Yeni Asır Gazetesi 29.10.1985
Yeni Asır Gazetesi – 29 Ekim 1985
28 Ekim 1985 tarihli gazetenizin 1’ci sahifesinde: “Bomba Davası” gündemde başlığı altında yayınlanan NOKTA DERGİSİ’NİN 43’cü sayısından yapılan alıntıya dikkatle okudum.
Elbette duyarlılığımın nedenleri vardı: Öncelikle, bir bütün olan her hangi bir yazıyı aktarırken, soruna ön yargılı bir bakış açısıyla bakılırsa, olayın tümüyle çarptırılabileceğini ve bazı yayın organlarının bu yöntemi sıkça uyguladığını deneyimlerimle bilmekteyim. Bunun yanında, alıntı yapmanın diğer yazın türlerinden daha güç bir yöntem olduğuna da inanırım.
Bu tarzı, en iyi bir düzeyde uygulayarak olayı en iyi bir şekilde özetlemişsiniz sizleri kutlarım. Aslında, Yeni Asır gibi ciddi ve seviyeli bir gazeteden başka türlüsü beklenilemezdi.
Ancak, yazınızın benimle ilgili bölümünde ilk bakışta ayrıntı sayılabilecek bir bölüm yazılırken küçücük bir hata yapılmış olduğunu da gördüm.
İlke olarak, ayrıntıların bütünü oluşturduğunu kabul edersek, en küçük bir yanlışlığıa bütünün sağlığı için karşı çıkılması gerekeceğine inanırız. Bu ilkeyi farklı düşünebileceğimizi de sanmıyorum.
Bu anlayışla gerçeği bütünüyle açıklamak istiyorum. Bir bakıma bu ayrıntı, kişilik ve karakter yapımı yansıtması yönünden benim için yaşamsal önemdedir.
Doğru haber ve onurlu gazetecilik yapma örneğini başarıyla vermiş gazetenizin bu konudaki duyarlılığımı en iyi biçimde değerlendireceğinize inanıyorum.
Gazetenizde yayınlanan ilgili bölümü aşağıya çıkarıyorum:
“Af çıktı ben dilekçe verdim. Ancak yine de dava sürdürülmedi”. Diye yazılmaktadır.
Alıntı yapılan NOKTA DERGİSİ’NİN 31’ci sahifesinde ise, bu konuya yer veriliş şekli şöyle:
“Mahkemenin sonlarına doğru 1974 Af kanunu tartışmaları başlamıştır. Bu aşamada, sanık TALAT TURHAN, davanın af kapsamına alınıp düşürülmesinden endişe duyarak, mahkeme başkanlığına bir dilekçe veriyordu. Turhan, Af Kanunun kendi lehine getirebileceği hükümlerden hiç birini kabul etmeyecek.
Yukarıdaki metinden kesinlikle anlaşabileceği gibi, “dilekçe af tartışmasının başladığı dönemde” verilmiştir. Gerçekte böyledir. Gazetenizdeki yazıldığı gibi “Af çıktı ben dilekçe verdim” şeklinde değil Af kanunu çıkmadan çok önce dilekçe verdim.
Bu çok önemli nüans farkı, İDAM İSTEMİYLE yargılanan bir kişinin, tertip düzenleyicilere karşı açık bir meydan okumasıydı….. Boynuma ip geçirmek isteyenlere rest çekip “HODRİ MEYDAN” diyordum. Restim görülmemiş, buna karşın Af Yasasına dayanılarak davanın sonuçlandırılmasından kaçınılmıştır. Bu kez değerli müdafilerim: Avukat İ. Nebi BARLAS ve Avukat M. Hidayet ILCAR, mahkemenin kararını kabul etmeyerek, 26 Ocak 1976 tarihli bir dilekçeyle KARARI TEMYİZ ETMİŞLERDİR. Aslında, 1974 affına giren bir dava o tarihte düşerdi. Oysa düşürülmedi ve ben Kasım 1975’te 5000 sahifelik bir savunma yaptım. Mahkeme karar verdi ve bu karar temyiz edildi. ASKERİ YARITAY’A bir raportör, bir sene dosya üzerinde eğildi ve bu hizmeti sürdürürken vefat etti. Sonra dosyası, DERİN DONDURUCU’YA konuldu. Bu nedenle “ya beraat ya idam” diyordum. Gerçekte bu istem o tarih için doğru ama bugün aynı tarzda söylenilmez. Çünkü 1974 tarihli ve 1803 sayılı Af yasasında kendilerinden öncekilere göre, hukuksal açıdan bir gerilik var “sanığa affı kabul etmeme hakkı” vermiyor. Ben kâhin değilim, bunun böyle olacağını yasa çıkmadan algılıyor ve dilekçemde gerekçesini açıklıyordum.
Bu durumda bugün davaya bakılırsa, İDAM CEZASI anılan Af Yasasıyla MÜEBBET HAPİS’E çevrilmesi gerekir. O halde, bugünkü doğru sloganın “Ya Beraat Ya Müebbet Hapis….” Olması gerekir.
1974 Affı bir başka açıdan da hala gündemdedir. O dönemde bazı politikacılar, politik hasımlarını yıpratmak için 1980’li yıllara kadar bu propagandayı sistematik sürdürdüler. Bu propagandanın etkisinde kalan “ASKERSEL YÖNETİM” af konusunu yanı anlayışla algıladı……. Hala emniyette alınan ifadelerde bu konu ŞABLON olarak kullanılıyor ve zorunlu hale gelmiş olan –kanuna göre- siyasal af girişimlerini engellenmeye çalışıyor… ŞABLON şöyle: (sayısız örnekler verilebilir) “12 Mart döneminden sonra örgütümüz çökmüştü. 1974 affından çıkan örgüt liderlerinin yararlanarak dışarıya çıkınca örgütümüz yeniden toparlanmaya başladı…..”
Bu görüşün hiçbir bilimsel değeri olmadığı kanısındayım. Öncelikle “AFFI KABUL ETMEME” dilekçem karşısında, 1974 affı düşmanlarımın söyleyecekleri bir sözü olacağını sanmıyorum…
Ayrıca 12 Mart döneminde içeri alınanlarla, 1981’den sonra içeri alınanların yaş ortalamasına bakılmalıdır. Bunun yanında 1974 Affından yararlanan kaç kişinin, 1980 yılından sonra hangi olaylarla ilgili olduğu saptanmalı ve bu kişilerin ismen dökümü yapılmalıdır. Daha sonra, 1974 affından yararlanıp 1980’den sonra içeri girenlerin yüzde oranı saptanmalı, bunu bu kişilerin örgütler içinde etkinlik dereceleri vb. yorumlanıp bir kanıya varılması gerekirdi…
Oysa bizde politikacılar sorunlara bilimsel yaklaşmak yerine pragmatist bir anlayışla yaklaşmayı yeğlerler. Çünkü bu yol hem kolay, hem de çıkarcı bir biçimdir… Konumuza dönelim:
Mahkeme kararlarına bütün hukuk bilimcilerinin benimsediği bir slogan yansır: “GEÇ KALAN ADALET ADALETSİZLİKTİR”. Evet doğru. Bizler bu doğruyu yaşayarak öğrendik ve bu doğruya dayanarak diyorum ki; 13 yıldan bu yana örtbas edilen “Bomba Davası” bu adaletsizliğin somut bir örneği olarak ADALET TARİHİNE GEÇECEK bu durumun sorumlularını tarih de mahkûm edecektir.
Af dilekçem konusundaki gerçeğin bir bölümüne Nokta Dergisi’nde yer verilmiştir. Doğrudur. Çünkü anılan dilekçe 4 Mart 1974 tarihlidir. Buna karşın 1974 yılında çıkarılan 1803 sayılı af yasası bu tarihten sonra çıkmıştır. ( KANUNLAR külliyatının FİHRİST cildinden yasanın çıkış tarihi saptanabilir.)
Konuya girmişken bir kanımı da açıklamak isterim: 1974 Affına karşı olanların, önemli bir art niyetleri de vardı. Şöyle ki: bu çevreler, 1961 ANYASASI’NA dolayısıyla bu ANAYASA’NIN getirdiği ANAYASA MAHKEMESİ’NE de karşı idiler. Af konusunda, bu yüksek mahkemenin kendisini YASAMA ORGANI yerine koyduğunu iddia ediyordu….. Bu olayı sömürmek için özel bir çaba gösteriyorlardı. Nitekim jilet gibi çiğnene çiğnene cıvıklaştırılan bu 1974 AFFI 1980 ÖNCESİ ANARŞİNİN NEDENİ OLDUĞU SLOGANI, askeri yönetimi de etkiledi. Sayın Yalçın GOĞAN’IN “Dar Sokakta Siyaset 1990–1983” adlı yapıtında (Sh. 84–86) bu konudaki gerçek açıklanıyor. Şöyle ki; “12 Eylül’den bir ay önce MGK ile Bakanlar Kurulu yaptığı bir ortak toplantıda” hızını alamayan bir başka bakan “efendim, güçlük çıkıyor. Anayasa Mahkemesini de lağvedelim!” diyerek yetkilere yaranmak isterken, belirli bir çevreninde sözcülüğünü de yapmış oluyordu. Her ne kadar o tarihte, bu öneriye yakınlık gösterilmedi ise de, bilindiği gibi, 1982 ANAYASA’SINDA ANAYASA MAHKEMESİ’NİN yetkileri geniş ölçüde sınırlandırıldı ve sınırlanmanın ana gerekçelerinin önde geleni, 1974 Affındaki tutumu idi.
1974 Affına karşı çıkan politikacılar, bir taşla birkaç kuş vurmayı başarmışlardır:
— Politik hasmı olan iki parti birden yıpratılmışlardır.
— Anayasa Mahkemesi’nin yetkilerinin sınırlanması isteklerine ulaşmışlardır.
— Kendi görüşlerine karşı olan kişilerin affını engelleyecek ölçüde 1982 Anayasası’nı etkilemişlerdir, vb.
SONUÇ VE İSTEM:
1- “Af kanunu çıktıktan sonra değil…. Önce, affı kabul etmeme dilekçesi verdim. Lütfen bu başlığı düzeltiniz.
2- Ama sizce mümkün olursa, tümüyle bu mektubumu değerlendiriniz. Özellikle Af Konusu, kanayan bir yara olarak dalgalanmaya bırakıldığı bu dönemde, arz ettiğimi gerçeklerin topluma yansıtılmasında yarar gördüğüm için, anılan dilekçemin tümünün kopyasını da gönderiyorum. (Fotokopi bir günlük gecikmeye neden olacağı için el yazısıyla yazdım.)
Başarı dileklerimle saygılarımı sunarım.
Talat Turhan
EKLER:
EK–1 Dilekçe (2 sahife)
EK–2 Özel Notlar (1 sahife)