Türkiye’de 3 Darbe Oldu…..
TALAT TURHAN: TÜRKİYE’DE 3 DARBE OLDU, 30 SENE SONRA BİR DARBE DAHA OLABİLİR.
T24 – 12 MART 2016
Ertuğrul Kürkçü: Türkiye’nin bağrında darbecilik kalbi atıyor.
12 Mart 1972 darbesinde Kurmay Subayken tasfiye edilen ve tutuklanan Talat Turhan, “12 Mart darbesi benzeri bir darbe dünyanın herhangi bir yerinde her zaman tekrarlanabilir. Türkiye’nin başından 3 tane darbe geçti. 30 sene sonra bir darbe daha geçebilir” dedi. “1971 yılında yarım kalan darbe 12 Eylül’de tamamlanmıştır” diyen Turhan, “Darbeler Türkiye’ye çok şey kaybettirdi. Darbeler karşı devrime hizmet etti. Atatürk karşıtları güç kazandı. İktidarlara bakarsak darbelerin kime güç kazandırdığını çözeriz” ifadesini kullandı.
Anayasa değişse de düzenin değişmediğini söyleyen Turhan, “Darbeden sonra üç kez anayasa değişti. Durmadan değiştirirseniz laçka edersiniz. Zaten uygulanmıyor, insanlar güvenini kaybetti” diye konuştu.
Türkiye’nin 27 Mayıs darbesinden sonra 12 Mart 1972’de Komutanların verdiği muhtırayla ikinci Askeri Müdahalesine sahne oldu. Talat Turhan, 12 Mart darbesini adeta iliklerine kadar yaşayıp hissetmiş ve bir döneme ışık tutan birçok kitaba imza attı. 12 Mart’a giden yolda dönüm noktasını oluşturan gizli 3 Mart toplantısına katılan 10 kişiden biri. Başarılı bir Kurmay Subayken devrimci düşünceleri yüzünden tasfiye edildi.
12 Mart’tan sonra tutuklandı. Henüz Boğaz Köprüsü yapılmamışken, yapıldığında bomba ile imha etmeyi planlamak iddiasıyla yargılanıyor. Erenköy’deki ünlü Ziverbey Köşkü’nde, ‘Madanoğlu cuntası’ davasından yargılanan İlhan Selçuk, Doğan Avcıoğlu ve Celil Gürkan’la birlikte işkence görüyor. İki yıl cezaevinde yatıyor Talat Turhan. Bu arada 1974’te Ecevit hükümeti af kanunu çıkarıyor. Talat Turhan, bunun üzerine “Affı kabul etmiyorum, affedilecek bir şey yapmadım; ya beraat ettirin ya da asın” diye dilekçe veriyor. Ama sonunda davası düştüğünden salıveriliyor.
Turhan tam 45 sene önce bugün gerçekleşen darbeyi, Yeni Yüzyıl’dan Meltem Yılmaz’a anlattı. Turhan’ın açıklamaları şöyle: “Aramızda ajan olduğunu biliyordum”
Bugün 12 Mart tekrarlanabilir mi Türkiye’de?
Şimdi 12 Mart darbesi benzeri bir darbe dünyanın herhangi bir yerinde her zaman tekrarlanabilir. Bunu önleyecek hiçbir kuvvet yok. Türkiye’nin başından 3 tane darbe geçti. 30 sene sonra bir darbe daha geçebilir. Çünkü darbe yöntemini biz kurgulamıyoruz. Darbe yönetimini emperyalistler ve ABD kurguluyor.
12 Mart darbesi gerçekleştiğinde neredeydiniz? Ve Türkiye’nin kaderini belirleyen 3 Mart toplantısı?
12 Mart günü Ankara’daydım, 12 Mart’ın dönüm noktası olan kritik 3 Mart toplantısını, televizyon konuşmasında ilk kez ben açıkladım. Bazılarının işine gelmediği İçin örtbas ettiler. 3 Mart, 12 Mart’ın dönüm noktasıdır. Ankara’da bir evde Türkiye’yi tartışıyoruz, 5 general 5 sivil var. O sivillerden biri de bendim. Şükrü Küçük, Şükrü Köseoğlu, Atıf Erçıkan var, ben Atıf Erçıkan’ı görünce sustum. Çünkü adamın ajan olduğunu biliyordum.
Güvenilmeyen biri yani?
Türkiye’de o zaman 8 tane teyp var. Bir tanesi de Atıf Erçıkan’ın elinde. Atıf Erçıkan’ın elinde olan teyp 15 dakika kayıt yapıyor. Atıf Erçıkan, 15 dakikada bir tuvalete gidiyor, bant değiştiriyor. Amaç toplantıyı kayda almak, Faruk Gürler ve ekibine bunu bildirmek. Ev sahibi Avukat Fakih Özfakih, toplantıyı kayda almak, Faruk Gürler ve ekibine bunu bildirmek. Ev sahibi Avukat Fakih Özfakih, aynı zamanda Faruk Gürler’in Avukatı. Tartışma uzadı ev sahibi birden patladı, ”Paşalar, Türkiye’nin bugünkü gereksinimi bir darbeyi gerektiriyor mu, gerektirmiyor mu? Görüyorum ki siz iradenizi Faruk Gürler’e bağlamışsınız. Eğer sizin gücünüz Faruk Gürler’i aşmaya yetmiyorsa biz
aşalım” dedi. Atıf Erçıkan alacağını aldı götürdü, Faruk Gürler’e dinletti. O zaman Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler ama Genelkurmay Başkanlığı’na göz koymuş ve bütün bunları dinleyince “Vay be! Avukatım bile beni öldürmeyi düşünüyor” dedi. Dolayısıyla 12 Mart 4 kişi tarafından gerçekleştirildi. Bir tarafta Faruk Gürler ve Muhsin Batur. Diğer tarafta Memduh Tağmaç ve Celal Eyiceoğlu. Bu insanlar hayatları boyunca birbirleriyle kavga etmişler, anlaşamamışlar. İdeolojik olarak da farklı kutuplara savrulmuşlar. Ama ideolojiler ayırır, menfaatler birleştirir. Türk halkına ihanet edilmiştir.
12 Mart’ta neden siz hedef seçildiniz?
12 Mart’ta çok dava görüldü, asıl dava da baş sanığı ben olan Bomba Davası’dır. Beni by-pass etmek için açtılar. Düşünün; daha yapılmamış köprüyü havaya uçuracağım iddiası üzerine iddianame hazırlanıyor. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Atatürkçü kanadını bomba davasıyla tasfiye
ettiler. Ziverbey Köşkü’nde on binlerce kişiye işkence ettiler. 12 Mart’tan beş gün önce, daha sonra Başbakan Yardımcısı olan Sadi Koçaş beni yanına almak istiyordu. Ben ise “Memduh Tağmaç ve Cevdet Sunay’la bu ülkeye ancak ihanet edilir. Bu ihanet içinde bulunan herkese acıyorum, sana da acıyorum” diyerek 12 Mart yapılmadan karşı çıkan tek adamım. Herkes bir yer kapmak istiyor. Artık darbenin modası geçti. “1971’de yarım kalan darbe 12 Eylül’de tamamlanmıştır”
Darbeler Türkiye’ye neler kaybettirdi?
Darbeler Türkiye’ye çok şey kaybettirdi. Darbeler karşı devrime hizmet etti. Atatürk karşıtları güç kazandı. İktidarlara bakarsak darbelerin kime güç kazandırdığını çözeriz. Sermaye her zaman iktidar olmak ister, ülke de bir de emekçi kesim var. İktidar bu iki güç arasında denge kurarsa iktidar olur sermayeye kayarsa faşizm olur. O dönem çok fazla insan içeri alındı, mücadele edip dilekçe veren tek kişi benim. Uğur Mumcu öldürüldü, ertesi gün televizyona çıktık. Herkes bir şeyler söylüyor. Bu tip cinayetleri istihbarat örgütleri işlerler, tek örgüt değil, birkaç örgüt planlayarak işler. Failleri belli olmaz. Şimdi bakıyorum, tezim doğrulanıyor.
“1971 muhtırası için yarım kalmış bir darbe ve asıl hesaplaşma 1980 darbesiyle oldu” derler. Katılıyor musunuz?
71 darbesi yarım bir darbeydi, 80 yılında tamamlandı. Bomba Davası’nda muvaffak olamadılar, iki Generali benim yanıma koysalardı muvaffak olacaklardı. O yüzden 80 darbesi oldu. Anayasa da Anayasa değil, 6 ay eve kapanıp okudum, anlamak için. Değişik ülkelerden alınan kopya maddeler. Anayasa değişiyor ama düzen değişmiyor. Darbeden sonra üç kez anayasa değişti. Durmadan değiştirirseniz laçka edersiniz. Zaten uygulanmıyor, insanlar güvenini kaybetti. Arap Baharı’yla Türkiye’yi parçalamak istiyorlar.
Darbe ortamı nasıl hazırlanır? Halk darbeye hazır duruma mı getirilir?
Her ülkede darbe öncesi terör olayları artar, bizde anarşizm diyorlar. Terör başka, anarşizm başkadır. Darbe olur sükûnet gelir. Halk “Kim gelirse gelsin şu terörden bizi kurtarsın” der darbe olur. Emperyalizm savaşla beslenir, IŞİD’i emperyalistler ortaya çıkarıp beslemişlerdir. Arap Baharı’yla Türkiye’yi parçalamak istiyorlar, güneyimizdeki devletler ortadan kaldırıldı. Orada bir Şii-Sünni gerilimi yaratıldı. Bu da çok basit, istihbarat örgütleri gidip bir camiyi bombalarlar o cami Şii camiidir. Sünni’ye atarlar sonra Sünni camiyi bombalayıp Şii’ye atarlar, dolayısıyla kavganın altyapısını oluştururlar.
“Türkiye’nin bağrında darbecilik kalbi atıyor”
Kızıldere katliamından sağ kurtulan Ertuğrul Kürkçü ise 12 Mart’ta ilişkin şunları yazdı:
12 Mart’ın 45. yılında Yeni Yüzyıl’a konuşan 68 kuşağının önemli isimlerinden HDP İzmir Milletvekili Ertuğrul Kürkçü, 12 Mart’ın bir başlangıç olduğunu, darbecilik kalbinin Türkiye’nin bağrında atmaya devam ettiğini söylüyor. Kürtçü şunları söyledi:
12 Mart öncesi belki de Türkiye’nin siyasi tarihinde yaşanmış olan en özgürlükçü dönemdir. Bu özgürlüğün nedeni devletin ya da Anayasanın özgürlükçü olması değil. O dönemde Türkiye ilk kez bu kadar büyük bir sendikalaşma dalgası yaşamıştı. Köylüler toprak talebiyle harekete geçtiler. Rivayetin aksine işçi hareketi öğrenci hareketini izlemedi, öğrenciler işçileri izledi. Yüksek edebi kişiler olmasalar da darbeleri özlü sözleriyle anlatan insanlar var. Memduh Tağmaç’ın ‘’Sosyal uyanış ekonomik gelişmeyi geçti’’ sözü 12 Mart öncesi tarihi çok iyi açıklayan
bir cümle. “İşçinin talepleri patronun verebileceklerinin üzerine çıktı’’ demek bu. 12 Mart, endüstriyel ilişkiler üzerine kendini tanımlayan bir darbeydi. İşçi işveren ilişkilerini ve buna bağlı özgürlük ve güvenlik endişelerini tanzim ediyordu.
12 Eylül’de özlü sözü söylemek Halit Narin’e düştü. Narin, “Bugüne kadar sendikalar güldü biz ağladık şimdi gülme sırası bizde” demişti. Her iki darbede de hepimiz gördük ki TÜSİAD ve TİSK, yani işverenlerin iki büyük örgütü hem 12 Mart’ın hem 12 Eylül’ün meşrulaştırılmasının vaftiz babalığı rolünü savundular çünkü onlara çok şey borçluydular.
Zaman geçtikçe, 12 Mart 1971 ile aramızdaki mesafe açıldıkça görüyorum ki sonraki yıllarda da her gün darbe ikliminde yaşadık. 12 Mart ile başlayan özgürlükçü ve demokratik Anayasaları budama geleneği daha sonra bütün hükümetler tarafından sürdürüldü. Bugün de Anayasa 12
Mart’ın bıraktığı güvenlikçi eksen üzerinden tartışılıyor. 12 Mart sadece bir başlangıçtı. Bütün darbeler onu tamamladı. Genel af ile 12 Mart devri kapandı ama darbecilik ve otoriterlik kalbi Türkiye devletinin bağrında atmaya devam eti.
12 Mart bir anarşiyi önleyen hamle olarak kimi kesimlerden destek gördü ama aslında darbe halkın kalbinde karşılık bulmadı. 12 Mart’ı izleyen seçimlerde Türkiye’de solculuğu diline pelesenk eden Bülent Ecevit’in başına geçtiği CHP, hatırı sayılır destek görerek birinci parti oldu. Darbeyi destekleyen Süleyman Demirel’in partisi eski üstünlüğünü kaybetti. 12 Mart kendine bir taban yaratamadı.
12 Mart öncesinde direniş gösterenler, sonrasında silahlı da olsa mücadele edenler halk tarafından bağra basıldı. 12 Mart’ı sonraki dönemlerden ayırt eden en önemli özellik halkın devrimcileri darbecilere tercih etmesiydi. Generallerin sosyal uyanışı bastırmaya çalışırken siyasal uyanış gerçekleşti. Öte yandan devlet halka karşı örgütlenme bakımından ilk modern derslerini aldı, askeri ve sivil yöntemleri bir arada kullandı.
12 Mart’ı benim için hüzünlü bir öykü haline dönüştüren şey Kızıldere katliamı ile birlikte Türkiye devrimci hareketinin o güne kadar yetiştirdiği en etkin önderler katmanının ortadan kaldırılmasıydı. Bu önderlerin yeri arkadan gelenler tarafından doldurulamadı. Bana sorarsanız o gün Kızıldere’de vurulan darbe hala etkisini sürdürüyor.
Bizim Kızıldere’ye gitmemizin nedeni İstanbul ve Ankara’da barınamamasıydı. Hepimiz aranıyor ve takip ediliyorduk. Polisin elinin ulaşamayacağını düşündüğümüz yere, Karadeniz’e gitmeye karar verdik. Biz oraya geçtiğimiz günlerde Denizler’in mahkemesi bitti, Meclis yıldırım hızıyla idam kararlarını onayladı. Sıkıyönetim komutanlıkları infaz için hazırlığa giriştiler. Biz elimizde kalan son imkân ile arkadaşlarımızın hayatını kurtarmaya çalışacak bir adım atmazsak çok ağır bir siyasi sorumluluk altında kalacaktık. Ünye’deki NATO üssünde görevli İngiliz teknisyenleri rehin almak ve onları arkadaşlarımızın hayatı karşılığında serbest bırakma pazarlığı için alıp götürdük.
Devlet bize bizim kendimize verdiğimizden daha çok kıymet veriyordu. “Eğer bu kadar insanı bir arada yakalamışken bunları ezmezsek önümüzdeki yıllarda Türkiye devrimci hareketinde önemli rol oynayacak kişilerin canını bağışlamış olacağız’’ dediler. İngiltere hükümeti bu olayla ilgili hiçbir zaman Türkiye’yi suçlamadı. Daha sonra anlaşıldı ki bu insanlar bizim sandığımız gibi teknisyen değil, özel istihbaratçılardı.
Bizim mücadelemiz Denizlerin yaşamını kurtarmaya yetmedi. Ben daha sonraki yıllarda cezaevlerinde halktan gelen gardiyanlar, cezaevi yöneticileri tarafından ‘’Denizerlerin arkadaşıyım’’ diye saygı gördüm. Onların kalbinde bile kendilerine yer açan insanlardı.
Onlar bizi şiddetle baskıyla yıkmış olabilir ama asıl mücadele halkın kalbinde kazanılmıştır. Kim hatırlıyor Muhsin Batur’u, Ali Erverdi’yi? Herkes Deniz Gezmiş’i, Mahir Çayan’ı hatırlıyor. Herkesin onlar için söylenecek sözü var. Türkiye gibi muhafazakar olduğu iddia edilen bir ülkede devrimcilerin bu kadar çok kültürel geleneğin içine yerleşmiş olmaları çok önemli.
Sadece Kürkçü kurtulabildi. 12 Mart 1971 askeri darbesinden sonra yakalanan Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idamlarını engellemek amacıyla 27 Mart 1972’de Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (THKP-C) kurucularından Mahir Çayan, Dev-Genç Genel Başkanı Ertuğrul Kürkçü, Dev-Genç Merkez Yürütme Kurulu Üyesi Hüdai Arıkan ve Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) üyesi Cihan Alptekin; Ünye NATO Üssü’nde görevli, iki İngiliz, biri Kanadalı üç teknisyeni kaçırdı. Tokat’ın Niksar ilçesi Kızıldere Köyü’nde bekleyen Dev-Genç Genel Sekreteri Sinan Kazım Özüdoğru, THKO’lu Ömer Ayna, Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğrenci Derneği Yönetim Kurulu üyesi Sabahattin Kurt, Ahmet Atasoy, Ertan Saruhan, Nihat Yılmaz ve ‘’Hava Kuvvetleri Proleter Devrimci Örgütü’’ nün kurucusu olarak aranan Üsteğmen Saffet Alp ile buluştular. 30 Mart sabahı Kızıldere muhtarının ihbarıyla saklandıkları ev komandolar tarafından sarıldı. 30 Mart’ta saat 17.00’de çatışma başladı.
Çatışmada Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Hüdai Arıkan, Sinan Kazım Özüdoğru, Ömer Ayna, Saffet Alp, Sabahattin Kurt, Ahmet Atasoy, Ertan Saruhan, Nihat Yılmaz öldürüldü; eve girildiğinde rehineler de ölü bulundu. Ertuğrul Kürkçü ağır yaralı olarak yakalandı ve sıkıyönetim mahkemelerinde yargılandı, 14 yıl cezaevinde kaldı.