1
SÖYLEŞİ

Yeni Asya 26.11.1990

Yeni Asya: 26 KASIM 1990

SÖYLEŞİ

“Gazeteler MİT’in kontrolü altında”

Tahir AKA / Mustafa AYDIN / Talat TURHAN

—Kendisine yıllardır basında bir güç tarafından sansür tatbik edildiğini söyleyen Emekli Yarbay Talat TURHAN, bu gücün kim olduğunun, kaynağının neresi olduğunun bulunması gerektiğini söyledi.

—1947 yılında AMERİKA ile gizli bir ikili anlaşma yaptığımızı ve bu anlaşma mucibinde AMERİKA’nın TÜRKİYE’de propagandasını yapmayı kabul ettiğimizi ileri süren TURHAN, Amerikalıların doğrularının Türk doğrularıymış gibi yansıttığını belirtti.

Özel Harp Dairesi ve Kontrgerilla İle ilgili tartışmalar hala devam ediyor. Her geçen gün bu tartışmalara yeni simalar katılı­yor. Ve yine her geçen gün, yeni yeni iddialar ortaya atılıyor. Kimi­leri hala Kontrgerilla yoktur de­mekte ısrar ederken, büyük ço­ğunluk bu tartışmalarda oldukça mesafe almış durumda…

Dün yayınladığımız bolümde, Emekli Kurmay Yarbay Talat TURHAN bu tartışmalara Tercüman ve Son Havadis gazetelerini de kat­mıştı. Yine dün yayınladığımız gi­bi, Tercüman gazetesi yazarların­dan Nazlı ILICAK’ın da Kontrgerilla ile münasebeti olduğunu söylemiş ve bunun kendine göre delillerini de ortaya koymuştu.

Basında bazı gizli güçler tarafın­dan kendisine yıllardır sansür tatbik edildiğini söyleyen TURHAN, bunun sebebinin ve bu gücün kim olduğunun araştırılması ge­rektiğini belirtti.

İstihbaratın, çeşitli şekillerde basını yönlendirdiğini söyleyen TURHAN, bunu gerçekleştirebil­mek ve tanınmış yazarları yönlen­direbilmek için “satın almak” yo­luna bile gidebildiğini belirtti.

İstihbarat teşkilatlarının “milli” olması gerektiğini ısrarla söyleyen TURHAN, 1947 yılında AMERİKA ile yaptığımız bir İkili anlaşmayla, onun reklâmını yapmayı kabul ettiğimizi ve bunun neticesinde de, AMERİKA’nın kendi doğruları­nın, Türk insanına kendi doğrularıymış gibi kabul ettirildiğini ileri sürdü.

ANKARA’da 12 Eylül öncesinde sol fraksiyonların gazetelerini ol­dukça ucuza basan bir CIA yayı­nevi olduğunu İleri süren Talat TURHAN, bu yayınevinin sahibinin ve eşinin, daima ANKARA’nın en itibarlı insanları olduklarını ve her yerde başköşeye misafir edil­diklerini belirtti.

Talat TURHAN ile yaptığımız gö­rüşmeye kaldığımız yerden devam edelim:

—SORU: Doçent. Yalçın KÜÇÜK, bası­nın kilit noktalarının istihbara­tın kontrolü altında olduğunu iddia ediyor. Ahmet ALTAN da Bab-ı Ali’deki ajanların açıklanması halinde Bab-ı Ali’nin “bak­la tarlasına” döneceğini söyledi. Gladio tartışmasının bir uzantı­sı olarak TÜRKİYE gündemine gelen dış istihbarat örgütlerinin ve bunların yerli işbirlikçileri­nin yaptıkları illegal, karanlık ve kirli işler, niçin kamuoyun­dan gizleniyor? Basın hür değil mi, isteklerini yazamıyor mu? Eğer yazamıyorsa, belli mihrak­ların kontrolü altında mı?

Talat TURHAN: Şimdi efendim, bu soru tabi be­nim için çok güzel bir soru… İstihbarat örgütlerinin şema­sına baktığımız vakit, tüm istih­barat örgütlerinin şemasında bir psikolojik daire başkanlığı vardır. Doruk Operasyonu adlı kitabım­da yayınladığım şemaya bakıldığı vakit, Psikolojik Savunma Başkanlığı’nı da görürsünüz. Görevleri: “Barışta ve savaşta milli bünyeye içten ve dıştan gelecek psikolojik tesirlere açık haberler toplamak, yorumla­mak ve karşı koymak!”

Şimdi basını, yani Mass Media’yı (Kitle Haber­leşme Vasıtalarının tümünü, te­levizyonu, radyoyu, bütün gazete­leri, günlük, aylık, haftalık bütün yayın organları) fiilen burası yönlendirir.  Yani buranın görevi o…   Peki ne ölçüde yönlendirir? İçine dalabildiği ölçüde yönlendi­rir. Bunu nasıl yapar? Bunu üç türlü yapabilir… Biri etkin bir yazarı satın alır. Yahut satın almaz da adam o örgütün her ba­kımdan doğru olduğuna inanmış­tır ve oraya hizmet etmeyi bir mil­li görev sayar… Ama bu görev fa­lan hikayedir tabi, parayı da alır yani. Adam kendi makalesini ya­zarken oranın görüşlerini, yani egemen görüşü yansıtır. Egemen görüş çok tehlikelidir. Onun için diyoruz ki, istihbarat teşkilatla­rı milli olmalıdır. Milli olmadığı vakit, istihbarat teşkilatı hangi is­tihbarat teşkilatının kontrolü al­tındaysa, egemen görüş o olacak­tır. TÜRKİYE’de ta 1963’ten bu yana ilk kez ben ortaya koydum. Genelkurmay Askeri Mahkemesi’nde… Neyi? MİT-CIA ilişkisini… Şimdi herkes söylüyor. Bu zabıt­lara da geçmiş durumda. Şimdi eğer gerçekten MİT-CIA’nin kont­rolünde ise, o zaman MİTin Psi­kolojik Dairesi’nde egemen görüş Amerikancı görüştür…

O Amerikancı görüşün sözcülü­ğünü yapan adam da parayla besliyorlar.

İkincisinde ise, örgüt adamı buluyor, diyor ki, “Arkadaş, ben makale yazayım, sen kendi im­zanla yayınla” Tabi tanı­nan, kamuoyunun bildiği bir yazara bu öneriyi götürüyorlar. Üçüncü yol ise; parça başı iş yaptırıyor. Çağırıyor adamları, “Şu konuda bir araştırma yap. Sana şu kadar para vereceğim.” di­yor ve işi bitiriyor. Şimdi böyle bir anlayış egemen. Zaten televiz­yon ve radyo peynir ekmek gibi elinin altında. O zaman Ameri­kan doğruları, Türk halkına Türk doğruları gibi sunuluyor. Bu­nun için ikili anlaşmaya bakmak lazım. 1947’de biz bir ikili anlaş­ma yapmışız. Amerikanın burada reklamını yapacağımızı kabul et­mişiz. Bunun tam metni benim kitaplarımda var. Yani biz bu ikili anlaşmayla Amerikanın rek­lamını yapmayı kabul etmişiz. Bu oluşum içerisinde tabii ki istihbarat teşkilatının doğruları Amerikancı doğruları tüm Mass Medya’yı kullanmak suretiyle kamuoyuna yansıtılı­yor.”

Şimdi AMERİKA’nın diğer ülke­lerle nasıl ilgilendiğine baktığı­mızda çok enteresan şeyler görü­rüz. FM–31 (Field Manuel) diye kısaltma olarak kullanılan bir ta­limatname var. FM 30–20 talimna­mesinde bir ‘Yanlış Bilgi Verme Merkezi” var. Demek kendi doğrularıyla yönlendirmesi yetmiyor­muş gibi, bir de yanlış bilgiler vermek suretiyle kamuoyunu şa­şırtıyorlar. Biz de Amerikan sis­temini aynen benimsediğimize gö­re, bizde de aynı yöntemler uygulanıyor. An­cak bu da yetmiyor. İnsanları alıyorlar, itibarlarını kırmak için üzerlerine yapay suçlar yıkıyor­lar. Türkiye’de en büyük yapay suç bana yüklendi. Boğaz Köprüsü’nü havaya uçurmaktan suçlandım ve yargılandım. Henüz tamamlanmamış olan Boğaz Köprüsü’nü hava­ya uçurmak iftirası sırf benim TÜRKİYE’deki etkenliğimi gidermek için atıldı. Çünkü ben eğer etkin olursam bütün bu pislikleri orta­ya dökeceğim ve hesabını soraca­ğım. Yani benim bu kadar güçlü olduğumu sanıyorlar. O zaman beni güçsüz hale getirmek, itiba­rımı sıfıra indirmek ve herkesi benden uzak tutmak ve bana olan desteği çekmek için bu yola girdi­ler. Boğaz Köprüsü’nü havaya uçurmak isteyen adamın yüzüne kimse gerçekten de bakamaz. Bunun aksini ispat edince­ye kadar çok büyük yalnızlık çek­tim.

Şimdi sorunuzun birinci bölü­mü gazetecilikle ilgili… Bunun yanında ANKARA’da tel çitlerle çev­rilmiş bir CIA yayınevi vardı. Şim­di de duruyor. Enteresandır, 12 EYLÜL 1980’den önce tüm sol fraksiyonların çıkarttığı dergileri burası bastı. Şimdi sol fraksiyon niçin bastırıyor gazetesini, dergisini bu­rada? Çünkü dışarıda bir gazete 1 milyon liraya basılıyorsa, bura­sı 250 bin liraya basıyor. Buna karşılık ne yapıyor? Oradaki in­sanları tespit ediyor, belirtiyor. Kimdir, nedir, kiminle ne ilişkisi vardır falan gibi. Ayağına kadar gelen bir istihbarat yapıyor. Her iki taraf da bu alışverişten memnun.

Bu CIA yayınevinin sahibi ve hanımı daima ANKARA’nın en et­kin insanlarıdır. Her yerde baş köşeye misafir edilirler. Demek ki, CIA’ci olmak TÜRKİYE’de ayıp bir şey değil, bilakis gayet itibarlı bir şey…*

Mekanizma belli.Böyle bir durumda basının hür olduğu söylenemez. Ben bunu yaşadım. Nasıl yaşadım? Bana bugüne kadar basının her kesiminden herkes geldi, ben hiç kimseyi reddetmeden açık beya­natlarda bulundum. Sonra bakı­yorum, benim söylediğimin onda birini yazıyorlar…

—SORU: Biz de dahil miyiz efen­dim?

Talat TURHAN: Hayır, hayır! Siz ve bir gazete hariç, benim söylediğimin onda birini yazdılar. O zaman onlara sordum,” Öyleyse beni niye bu kadar yoruyorsunuz?” Cevap yok. Bazılarıyla pazarlık bile yaptım. “Ben önemli değilim” dedim. Siz be­nim hiç olmazsa söylediklerimi kullanın dedim, önemli olan ko­nudur, onu kullanın. Bakıyorum onu da yapmadılar ve bir de be­nim söylediklerimin tamamını ve­remiyorlar. Bunun üzerine muha­birler benden özür dilemeye baş­ladı. “Yok” dedim, “benden hiç özür dilemeyin. Anladım ki, ben sizin patronlarınızdan, sizin gazetenizi yönetenlerden daha demokrat, daha özgürüm” dedim. “Ben söy­lüyorum, fakat siz yazmaya cesa­ret edemiyorsunuz” dedim. Peki, bu basında, hala benim sözleri­min çıkmasını engelleyen, bana sansür uygulayan güç kimdir? Mutlaka bir güç var. Tabii bu gücü başka türlü de izah etmek müm­kün değil. Bu güç istihba­rat örgütleridir. İstihbarat örgüt­leri basının içerisinde vardır ve bu da doğaldır. İşte dediğim gibi psikolojik savaş bilmem ne başkanlığının görevi, basını kontrol etmektir. Bu kontrolü de çeşitli yöntemlerle yapar.

Çeşitli yöntemlerle yapar dedik. Diyelim basın patronu sıkışmış­tır, zor durumdadır, ona destek sağlar. O desteğe karşılık, kendi doğrularının orada yazılmasını is­temek gibi angajmana girer. Ya­hut da patron daha başka şekilde sıkışmıştır. Diyelim ki bir uyuştu­rucu madde kaçakçılığı yapmış­tır. İktidar, bu iltimas karşılığın­da devamlı kendi politikasının sa­vunmasını talep eder. Basın pat­ronu da pekala buna “Eyvallah” diyebilir. Çünkü başka çaresi de yoktur. Yani dediğim gibi bu işin çok çeşitli yöntemleri var.

—SORU: Basın istediğini yazabiliyor mu? Yoksa belli mihrakların kontrolü altında mı?

Talat TURHAN: Evet dediğim gibi ben yaşadım bunu. Son olarak ben her şeyi açıklıkla söylememe rağmen, söy­lediğim her şey basına olduğu gi­bi yansımadı. O zaman hala da­ha benim sözlerime sansür uygu­layan güç kimdir diye ben soru­yorum ve sormak da lâzım.

(*) Y.n: Günümüzde bu kişiler itibarlı bir işadamı oldu ve de medyada boy göstermeye devam ediyor.

Etiketler
BENZER YAZILAR
Talat Turhan
Türkiye

1924 Yılında Elazığ’da doğdu. O tarihte babası Elazığ Müdde-i Umumisi (Savcı) idi. Baba tarafı Rize ilinin Çayeli ilçesinin tanınmış ailelilerinden (Şerifoğulları)’na mensuptur. Anne tarafı Elazığ Harput’un tanınmış ailelerinden (Efendigiller) ‘dendir.....