müslüman kanı dökmek İçin asker gönderme ve yabancı ülkelerin askerlerini kabul etme salâhiyetini verdi. TÜRKİYE, Müslümanlara karşı Hıristiyanların yanında yer alacak. Mehmetçik, IRAK’taki, MUSUL – KERKÜK’teki dindaşına, soydaşına kurşun sıkabilir mi?
—Talat TURHAN: Demin dikkat çektim; TÜRKİYE gibi azgelişmiş ülkelerde iktidarın en mühim noktalarında bulunan kişiler, dıştan aldığı destekler sayesinde kendilerini çok güçlü hissedebilirler ama bu destek kalıcı değildir. Ama kumarcı yapıda olan kişiler kumar oynamaya devam ederler. Ama her kumarında, kumarcının da karşı karşıya geleceği risk vardır. Bu risk kişinin riski ise, kişi kumarını oynasın, o riski göze alsın. O risk millete aksedecekse, kimsenin buna hakkı yoktur.
—Tahir AKA: Yani devlet kumar mı oynuyor?
—Talat TURHAN: Evet, bu kumara, karşı çıkacak güçler bulunabilir diyorum. Bu her zaman olmuştur ve olabilir.”
—Tahir AKA: Zaten Talat TURHAN ile yaptığımız sohbetten sonra 16 EYLÜL 1990 tarihli Panorama Dergisinin kapak karikatüründe Cihat HAZARDAĞLI, bir tavla masasının başında ABD Başkanı BUSH’un koluna giren Cumhurbaşkanı Turgut ÖZAL elinde İki tane zar atarken. İngiltere Başbakanı Margret THATCHER, Fransa Başbakanı MİTTERAND ve SSCB Lideri GORBAÇOV’un “şeş mi, yok beş mi” çıkacağını merakla baktığını bir kompozisyon olarak çok güzel İfade ediyordu.
Ayrıca Talat TURHAN’ın anlattığı, ajan şebekelerinin işleri tam manasıyla esrarengiz. Esrarengiz olduğu kadarda karmaşık Tezatlar ve ikili, üçlü, beşli münasebetler yumağı. Masum insanların bu ağdan kurtulmaları hemen hemen imkânsız. Sahte operasyonlar, kışkırtıcı ajanlar ve provokasyonlar. Örgütler ve örgüt İçindeki ajanlar. Sahte belgeler, sahte İtiraflar ve suçu kabullenme. Demokrasi, insan haklan, savunma hakkı, hak, hukuk hepsi hak getirse! Bu birinci, ikinci, üçüncü sınıf, gelişmiş, az gelişmiş veyahut ta gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi, demokrasinin beşiği, insan Haklan kahramanları, aynı mekanizma işliyor. Hakim güçler herkesi, her şeyi kontrolleri altında tutuyor. Bu kontrol neferden, sade vatandaştan başlıyor devletin tepesinde oturana kadar devam ediyor. Devletin başındaki ajan olabiliyor veyahut ta ajan gibi kullanılabiliyor. CIA, KGB, MOSSAD ve diğer birçok İstihbarat örgütleri ortak içli dışlı çalışıyor, ortak iş yapıyorlar, operasyon tertipliyor, lider çıkarıyor, lider indiriyor. Darbe yapıyor, darbe yaptırıyor, iktidara getiriyor, iktidardan indiriyor. Bu mekanizma insafsız bir şekilde işliyor ve işlettiriyor. Yine bu mekanizma iktidarların değişmesiyle değişmiyor, iktidarların değişmesi bu süper güç sahipleri için fark etmiyor. Zira onlar her zaman iktidardalar ve hakim güç konumundalar. Devlet içinde devlet, devlet üstünde devlet.
DİZİ YAZI
-5-
“CIA Basını Kullanıyor”
Yeni Asya: 21 EYLÜL 1990
Tahir AKA – Talat TURHAN
Talat TURHAN: TÜRKİYE, Batının Körfezdeki jandarması yapılmak isteniyor.
—Komünizme karşı TÜRKİYE’nin Hıristiyan dünyanın yanına çekildiğini kaydeden emekli kurmay Yarbay Talat TURHAN, Batının kendi menfaatleri istikametinde TÜRKİYE’nin Ortadoğu’da rol almasını sağladığını söyledi.
—TURHAN Ortadoğu’da şeytan üçgeni nedir? ANKARA-TAHRAN-İSRAİL idi. Şu anda “şeytan üçgeni” nedir? TÜRKİYE-MISIR-SUUDİ ARABİSTAN. Şimdi en belirgin “şeytan üçgeni” budur. Bu üçgenin ucundaki kişiler kime hizmet edecektir. Amerikan emperyalizmine” dedi.
Thedor HERZL’in fikir babalığını yaptığı İSRAİL, ABDÜLHAMİT zamanındaki gücüne güç kattı. TÜRKİYE ise güç kaybetti. Çeşitli beynelmilel oyun ve tezgâhlara getirildi. Daha 1905’lerde dünya basınının beynini kontrolü altına alan Siyonistler, bugün çok daha güçlüler. Her birisi bir basın imparatoru. Bunların gözü sıcak denizlerde, Akdeniz’de, TÜRKİYE’de. Bu imparatorlar TÜRKİYE’ye geliyorlar, ÇANKAYA’ya çıkıyorlar, basın sektörüne el atıyorlar, TRT ile anlaşıyorlar. Türk kamuoyu sessiz ve tepkisiz bütün bu gelişmeleri seyrediyor. Acaba bu sessizlik neden? Sesini çıkarmak isteyenlere bir şeyler mi oluyor? Beynelmilel haber ağının kontrolünü ellerinde tutan bu güçler, elbette ki Türk kamuoyunu milletin sesi istikametinde yönlendirmek için fırsat tanımayacaktır. Bunun için basın yayın organlarının kontrol altında tutulması lazımdır.
11 EYLÜL 1990 SALI akşamı televizyonu açtığımda 2. programda CNN Dünya Raporu programında basınla İlgili görüşler serdediliyordu. Kendisi Büyükelçi olan bir CIA uzmanı (ismini alamadım), çalışma şartlarını anlatırken, kendileri için basının çok çok ehemmiyetli olduğunu söylüyordu. Kontrolü altındaki ülkede bulunan yerli ve yabancı basın ajanslarına yerleştirdiği ajan gazeteciler vasıtasıyla her türlü bilgiyi toplayabildiğini açıkça itiraf ediyordu. İtiraf da sayılmaz; çalışma sistemini dile getiriyordu. Gazeteci adamlarının hedefteki ülke ile ilgili en gizli bilgileri alabildiğini, giremedikleri yerin olmadığını söylüyor ve “gazeteci ayağına” çok rahat çalıştığını, elçilikten daha iyi çalıştığını kaydediyordu.
Bu çark TÜRKİYE’de de farklı şekilde işlemiyor. Basın sermayenin ve belli güçlerin kontrolü altında tutuluyor.
İfade vermek için Emniyete haftalık ziyaretlerde bulunan Doç. Yalçın KÜÇÜK bu meseleyle ilgili olarak; basının kilit noktalarının MİT’in kontrolünde olduğunu söylüyordu. Aynı meseleyi tenkit eden Ahmet Altan ise, Bâb-ı Âlideki istihbaratçıların açıklanması halinde Bâb-ı Ali’nin bezelye tarlasına döneceğini kaydediyordu… Her ne ise…
Talat TURHAN İle yaptığımız sohbet koyulaştıkça, içtiğim demli çayın sayısını unutmuştum. Masada hazır bekleyen termostaki çayı sıfırlarken, arada sırada bademleri yerken meseleler peş peşe açılıyor, adeta problem çözülüyordu. Bu arada saatlerin nasıl geçtiğinin farkına bile varmıyordum. Talat TURHAN ile esas 12 EYLÜL’ü görüşecektik. Ama aktüel meselelerden 12 EYLÜL’e henüz gelememiştim.
Bazı sorularıma cevap geldiği İçin, sohbetin akışı içinde soruları yöneltiyordum:
—Tahir AKA: TÜRKİYE Körfez krizinde aktif bir rol oynadı. Batı TÜRKİYE’nin krizde oynadığı rolü çok beğendi. Bunun sebebi nedir? Körfez krizinin perde arkasını değerlendirir misiniz? TÜRKİYE sıcak harbe girebilir mi? Girse ne olur?
—Talat TURHAN: Bundan 20–30 yıl evvel, propaganda kitapları dağıtırlardı. Taa NORVEÇ’ten bir zincir başlatırlardı. İNGİLTERE’den NORVEÇ ve TÜRKİYE’ye kadar birleştirilen bir zincir meydana getirilirdi. Bu zincirin kuzeyinde kalan komünistler, bu zincirin halkaları olan devletler, komünizme karşı bir duvar teşkil ediyorlardı. Şimdi bu yeterli değil. Bu düzeni kuran stratejiler, mevcut durumu yeterli bulmuyorlar. Bundan sonra bir Bağdat Paktı kurdurdular. Kimler kurdu; TÜRKİYE, İRAN, IRAK, PAKİSTAN. Şimdi bugün “yeşil kuşak” tabir edilen fikrin başlangıcı, yani İslamcılığı komünizmin karşısına geçirmek çok geçerli bir şey. Hıristiyanlığı da komünizmin karşısına getirebilirsiniz. “TÜRKİYE mademki ideolojide komünizmi reddediyor. Dolayısıyla din sahibi olan milletler buna karşı gelmelidir!” diyerek onu ittifakınıza çok kolay alabilirsiniz ve aldılar da. Veyahut ta almaya çalıştılar. Son Uzak Doğuya kadar giden bir pakt kurdular. Dünya koruyuculuğunu bu sayede elde ettiler. Şimdi burada TÜRKİYE’nin konumu şu bakımdan ehemmiyetli: TÜRKİYE’de iki halka var. Yani bir FRANSA’nın tek halkası var: Bir tarafta İNGİLTERE’ye bağlı halka, bir tarafta ALMANYA’ya bağlı. TÜRKİYE bir taraftan YUNANİSTAN’a bağlı, YUNANİSTAN’la olan bağın zayıf olduğunu şimdi görüyoruz. Bir tarafından IRAK’a bağlı. Dernek ki TÜRKİYE, NATO içinde dahi Ortadoğu’da rol almak, kullanılmak için tasarlanmış bir ülke. Bunun için suni hatlar içerisinde küçülüyor simetri.
—Tahir AKA: Batı, TÜRKİYE’nin Ortadoğu’da rol almasını İstemiyor mu?
—Talat TURHAN: Batı, TÜRKİYE’nin Ortadoğu’da rol almasını istiyor. Ama kendi maksadına hizmet etmek doğrultusunda yer almasını istiyor. Batı’nın zaten Ortadoğu’da kolu var. “Büyük şeytan” doğruysa, “küçük şeytan” mutlaka var. “Küçük şeytan”ın dışında bir de casus devleti var. Kendi casusunu orada bir Arap devletine koymuş. İSRAİL o’na göre çok daha namuslu, o küçük devletler orayı yönetiyor. Yahudi sermayesi dünyaya egemen olduğu için, ABD’de egemen. İSRAİL, Amerika içinde de egemen. Ama Kral HÜSEYİN casus devletin lideri, hain bir devlet. O hain devletin dışında da böyle kendi taraftarı isteyen bunların içinde TÜRKİYE iki halkadan meydana geliyor. Bu rol TÜRKİYE’ye verilmiş.
TÜRKİYE bu rolü 50 yıldır oynuyor. Bu halkalar zaman zaman kopmuş. Benim kitabıma aldığım “Ortadoğu’daki şeytan üçgenleri” diye bir yapı var. O zaman “Şeytan Üçgeni” nedir? TÜRKİYE-MISIR-SUUDİ ARABİSTAN. En belirgin “Şeytan Üçgeni” simdi budur. Bu üçgenin ucundaki kişiler kime hizmet edecektir? Amerikan Emperyalizmine. Bir yandan İRAN’daki rejim yıkıldı, bir yandan PAKİSTAN’daki rejim yıkıldı. Her yıkılışta yeni formüller aranıyor. Yeni “Şeytan Üçgenleri” teşkil edildi. Nedir mesele? Sözde Doğu’nun menfaatini korumak! Bugüne kadar. Sosyalist Blok veyahut ta Sovyet RUSYA, Doğu Bloku liderliğinden vazgeçinceye kadar, bütün hayal oyunlarında Sovyetlerin TÜRKİYE üzerinden veya İRAN üzerinde Basra Körfezine ineceği varsayımı ana başlığı oluşturur. Bütün NATO plânlamalarında bu ana başlık, Sovyetlerin BASRA’ya inmesi idi. Şimdi bu olay yok. Şimdi Müslümanlar İçerisindeki, Arap ülkeler İçerisindeki kaynaşmada böyle emrivakiler oluyor. Bu emrivakileri, sonunu almak, orada kalmak ve bu emrivakiyi Batı kendi çıkarı İstikametinde kullanmak için, bütün gücüyle olayın üzerine yüklenmektedir.
Şimdi TÜRKİYE bu oluşumun içerisinde her zaman rol verilmek istendi. Hatta Çevik Kuvvet hikâyesi geçti. Bu hikâye çok uzun yıllardan bert TÜRKİYE üzerinde olaya yönelik ya kendisinin direkt bir müdahalesi yahut ta endirekt bir müdahalesi için iş kolaylıkları, bölge kolaylıkları artı depo kolaylıkları sağlanmak için sayısız girişimlerde bulunuldu. Bu girişimlerden ne sonuç alındı, nereye kadar varıldı, bu devlet sırrı olduğu için biz şimdi belki bilemiyoruz. Ama bundan 10–15 yıl önce Doğu Anadolu’da çok büyük meydanlar yapılması projesi Batı’nın Körfez’deki jandarması olması içindir.
DİZİ YAZI
-6-
“ABD,
Dünya İmparatoru Olma Peşinde”
Tahir AKA – Talat TURHAN
—Talat TURHAN “gelecek yılların en büyük tehlikesi Amerikan Emperyalizmidir. ABD ile SSCB şimdiye kadar dengeli yürüyorlardı. Dünya da bu denge üzerinde nispeten nefes alıyordu… Şimdi Sovyet Rusya Doğu Bloku liderliğinden çekildi. Liderlik ABD’ye kaldı. Tek lider çok tehlikelidir. Amerika dünya diktasına gidiyor” diye konuştu.
—Petrole hâkim olmayan bir ülkenin dünya ekonomisine de hâkim olamayacağını belirten TURHAN, IRAK’ın ABD’ye kafa tutmasının ABD’nin dünya liderliğine gölge düşürdüğünü kaydetti.
Talat TURHAN yine koltuğundan kalkıyor, mavi kaplı bir klasör açıyor, ardından dosyalan peş peşe göstermeye, belgeleri, dokümanları sıralamaya başlıyor. Bazen kendisinin bazı “mercilere” yazdığı “kişiye özel” mektupları gösteriyor, isim vermeden hadiseyi anlatıyor ve tezine destek buluyor. Ve ardından dosyayı göstererek devam ediyor. Körfez meselesinin içyüzünü tahlil etmeye:
Bakın, daha 1982 yılında Amerika, Ortadoğu’da acil kalıcı güç istiyor diyor. Bu gelişmeler yeni bir şey değil. Bakın yıl 1982. “Havaalanı modernleştirme çalışmalarının Çevik Kuvvetle İlgisi yok” deniyor. Ama niçin o tarihte çok büyük hava meydanları ihale edildi. Meydanlar yapıldı? Bakın bir başka haber: ABD TÜRKİYE’de yeni askeri üsler arıyor? Bir başka misal 82 tarihli: Körfezdeki savunma bakımından TÜRKİYE en İdeal ülke. Bütün bunlar yeni değil. “TÜRKİYE, Körfezdeki nükleer savunmaya katılabilir”.
“Okuduğunuz bilgiler sanki bugünkü gazetelerde yer alan haberler gibi…”
“Bugün aynı adamlar aynı şeyi söylüyor. Uzman kaideyi söylüyor”.
—Tahir AKA: Netice itibariyle, TÜRKİYE sıcak savaşa sokulabilir mi demek istiyorsunuz? TÜRKİYE, bu kumarı oynayabilir mi? Sıcak savaşa girse ne olur?
—Talat TURHAN: Bana göre gelecek yılların en büyük tehlikesi ABD Emperyalizmidir. Ben ABD halkına karşı değilim. ABD halkı ile ben tanıştım. Tek tek konuştuğunuz vakit çok iyi insanlar. ABD’de çok kaliteli, yardımsever İnsanlar var. ABD’de devlet mekanizması çok fecidir. Sistem soygun üzerine kurulmuştur. Adam dünyayı soyacak, kendisi rahat yaşayacak. Felsefe, kafa yapısı bu. Bu soygun tabii ki bütün ülkelere yansıyor, bize de yansıyor. Başka ülkenin askeri kullanmak istemesi soygun anlayışının başka bir ifadesidir.
Şimdi bugüne kadar Doğu Bloğunun lideri Sovyet RUSYA, Batı Bloğunun lideri ABD. Bunlar şimdiye kadar birbirleriyle dengeli olarak yürüyorlardı. Dünya da bu denge üzerinde nispeten soluk alıyordu. Şimdi Doğu Bloku liderlikten çekildi. Sovyet RUSYA liderlik iddiasından vazgeçmiş gözüküyor. Liderlik kime kaldı? ABD’ye… Tek lider çok tehlikelidir. Tek lider diktaya girer. ABD dünya diktasına gidecektir. IRAK’taki hadise ile ABD bütün dünyanın lideri pozisyonuna geldi. Dünya soğuk savaşı kanıksadı, Hiç beklemediği bir anda, beklemediği tarzda IRAK’ın KUVEYT’i işgali oldubittisi ile karşılaştığı vakit ABD’nin büyüklüğüne gölge düştü. ABD’nin hesapları altüst oldu. Artı petrole egemen olmadan dünya ekonomisine egemen olmak mümkün değil. Dünya ekonomisine egemen olmadan, dünyada emperyalist ülke olmak mümkün değil.
Ortadoğu’da ABD’nin petrol üzerine bir kavgası, şimdi bu kavgada, şu ana kadar gelişen hadiselere bakarak sonuç hakkında kehanette bulunmak yersiz. Bir küçük ülkenin, ABD’ye bir ay müddetle kafa tutması dahi, ABD’nin liderliğine gölge düşürmüştür, ileride ne olacağını kestirmek mümkün değil. Şu anda konuşmak istemiyorum. Kâhinlik yapmak istemiyorum. Yalnız kesin olan, TÜRKİYE’nin böyle bir savaşta menfaatinin olmamasıdır.
Kendi politikasını üretmeyen liberal, milliyetçi ve muhafazakâr olduğunu söyleyen iktidar, Batı tarafından empoze edilen modelleri benimsiyor. Dış güçler tarafından empoze edilenleri uyguluyorlar. Şimdi bu modeller içerisinde politik amaçlarına ulaşmak, erişmek için o ülke iktidarı öyle bir noktaya geliyor ki Batının islediği tavizi vermek zorunda kalıyor. Bunu, Demokrat Parti Kore’ye asker göndererek yaptı. NATO’ya girerek hedefine ulaştı.
Ekonomik liberalizmin bugünkü temsilcisi olan iktidar bugün sıkıştığı yerden azından içte sıkıştı bir daha seçimde seçilme şansı görülmüyor, bir kumar oynuyor. Bunu kazanması oynayacağı kumara bağlı, o başarı İçin bugünden rahatlıkla kumar oynuyor. Kendisini koruyacak bir gücü yok. Yani bir politik başarıyla sağlayabileceği gücü kalmamış. Barış bittiği vakit, savaş başlar. Müzakere bittiği anda sıcak çatışma başlar. Müzakere yapacak gücü olmayan insanlar o müzakere sonunda kârlı çıkmak için askeri peşkeş çekiyorlar. Niye? Hiç TÜRKİYE İle ilgili olmayan Batının hedefi için “paralı asker” gibi peşkeş çekmek gibi bir anlayış TÜRKİYE için çok fecidir.
Kaldı ki bu vasatın meydana gelmesine sebep olan biz değiliz. Yani bugünkü IRAK’ın bugünkü duruma gelmesine, güçlenmesine sebep olan biz değiliz. Bu bize ait değil. IRAK’ı bu noktaya getiren kim ise, onlar bu ülkeye verilmesi gereken cevabı verebilirler. Bakın, 1986 yılında Economist Dergisi bir yazı yayınlamış. Dünyadaki bütün ülkeleri çok yüksek riskli, çok çok yüksek riskli, yüksek riskli, orta riskli, küçük riskli olarak sınıflandırmış. Bu sıralamada IRAK birinci sırada. IRAK çok çok riskli ülke… Çok, çok riskli ülke sıkıştırıldığında bir şey yapacak. Sen bu ülkenin çok çok riskli ülke olduğunu biliyorsun, orayı pompalıyorsun. Neyle? Silahla… Kime karşı? İRAN’a karşı. Bir anlamda İSRAİL’e karşı IRAK’a silah satıyorsun, bir anlamda IRAK’ı kullanarak İSRAİL’e silah satıyorsun. Yani onların mantığına göre “it itle vuruşsun, ben burada kârlı çıkayım”… Mantık bu?
Evet, hem kendisi silah satıyor, hem de “Küçük Şeytanla” karşı tarafa silah satıyor. Böyle bir mekanizma içinde kim ne halt görürse, görsün. CIA, 1986 yılında IRAK’a askeri bilgi veriyor. Bu hadiseyi ben meydana getirmedim ki?
Tabii… Şimdi IRAK bizi bilgilendiriyor. Bugün artık yatak çarşafı gibi ülkelerin kuvvet dengeleri yayınlanıyor. Bunun için strateji olmaya falan gerek yok. Bakıldığı vakit TÜRKİYE’nin komşu ülkelerinin güçleri bir hayli üstün. Buna karşı bizim yapacağımız şey nedir? Ne yapmamız lazımdır? Bugüne kadar yapmadıksa zaten büyük kaybımız var. Ama bakıyoruz ki biz 40 yıldır kendimizi ABD’ye bağlamışız. NATO’ya bağlamışız. NATO’nun en yetkili kişileri ve bizim en yetkili kişilerimiz NATO içinde en zayıf konumda olduğumuzu söylüyorlar. O zaman TÜRKİYE, NATO’dan arzu ettiği isteği sağlayamamış. Bugünkü durum nedir? Bir askeri harekâtın mutlak başarıya ulaşabilmesi için üç kuvvetin müşterek hareket etmesi lâzım. ABD bu günkü konumda mutlak üstünlüğe sahip, mutlak hava üstünlüğü kuruyor. Ama hiçbir zaman IRAK karşısında mutlak kara üstünlüğü kuramıyor. Kendisi kuramayacaktır da. O zaman kara üstünlüğünü bizim gibi ülkelerden sağlayabilir… BM kararına göre Körfez’e asker göndermenin ön şartı orada gemisi bulunmasına bağlıdır. TÜRKİYE eğer oraya savaş gemisi gönderirse ki bugünkü 6 Eylül 1990 gemi gönderilecek gibi ipuçları var birinci adımı atıyor demektir. Yalnız hukukta kararların geriye dönüşü yoktur. BM kararları nedir ona iyi bakmak lazımdır. Eğer bugüne kadar gönderen ülkeler gönderebildilerse, TÜRKİYE de yine bir tefsir zorlaması yaparak Batının çıkarına savaş gemisi gönderecek. Eğer gönderirse… Sonra diğer kara birliklerinin gitmesinin yolu açılacak. Şimdi bu direkt bir müdahale, ikinci endirekt müdahale, bu nasıl olur? Stratejik bakımdan IRAK’ın konumu “iç hatlar” diye tabir edilir. Kuzeyinde ne yapacağı belli olmayan bir TÜRKİYE var. Yani IRAK’ın değerlendirmesine göre. IRAK, TÜRKİYE’yi değerlendirirken TÜRKİYE’nin ne yapacağını şu anda bilemiyor. Tabi ki bugüne kadar yaptıklarını biliyor oradan bir sezgisi var, ama ileride daha neler yapabilir onu bilemiyor. Bu tarafta da Suriye var. Suriye ile İlişkisi pek sıcak değil. Çünkü hem mezhep farklılığı var, hem de Suriye, İRAN-IRAK savaşında İRAN’ı desteklediği için arası soğuk. Öte tarafta İRAN var. İRAN’la yıllarca harp yaptı. IRAK’ın İRAN’a verdiği taviz dengeler mi, dengelemez mi belli değil.
DİZİ YAZI
-7-
“TÜRKİYE’ye İSRAİL Rolü”
Yeni Asya: 23 EYLÜL 1990
Tahir AKA – Talat TURHAN
—Talat TURHAN, 1986 yılında Amerikan askerlerinin katıldığı bir manevrada devrimci lider öldürüldükten sonra istila edilen bir Ortadoğu ülkesinde düzeni yeniden getirmenin provası yapıldığını hatırlattı ve “Hem insan haklarının savunuculuğunu yapacaksın, hem de karşı tarafın liderini öldürmesini bir metot olarak seçeceksin. Bunun izahı mümkün değil” dedi.
—Tahir AKA: Ama IRAK, İRAN’ı yanına almak istedi, girdiği topraklardan çıktı.
—Talat TURHAN: Yanına şunun için almak istedi, Amerikan düşmanlığını ortak kullanmak için istedi. Sonra Güneyde zaten sıcak savaşa katılma ihtimali çok fazla. Yani “iç hatlar” bakımından dört tarafı kuşatılmış bir ülke. Stratejide kati neticeye ulaşmak için ne kadar kuvvet biriktirirseniz yeterli sayılmaz. Ama ana hedef neresi? Güney. Amerika ile sıcak savaşa gireceği yer Güney. O güneye bütün güçleri toplasa dahi yeterli sayılmaz. Strateji böyle söylüyor. Çevresindeki eğer bir TÜRKİYE böyle bir saldırı düşünüyorsa bir kısım kuvvetini oraya çıkarması gerekir. İRAN’ın saldırıya niyeti varsa bir kısmını oraya yığar. SURİYE’nin varsa oraya yığacak. Böylece kuvvet az kalacak. Dolayısıyla bu TÜRKİYE’nin ABD’ye endirekt yardımı oluyor. Bunun için çeşitli laflar söyleniyor. İşte tatbikat yapacağız, şöyle yapacağız, böyle yapacağız gibi laflar dolaşıyor. Bakalım ne olacak? 1986 yılında dünya silah satışının yüzde 36’sı Ortadoğu’ya yapılmış. Bu bölgedeki tehlikeli oluşumdan fayda sağlayanlar onlar. Bugün de yarar sağlayacak olanlar onlar. Şimdiden birkaç milyar dolarlık silah siparişlerini garantilediler. Bizim buradan pay kapmak gibi bir düşünce içerisinde, TÜRKİYE’yi maceraya atmak kimsenin hakkı olmasa gerektir.
Cinayet
—Tahir AKA: Devletin başındakiler pastadan pay alalım diyorlar. Bu pasta zehirli olabilir mi?
—Talat TURHAN: Yani bu sözler, TÜRKİYE için onur kırıcı şeyler. Bu tavır onur kırıcı bir tavır, bakın 1986 yılında çıkan bir başka haber:
35 bin ABD askerinin katıldığı manevralarda devrimci lider öldürüldükten sonra İstila edilen bir Ortadoğu ülkesinde yeniden düzeni getirmenin provası yapıldı. İşine gelmeyen adamı öldürüyor. Ondan sonrada ihtilalden sonra nasıl düzen kurulur, bunun provasını yapıyor. Şimdi de SADDAM’ı öldürmenin planını yapıyor. Bu nasıl bir iştir ki; devletler hukukunda karşı tarafın liderini öldürmek diye bir şey var mı? Bu gangsterliği dünya kamuoyu nasıl kabul ediyor? Bunu söyleyenlere kamuoyu nasıl tepki göstermiyor? Devlet belli kurallar içinde ise vardır. Ama karşı tarafın lideri öldürmeyi açıkça deklare etmişse ve bunu dünya kamuoyu kabul ediyorsa, dünyada bir şeyler var demektir. Bana göre bu anlayış kabul ediliyorsa dünya anlayışında sapıklık var demektir. Harbin bile bir metodu var. Devletler hukukunda var. Harbin bile yıllardır devam eden bir yolu var. Bu teamül dışında sen gidip de karşı tarafın liderini öldürülmesini deklare edersen olmaz? Hem insan haklarının savunulucuğunu yapacaksın, hem demokrasinin savunuculuğunu yapacaksın, hem de karşı tarafın liderini öldürülmesini bir metot olarak seçeceksin. Bunun izahı mümkün değil, çok karmaşık, bu işlerin altından kalkmak çok güç.
Dünyadaki, bilhassa Ortadoğu’daki problemler çok girift. Değişen dünya dengeleriyle birlikte süperler gözlerini zengin petrol yataklarının bulunduğu Ortadoğu’ya çevirdiler. Körfez krizi ve ondan sonraki gelişmelere bakıldığında yarın ne olacağını kimse kestiremiyor. Maceracı liderler, petrol dolarlarının şaşırttığı petrol kralları, beynelmilel örgütlerin kontrolü altındaki kukla Başkanlar bir tarafta, zulüm ve baskı altında sessizce kıvranan milyonlar öbür tarafta…
—Tahir AKA: Talat TURHAN’a DYP Genel Başkanı Süleyman DEMİREL’in, TÜRKİYE’nin “Ortadoğu’nun ikinci İSRAİL’i” yapılmak istendiğini söylediğini hatırlatıyorum.
TURHAN, TÜRK-İSRAİL münasebetleri için şunları söylüyor:
—Talat TURHAN: Haçlı zihniyeti tekrar dirildiyse SAMARAS’ın dediği doğru ise o zihniyet içerisinde TÜRKİYE, Batının yanında yer aldığı takdirde otomatik olarak İsrail’in konumuna düşecek. İSRAİL, ABD’nin birinci müttefiki, ikinci sadık müttefiki biz olacaksak… MISIR da var. SUUDİ ARABİSTAN kendini koruma çabası içinde. MISIR, ABD’ye yaranmak niyetinde. MISIR çok önemli. Şu bakımdan çok önemli; MISIR’da Arap radikalizmi düşüncesi boy verdi. NASIR, eğer arzu ettiği noktalara gelse İdi, bugün Ortadoğu’daki yapı çok farklı olurdu. Benim bildiğime göre NASIR, 5–10 bin İslâm misyoneri göndermiş. Bugüne kadar hiçbir İslâm devleti bu çapta bu işi organize etmedi. NASIR, AFRİKA’ya misyoner göndermiştir. AFRİKA’yı ideolojik yönden kendini bağlamaya çalışmıştır. Tabii bu oraları sömüren ülkelere çok tehlikeli geldiği için ve bunun diğer ülkelere yaygınlaşacağı hesaba katılarak, her çareye başvurulmak suretiyle NASIR ortadan kaldırılmıştır. Onun yerine gelen adamlarla İSRAİL’le Arap arasındaki diyalog kuruldu. İşte “Camp David” bunun neticesinde olmuştur. Kim geldi Enver SEDAT geldi.”
NASIR’ın devrilmesiyle oradaki Arap radikalizmi öldürüldü. KADDAFI’yi onun yerine geçirmek istediler ama olmadı. LİBYA’nın hem stratejik konumu, hem kendisi müsait değil denge bakımından. NASIR bu işi İslâm misyonerliğine kadar götürmek suretiyle Arap milliyetçiliğini AFRİKA’da ve Asya’da yaygınlaştırmak gibi bir felsefe içerisinde hareket ediyordu. Batı emperyalizmi bunu kendisi için çok tehlikeli gördüğü için. NASIR’ı, ortadan kaldırdı. İşte onun rolünü bugün SADDAM oynamaya başladı. Tabi bu biraz da emrivaki şeklinde geldi. Bu Ban istihbaratının yanılgısıdır. SADDAM’ın böyle bir şey yapacağını kestirmemek yanılgı değil, dangalaklıktır. Ki IRAK KUVEYT’i 1960lı yıllarda işgal etmiş. KUVEYT zaten SADDAM’ın hedefindeydi. Ayrıca IRAK riski yüksek bir ülke. Harbe girmiş, borçlanmış. Boğazı sıkılan bütün ülkeler saldırgan olurlar. IRAK’ın da boğazı sıkılmıştır. Yani denize açılan yeri yoktur. Devletler Boğaz’a açılmak, denize girmek için saldırgan olurlar. Bu o ülke İçin hayat memat meselesi. Bu İRAN-IRAK harbinde bunu çekti. Yani bütün hayatı mematı Basra Körfezine bağlı oradan bir kol arıyor. Bir yandan petrol zenginliğini ele geçirmek, bir yandan da orayı elinde tutabilirse denize açılmış oluyor. O Akdeniz’e açılıyor. Dolayısıyla şimdi tekrar Arap radikalizminin gelişmesi İçin harekete geçen SADDAM’ın cüretini kesmek, ABD için hayati… Bu iki taraf için var olma, yok olma savaşı haline gelmiştir. ABD bu meseleyi halletmek için bütün gücünü kullanıyor ve kullanmaya devam ediyor. Bu arada kendisine taraftar arıyor. Neden taraftar arıyor? Amerikan İnsanını inandırmadan savaşa sokamazsınız. Soksanız dahi verdiğiniz zayiatın hesabını sizden sorarlar. Daha şimdiden bir asker “ben gitmiyorum” dedi, mahkemeden karar aldı ve gitmedi. Bir Profesör “oğlumu öldürürsen, seni affetmem” diyor. Ama bizde savaşın meşru mu değil mi, düşünmeden “ölen şehit, kalan gazi” felsefesi devam ederse, bunun sonu gelmez. Hangi savaşta ölen şehit, kalan gazidir. Buna bakmak lazım. Dünya savaş kaideleri İçinde bunun ölçüsü var. Bir savaşın meşru olmasının İki şartı var. Bir; kurtuluş savaşı yapacaksınız, İki; size saldırıyı defedeceksiniz? Size saldırana karşılık vermek İçin savaşacaksınız. Bu kadarı meşru. Bunun dışındaki bütün savaşlar gayrimeşrudur. Bir de bunun içine kirli savaş’ı sokmuşlar. İşte lider öldürmekten, lider devirmeye kadar devam eden bir anlayış. Karşı tarafın lideri öldürmeyi de bir savaş metodu olarak alırsanız o zaman bunun sonu gelmez. Kuralsızlığın sonu yoktur. Siz kuralsızlık yapacaksınız, karşı tarafın kuralsızlığına karşı çıkacaksınız? Bu çifte standartla bir yere varılmaz. Daha çok yakın tarihte PANAMA’ya saldıranlar, kendi muhasebelerini yapmalıdırlar ki. Irak’ın KUVEYT’e saldırmasına karşı çıksınlar. Ama güçlü olan haklıdır felsefesi varsa o zaten orman kanunudur. Orman kanunu olduğunu bütün dünya bilsin, konumunu herkes ona göre tespit etsin.
DİZİ YAZI
-8-
“İşgalden Haberleri Vardı”
Yeni Asya: 24 EYLÜL 1990
Tahir AKA – Talat TURHAN
—IRAK’ın KUVEYT’i işgali bir başlangıç değil, bir netice. Hem de beklenen netice. Irak’ın silâh gücünü, bilhassa süperler daha iyi biliyor. Dünya silah pazarını elinde tutanlar hem IRAK’a, hem İRAN’a, hem de İSRAİL’e en son teknolojinin geliştirdiği silahları sattılar. Ancak anahtarı kendi ellerinde olan silahları sattırdılar.
—Süperlerin yıllardır IRAK’a silâh sattığını ve yığınak yaptığını söyleyen Talat TURHAN, 1985 yılında Irak’a 6 milyar 6 milyon dolarlık silah satıldığını nazara verdi ve “IRAK’a devamlı silah satılmış. Tabi ki bu silahlan resmigeçit için almıyor herhalde… Bu silahları elbette kullanacaktır” dedi.
—Sevr Anlaşmasına döndüğümüz vakit orada bir Kürt devleti var. Sevr Anlaşmasını benimseyen ülkelere baktığımız vakit, orada Amerika var. Dolayısıyla Sevr’deki prensiplerin sahibinin Amerika olduğunu kabul edebiliriz. Amerika bir Kürt devletine her zaman destek vermesini düşlemiştir.
IRAK’ın KUVEYT’i işgali bir başlangıç değil, bir netice. Hem de beklenen netice. Çünkü IRAK’ın yıllardır silah yığınağı yaptığını herkes biliyor. IRAK’ın gücünü, bilhassa süperler daha iyi biliyor. Zira SADDAM’dan aldıkları petrodolarlar karşılığında, hangi silahları sattıklarını ancak kendileri biliyor. Dünya silah pazarını elinde tutan süper güçler hem IRAK’a, hem İRAN’a, diğer taraftan da İSRAİL’e en son teknolojinin geliştirdiği ancak anahtarı kendi ellerinde olan silahlarını sattılar. Irak’ı silahla doyurdular. Iran ve Irak’ı birbirlerine kırdırdılar. Bu arada silahsızlanma edebiyatını da ellerinden bırakmadılar.
Amerikan Haber Alma Teşkilatı CIA’nın, dolayısıyla Moskova’nın Kuveyt’i IRAK’ın işgal edeceğinden haberi olduğunu biliyor muydunuz?
Amerikan Newsweek Dergisinde yer alan bir haberde işgalden bir gün önce SSCB’de bulunan ABD Dışişleri Bakanı James BAKER İle Sovyet meslektaşı Eduard ŞEVARDNADZE, IRAK’ın Kuveyt sınırındaki askeri faaliyetlerinden haberdar olduğunu ve meseleyi görüştüklerini ve meseleyi tartıştıkları kaydedildi. IRAK’ın işgaliyle ilgili süperlerin gizli görüşmelerinden BAKER ile ŞEVARDNADZE’nin makam otosu limuzinle Sibirya’daki IRKUTSK şehrine doğru giderken baş başa yaptıkları seyahatten bahseden dergi. IRAK’ın Kuveyt’i işgal edeceğinin daha önceden bildiğini yazdı. ŞEVARDNADZE “Umarım bu adamları zapt edersiniz” der ve ardından eklet:
“Saddam’ı bizim çok eski ve güvenilir bir müşterimizdir. İşgali plânladığını sanmam.”
İşgal öncesi BAKER’i, yardımcısı Robert KİMMİTT arar ve CIA’nın işgalin her an gerçekleşebileceğini haber verdiğini söyler. Bütün bu gelişmelere rağmen BAKER yine gayet rahat bir şekilde şöyle konuşur:
“Sovyet Bakan (ŞEVARDNADZE) Saddam, saldırmayacağına dair SSCB’ye garanti verdi. Kriz giderildi.”
Ama hadiselerin gelişmesine bakıldığında, SSCB ve diğer Avrupa ülkeleri ajanlarının cirit attığı Kuveyt ve IRAK’taki gelişmeler dakikası dakikasına takip edildiği anlaşılıyor. Ancak bu gelişmelere adeta göz yumuluyor. Sonradan yapılan açıklamalar ve kınamalar “timsahın göz yaşları”nı andırıyor, IRAK’ın Kuveyt’i işgalinden çok önce Türk basınında bile bir “süper top” tartışması başlamıştı. Biraz da mizahi olarak “boru tartışması” şeklinde geliyorum diyen işgalin ilk sinyallerini veriyordu.
Hatta 3 NİSAN 1990 tarihli Cumhuriyette çıkan bir haberde, IRAK’a ait “süper top”un Mersin’e geldiğini MOSSAD’ın, MİT’e haber verdiği yazılmıştı. IRAK’ın operasyon yapacağını bilmeyen yoktu. Ama dünya seyirci olarak hadiselerin gelişmesini bekliyordu. Bütün bunları düşünerek Talat TURHAN’a soruyorum:
—Tahir AKA: Süper güçlerin bu İşgale seyirci kalmalarının sebebi nedir? TÜRKİYE’nin bu işgalden haberi olmuş mudur?
—Talat TURHAN: TÜRKİYE, IRAK’taki kuvvet dengesinin kendi aleyhine olabilecek bir noktaya gelmiş olduğunu mutlaka görmüştür. Görmüştür ama bu görüşe karşılık ne tedbir almıştır? Bunun cevabını ancak TÜRKİYE’yi idare edenler bilebilir.
Bakın, IRAK’a 1985 yılında satılan silah, 6 milyar 6 milyon dolar. Yani IRAK’a devamlı silâh satılmış. Tabii ki bu silahları resmigeçit için almıyor herhalde… Bu silâhları elbette kullanacaklar.
Bakın yıl yine 1986. Bir ünlü den silah kaçakçılığı. Yöneten İSRAİLl’i Tuğgeneral Bari ARMM. “Bu işin içinde CIA da var. İSRAİL aracılığı ile İran’a satıyor”.
Talat TURHAN ile sohbetimizi sürdürürken hadiseleri TÜRKİYE açısından tahlil etmeye çalışıyoruz. TURHAN, çoğu zaman isim vermiyor. Şablon çiziyor. Çizdiği şablona birçok meşhur giriyor. Kapalı konuşuyor, ancak konuştuğu anlaşılıyor. Mesajını veriyor.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki hâdiseler, Talat TURHAN’ın ifadesine göre “12 Eylülün belli bölgeye lokalize ettiği anarşi ve terör” yıllardır sürüp gidiyor. SS kararnamelerinden sonra bölgeyle ilgili olarak resmi açıklamaların dışında haber, yazı ve yorum gazetelerde yer almıyor.
Krizin Sebepleri…
TURHAN’a, “Devletin Doğu politikasını soruyorum. ABD’nin PKK’yı desteklediği biliniyor. Beyaz Saray’ın, Kürt liderleriyle yaptığı görüşmelerden sonra bölgede bir Kürt devleti kurulması için çalışmalar yaptığı, Ortadoğu haritasının yeniden çizildiği kamuoyuna aksetti. Hatta Turizm Bakanı İlhan Aküzüm ANAP kulisinde gazetecilere hükümetin tavrını açıklarken gayet açık ve net konuştu:
“Biz ikili, üçlü oynamıyoruz. Samimi olduğumuzu göstermek için gerekirse asker göndermeliyiz. ABD, Saddam’ı devirecek. IRAK’ı kesin yenilgiye uğratacak. Ondan sonra Ortadoğu’nun haritası değişecek. TÜRKİYE bu harita değişikliğinde değiştiren taraf olarak masada oturmalı. Kapalı beklememeli”. (Yeni Asya, 5 Eylül)
Bütün bu gelişmeler ışığında Talat TURHAN’a Körfez krizinin sebeplerini ve perde arkasını soruyorum:
—Tahir AKA: Şimdi efendim Sevr’e dönmek lâzım. Sevr Anlaşmasına dönmemiz lâzım.
—Talat TURHAN: Sevr Anlaşmasına döndüğümüz vakit, orada bir Kürt devleti var. Sevr Anlaşmasını benimseyen ülkelere baktığımız vakit, orada Amerika var. Dolayısıyla Sevr’deki prensiplerin sahibinin Amerika olduğunu kabul edebiliriz. Kabul etmenin ötesinde bu müşahhas olarak kendisini göstermiştir. Sevr’i hükümsüz kılan Lozan anlaşmasını Amerika 5 yıl kabul etmemiştir. Sanıyorum 1929’a kadar Amerika, TÜRKİYE’yi tanımıyor. Yani Türk Devletini kuran Lozan Anlaşmasını tanımıyor. Bu ne demektir, “Sevr’i kabul ediyor” demektir. Sevr’i tanıyorsa “Kürt devletini tanıyor” demektir. Fakat zaman İçinde Lozan’ı tanımak zorunda kaldığı için o geçmişteki özleminden vazgeçtiğini kabul edemeyiz. Yani Amerika bir Kürt devletine her zaman destek vermeyi düşlemiştir. Ve sonuç olarak buna varmıştır? Nasıl varmıştır? Barzani’ye destek vermek suretiyle varmıştır. Yani Barzani hareketini tetkik ettiğiniz vakit, Barzani hareketi Sovyet Rusya’da başlamış, Sovyet desteğiyle başlamış, Amerikan desteğiyle bitmiştir. Barzani’nin ölümü bile Amerika’da olmuştur. Şimdi orada Kürt hareketinin gerek Kürtler açısından, gerek onlara destek varan güçler açısından bir sonuca ulaşması, çok büyük güçlerin, dengelerin allak bullak olmasına bağlıdır. Şimdi böyle bir hadise TÜRKİYE’de Ortadoğu’da ve dünyada çok büyük dengeleri allak bullak edecek. Yeni bir Ortadoğu ortaya çıkacak. Bu yeni Ortadoğu içerisinde yeni bir devlet, yani Kürt devleti için çok müsait bir vasat meydana geldi. Dengeler allak bullak olacak bir konuma geldi. Neyin ne olacağı beli değil. Şimdi oradaki güçlük de şuradan kaynaklanıyor. Kürt devleti deyince üç ülke var İşin içerisinde. İran, IRAK ve TÜRKİYE, bu üç ülke de Kürt devletine karşı. Üç ülkenin içinde de bu konuda çelişkiler var. Hem de büyük çapta. Artı bizatihi Kürtlerde de bu konuda çelişkiler var. Nasıl? İşte bir Mesut Barzani’nin başında bulunduğu bir hareket var. Celal Talabani’nin başında bulunduğu bir hareket var. Bir de Abdullah Öcalan’ın yürüttüğü bir hareket var. Bu üç grup birbirine karşı.
—Tahir AKA: Kendi aralarında bölünmüşler?
—Talat TURHAN: Kendi aralarında bölünmüş ve belli, ortak bir tavırları yok. Artı bunun dışında gruplar var. Şimdi bu oluşum içinde dünya dengeleri allak bullak oluyorsa veyahut ta ortadoğu’da dengeler değişecekse, eğer Batı kendisine çok bağımlı bir Kürt devletinin kurulmasını, çıkarına uygun görürse, buna hayır demez. Bu konuda zaten bazı ön görüşme ve temaslar yapıldı. Zaten Amerika’nın Kürt meselesine bakışma dikkat ettiğiniz vakit, çok uzun zamandır bu meselede açık yandaş ifadeleri var. Bütün bunlar dosyalarımda var. Yalnız şu andaki TÜRKİYE’nin kamuoyuna girişi ve siyasi iktidarın almış olduğu tavır, TÜRKİYE’nin angajmanları. Zaten Amerika’nın eğer TÜRKİYE’de bu teşebbüsü sürdürebilirse, Amerika’nın bir başka uydu devlete İhtiyacı olmaz. Uydu devlete ihtiyacı olmadığı için de, o devletin kurulmasındaki her İki sebepten IRAK’ı zaten harp halinde saymalıyız bilhassa TÜRKİYE başta olmak üzere, doğacak çelişkileri şu anda göğüslemeyi İstememiş olabilir. Yani şu anda TÜRKİYE, Amerika’dan aldığı dikteleri yapıyorsa, yapar gözüküyorsa, yapabilirse meydan bu kadar boşsa… Bu da belli değil o zaman bir başka devlete İhtiyacı olmaz diye düşünüyorum.
—Tahir AKA: Muhtemelen kurulması plânlanan Kürt devleti, bölgede bağımsız olabilir mi? Yoksa Amerika’nın güdümünde bir paravan devleti mi olur?
—Talat TURHAN: Ben zaten onu “uydu devlet” diye ifade ettim. Mutlaka tabi hangi güçler onu kurduruyorsa, oraya hizmet edecektir. Zaten yeni kurulan bir devlet de her bakımdan dışa bağımlılık süreci yaşayacaktır. Çünkü sun’i olarak kurdurulmuştur. Hangi devlet onun kuruluşunda destek vermişse ki, bunun Amerika olacağı gözüküyor, o zaman oradan destek alacak ve oraya bağlı kalacak diye düşünüyorum.
DİZİ YAZI
-9-
“Özel Harp Dairesi Acaba Ne İş Yapıyor?”
Yeni Asya: 25 EYLÜL 1990
Tahir AKA – Talat TURHAN
—Faaliyetleri tam bir muamma olan Özel Harp Dairesinin fonksiyonunu anlatan Talat TURHAN, bir ülke işgal edildiğinde veya işgalden kurtarılan bir ülkede yeni bir düzeni Özel Savaş Grubu’nun sağladığını belirtti.
—TURHAN, Askeriyede ‘sivil işler’ denilen Akademide ‘sivil işler’ dersinde anlatılan özel Harp Dairesinin hangi maksatlarla kullanıldığının tartışılabileceğini söyledi.
27 MAYIS’ta ve öncesinde bazı hadiselerin içinde bulunan, “Ziverbey (Zihni Paşa) İşkence Köşkü”nü gören, MAMAK ve SELİMİYE tecrübesi olan Talat TURHAN’dan 12 EYLÜL ve siyasi gelişmeler hakkında randevu talebinde bulunmuştum. Ancak sohbetin akışı içinde aktüel meseleler ve Körfez’deki gelişmeleri görüşürken sadede sohbetimizin sonunda gelebildik.
12 EYLÜL öncesinde çok tartışılan bir mesele vardı. Devletin başındakilerinin dahi haberdar olmadığı belli tahsisatları olan resmi ve ya, gayri resmi olduğu tartışılan “Kontrgerilla” vardı, “Özel Harp Dairesi” vardı. Bu teşkilatlardan devletin Başbakanının bile haberi olmuyordu. Acaba bunlar ne iş yapıyordu? Kime hesap veriyordu? Şayet veriyorsa, bu teşkilatları kontrol eden merci var mıydı? Finans kaynağı neresi idi? 1970’li yıllarda sokağa dökülen gençlik ve bunun perde arkasında dönen numaralar? Takvimi 10 yıl geriye doğru açtığımızda çeşit çeşit sol örgütleri. Ülkücüleri ve hatta Akıncıları görüyoruz. Gençlik enerjisini sokağa döken güçler. Silahlar ve silah tüccarları. Sokak çatışmaları, silâhlı mücadele ve ardından 12 EYLÜL…
Talat TURHAN’a “Özel Harp Dairesini” soruyorum. Sağ-Sol silahlı çatışmasının içyüzünü anlatmasını istiyorum!
—Talat TURHAN: Özel Harp Dairesinin kanuni fonksiyonu şu: Bir ülke işgal edilir veyahut ta İşgal edilmiş bir ülke işgalden kurtarılmışsa oradaki düzeni egemen kılmak lazım, orada yeni bir düzen kurmak lazım. Bu eski devletin düzeni, bir de yeni devletin düzenidir. Diyelim ki TÜRKİYE KIBRIS’ı işgal etti. Orada bir düzen kurması lazımdır. O düzende KIBRIS’taki Türk kesiminin insanlarının düzeni, bir de TÜRKİYE’deki düzen vardır. Bir de orada geçici yarı askeri ara düzen kurmak lazım. O düzene askeriyede “sivil işler” diyorlar. Akademide “sivil işler” diye bir ders bile var. Yarı askeri geçici bir idare kurmak lazımdır. Oradaki altyapıyı dengeli bir konuma getirmek için bu yola başvurulur. Ya işgal edecek veyahut ta işgalden kurtaracak. Diyorum ki Irak işgal edildi. IRAK’ta yeni bir düzen kurulacak. O düzeni kurmak için böyle bir örgüte ihtiyaç vardır. Amerika veyahut ta büyük devletler bu tip örgütleri kendileri kuruyorlar. Artı kendileriyle işbirlikçi ülkelere kurduruyorlar ve o kurdukları örgütleri finanse ediyor. O örgütler kendi felsefeleri gereği gayet uyumlu olarak yetiştirilmiş. Yani şartlandırılmış. Şimdi “Özel Savaş Grubu” dediğimiz örgütte bu konumda. Ya işgal ettiği bir ülkede yeni bir düzen kuracak veyahut ta işgalden kurtulmanın yolunu bulacak.
—Tahir AKA: Bu kuruluş resmi mi?
—Talat TURHAN: Bir yerde resmi sayılır.
—Tahir AKA: Eski Başbakanlardan Bülent ECEVİT böyle bir örgütten haberi olmadığını söylemişti. Bu nasıl resmi bir kuruluş oluyor? Devletin başındaki başbakanın bile haberi olmuyor. Bu kuruluşun finansmanı nereden karşılıyor? Bu kuruluş iktidarlardan ayrı devletin bir gücü, bir organı mı oluyor?
—Talat TURHAN: Şimdi buna çok “özel statüde” bir kuruluş diyelim. Şimdi bu kuruluş acaba, demin bahsettiğim kuruluş amacı istikametinde mi kullanılıyor, yoksa o ülkede, kurulduğu ülkede kendisini finanse eden emperyalist güçlerin verdiği emirler istikametinde mi kullanılıyor? Burası kuşkulu. Bugüne kadar bu kuruluş hakkında söylenenlere, yazılanlara baktığımızda bu kuşkulu konum devam ediyor. Bakın şimdi KUVEYT işgal edildi. Orada bir direniş örgütleniyor. Bu örgütü CIA örgütlüyor. CIA’nın bu örgütleme işi “Özel Savaş” Grubu’nun fonksiyonu. Bunu kime yaptırıyor? Yeşil berelilere yaptırıyor. Dünyada yeşil bereliler hep bu tip işlerde kullanılır. O ülkenin içindeki işbirlikçiler, yani KUVEYT’liler kendi inançlarıyla, kendi vatansever yapılarıyla memleketlerini işgalden kurtarmak İçin organize olmuşlarsa o zaten makbul bir harekettir. Kurtuluş Savaşında, Yunan işgaline karşı AYDIN’da, KÜTAHYA’da surda burada oluşan çeteleri, direnmeyi hiç kimse finanse etmedi.
—Tahir AKA: Bu tabandan gelen bir tepkiydi.
—Talat TURHAN: Halk bu organizeyi kendisi yaptı. Kendi ulusal onuru ve kurtuluşu için örgütleniyor. Bu kutsal bir şey, diğeri ise böyle değil. Yeşil bereli örgütü orada çıkan olan ülkenin paralı ajanı olarak hareket ediyor. Şimdi burada tehlike var. Özel Savaş Grupları da böyle bir konumda kullanılacaksa, çok tehlikelidir. Ama demin bahsettiğim amaçta kullanılacaksa o zaman ihtiyaç vardır. Fakat bu böyle olmuyor. Çünkü “parayı veren düdüğü çalar” felsefesi egemen olduğu için, parasını veriyor, eğitimini yaptırıyor, doktrinini veriyor. Bütün bunlardan sonra geriye bir şey, kalmıyor. Özel Savaş Grubu çok uzun mesele. Benim 3–4 “Kontrgerilla” dosyam var. Bu meseleyi 10 gün konuşsak bitmez.
—Tahir AKA: Efendim bir de 1970’li yıllardaki sağ-sol çatışmasının perde arkasını sormuştum… O zaman silahlı sağ-sol çatışması vardı. Şimdi de sağ-sol var ama çatışma, silahlı çatışma yok… O hareketlerin organize olduğu ileri sürülüyor. Ne dersiniz?
—Talat TURHAN: O zamanki sağ-sol çatışmasını iyi araştırmak lâzım… Bakın ben size bir şey anlatayım:
Kızıl Bayrak çeken kim?
Hapishanede iken bir delikanlı geldi yanıma. Benimle volta atıyor. Ben ona “Sen niye yatıyorsun oğlum?” diye sordum.
“Ben dernek davasından yatıyorum” dedi.
“Kaç yıldan beri” diye sordum.
“Üç yıldan beri” dedi.
“Sen ne yaptın?” dedim.
“Ben Bayazıt Kulesine kırmızı bayrak çekmişim” dedi.
Sonra meselenin aslım öğrendim,
“Git sen, beni şahit göster” dedim. Gitti şahit gösterdi. Ben de binde bir ihtimalle bile olsa şahitliğimin kabul edileceğini tahmin etmiyordum. Ama şahitliğim kabul edildi. Gittim mahkemeye… Benim için o tanımadığım, çocuk, genç önemli değil. Devlet olmanın onuru önemli, devletin vatandaşı hakkında tertibe girişmemesi önemli. Bir kişinin haksız yere itham edilmesi, eza, cefa görmesi, hapiste yatması, işkence görmesi önemli. Orada belki ben hayatımı riske attım. Bayazıt Kulesine kırmızı bayrağı kimin çektiğini ismen açıkladım. Sonra Hâkim Bey dedi ki:
“Peki bundan ne elde ettin” dedi…
Bütün bu söylediklerim zabıtlara geçti. Bunları Dev-Genç Davasının zabıtlarında bulabilirsiniz. Tabi savcı kesinlikle bana karşı çıktı. “O zamanki devletin başında olanlar, sol-sağ çatışmasını benimsemişlerdi. İşte “Komünistler Bayazıt Kulesine kızıl bayrak” çektiler diye ertesi günkü gazetelere manşet çıkıyor. Böyle tertiplerle sağ sokağa çekildi. Sağı sokağa çektiği vakit ona sol karşılık vermeye kalktı. Buyurun çatışmaya… İktidar bu denge üzerine oturtuldu. Bu mesele yaşanmış bir hadise, zabıtlara dayanarak anlattım. Bu çok tehlikeli bir anlayıştır. Yani insanları birbirine kırdır, oradaki denge üzerinde otur. Zaman içinde bunun sakıncası anlaşıldı. Tabi ki metotlar değişiyor, bugün daha başka bir metot kullanılıyor. O günkü metot oydu, onun için kan dökülmesine göz yumuluyordu. Ama normal bir düzende böyle bir iddia olamaz. Söylediğim şey masal değil. Yer söylüyorum, isim söylüyorum, şunu söylüyorum, bunu söylüyorum. Bu benim iddiam değil. Ben haklıyım. Çünkü adaletin ve gerçeğin ortaya çıkması ona bağlı.
—Tahir AKA: Bu tarz İşler iktidarın haberi olmaksızın başka güçler tarafından da yapılabilir mir?
—Talat TURHAN: Eğer özel istihbarat Örgütlerinin kontrolü iktidarın elinden kaçarsa, istihbarat örgütleri iktidarı kendi istikametinde, kendi doğrusuna getirmek için bu tip eylemler yapabilir. Bunlara da sahte operasyon diyoruz.
DİZİ YAZI
-10-
“TÜRKİYE 12 EYLÜL’den Sonra
ABD’ye Bağlandı”
Yeni Asya: 26 EYLÜL 1990
Tahir AKA – Talat TURHAN
Talat TURHAN’a göre 12 EYLÜL İhtilalcileri, tarihin en büyük suçluları.
—12 EYLÜL’ün 10 yılının muhasebesini yapan TURHAN “TÜRKİYE, Amerika’ya bağlandı. Özlenen, anarşiye son vermek hadisesi gerçekleşmedi. Ülke kargaşaya sürüklendi. TÜRKİYE’nin politik geleneği, politik birikimi heba edildi. Politikada, ehil olmayan üçüncü takım İşbaşına getirildi” diye konuştu.
—Batılı finans çevrelerinin TÜRKİYE üzerindeki hegemonyasını 12 EYLÜL’den sonra iyice artırdığını söyleyen Talat TURHAN, “Eskiden bir adam ben filan kulübün üyesiyim derken korkardı. Rozet takamazdı. O Batıya hizmet eden kulüplerin üyeleri şimdi rozetlerini iftiharla taşıyorlar, açık toplantılar yapıyor ve beyanat verebiliyorlar” dedi.
—Talat TURHAN: 12 EYLÜL ihtilalinin üzerinden 10 yıl geçti. TÜRKİYE siyasi, ekonomik ve sosyal sahada hâlâ 12 EYLÜL’ün şokunu üzerinden atamadı. Siyasi yelpazede suni’lik, Meclis’te sandalye sayısı ile rey nispeti arasında çarpıklık devam ediyor. Kurultaydan kurultaya koşan sözde bir Ana Muhalefet Partisi. Öte tarafla iktidar nimetiyle ayakta duran 12 EYLÜL’ün sivil uzantısı işbaşında ve 12 EYLÜL’ün vârisleri devletin tepesinde. 12 EYLÜL’ün lideri ise hâlâ konuşuyor, MARMARİS ARMUTALAN’daki Beyaz Sarayın yavrusu olan Beyaz Ev’inde emekliliğinin tadını çıkarıyor. 12 EYLÜL’ün kadroları hâlâ bürokraside, istihbaratta, askeriyede işbaşında bulunuyor. 12 EYLÜL. 27 MAYIS ve 12 MART gibi olmadı. 12 EYLÜL kalıcı oldu. Giderken koltuğunu “emin ellere” bıraktı. 12 EYLÜL’cüler 10 yıl devletin tepesinde oturup kendilerini hazırlattıkları Anayasa ile koruma altına aldıktan sonra köşelerine çekildiler. Birçok yolsuzluk, suistimal ve bir 10 yıllık icraat buzdolabına konulmuş bekletiliyor. Hesap sormak yasak, dokunulmazlıkları olmadığı halde, Anayasaya şahıslan için konulan “hususi maddeler” yüzünden dokunulamıyor.
17 EYLÜL geldiği halde, hâlâ 12 EYLÜL’cülere dokunulamıyor. 27 MAYIS’ın üzerinden 30 yıl geçtikten sonra MENDERES, ZORLU ve POLATKAN için devlet resmi nakil merasimi tertipleyerek adeta millet den özür diliyor. Ancak İhtilâlcılardan henüz hesap sorulabilmiş değil, Millet 27 MAYIS’çıların yanlışını kısmen de olsa düzeltmek için tam 30 yıl bekledi. 12 EYLÜL’cülerden ve diğer cuntacılardan hesap sormak için acaba daha beklenecek mi? Milli iradeyi ayaklar altına alanlara karşı milletin söyleyecek bir sözü elbette olacaktır. Ama belki bugün, belki yarın…
—Tahir AKA: Talat TURHAN ile 12 EYLÜL meselesini de görüştük Aradan 10 yıl geçtikten sonra TURHAN’a “12 EYLÜL niçin yapıldı?” diye sordum:
—Talat TURHAN: 12 EYLÜL’ün niçin yapıldığı, yapanların ilk bildirisinde var. Şu şu sebeplerden dolayı iktidara el koyduk diyor. O belli de acaba 12 EYLÜL’ü yapan kişiler bu arzuladıkları hedefe ulaşabildiler mi? 10 yıl sonra buna bakmak lazım. Acaba oradaki hedeflere TÜRKİYE ulaştı mı. ulaşmadı mı? Bana göre ulaşmadı. Çünkü TÜRKİYE, AMERİKA’ya bağlılığı bu devrede doruk noktaya çıkmıştır. Bu TÜRKİYE’nin ulusal çıkarlarına çok aykırı bir oluşumdur. Özlenen, anarşiye son vermek olayı gerçekleşmedi. Ülke daha büyük boyutta kargaşaya sürüklendi. Bu kargaşayı yaşıyoruz. TÜRKİYE’nin politik geleneği, politik birikimi heba edildi. Politikada üçüncü takım dahi diyemeyeceğimiz, ehil olmayan kadrolara Türk demokrasisi teslim edildi. Batılı finans çevrelerinin ülke ekonomisindeki hegemonyası her geçen gün arttı. Batı finans çevrelerinin TÜRKİYE’deki özgün kuruluşlarının etkinliği arttı. Eskiden bir adam “ben filan kulübün üyesiyim” derken korkardı. Rozet takamazdı, oranın üyesi olduğu halde, rozet takmaya cesaret edemezdi. O Batıya hizmet eden kulüplerin üyeleri, bugün iftiharla rozetlerini taşıyorlar, iftiharla açık toplantılar yapıyorlar, iftiharla gazetelere beyanat veriyorlar. Bugün TÜRKİYE 10 yıl aradan sonra Batı’nın konumuna gelmiştir. Artı bu adamlar kendilerini, yani 12 EYLÜL’ü yapanlar kendilerini ordu ile bütünleştirdiler. Bu da tabii ki siyasi güçle oldu. Hâlbuki 5 General ordunun tümü değildir. Ama mademki ordu idaresinin en üst seviyesinde bulundular ordunun adına, Silahlı Kuvvetler adına iş yaptıklarını iddia ettiler. Dolayısıyla onların bütün olumsuzlukları Türk Silahlı Kuvvetlere mal edildi. Bana göre bu haksız bir yargıdır. Ben bütün Silahlı Kuvvetler mensuplarının, onların yapılarına sahip çıktığını sanmıyorum. Ama mevcut hiyerarşi içinde bir noktada mecburiyet var. O mecburiyet içinde insanlar itaat etmiş olabilirler. Buna karşılık o kadro içerisinde isimleri çok büyük yolsuzluklara karışmış adamlar çıktı. Adamlar ve oğulları, damatları, kızları, kısrakları çıktı. Dolayısıyla iktidarı ele geçiren güçlerin o iktidardan yararlanmak gibi bir felsefe daha büyük boyutta 12 EYLÜL’ün sivil devamı olan kadrolarda egemen oldu. Şimdi bu egemenlik içinde herkes vurabildiği kadar bu talandan pay almaya çalışmaktadır. Çünkü 12 EYLÜL’de siyasal ahlâk büyük çapta bozulmuştur. 12 EYLÜL’de siyasal dalkavukluk aşırı boyutlara gelmiştir. Devlet adamlığı onuru yıpranmıştır. Devlet adamının bazı üstün vasıflara sahip olması gerekir. Ve o vasıfları ile ancak liderlik konumunu sürdürebilir. Ama 12 EYLÜLde, bu anlayış erozyona uğradığı için, bugün çok niteliksiz kişiler işbaşına gelmiştir. Türk siyasi hayatı ve siyasi kadro bocalamadadır. Bu da 12 EYLÜL’den kaynaklanmakladır.
Talat TURHAN, sohbetimizin bu kısmında kendisinin orduda iken verdiği mücadelelerden bahsediyor. Şu anda iktidar partisinin idari kademesinde olan Komutanına yazdığı “kişiye özel” kırmızı damgalı mektubu gösteriyor:
—Talat TURHAN: İsmi lazım değil, şu zata yazdığım mektup işte. Bu mektubu 1985 yılında yazdım. Bugüne kadar politika içine girmedim, parlamentoyu düşünmedim. 1950–1960 yılları arasında geliştirilen ve ondan sonraki devrelerde palazlanan “Yeni Amerikan mandacıları” benim kanaatime göre gerçek vatan hainidir. Atatürk düşmanıdırlar.
Onların bizi suçlamasını olumlu sayıyorum. Yani bu zata ordu Komutanı iken “Yeni Amerikan Mandacılığı” suçlamasını dolaylı da olsa burada geçirtiyorum. Yani mandacılık zihniyetini benimsemiş olan kişilerin, ne milliyetçiliği milliyetçiliktir, ne mukaddesatçılığı mukaddesatçılıktır. Hangi değere sahip olacaksa o iktidarların bağımsız olarak o fikre, o ideolojiye sahip olmaları lazımdır. Ismarlama idarecilerle, ısmarlama doktrinlerle bir yere gitmek mümkün değildir. Tabii ki bütün olumsuzluklar günümüze kadar devam edip geliyor. Ne zamana kadar? Ta ki, ulusun kendisi böyle bir mekanizma İçerisinde, kendi İradesi dışında başka mihraklar tarafından yönetildiğinin farkına varıncaya kadar devam edecek. Tabii ki bu çok uzun vadeli bir şey… Bu bilince varmak için çok yoğun bir çaba göstermek gerekir. Şu anda ufukta öyle bir çaba görmüyorum.
—Tahir AKA: Efendim bu sorumu ben sormadan siz cevap verdiniz, İlave edeceğiniz var mı diye soruyorum: 12 EYLÜL’ün siyasi sahada bıraktıkları nelerdir? Siyasi yelpazedeki dalgalanma solda ve sağda hâlâ devam ediyor. 12 EYLÜL siyasi yelpazeyi ve dengeyi altüst etti. Bunun siyasi hayattaki tesirleri nelerdir?
—Talat TURHAN: Şimdi her konuda ileri gitmenin birinci şartı geçmişteki deney birikiminin olumlu yanlarından faydalanmaktır. Bu teknikte de böyle, siyasi hayatta da böyle, her alanda böyle. Eğer geçmişin deney birikimini tümden bırakırsanız, o zaman çok büyük kayıplara uğrarsınız. Yani her şeyde AMERİKA’yı yeniden keşfetmek diye bir anlayış yok. AMERİKA’yı daha evvelden keşfedenler nasıl keşfettiler, onların değer hükümleri var. TÜRKİYE’de de azımsanmayacak bir siyasal deney birikimi var. Bu deney birikimini tümüyle ortadan kaldırmak bir boşluk meydana getirir. O boşluk dolduruldu. Ama nasıl dolduruldu? İşte demin bahsettiğim oportünist, çıkarcı ve Amerikan mandacı zihniyet sahipleri tarafından dolduruldu. Bu yolu açanlar bana güre tarihin en büyük suçlularıdırlar. Yani bu kişilere iktidar yolunu açanlar, meydanı boş bırakıp da üçüncü takıma iktidar yolunu açanlar, tarihin en büyük suçlularıdır. Hele bu kadrolar TÜRKİYE’yi bir maceraya sürüklerlerse işte o zaman bunun hesabını vermekte güçlük çekerler. Her iki kadro açısından, gerek 12 EYLÜL’ü yapan insanlar açısından, gerekse onlara iktidar yolunu açanlar açısından, yani onlara iktidar boşluğu açanlar açısından…
DİZİ YAZI
-11-
“İhtilalciler Orduyu Kullandı”
Yeni Asya: 27 EYLÜL 1990
Tahir AKA – Talat TURHAN
Talat TURHAN: 12 EYLÜL’cüler, anarşide dökülen kanları darbeye gerekçe yaptılar.
—Talat TURHAN, anarşiden bizar olan halkın özlemlerini yanlarına çeken 12 EYLÜL’cülerin, orduyu kullanarak TÜRKİYE’nin düzenini kendi çıkarları istikametinde değiştirmek isteyenlerin siyasi desteğini” de alarak, kendi iktidar arzulanın tatmin ettikleri söyledi.
—Tahir AKA: 12 EYLÜL’ün gerekçelerinin gerçek olmadığı aradan geçen yıllarda birer birer ortaya çıktı. “Anarşi, irtica tehlikesi, uçurumun kenarı, laiklik, siyasi çekişme”… Edebiyatının “sahte gerekçeler” olduğu kabul ediliyor. 12 EYLÜL’ün gerekçeleri haklımıydı, yoksa 12 EYLÜL için “şartlar ve gerekçeler” hazırlandı mı?
—Talat TURHAN: Bertrand RUSSEL’in iktidar diye bir kitabı var. Orada “iktidar tutkusu şehvet gibidir. Siz isteseniz de istemesiniz de o tutku sizi esir alır” diyor. Şimdi bu kadro neden ittihatçı kısmı taşıyordu. 27 MAYIS’ta ordu hiyerarşi dışı bir hareketle iktidara geldi. O 27 MAYIS’taki iktidarın tadını bu kadro içinde bulunmayan kişiler hayıflandılar. Şimdi 27 MAYIS’ta bu konsey üyesi 5 Generalin konumuna baktığımız vakit bunlar 27 MAYIS’ın kadrosunda değil. Bunlar orada yer almamışlar, dışlanmışlar. 12 EYLÜL’ün psikolojik nedeni bu dışlanmanın sahneye konulmasıdır. Ne kullanılmıştır? Ordu İdaresi kullanılmıştır. Mesela bir Kenan EVREN, 27 MAYIS’a hiç katkıda bulunmamış, hatta dışlandığı için o kadroya kompleks duymuş. Ama 27 MAYIS’çılar 30 yıl propaganda güçlerini ellerinde tuttular. 27 MAYIS kendi savunmasını yapamadı. Çünkü kadroları başından dağıldı. Dolayısıyla Kenan EVREN ve kadrosu o güçlerin özlemlerine cevap vermek suretiyle kendi İktidarlarını pekiştirmek gibi bir anlayış içinde taraftar tuttular, karizmalar meydana getirdiler. Tabii ki bunların dış destekleri de vardı. Dış destek çok açık olarak gözüküyor. Bu destek TÜRKİYE açısından kabul edilemez bir şekilde gözüküyor. O destekten yararlanmak suretiyle TÜRKİYE’de TÜRKİYE’yi yönlendirmek İsteyen mihrakların arzularına uygun bir yönetim kurma işlevini yüklendiler. Bunu böyle başardılar. Bu destek olmasaydı iktidar olamazlardı. 27 MAYIS’ın potansiyelini karşılarına çektiler. Anarşiden bizar olan halkın özlemlerini yanlarına çektiler. TÜRKİYE’nin düzenini kendi çıkarları istikametinde değiştirmek isteyenlerin siyasal desteğini yanlarına çektiler. Dolayısıyla bu destekler, artı ordunun rasih, gücünü kullanmak suretiyle kendi İktidar arzularını tatmin ettiler. Şimdiye kadar nasıl kaldılar? Demek ki TÜRKİYE’nin demokratik tecrübesi PİNOCHET kadar kalmağa müsait değil. Bu TÜRKİYE’nin şansı olabilir. Yani EVREN bir PİNOCHET olabilirdi.
—Tahir AKA: Yani gittiklerine şükredelim mi diyorsunuz?
—Talat TURHAN: 12 EYLÜL’cüler PİNOCHET gibi olabilirlerdi. Demek ki TÜRKİYE’nin demokrasi terbiyesi Şili’den çok daha fazla olduğu için bu adamlar PİNOCHET’lik yapamadılar. Bir yandan Batı TÜRKİYE’de güdümlü demokratik bir yapının kendi çıkarlarına daha uygun görüyor, onun için bu adamlar daha fazla kalamıyorlar.
Talat TURHAN yine bir dosya açıyor ve yayınlanmayan savunmalarından bir paragraf okuyor:
—Talat TURHAN: MİT’in ERENKÖY’deki işkence köşkünde “Kontrgerilla Örgütü” adına bana işkence yapanlar, eğer bir iktidar kavgasının karşıt grubu olsa idi onları mazur görürdüm. Hepsinin AMERİKAN Emperyalizminin yerli işbirlikçilerini yetiştiren WASHİNGTON Uluslararası Polis Akademisinden, “Kontrgerilla” ve CIA okullarından yetiştirilmiş olması ardındaki hıyaneti görmemezlikten gelemezdim.
Bu hıyaneti saptamada geç kalanların karşısında bir gün yeril PİNOCHET çıkınca anlayacaklardır ama iş işten geçecektir. (Savunma tarihi 1975)
Yerli PİNOCHET
—Tahir AKA: Yerli PİNOCHET çıktı mı?
—Talat TURHAN: 1980’de yerli PİNOCHET de çıktı. Ancak üç sene İktidarın tepesinde yaşayabildi. Çünkü TÜRKİYE’nin demokratik yapısı ancak o kadar kaldırabildi. PİNOCHET TÜRKİYE’de üç sene yaşayabildi. O gitti yerine ne geldi? Sivil görünümlü bir iktidar geldi. Yine o da sahibinin sesi gibi, 12 EYLÜL asker kadrosundaki önde gelen 5 kişi neler yapmış ise, benzeri şeyler yaptı. Hatta daha fazlasını yapmak suretiyle kendisini oraya getiren güçlere hizmet sunuyor.
TÜRKİYE bugün ne kadar demokratik bir ülke olduğu iddia edilse de, bir Milli Güvenlik Kurulunun varlığı tek başına asker-sivil ortaklığının çok somut bir kanıtıdır. Şimdi buna rağmen, siyasi iktidara rağmen bu başıboş gidiş devam edecekse o zaman bunda her örgütün payı olacaktır. Tabii ki bu pay içerisinde 12 EYLÜL’cülerin meydana getirdiği vasatın sorumluluğu var mıdır, yok mudur tespit edilmelidir.
—Tahir AKA: 12 EYLÜL’ün gerekçelerinin haklı olup olmadığını sormuştum.
—Talat TURHAN: O konuda yayın yapıldı. Orgeneral Bedrettin DEMİREL, gerek ADANA’da Sıkıyönetim Komutanlığı yapmış olan Korgeneral Nevzat BÖLÜGİRAY, gerek Süleyman DEMİREL bu konuda; darbe kararı verildikten, darbe yapılıncaya kadar geçen devrede binlerce kişinin ölmüş olduğunu ifade ettiler. Bunu rakamlarla açıkladılar. Dolayısıyla eğer bu darbenin yapılması kaçınılmaz ise bu kadar beklemede 1000 kişi ölmüşse, bu 1000 kişinin vebali 12 EYLÜL’cülerinin üzerindedir. Niye üzerindedir? Çünkü siyasi kadroda bulunan kişilerin iddiası ki ben de bu iddiaya katıldım, anarşide kan darbeye gerekçe yapılmıştır. Bu tabii ki çok tehlikeli bir oluşumdur, öyleyse bu kişilerin bu yönden de tarihi bir sorumluluktan vardır ve bunu tarihçi araştıracaktır.
—Tahir AKA: Bu mevzuda benim sorum vardı. Emekli Korgeneral Bedrettin DEMİREL “ihtilâlin olgunlaşması, halk tarafından desteklenmesi için bir yıl bekledik” demişti. 12 EYLÜL ihtilâlinin olgunlaşması için beklenirken akan kanın hesabını kim verecek?
—Talat TURHAN: Bu mesele çok büyük ağır tarihi bir sorumluluktur. Tarihçi herhalde bunun hesabını soracak.
—Tahir AKA: İhtilâllerde ve 12 EYLÜL’de dış güçlerin, bilhassa ABD’nin rolü olmuş mudur?
—Talat TURHAN: Tabii ki olmuştur. Daha önce çok söyledim, önce TÜRKİYE’yi destabilize ediyorlar ki stabilizasyon gelsin. O destabilizasyon içerisinde de istihbarat örgütlerinin rolü var. Bunu direkt de yapabiliyorlar, endirekt de yapabiliyorlar. Yani kendi istihbarat örgütünü kullanıyor yahut ta kendi istihbarat örgütüyle işbirliği halinde bu vasat sağlanabiliyor.
—Tahir AKA: SHP HATAY Milletvekili Ali UYAR, NATO Başkomutanı ROGERS’in 12 EYLÜL lideri Kenan EVREN’e verdiği bir “söz” uğruna Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönmesine izin verdiğini hatırlatarak Başbakan Yıldırım AKBULUT’a verdiği soru önergesinde bu dönüşün Türkiye için faydalı mı, yoksa zararlımı olduğunu soruyor. Bu sorunun muhatabı olan eski Cumhurbaşkanı ve cunta lideri Kenan EVREN şimdi MARMARİS’teki Beyaz Evinde emekliliğinin tadını çıkarıyor. SHP’li UYAR “EVREN’in bu sözü neye karşılık olarak verdiğini” soruyor. Bu soruların cevabını kim verecek?
—Talat TURHAN: Şimdi SHP’li Uyar bu soruyu sormakta geç kalmış. Çünkü Ufuk GÜLDEMİR’in “Çevik Kuvvetin Gölgesinde” diye bir kitabı var. Bu mesele Kanat Operasyonunda en ince tafsilâtına kadar açıklanmış. Tek kişilerin söz sahibi olduğu dikta rejimlerin sakıncası böyle hadiselerde ortaya çıkıyor. ROGERS, NATO’nun askeri ve siyasi mekanizma içerisinde bir türlü somut sonuca ulaşamadığı bir pürüzü, darbe daveti ile darbenin lideri Kenan EVREN’e şahsi dostluğu sebebiyle kendi isteği doğrultusunda, dolayısıyla Yunanistan’ın İsteği doğrultusunda hallediyor.
Demek ki bir kişi koskoca bir ulusun çıkarı söz konusu olduğu bir yerde, hiçbir organa danışmadan karar alabiliyor. Bu karar TÜRKİYE’nin YUNANİSTAN karşısındaki pazarlık gücünü elinden aldı. Böylece TÜRKİYE büyük bir kozunu kaybetti. Bu çok büyük bir sakınca, bugün TÜRKİYE’de görünüşte şekli bir demokrasi var, ama fiilen sivil dikta egemen. Çünkü hiç sorumsuz olan biri bütün siyaseti yönlendiriyor. Siyasal oluşumlardan da sorumlu olan organlar bu anlayışta hareket ediyorlar. Evet, Anayasa değişir, onun da şartlan var. Anayasada Başkanlık sistemi kurulur, o Başkanlık sistemi içinde kişilerin sorumluluğu farklı olabilir. Dün ROGERS’e verilen söz ne kadar sakıncalı ise, bugün de sivil dikta anlayışı içinde dışarıya verilen sözler ki bu sözleri kamuoyu bilmiyor hep perde gerisinde olan sözler, söylenenler doğru ise bu sözler vaatler telefon tellerinde. TÜRKİYE tek kişi tarafından yönlendiriliyorsa bu da askeri diktadan daha büyük sakıncalar doğurur. Çünkü bunun bir meşruiyeti var. Askeri dikta yönetimindeki kişilerin meşruiyet biraz tartışmalıdır. Ama sivil iktidarın meşruiyeti tartışmasızdır. Ama orada sivil dikta İçerisinde bir kişi, demokrasi içinde sivil dikta kurarak, her dediğini yapabiliyorsa o askeri diktadan daha sakıncalıdır. Çünkü hadise siyasi desteği var gibi gözüküyor. Simdi gerçekte İktidarda olan kişinin dahi olması gerekmez. Çok akıllı olması, çok becerikli olması gerekmez. İktidarda bulunan kişilere bürokrasinin bütün görevi doğru enforme etmek, doğru kararlara yönlendirmektir. İstikrar dedikleri de bu. Bir insan ne kadar doğru bilgilerle beslenirse o adamın vereceği karar o kadar sağlıklı olur. Ama ben üstün adamım, ben her şeyi bilirim, ben tek liderim, ben tek seçiciyim deyip de kendi aklına güvenerek tüm bu kolektif aklı ve vicdanı göz ardı ederek icraat yapanlar, çok büyük hatalar yaparlar. Bunlar çok büyük hatalar yapmışlardır. Demokrasi içerisinde bir sorumluluk taşıyan kişinin hata yapmaması mümkün değildir diyemeyiz. Çünkü bunun da somut örnekleri var. İktidar demokrasi içerisinde diktasını kurmuştur. Bu diktayı demokrasinin üzerine basa basa kurmuştur. Demek ki bir noktada dikta anlayışında olan bir liderin o anlayışına tam manasıyla set çekmiyor. Bunun için kolektif aklın, kolektif vicdanın, kolektif şuurun varlığını yadsıyarak, onları hiçe sayarak Benim dediğim doğrudur, anlayışı içersinde veyahut ta telefon tellerinden gelen İstekleri her şeyin üzerinde kabul eden bir anlayış İçerisinde, iktidarda olmak ve İktidarda söz sahibi olmak ve iktidarın sorumluğunu yüklenmek çok büyük sakıncaları beraberinde getirebilir.
DİZİ YAZI
-12-
“12 EYLÜL’le Hesaplaşmalı”
Yeni Asya: 28 EYLÜL 1990
Tahir AKA – Talat TURHAN
Talat TURHAN: Bugünkü ANAP iktidarı 12 EYLÜL ihtilaline şükran borçlu.
—Emekli kurmay Yarbay Talat Turhan 12 EYLÜL’ün bitmesi için “yakın hesaplaşma”nın yapılması gerektiğini, bunun için de öncelikle Anayasanın geçici 15. maddenin kaldırılması lâzım geldiğini söyledi
—Hiç kimsenin dokunmazlık zırhı altına gizlenemeyeceğini söyleyen TURHAN, ARJANTİN’de, BREZİLYA’da cuntacılardan hesap sorulduğunu hatırlatarak, “Bizde şimdi hesap sormayı bırakın bunlar hakkındaki suistimal iddiaları dahi tartışılmadı, örtbas edildi. Çünkü ANAP, kendilerine iktidar yolunu açan bu insanlara şükran borçludur” diye konuştu.
—Tahir AKA: 12 EYLÜL’cülerin 14 yıllık bir planla iktidara geldikleri öne sürülüyor. 12 EYLÜL’cüler 10 sene iktidarda zirvede oturduktan sonra şimdi emekli oldular. 12 EYLÜL’cülerin emekli olmasıyla 12 EYLÜL bitti mi?
—Talat TURHAN: 12 EYLÜL’ün bitmesi için, 12 EYLÜL’ün yakın hesaplaşmasının yapılması lazımdır. Ondan sonra da, uzak hesaplaşmasını ise tarih yapacaktır. Kaldı ki orta hesaplaşma da söz konusu olabilir. Yakın hesaplaşma için Anayasanın geçici 15. maddesinin kaldırılması lazımdır.
—Tahir AKA: Böylece hukukçular için yakın hesaplaşma yolu açılabilir.
—Talat TURHAN: Tabii ki hukuk yolu açılır. Yani hiçbir iktidar kamu denetiminden kendini soyutlayamaz. Yani sorumsuzluk zırhı altına da gizlenemez. Güney Amerika’da bunlar yaşandı. Oradaki cuntacılar da Anayasaya kendilerinin sorumsuz olduğuna dair maddeler koymuşlardı. ARJANTİN’de, BREZİLYA’da… vs. Bu maddeler işlemedi, cuntacılar yargılandı ve bir devrin hesabı soruldu. YUNANİSTAN’da da bu yaşandı. Şimdi hesap sormayı bırakın bunlar hakkındaki suistimal iddiaları dahi tartışılamadı, örtbas edildi. Kimin tarafından ANAP tarafından. Verilen bütün önergeler ANAP tarafından örtbas edildi. Çünkü ANAP, doğru-yanlış, haklıhaksız kendilerini bugünkü iktidar yolunu açan bu insanlara şükran borçludurlar. Bu borçlarını sonuna kadar ödemek zorundadırlar. Şimdi dolayısıyla TÜRKİYE’deki siyasal kadrolaşma veyahut ta parlamento aritmetiğinde bu minnetin gölgesi bulunmaktadır. Sorumsuzluğun sonu yoktur. Birinci olarak yakın hesaplaşma için geçici 15. maddenin kaldırılması kaçınılmazdır.
İkinci olarak, orta vadede bir hesaplaşma olabilir. İşte 27 MAYIS’ın hesaplaşması 30 yıl sonra kendini gösteriyor. İdam edilen üç kişi devlet töreniyle kaldırılıyor, naklediliyor. Demek ki TÜRKİYE gibi ülkelerde şartlar çok çabuk değişiyor. Nasıl değişiyor? 30 sene bekleniyor, yanlış anlaşılıyor. Bugün 27 MAYIS’ı yapan ordu kuşağı yok.
—Tahir AKA: 12 EYLÜL için milletin bir sene daha beklemeye, tahammülü olur mu?
—Talat TURHAN: Şimdi 27 MAYIS’a sahip çıkan ordu kuşağı olmadığı için, 17 EYLÜL merasimi yapılıyor. Tarihe baktığımız vakit, İngiliz Kralını mezardan çıkartıp kemiklerini astıklarını görüyoruz. Şimdi geçmişin muhasebesi var. Şimdi böyle bir dönem gözüküyor. Böyle bir hesaplaşma yapılabilir. Bu hesaplaşma mahkeme kurulması şeklinde de olabilir, 12 EYLÜL’ün yaptıklarının yok sayılması şeklinde de olabilir. Bu da o ülkedeki siyasi dengeye bağlıdır. Bu legal oluşumdur. Bugün bir siyasal iktidar 30 sene aradan sonra bir yönetimin suçladığı kişileri devlet töreniyle kaldırılabiliyorlar.
Bir de uzun vadede tarihi hesaplaşma var. Tarihi hesaplaşma daha geniş perspektif içerisinde, hem yaptılar, yaptıkları kime yaradı, nasıl oldu, sorularının anlaşılması ile olur. İşte bu Türk halkının 10 yıl boyunca kanı ve iliği emilerek paranın değeri 20–30 misli, 40 misli, 50 misil küçülerek, bunun muhasebesini yapalım, kim kârlı çıktı, kim zararlı çıktı? Türk halkının, geçim düzeyi her geçen gün aşağıya iniyorsa, burada bu inişten kârlı çıkan başkaları ise, o zaman bu İktidarların Türk halkına hizmet ettikleri söylenemez. Çünkü paranın değerinin 40 misil düşmesi demek, sattığını ucuza, aldığını pahalıya almak demektir. Bir yandan borç batağı içerisinde TÜRKİYE’nin borçlanma rakamının artması demek; TÜRKİYE’nin o faiz bataklığı içerisinde, dış ekonomik güçlerin bütün İsteklerine şartsız evet demesine bağlı. Bu şartlar içerisinde bu ekonomik pastadan halkın büyük kesimine giden pay az olacağı için, serbest piyasa ekonomisi içerisinde sermayenin 40–50 yıldan beri yetiştirilen yeril işbirlikçi kapitalistlerin elinde yoğunlaşması, diğer taraftan ise kemik yalamasına sebep olmaktadır. Şimdi yerli işbirlikçi kapitalistler kimdir? Sokağa çıkalım, yukarıdan aşağıya doğru yürüyelim, levhaları okuyalım. O levhalardaki toplamı olan firmalar ile onların işbirlikçileri yerli kapitalist işbirlikçilerdir. Bunu o kadar geniş sahaya yaydılar ki bizim köftemiz artık geçersiz, yabancı köfteyi yanlarına buldukları bir yandaş ile satıyorlar. Hem de bizim köftenin 4 misli fiyatına satıyorlar. Bizim tavuğumuz geçersiz. Yabancı birisi geliyor, bizim tavuğu işbirlikçisi vasıtasıyla bize 4 misli fiyata satıyorlar. Bu işbirlikçilerin en büyük boyutu sigaranın çok zararlı bir madde olduğunu bütün dünya kabul ediyor ama TÜRKİYE’de yabancı sigara tüketimi pompalanıyor ve burada yerli işbirlikçi kapitalistler büyük kârlar elde ediyorlar. Bunu yaparken de hiçte vicdanları sızlamıyor. Buradan ettiği kârlarla Türk halkını zehirliyor artı Türk ekonomisini olumsuz yönde tesir ediyor. Meselâ 1988’de TÜRKİYE’nin yabancı sigaraya vermiş olduğu paranın değerinin ABD’nin TÜRKİYE’ye yaptığı hibe yardımın eşiti. Birisi 450 milyon dolar, diğeri 421 milyon dolar. ABD bize yardım yapıyormuş, biz de yabancı sigara ile tek kalemde o yardımı geri iade ediyoruz. O zaman yardımın olumsuzluğuna katlanmak yerine, çünkü yardım ekonomik bağımsızlık getiriyor. Kendi kaynaklarımızı dışarıya soydurmayalım. Kendi kaynaklarımızla uçar hale gelmenin yollarını araştıralım. Bugün dünyada mutlak bağımsızlık diye bir şey yok. Ama milletlerarası alışverişi ülke çıkarlarına kullanmanın yolunu bulalım.
—Tahir AKA: Efendim benim sorularım şimdilik bu kadar. Başka ilave edecekleriniz var mı?
—Talat TURHAN: Sağ olasın. Sanmıyorum. Yani o kadar çok konuşulacak şey var ki… Ben zaten kimseye beyanat vermiyorum. Çok teşekkür ederim.