1
Dizi Yazı

Yeni Asya 21.2.1991

Yeni Asya: 21 ŞUBAT 1991

DİZİ YAZI

‘NATO ihanet etti’

Mustafa AYDIN / Talat TURHAN SÖYLEŞİSİ

Emekli Kurmay Yarbay Talat TURHAN: NATO 40 yıldır TÜRKİYE’ye ihanet ediyor

TÜRKİYE’nin, AGİK’te silâhsızlanmaya karar verildik­ten sadece iki ay sonra Batının menfaatleri uğruna bir sıcak savaşa itildiğini ve silahlandırıldığını kaydeden TURHAN, “Bunun izahı Türk halkına mutlaka yapılma­lıdır” dedi.     

Mustafa AYDIN

Emekli Kurmay Yarbay Talat TURHAN’ın Körfez Krizi’nin öncesi ve sonrası hakkında ol­dukça enteresan fikirleri var. Körfez’de artık bir “horoz dövüşü”ne dönen “savaş” hakkında konuş­mayı “gereksiz” görüyor. Onun daha çok üzerinde durduğu şey hadisenin “teorik” veçhesi… “İşte şu kadar sorti yapıldı, Saddam Scud attı, ABD Patriot’la karşılık verdi vesaire vesaire”… Bütün bunlar TURHAN için “sûrî” şeyler…

TURHAN soruyor: TÜRKİYE NATO’ya niçin girmiştir? Ve aradan geçen bu kadar yıldan sonra NATO’dan ne almıştır, NATO’ya ne vermiştir? Cevabını da tabii yine kendisi veriyor…

NATO’nun bizi bugüne kadar çeşitli savunma doktrinlerle uyut­tuğunu ifade eden TURHAN. TÜRKİ­YE’nin 40 yıldır NATO’nun ihane­tine uğradığı için TSK’nin askeri açıdan hiçbir zaman NATO sevi­yesine getirilmediğini belirtiyor.

TÜRKİYE’nin bu savaşta hiç bir menfaatinin olmadığını söyleyen TURHAN, bu savaşın sonunda ise galibin olmayacağını belirtiyor. Pyrüss Savaşı olarak vasıflandırdığı Körfez Savaşı’nın AMERİKA’nın bir tezgâhı olduğunu kay­deden TURHAN, TÜRKİYE’nin AGİK Anlaşması’nı imzalayan ülkeler içerisinde tek “çifte standartlı” ül­ke olduğunu, Batı’sı silahsızlanır­ken Doğu’sunun ise silahlandırıl­dığını belirtiyor.

Emekli Kurmay Yarbay Talat TURHAN’la KUZGUNCUK’taki evinde yaptığımız görüşme şöyle;

—Mustafa AYDIN: Sayın TURHAN, TÜRKİYE’nin şu an İçinde bulunduğu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? TÜRKİYE sizce bugünlere nasıl geldi?

—Talat TURHAN: TÜRKİYE’nin bugün içinde bu­lunduğu, daha doğrusu içine itil­diği durumun kamuoyu tarafından bütün ayrıntılarıyla değerlendirilebilmiş olduğunu sanmıyo­rum.

Bu nedenle, olayların derinine göz atmakta yarar görürüm. TÜR­KİYE NATO’ya niçin girmiştir? Ve aradan geçen bu kadar yıldan sonra, NATO’dan ne almıştır, NATO’ya ne vermiştir? Bu sorunun cevabı verilmeden bugünkü duru­ma doğru tanılar konulamaz diye düşünüyorum.

Şimdi bu soruya nasıl yanıt ve­receğiz? Bir kere olaya siyasal ve askeri açıdan bakacağız. Siyasal açıdan TÜRKİYE’yi NATO’ya sokan iktidarlar Amerikancı iktidarlardır. Bunu vurgulamak lazım, za­ten TÜRKİYE 1950’li yıllardan bu ya­na genellikle bu tip iktidarlar ta­rafından yönetiliyor. Kendisinin liberal olduğunu, hatta bugün bi­raz daha ileri geçip mukaddesatçı olduğunu iddia eden Amerikancı iktidarlar tarafından TÜRKİYE yö­netiliyor.

Şimdi o zaman yapacağımız son tahlilde, eğer ülkemiz bu­gün NATO’nun bir iflası yahut da bugünkü TÜRKİYE’nin Batı’ya bu şekilde teslimiyeti NATO’nun ifla­sı olarak değerlendirilecekse ki bazı çevreler tarafından değerlen­diriliyor, o zaman bu 40 yıllık sorumluluktaki siyasal iktidarla­rın ve askeri otoritelerin payları araştırılması gerekir.

Şunu vurgulamak istiyorum. TÜRKİYE’yi; “NATO’ya teslim eden”, TÜRKİYE’yi “Amerikanlaştıran ikti­darlar”, kendilerinin liberal oldu­ğunu söyleyen, liberallikle ilgisi olmayan, demokrat olduğunu söyleyen demokratlıkla ilgisi ol­mayan, mukaddesatçı olduğunu söyleyen mukaddesatçılıkla ilgisi olmayan iktidarlardır… Bu tanıyı koymak zorundayız.

Olaya askeri açıdan baktığımız vakit, 16 NATO ülkesinin kuvvet dökümünü yapacağız. Tank, top, füze, zırhlı araç vesaire… Hatta piyade silahının marka ve modeli­ne kadar, en dipteki silaha, ta­bancaya kadar bakacağız. On altı NATO devleti. Bir de TÜRKİYE’nin dökümünü yapacağız. Bunları birbiriyle mukayese edeceğiz. Eğer bu mukayesede, bu karşı­laştırmada TÜRKİYE NATO içinde zayıf konumda bırakılmış ise o zaman burada bir suçluluk var­dır. Bu suçlulukta ülkemizi bu­güne kadar idare edenler payını almalıdır.

Yani Rusya’nın geçmişinin öze­leştirisini yaptığı bir dönemde, biz NATO’nun özeleştirisini yapma­dan doğrulan saptayamayız. Kanıma göre, böyle bir döküm yapıldığı takdirde 16 NATO ülkesinin bütün silah dö­kümü ortaya çıkarıldığında ki, bu zor değil. Açacaksınız araştır­ma bültenlerini, her ülkenin si­lahlarının dökümü vardır eğer 16 devlet içerisinde en geri silah konumunda biz isek ki en yet­kili ağızlar da bunu ifade ettiler isimlerini tek tek açıklamak iste­miyorum. O zaman biz NATO’­nun ihanetine uğradık demek­tir. Bu hıyanetin hesabı sorul­malıdır.

NATO’ya daha fazla hiz­met vereceğinize, siz bizi aynı itti­fak içinde olmamıza rağmen, neden bu kadar araç, gereç, silah bakımından yetersiz durumda bıraktınız?” diye sorulmalıdır.

TÜRKİYE’nin Kuzey ve Güney komşularının dökümü yapılmalı­dır. NATO TÜRKİYE’nin kuzey komşuları için kurulmuştur. Kuzey komşuları kendilerini düşman ol­maktan çıkarttılar. Dolayısıyla kuzey komşuları ile TÜRKİYE ara­sındaki mukayese zaten çok olumsuz.

İşte buna karşılık NATO bizi çe­şitli doktrinlerle oyaladı. Ne dokt­rini? İşte “Topyekûn mukabele” dedi. Sonra işine gelmedi “Esnek mukabele” dedi. Ondan sonra da;

“Siz idare edin. Onlar gelinceye kadar biz sizi kurtarırız. NATO şemsiyesinin altındasınız. Nükle­er silahlarımız sizi iki günde kur­tarır”… diyerek oyaladı bizi…

Oysaki 1985’li yıllardan itiba­ren ABD’de bir doktrin deği­şikliği görüyoruz. Türk kamuoyu, Türk bürokrasisi bunun farkında değil. En acı tarafı TÜRKİYE’yi yö­netenler bunun farkında değil. Olsaydı böyle bir değişim algı­lanırdı. Yalnız ülkemizi Batı çı­karlarına peşkeş çeken işbirlikçi iktidarların yetkilileri bunun farkında­dır.

—Mustafa AYDIN: Ne yapılabilir?

—Talat TURHAN: TÜRKİYE bu yeni doktrinden ha­berdar olmalıdır. Şimdi, Batı yumuşamayla paralel olarak NATO gücünün ve rolünün Ortadoğu’da güneye doğru kayacağını hesaba katarak “Out Of Area” (Bölge Dışı sorumluluk) diye bir tez ortaya attı ve bu tez uzun uzadıya tar­tışıldı. “Bölge Dışı Sorumluluk” tezine baktığımız vakit, Batı’nın sıcak bölge olarak gördüğü Orta­doğu ile temas halinde olan tek NATO ülkesi TÜRKİYE… Yani “Out Of Area” doktrininin muhatabı bi­ziz. Ve bu oluşum içerisinde Tür­kiye bugün bu derecede olaylara “sıcak” şekilde angaje olmuş du­rumuna geçmiştir.

Nitekim bu anlayışın uzantısı olarak AGİK toplantısında Baba Bush, aynen şöyle demektedir:

“AVRUPA’nın güvenliği ‘coğrafi bir sı­nır’ olarak algılanmamalıdır. AVRUPA’nın güvenliği kendi gü­venlik sınırlarından, Körfez Krizi’ne yol açan KUVEYT’e kadar uzanır”.

Şimdi NATO’yu AVRUPA güvenli­ğinden soyutlayamayız. BUSH’un bu söyledikleriyle “Out Of Area” doktrinini ortaya koyan kişilerin öne sürdükleri tezleri birbiriyle karşılaştırdığınız vakit TÜRKİYE’­nin bu güvenlik çizgisinin (Out Of Area) Kuveyt’e kadar gittiğini ke­sinlikle iddia edebiliriz.

Böyle bir oluşum içerisinde 1985’li yıllarda ABD’de çok tanınmış kişilerden oluşan 13 kişilik bir komisyon kuruldu. Buna “13’ler Komisyonu” deniyor. Bu komisyon. Başkan REAGAN’a, “Bundan sonra ABD’nin stratejisi ne ol­malıdır?” şeklinde bir rapor verdi. Bu rapordaki önerilere göz attığı­nız vakit, dünyadaki oluşumların ve TÜRKİYE’nin bugün içinde bu­lunduğu konumun buna “çok pa­ralel” olduğunu görüyoruz. Ve ben şu sonucu çıkarıyorum bun­dan; “Bu rapor artık ABD’nin resmî politikası haline dönüş­müştür”. Oradan da AGIK toplan­tısına geliyorum…

AGİK’nda yapılan konuşmaları karşılaştırdığınızda ki TÜRKİYE’de bu görev henüz yapılmamıştır. Bu raporla AKKA ve AGİK’teki öne sürülmüş kurallar ve yapılanmalar ve o günden bu yana Türk dış po­litikasının ve Türk iktidarının angajmanları çok birbirine paralellik arz ediyor. Bu paralellik görüldü­ğü takdirde denemez ki, “Bunlar tesadüftür. BUSH’la Turgut ÖZAL ahbap­tır”. Falan filan… Bu 40 yıllık bir oluşum neticesi ABD’nin ve Batı’nın Türk halkının aleyhine TÜRKİYE üzerindeki meyve­lerini toplamasıdır.

Bu savaşta TÜRKİYE’nin menfa­ati yoktur, TÜRKİYE’nin bir damla akıta­cak kanı yoktur. Ve bu savaşın erken bitmesi, geç bitmesi me­sele değildir…

Savaş sonrasında TÜRKİYE’de meydana gelecek riskler sayıla­mayacak kadar çoktur. Ve TÜRKİ­YE savaşa bu tarzda bulaşmak suretiyle, altından kalkamayacak kadar sorunlarla yüz yüze getiri­lecektir.

13’ler Komisyonu dediğimiz ko­misyonu kimler hazırladı? İsimle­ri sayalım… İki başkanı F.C. İkle ve Albert WOHLSTETTER ve diğer üyeler: A.L.ARMSTRONG, Z.BREZINSKY, W.P.CLARK, W.G. GLAYTOR, Jr. A.J. GOOD PASTER, J.L. HOLLOWAY, S.P. HUTUNGTON, H.A. KISSINGER, J.LEDERBERS, B.A. SCHRIEVER, ve J.W. WESSAY…

Bu rapor 1988 yıllarında yayınla­nıyor. Bu raporda bu kişilerin ABD’nin bundan sonraki dö­nemde uygulayacağı doktrin “Seçmeli Caydırıcılık”Discrimanate deterrence” olduğunu be­lirtiyorlar. Ve özellikle bu konuda Yalçın KÜÇÜK’ün çok değerli görüşleri var. Bu arada bu konudaki aydın­latıcı çalışmaları nedeniyle Yalçın KÜÇÜK’e, Toplumsal Kurtuluş Dergisi’nden, Temel DEMİRER ve So­run Dergisi’ne teşekkür etmeyi bir borç sayıyorum.

Yalçın KÜÇÜK bu görüşlerinin bir kısmını da Sedat ERGİN’in ABD’den geçmiş olduğu haberlere bağlıyor. Ve de aynı konu­da Haluk ULMAN’ın görüşlerine de atıflar yapıyor…

13’ler komitesinin önemli adam­larından biri olan Prof. Albert WOHLSTETTER, REAGAN’ın stratejik akıl hocası… TÜRKİYE’ye bir Sov­yet saldırısı halinde ABD Başkanı’nın buna AVRUPA’da ABD’nin tümden yıkımına yol açabilecek bir karşılık vermesinin beklenme­yeceği şeklinde açıklıyor…

—Mustafa AYDIN: Yani?

Talat TURHAN: Yani, bir anlamda nükleer si­lahlardan vazgeçilmeyi de öneriyordu. Şimdi “Seçmeli Caydırıcı­lık” doktrinin içerisinde bazı Orta­doğu’daki bölgeleri alacaksınız. Kendinize uygun olan bölgeleri seçeceksiniz. Bunlar üzerinde caydırıcı planlar hazırlayacaksı­nız… Gerçekte bu doktrini ortaya çıkartan neden ne? Dünyada Do­ğu ve Batı, “Glasnost-Perestroyka” doktrinlerinden sonra yumuşuyor ve ayrı bir havaya giriyor.

O zaman zenginler kulübünü oluşturan yedi ülke… Yahut da kapitalist enternasyonalin ağaba­baları pastayı aralarında paylaşıyorlar.

Serbest Piyasa Ekonomisi diye de az gelişmiş ülkeleri kendi en­ternasyonalleri içinde sömürüyor­lar ve soyuyorlar… Dünya Banka­ları, IMF’ler falan hep bu amaçla kurulmuş ve tezgâh çok güzel meydana getirilmiş. Ve Üçüncü Dünya ülkeleri bu soyguna karşı çıkmadıkları sürece de bu soygun devam edecek. Sorulanlar arasına Sovyetlerin peykleri de katıldı­lar. Serbest Piyasa Ekonomisi adı altında bu soygundan pay al­mak için yarışıyorlar. Şimdi emperyalistlerin Doğu-Batı tehlikesi kalmadığı için yeni bir tehlikeye ihtiyaçları vardı. Niçin? Sömürülerinin ve sömürge­lerin devamı için… Dünya sömür­gecilik dönemi yaşadı, yeni sö­mürgecilik dönemi yaşadı, şimdi Kuzey-Güney dönemine geçti. Yani Doğu Batı çatışması Kuzey-Güney çatışmasına dönüş­tü. Kuzey-Güney çatışmasına baktığımız vakit. Güneyde az ge­lişmiş üçüncü dünya ülkeleri var. Ve bunların çoğunu da Müslü­manlar oluşturuyor.

İkinci Dünya Harbinden bu ya­na dünyada yaklaşık kırk çatışma olmuş, bu kırk çatışma­nın kırkı da Güneyde olmuş. Şim­di zenginler kulübü batı kapitalist enternasyonalin komünistlerle sorunları kalmadı bundan sonra rahat yaşamak yani hammadde kaynaklarını el altında tutmak is­tiyorlar. Rahat yaşamanın birinci şartı bu. İkincisi, dünyadaki soygunu demokrasi kılıfı altına sokmak gibi bir anlayış var. Demokrasi diye yutturduğunuz dü­zenle insanları soyacaksınız. Bu anlayışı egemen kılacaksınız. Dolayısıyla Kuzey ve Güney çatışmasına dönüştü dünya şimdi.

Bu Kuzey-Güney çatışması içe­risinde biliyorsunuz biraz evvel söz ettiğim gibi PARİS’te AGIK im­zalandı. AGİK konferansına 34 ülke katıldı. Dünyada Birleşmiş Milletlere üye sanıyorum 122 ta­ne devlet var. Buna mukabil 34 ülke katılıyor. Yani beşte biri… Silahlanma konusunda dünyada ulusların beşte biri söz sahibi. Kim bu ülkeler? 16 NATO ülkesi. 6 da eski VARŞOVA devleti… Etti 22… 12 tane de yine diğer İS­VİÇRE, AVUSTURYA gibi devletler… Şimdi, AGİK’te bulunmayan dev­letlerin söz hakkı yok ve bu dev­letler hep “Güneydedir” Ve bu devletler silahsızlanmanın da dışındadır. Neden? Çünkü on­lara baş kaldırılmayacak. “Seçici Caydırıcılık” İşte bu… Onlara başkaldırma, bizim çıkarlarımı­za, bizim düzenimize karşı gel­mek fırsatını vermeyeceksiniz” diyorlar. Ve bunun için de bir çiz­gi çiziyorlar Batılı ülkeler. En önemli tarafı bu. Diyorlar ki, “Mersin limanı dahil Güneydo­ğu silahsızlanmanın dışında­dır”. Olayın hayatî noktası burası.

Bugün Güneydoğu’daki bütün yığınağın, Çevik Kuvvet’in, ABD gücünün, yapılan yardımın esası bu… Hepsi tezgâhlandı. AGİK toplantısı 19–21 KASIM 1990 tarihinde yapıldı. Yani sadece “iki ay” geçmiş. İki ay sonra TÜRKİYE’nin silahsızlanma bölgesi olarak seçilen bölümünde sıcak harekat başlıyor. Bu arada NATO kararlar alıyor. TÜRKİYE’yi yüreklendiriyor. Çevik Kuvvetler geliyor. ABD kuvvetleri geliyor, şu geliyor, bu geliyor… Niye geli­yorlar?

“İşte yığınak yapıyoruz, üsleri kullandırıyoruz”. Biz yıllardan beri TÜRKİYE’nin bağımsızlığına çok büyük bir saldırı olacağını ifade eden kimseleriz. Ama bugün bu suçlardan iştirakçi adamlar çı­kıp da “ABD’ye güvenmiyo­rum” derse ben gülerim doğrusu. Şimdi, TÜRKİYE AGİK toplantısı­na katılıyor ve bir ikilem içerisin­de. Kuzeyi silahsızlanma içeri­sinde. Neden? Çünkü Kuzeyde tehlike kalmadı. TÜRKİYE’ye ta 1985’ten bu yana doktrine edilen 13’ler komitesinin ortaya koydu­ğu prensipler ve AGİK’te alınan kararlar muvacehesinde Güney­doğuda silahlanma sürdürülüyor. Doktrinde belirtildiği gibi “Out Of Area” da devam ediyor.

Ve bütün bu kararlar, yani si­lahsızlanmaya karar verildikten sadece iki ay sonra TÜRKİYE sıcak savaşa “Batının çıkarları” doğrul­tusunda itildi… Bunun izahı Türk halkına yapılmalıdır… Ve bu ara­da bu oluşum çok süratli olduğu için de, ülkeler Meclis’i devre dı­şında bırakmak çabası içerisinde yetki kararları alıyorlar. İki ay ev­vel Güneydoğu silahsızlanma dı­şındadır deniyor, ondan sonra da iki ay içerisinde orada bildiğimiz hareketler oluyor. Şimdi biraz ev­vel dedim ki, 40 yıl içerisinde TÜR­KİYE NATO Standardında değilse, tüm NATO’cular suçludur. Çok yetkili ağızlar da bunu söyledi TÜRKİYE Silahlı Kuvvetleri hiç bir zaman NATO standartları içinde olmadı. Türk Silahlı Kuvvetleri… “Re-Mo” denilen bir plan yaptı. Böylece NATO standartlarına ula­şacaktık. Neydi bu plan; “Reorganisation-Modernisation Plan”.

TÜRKİYE benim kanaatime göre 40 yıldan bu yana NATO’nun hıyanetine uğradığı için hiç bir saman NATO standardında bir silahlı kuvvet haline getirilme­di. Bunun farkına varan TSK yet­kilileri, bu standarda ulaşmak için planlar yaptılar. Belli bir za­man sonra o standarda ulaşıla­caktı.

Ama gerçi bazı silah fonları ku­rulsa da, enflasyon o rakamları da eritmiştir. 1980’den bu yana hiçbir zaman yardım olarak he­deflenen o rakamlara ulaştırılma­dı. Yani o rakamlar TÜRKİYE’ye ve­rilmedi… Bir İSRAİL’e, bir MISIR’a bakın, sonra bir de TÜRKİYE’ye ba­kın… Hadi İSRAİL’e bir diyeceğim yok, onlar ABD’nin Ortadoğu’daki Truva atı, müttefiki, ama MISIR NATO üyesi olmadığı halde her za­man yılda 1 milyarın üzerinde yardım almıştır ve en son olarak da bü­tün borçlarını sildirmiştir. Oysa, hiçbir zaman TÜRKİYE’ye 1 milyar dolar civarında yardım yapılmadı.

 

Etiketler
BENZER YAZILAR
Talat Turhan
Türkiye

1924 Yılında Elazığ’da doğdu. O tarihte babası Elazığ Müdde-i Umumisi (Savcı) idi. Baba tarafı Rize ilinin Çayeli ilçesinin tanınmış ailelilerinden (Şerifoğulları)’na mensuptur. Anne tarafı Elazığ Harput’un tanınmış ailelerinden (Efendigiller) ‘dendir.....